En Sıcak Konular

ALPARSLAN TÜRKEŞ KİMDİR ?

4 Nisan 2008 15:47 tsi
ALPARSLAN TÜRKEŞ KİMDİR ? Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997'de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etti. Cenazesi,milyonların katıldığı devlet töreni ile kaldırıldı.

"Ben Türk Milletini,
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan Demokrasi'ye,
rüşvet ve hile ile çiğnenen,çiğnetilen Hukuk düzenlerine,Allah'tan mahrum  bir hürriyete,tefeciliğe,karaborsaya yer veren
bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Ben sizi,
Türklük gurur ve şuuruna,İslam Ahlak ve Faziletine,yoksullukla savaşa,Adalette yarışa,birliğe,kardeşliğe,kısacası
Hak Yolu'na,Hakikat Yoluna,Allah Yoluna Çağırıyorum."

Sözlerinin sahibi Alparslan Türkeş ,25 Kasım 1917'de, Lefkoşa'da doğdu.Aslen, Kayseri ili Pınarbaşı'nın Yukarı Köşkerli köyünden Avşarlardandır. Aile daha sonra Kıbrıs'a göç etmiştir.

Askeri Kariyerinin Başlaması :

Türkeş, 1936'da Kuleli Askeri Lisesi ve 1938'de Harp Okulu'nu bitirdikten sonra, 1939'da piyade asteğmeni olarak atış okuluna girerek buradan teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1940'ta evlendi. Harp Akademisi'ne giren Türkeş, 1944'te yüzbaşı rütbesindeyken Nihal Atsız'la birlikte "Irkçılık-Turancılık" davasından yargılandı ve 9 ay 10 gün hapis cezası aldı. 1945 yılında Askeri Yargıtay kararıyla tahliye edildi ve 1947'de beraat etti. Orduya tekrar döndü. 1948'de Harp Akademisi'ni bitirdi. Daha sonra ABD'ye gönderildi ve burada Amerikan Harp Akademisi'ni ve piyade okulunu bitirdi. 1955-1957 yılları arasında Washington'da NATO Daimi Komitesi'nde Türk genelkurmayı temsil heyetinde görev yaptı. Aynı sırada uluslararası ekonomi eğitimi gördü. 1959'da Almanya'da Atom ve Nükleer Okulu'na gönderildi ve buradaki eğitiminden sonra albaylığa yükseldi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı NATO şube müdürü olarak atandı.

27 Mayıs İhtilali ve Hindistan "Sürgünü" :

27 Mayıs 1960 harekatından kısa süre önce Elazığ'daki birliğinden Ankara'ya atandı ve Korgeneral Talat Aydemir'in önerisiyle Milli Birlik Komitesi'ne (MBK) alındı. Darbeyi planlayıp yürütecek olan 37 kişilik MBK içinde yer aldı. Darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 (Cuma) günü radyodan okuduktan sonra adı sıkça duyulmaya başlandı. 27 Mayıs sonrası Başbakanlık müsteşarlığı yaptı. Bu dönemde Milli Birlik Komitesi içindeki görüş ayrılığı sonucu 13 Kasım 1960'da 13 üye ile birlikte görevinden "affedilen", Türk siyasi tarihinde "14'ler" olarak adlandırılan, İktidarın İnönü'ye devredilmesine karşı çıkan grubun lideri konumundaki Alparslan Türkeş MBK içindeki Albaylar Grubu tarafından "ülkeyi nasyonal sosyalist bir sisteme süreklediği" iftirası ile  22 Eylül 1960'ta MBK'den çıkartıldı, resmen emekli edildi ve Yeni Delhi büyükelçilik müşaviri olarak Hindistan'a gönderildi. Sürgünde iken, MBK Başkanı Cemal Gürsel 'e, Yüksek Adalet Divanı 'nda yargılanan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerinin doğru olmayacağını vurgulayan ve Milli Yol dergisinde yayınlanan mektubu gönderdi.

25 ay kadar sonra, 23 Şubat 1963'de Gümülcine 'den yurda döndüğünde kendisini burada kalabalık bir "milliyetçi topluluk" karşıladı.

Türkeş'in Siyasi Hayata Girişi :

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Dönemi :

Gökhan Evliyaoğlu'nun Adalet Partisi'ne katılma yolundaki teklifini reddeden Türkeş, milliyetçi çevreleri bir araya getirmek için 2 Mayıs 1963'te Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği'ni kurdu.Alparslan Türkeş, sürgünde olduğu dönemde 14'lerden çoğu ile sık sık bir araya gelerek dönüşten sonraki stratejisini belirleyici toplantılar yapmıştı. Nitekim 31 Mart 1965'te, 14'lerden Dündar Taşer, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Mustafa Kaplan gibi eski MBK üyeleri ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi - (CKMP)'ne girerek fiilen siyasi hayata atılmış oldu.

1965'te bu partinin başkanı oldu, uzun tartışmalardan sonra parti tüzüğünde 9 Işık Doktrini yer aldı. Türkeş, bu dönemde kendisini sevenler tarafından Başbuğ ilan edildi ve aynı yıl Ankara'dan milletvekili seçildi. 6-8 Şubat 1969'da Adana il kongresinde CKMP adı Milliyetçi Hareket Partisi ve terazi olan amblemi de üç hilâl olarak değiştirildi. 1966 yılında cumhurbaşkanlığına aday oldu ve Cevdet Sunay karşısında 11 oy alarak seçimi kaybetti. 1969 ve 1973 yıllarında Adana milletvekili olarak parlamentoya seçildi. 1974'te ilk eşi Muzaffer Türkeş'i kaybetti. Bundan iki yıl sonra 1976'da Seval Türkeş'le evlendi.

1975 Sonrası Dönem ve 12 Eylül :

1975'ten sonra Milliyetçi Cephe adı verilen koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevinde bulunan Türkeş 12 Eylül darbesi'nden sonra 9 Nisan 1985'e kadar 4,5 yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde idam cezasıyla yargılanan Türkeş bu davadan beraat etti

12 Eylül Sonrası Dönem :

1987'de siyaset yasağının kalkmasıyla birlikte Milliyetçi Çalışma Partisi'ne girdi ve aynı yıl yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa seçildi. 1991 genel seçimlerinde RP ile seçim ittifakı yapan MÇP lideri Türkeş, Yozgat milletvekili olarak yeniden parlamentoya girdi. Bu sırada 1992'de 12 Eylül darbesi ile kapatılmış olan partilerin eski adlarını alması hakkında Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılan değişiklikle MÇP'nin ismi de 1993 yılında MHP olarak değiştirildi. 1995 genel seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti üzerinde etkili oldu. Türkeş, 9 Işık başta olmak üzere siyasi ve tarihi görüşlerini içeren kitaplar yazdı.

Vefatı:

Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997'de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etti. Cenazesi,milyonların katıldığı devlet töreni ile kaldırıldı.

Eserleri :

Milli Doktrin 9 Işık; Alparslan TürkeşKamer Yayınları; İstanbul, 1997.
Dokuz Işık; Berikan Elektronik Basım Yayım;
9 Işık; Hamle Yayınevi; İstanbul
Dokuz Işık ve Türkiye;Hamle Yayınevi; İstanbul
Ülkücülük; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1995.
12 Eylül Adaleti (!) : Savunma; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1994.
1944 Milliyetçilik Olayı; Hamle Yayınevi;
Modern Türkiye ; İstanbul.
Milliyetçilik Olayları; Berikan Elektronik Basım Yayım.
27 Mayıs ve Gerçekler; Berikan Elektronik Basım Yayım.
27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler; İstanbul, 1996.
Ahlakçılık; Berikan Elektronik Basım Yayım.
Etik (Ahlak Felsefesi), Etik.; Bunalımdan Çıkış Yolu; Kamer Yayınları.
Türk Edebiyatında Anılar, İncelemeler, Tenkidler, Anı-Günce-Mektup; İstanbul, 1994.
Bunalımdan Çıkış Yolu; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996.
Dış Meselemiz; Berikan Elektronik Basım Yayım.
İlimcilik; Berikan Elektronik Basım Yayım.
Kahramanlık Ruhu; İstanbul, 1996.
Temel Görüşler; Kamer Yayınları.
Sistemler ve Öğretiler; İstanbul, 1994.
Türkiye'nin Meseleleri; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996.
Yeni Ufuklara Doğru; Kamer Yayınları.
Sistemler ve Öğretiler; İstanbul, 1995.

Özdeyişleri:

"Ben Türk Milletini,
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan Demokrasi'ye,
rüşvet ve hile ile çiğnenen,çiğnetilen Hukuk düzenlerine,Allah'tan mahrum  bir hürriyete,tefeciliğe,karaborsaya yer veren
bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Ben sizi,
Türklük gurur ve şuuruna,İslam Ahlak ve Faziletine,yoksullukla savaşa,Adalette yarışa,birliğe,kardeşliğe,kısacası
Hak Yolu'na,Hakikat Yoluna,Allah Yoluna Çağırıyorum."

Dalından kopan yaprağın akibetini rüzgar tayin eder.
(Muhsin Yazıcıoğlu partiden (MHP) ayrılınca söylemiştir)
Mücadeleniz zaferle sonuçlandı, gazânız mübarek olsun.
(Ülkücülere atfen, SSCB dağıldığında söylemiştir.)
Ne mozayiği ulan; mermer, mermer!
(Türkiye mozayiği sözüne cevap verirken söylemiştir.)
Ben ne kadar Türksem onlar o kadar Türktür,onlar ne kadar Kürtse ben o kadar Kürdüm’
(Türk-Türk ayrımı yapanlar için söylemiştir.)
Türklük bedenimiz islâmiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset gibidir.
(Türkçü müsünüz İslamcı mısınız soruları ile ülkücüler parçalanmaya çalışılırken söylemiştir.)
Hepiniz birer Türk Bayrağı'sınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin.
Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde Büyük Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz...
Emirlere mutlak itaat lâzımdır. Laubali, gevşek, disiplinsiz, metotsuz kimselerle dâvamız yürümez. Her şeyde örnek olmak lâzımdır.
Millî kalkınmamızı gerçekleştirmek, her Türk ferdini hür yapabilmek için Türk Milletini yeniden kurmak zorundayız. Vatandaşlarımız arasında parti, mezhep, ırk ve bölge farkı gözetmeksizin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bağlar dokuyacağız.
Başarı için muntazam plânlı çalışma yapmak lâzımdır. Son nefesimizi verinceye kadar çalışacağız.
Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dâva başarıya ulaşamaz.
Alınan görevleri yapmak ve yapıldığını takip etmek lâzımdır. Millet hayatında başarı devamlılığa bağlıdır.
Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktir. Dâvamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır.
Komünist sistemlerde halkın esaret altında oluşunun sebebi bir mülk sahibi olamamasıdır.
Hürriyetin tek garantisi mülkiyettir.
Bizim savunduğumuz Dokuz Işık'çı sistemin hedefi Türk Milletinin her ferdini mülk sahibi yapmaktır.
İnsanlık âleminin en şerefli bir ailesi Türk Milletidir. Dokuz Işık demek, Türk Ülküsü demektir.
Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır.
Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.
İslâmiyeti ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.
Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.
İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya ASLA müsaade, müsamaha etmezler.
Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir.
Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddim bilmek... Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz. Herkese yukarıdan bakacaksınız, ne de kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.
Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz. Türk Töresinin en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır saklamak...
Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez
Fikir, iman, ülkü aşkı ... İnsanları güçlü yapan bunlardır.
Türkçüler Günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür.
Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.
Türk Devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk Milletinin teminatı ve istikbali gençliktir.
Türk aydınları için Batı'nın sığınması olmak bir ideal olarak benimsenmiştir. Milletimiz için bundan korkunç felaket düşünülemez."
Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.
Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş.
Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.
Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak "Ben Türk'üm" diyen herkes Türk'tür. Türkçülük ve Türk'ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına inanmıyorum. Başka milletleri küçük gören, Dünya barışını tehlikeye sokan antropolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır.(10 Haziran 1973)

ARDINDAN YAZILANLAR:

BOZKURTLARIN DOĞUMU

YAVUZ BÜLENT BAKİLER
12 NİSAN 1997 - TÜRKİYE GAZETESİ

Belki siz üzülerek hatta gözyaşı dökerek takip ettiniz; ama ben, Alparslan Türkeş’in cenaze merasimini, başından sonuna kadar derin bir huzur duyarak, sevinerek yüreğime işledim. Türkiye çapında müthiş bir hadise olan o mübarek günü kırk ayrı noktadan ele alarak yazmak, anlatmak lazım.
"Doğmak ölmek içindir" "Dünyaya gelen her can, elbette ölümü tadacaktır." Benim sevincim, huzurum, elbette ki Alparslan Türkeş’in vefatına değildir. Benim sevincim Türkiye’de, Bozkurtların dirilişini görmekten kaynaklanıyor. Türk-İslam ülküsüne bağlı bir milyon gencin Ankara’nın o dondurucu soğuğuna ve durmadan yağıp duran karına rağmen, Türkeş’in cenaze namazına büyük bir vakarla, sabırla ve inançla katılmaları bana göre bir destan güzelliğindedir. Uzun yıllardan beri tekbirle, salavatla ve Kur’an tilavetiyle bir cenaze kaldırmamıştık. Milletimize aşk derecesinde bağlı olan bir Başbuğu milletimizin gelenekleriyle ahirete uğurlamaktan daha güzel ne olabilir?
Türkeş’in cenazesinde bando yoktu. Yirmibirinci yüzyıla girdiğimiz bir zamanda, devletimize - milletimize hizmet eden kimselerin hala Şopen’in ölüm marşıyla kaldırılmaları, bana bir zulüm gibi geliyordu. Ölülerimizi ikinci bir defa daha öldürdüğümüze veya ruhlarını çarmıha gerdiğimize inanıyordum. Millet, eğer kültür birliğiyse ve bütün müspet ilimlerde bunu böyle kabul ediyorsa, biz cenaze merasimlerimize bile, neden Batının geleneklerini, göreneklerini bulaştırıyoruz?
Türkeş’in cenazesinde alkış da yoktu. Bizim ruh kökümüzden kopanlar veya insanların ölümle, bir ot gibi, bir böcek gibi çürüyüp, yok olup gideceğini sananlar, cenazelerini toprağa alkışlarla bırakıyorlar. Ne kadar garip.
Biz, bin yıldan beri ölülerimizi tekbirlerle, salavatlarla, dualarla kaldırıyorduk. Türkeş’in vefatı, bize Türk’ün cenaze merasiminin nasıl yapılacağını bir kere daha gösterdi.
Türkeş’in cenaze merasiminde devlete başkaldırma, sola-sağa saldırma da yoktu. Gençler vakarla hareket ettiler.
Bütün bu güzellikler dışında, Türkeş’in cenaze merasiminde ben, Bozkurtların yeniden doğrulduklarını, dirildiklerini gördüm.
Yıllardan beri, Türkiye’de "Bozkurt Destanı"na diş gösterenler, hatta bu güzel efsanemize utanmadan bir de kafirlik kaftanı giyindirenler o cenaze merasiminden sonra utanmış olmalıdırlar.
Bizim bir atasözümüz var : "At murattır!" demişiz. Biz atı, avradı, pusatı asırlarca namusumuz gibi bilmişiz. Atın, evlerimize bereket getirdiğine inanmışız. Bu, hem Türklüğümüzden hem de Müslümanlığımızdan doğan bir inanç! Türkler, Müslüman olmadan önce de ata çok değer vermişlerdi. "Kuşa kanat, Türk’e at gerek" demişlerdi. Türkler, atı ehlileştiren ilk millet olmuşlar. Türkler, Müslüman olduktan sonra içtimai hayatımızda atın değeri daha çok arttı. Çünkü sevgili Peygamberimizi Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya bir at götürdü. Anadolu’da, bilhassa köylerde ve kasabalarda, bazı evlerin kapılarına at nalları çakılıdır. Atı çok seven, hatta ata kutsiyet giyindiren Müslüman Türk, o at nalının kendisini türlü kötülüklerden koruyacağına ve evine bereket getireceğine inanmaktadır.
Atı çok seven Müslüman Türk’e, hangi idraksiz ve insafsız adam kalkarak yanlış bir yafta yapıştırabilir?
"Türkler ata tapıyorlar!" diyebilir?
Çocukluk yıllarımda güvercinleri çok severdim. Evimizde güvercin beslemek isterdim. Şuradan buradan bulup getirdiğim güvercinlere annem izin vermezdi :
- Bu kuşu götürüp bırakacaksın "Havaya atarken de : "Azat - buzat!" Bana cennet kapısından bir tas su uzat!" diyeceksin derdi.
Annem, güvercinleri ve örümcekleri mübarek bilirdi. Evimizin şurasında burasında peydahlanan örümcekleri avuçları arasına bismillah larla alır, götürür bahçemizin bir köşesine bırakırdı. Ve bize derdi ki :
"Peygamber efendimiz müşriklerden kaçınca bir mağaraya saklandı. Onun saklandığı mağara kapısına örümcekler ağ kurdular. Bir güvercin gelip o ağ üzerine yuva yaptı. Müşrikler o mağaranın önüne kadar geldikleri halde içeriye girmediler. Çünkü örümcek ağını ve güvercini görünce mağaraya kimsenin sokulmadığını düşündüler.
Aman örümcekleri öldürmeyin! Aman güvercinleri yakalamayın" Annem beş vakit namazında, niyazında, çok Müslüman bir kadındı. Şimdi kim benim annemi bu düşüncelerinden ötürü müşriklikle veya inkarla suçlayabilir.
İslam inancının milletimize kazandırdığı özellikler-güzellikler yanında, bir de Türk tarihinden, eski Türk efsanelerinden, destanlarından doğan geleneklerimiz, göreneklerimiz, duygularımız var.
Bizim, İslam öncesi destanlarımızdan biri de Bozkurt destanıdır. Belki de beşbin yıllık bir inanışımıza göre, ecdadımız, etrafı sarp kayalarla çevrili Ergenekon isimli yurttan, yeni ufuklara doğru çıkmak isterlerken, bir Bozkurt onlara yol göstermiştir.
Türkler Müslüman olduktan sonra da bu destanlarını söyleye gelmişlerdir. Bozkurt sadece bir semboldür. Yol göstericidir. Cesarettir. Ümittir, istikbaldir. Bugüne kadar hiçbir Türk’ün evinde, bahçesinde bozkurt beslediğini veya bozkurda secde ettiğini ne gördüm, ne duydum, ne okudum.
Türkler Müslüman olduktan sonra o Ergenekon Bozkurdu na da İslam’ın ışığını gösterdiler. Onunla da heyecanlandılar ve kendilerine güven duydular. Gençler, ellerini bir bozkurt kafası gibi şekillendirerek : "Ya Allah! Bismillah" Allahu ekber !" diye haykırdılar. Tekbirler çektiler. "Kanımız aksa da zafer İslamın!" dediler.
Destansız, türküsüz, masalsız, şarkısız, oyunsuz, tarihsiz, sanatsız, dinsiz ve dilsiz bir millet olmaz!
Türkeş’in cenaze merasiminde bizim kültür değerlerimizi yeniden canlı ve heyecanlı görmek beni sevindirdi. Bana ümit verdi. Milletimize, devletimize, vatanımıza şuurla bağlı olan bir milyon Bozkurdun doğumuna şahid olmak, benim için unutulmayacak bir ihtişamdır. Milletime hem baş sağlığı diliyorum hem de gözün aydın diyorum.

CENNETE UĞURLARKEN DUYGULAR

Ahmet Kabaklı
10 Nisan TÜRKİYE GAZETESİ

Düşünce âlemi, duyguları ve eylemleriyle kâmil bir "alperen" dediğim Türkeş’i, milyonların uğurlama gününde... Tâ Bayındır Tıp Merkezi’ndenalınıp, namazı kılındığı, kabrinin bütün vatan ulu Türkistan ve Kıbrıs toprağıyla örtüldüğü dakikaya kadar, onu gösteren TV’lere dalmışım, bir daha gözümü alamamışım...
Orada gördüklerim var, birlikte veya tek başına hatıralarım var, işittiklerim, hissettiklerim, duyduklarım var.
Türkeş’in o her zaman ki ferah ve mutlu gönlüyle Rabbimize teslim olacağı; milletini sevip hizmet edenlerin Allah katında dahi makbul olacağı şüphesizdir. İşte sanki onun Cennet yolculuğunu kolaylaştırmak için, kabrinin üzerine Mekke ve Medine’den birer avuç misk-ü amber gibi Peygamber kokusu getirmişler.
Dikkat ettiniz mi: 8 Nisan Salı günü bütün Ankara (bugüne kadar hiçbir gün olmadığı ölçülerde) bir büyük ma’bet hüviyetine büründü. Karlar serpen gökyüzü bir heybetli kubbe idi. Oğuz Han’ın, bütün kıt’alarıyla yeryüzünü kaplamış halde gördüğü o Türk yapısı kubbenin altında her taraf Kur’ân sesi idi, Tekbîr’di, Salevat’tı, Mevlid’di, beş vakit namazdı. Zaman zamanda cenâze namazı oldu.
Türkiye’nin ve tekmil Türk-ilinin, İslâm diyarlarının devlet, hükümet reisleri namazda, Türk âleminin gençleri ise duada, senâda idiler:Bu millet büyüğü Başbuğ’un, Ankara’dan başlayarak, Türklerin bulunduğu her yerde, (dahi yüz-milyonlarca evde) dünya âleme böyle bir din günü yaşatması, bugünkü millet ve milliyet ufkumuzda, İslâm’la Türk’ün birleşen ve birleşerek yükselecek olan bahtına ayrı bir saaadet müjdesi oluverdi.
Dinlediğim konuşmalar arasında, Sayın Sadi Somuncuoğlu, yakışır bir karşılaştırma yaparak: "Türk Ocakları I. Cihan Harbinden önce kurulup, Çanakkale’nin ve İstiklâl Harbi’nin ruhunu hazırladı. Ülkü Ocakları da (şu cenazede görüldüğü üzre) yükselecek Türkiye’nin müjdelerini veriyor." mealinde konuştu. Sevgili Başbuğ’un İslâmla, Osmanlı ile, yani öz benliğimizle daha fazla kaynaştırdığı Ülkü Ocakları milliyetçiliği, inşallah artık acı günler görmeyecektir, kılıcımızdan ziyade kalbimizin şehitsiz ve kansız zaferlerini sağlayacaktır.
Konuşan dostlardan Namık Kemal Zeybek dahi, rahmetli Başbuğ’un Tek parti diktası zulmüne uğratılan 1940 Türkçüleri ile beraber tabutlukları yırtarken gördüğü "Turan" rüyasının, TC’nın, 21.yüzyılına ne inanılmaz bir Türk Dünyası ve refah ufku kazandırdığı üzerinde durdu. Sovyet Rusya’nın yıkılması gerektiğini ve yıkılacağını, 1944’ün bir avuç cefâkar milliyetçisi (Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Toğan, Orhan Şaik Gökyay, İsmet Tümtürk, Hamza Sadi Özbek ve adını sayamadığım daha birkaç ölümsüz dava eri) ve birlikte ilk söyleyenlerden birisi Alparslan Türkeş’ti.
O Alparslan Türkeş ki, onu ve arkadaşlarını, alçak korkuları ve bozuk soyları yüzünden, "Türklük ve Turan rüyası gördüğü için" tam iştahla işkencelere atmışlardır...
O Alperen Türkeş ki 27 Mayıs 1960’ta, CHP’nin kışkırttığı ve soysuzlaştırdığı "27 Mayıs İhtilâli" ne katılıp "kudretli albayımız" olması, Allah’ın milletimize bir lütfudur.
O Başbuğ Türkeş ki, sonradan CHP uyduları, kendisini ve arkadaşlarını sürgüne gönderdikleri için, milletçe lânetlenmiş ve hacil olmuşlardır...
Millî kahraman Türkeş ki, 1980’de, ülkenin zayıf günlerinden istifade ederek ikdidarı ele geçiren dedikoducu ve hasetçi diktatörler tarafından dört yıl daha hapse atılmıştır.
İşte onlar da, ona zulmeden ABD’ci, Sovyetçi korkaklar da daha yaşarken, şimdi, utançtan ölmüşlerdir.
Merhum Yüce dost ve milliyetçilik zaferlerimizin gâzisi Alparslan Türkeş hakkında, daha kitap dolusu söyleyeceklerim var... Üç dört gündür yazdım. Daha görüşlerimizi Türk edebiyatı dergimizin Mayıs sayısında okuyunuz lütfen...
Onu tabutluklarda inletenler, Türk dünyası sevgisini, bu millete haram, İslâm dini Tekbir’ini, Türk milletine yasak eden zavallılar, Türk gençliğinin komünizme, büyük şehitler veren mücadelesini, yıllar boyu zindan acıları ile "mükafatlandırılan" ABD ve SSCB’ce yönlendirilmiş korkaklar... Vatanı istiklâlsiz bırakmak için, bugün hâlâ milletimizi demokrasimizden mahrum etmeye kalkan cahil ve kaba cibiliyetsizler...
Cenab’ı Hakk’ın, merhum Başbuğ’u yakınına alarak verdiği bu son uğurlama dersi! inşallah anlamışlardır.
Türk gençliğinin, milyonlar halinde verdiği; "Geçmişin kin ve kötülüklerini unut! Geleceğin, millî, iktisadî, ilmî yükselişine kol kanat ver" şeklindeki bu güçlü ihtar, bizi devletsiz ve anarşi içinde bırakmaya kalkan medya ve parti mensuplarının da umarım kulaklarında çınlayacaktır.

TÜRKEŞ’LE BİR ‘HAC FARİZASI’

KENAN AKIN
8 NİSAN 1997 - TÜRKİYE GAZETESİ
 
Yarın Zilhicce’nin birinci günü... Yani, "Hac farizası"nın eda edildiği ayın ilk günü... Dünyanın dört bucağından "Kutsal Topraklar"a giden yüzbinlerce mümin, dinimizin beş temel şartından birini yerine getirmek ve "Hacı" olabilmek için çaba harcıyor... "Kutsal Topraklar"ı heyecan ve coşku şimdiden sarmış...
İşte böylesine ulvî bir görevi, merhum Alparslan Türkeş ile birlikte yerine getirme şerefine sahibiz...
Yirmi yıl kadar önce, Alparslan Türkeş ile "Kutsal Topraklar"da bir araya geldik.
Birlikte dua ettik, birlikte namaz kıldık, birlikte tavaf ettik.
Önce bir asker, sonraları da politikacı, lider, devlet adamı ve nihayet "Başbuğ" olan Türkeş’in "Kutsal Topraklar"ı ziyareti medyada pek işlenmedi... Sadece bu satırların yazarı tarafından, bildirilen "Alparslan Türkeş’in hacı olduğu" haberi dışında basında yer almayan ve özellikle işlenmesi istenmeyen durumu şimdi, hem de hiçbir yerde yayınlanmamış fotoğraflarla sunuyoruz.
Herşeyden önce, merhum Alparslan Türkeş, bir "din istismarı" yapılabileceği düşüncesiyle fotoğraflarının yayınlanmasını pek istemiyordu. Bu yüzden de, fotoğraflar tam 20 yıl tarafımızdan, büyük bir özenle muhafaza altına alınarak, "Başbuğ"un isteği yerine getirildi.
Şimdi ise, Alparslan Türkeş’in "Kutsal Topraklar" ziyaretinin ayrıntılarını yazmak, merhumun ne denli "inançlı" olduğunu "teyid" bakımından önemlidir sanırız.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevinde iken, yanında Özel Kalem Müdürü, Diyanet İşleri’nden bir hoca ve Yaşar Okuyan olduğu halde Suudi Arabistan’a gelen Türkeş mübarek "Hac Farizası"nı eksiksiz bir şekilde tamamladı.
Zamanın Suudi Arabistan Kralı tarafından da "resmen" kabul edilen Alparslan Türkeş’in ne kadar "mütevazı" olduğuna dair bir olayı nakletmeden geçemeyeceğiz.
Suudi Arabistan Kralı tarafından kabulünü dahi "propaganda" unsuru yapmaktan çekinen Türkeş, ziyaretin TRT tarafından tespit edilmemesine âdeta göz yumdu. Oysa, Haccı takip etmek üzere TRT tarafından, Suudi Arabistan’a gönderilen kameralı bir ekip mevcuttu. Kabulü "görev dışı" değerlendirerek atlayan TRT ekibine Türkeş’in serzenişte bile bulunmamasını hatırlarken, her gün televizyonda boy göstermek için can atan politikacılar da gözümüzün önünden geçiyor.
Türkeş, "Hac Farizası"nın bütününü büyük bir zevk, heyecan ve coşku içinde yerine getirdikten sonra, mertebelerin en büyüğü "Hacı" olduğunda göz yaşlarına hâkim olamamıştı.
İntibalarını sorduğumuzda; "Büyük bir görevi yerine getirebilmenin bahtiyarlığı içindeyiz. Hacılığımız inşallah Allah tarafından kabul edilir. Hâli vakti ve sağlığı yerinde olan bütün Müslümanlara haccın nasip olmasını niyaz ederim. Bu yüzden de, esaret altında bulunan bütün Türklerin hürriyeti için dua ettim" derken bile sesi titremişti.
O sırada, Suudi Arabistan Kralı’nın müşavirliğini yapan Kasım Gülek bir trafik kazasında ağır şekilde yaralanmış ve Cidde’de bir hastahanede tedavi altına alınmıştı. Türkeş, haberi alır almaz, Gülek’i hastanede ziyaret ederek, sağlık dileğinde bulunmuştu.
Suudi Arabistan’da yerleşen Türkistanlı’larla da çeşitli görüşmeler yapan Türkeş’in Hac ziyareti başladığı gibi "sessiz" bitmişti.
Artık "Başbuğ" ne yazık ki aramızda yok...
Rahmeti rahmana kavuştu... Bugün de "fatihalar" ve göz yaşları arasında ebedî istirahâtgahına tevdi edilecek...
Evet, Türkeş iyi bir askerdi... Hatta 27 Mayıs 1960 ihtilâlinin "Kudretli Albayı" sıfatını almıştı. Sonra çetin bir politikacı oldu...
Yüzbinleri arkasında sürükleyen, heyecanlandıran liderliği, ona "Başbuğ" ünvanını kazandırdı.
Ciddiyeti, kararlılığı, otoritesinin yanısıra samimiyeti, dilden dile dolaşarak bütün dünyayı özellikle Türk âlemini sardı...
Fırtınalı hayatında, geceyi gündüze katarak daima başarılara doğru koştu...
Koştu koştu hiç yorulmadı.
Tâ ki 80 yaşlarında, kalbi bu koşuşmaya, bu strese dayanmayıncaya kadar...
Gerçekten de Türk alemi, büyük bir evlâdını yitirdi... Türkeş’i kaybetmenin hüznü içindeyiz.
37 yıllık gazetecilik hayatımız boyunca, Türkeş’le çeşitli vesilelerle karşılaştık. Faaliyetlerini yakından izledik. Demeçler aldık, röportajlar yaptık, konferanslar dinledik, belki de en önemlisi beraber bir "Hac Farizası"nı eda ettik. Türkeş’in anılarıyla dopdoluyuz.
Belki de Türkeş’i çok yakından tanımanın bahtiyarlığından, hüznümüz daha da büyüyor.
Başbuğ Türkeş’e Yüce Allah’tan rahmet dileriz. Mekânı cennet olsun...

TÜRK HALKLARININ ATASI

19 NİSAN 1997 - TÜRKİYE GAZETESİ
BAHTİYAR VAHAPZADE
 
Bütün Türk dünyasının değerli şairi BAHTİYAR VAHAPZADE, merhum Alparslan Türkeş’in vefatını öğrendiğinde çok üzülmüştü. O günlerde bir açıklama yapamayan Vahapzade’nin, Başbuğ hakkındaki kısa değerlendirmesini sunuyoruz :
"Alparslan Türkeş Bey’in ismini daha 60’lı yıllarda duymuş, onun amacı, ideali ve bu ideal yolunda gerçekleştirdiği mücadeleyle tanışmışım. Bu yıllardan itibaren onun faaliyetini daima izlemiş, Türkçülük, Ülkücülük yolunda ne gibi azaplar, işkenceler çektiğini öğrenmişim. Onun kendi özel derdi yoktu. Bütün hayatı boyunca Türk halklarının derdi onun kalbinde yaşamıştır.
1977 yılında Türkiye’yi turist olarak ziyaret ettim. O zamanlar Alparslan Türkeş Bey’in "Sovyet İmparatorluğu bünyesindeki esir Türk halklarının Kremlin’in esirliğinden ergeç kurtulacağına eminim" sözlerine Türkiye’de alay edenlere de rastladım. Ama onun uzağı görme becerisiyle geleceği bildiği ispat olundu. Çünkü o istikbali sevgisinin ve arzusunun gözüyle görüyordu.
Ben kendisiyle birkaç kere görüşmüş, evinde misafir olmuşum. Kendisinin hangi büyük fikirler ve arzularla yaşadığının şahidiyim.
Geçen yıl Aralık ayında Ankara Numune Hastahanesi’nde tedavi gördüğüm zaman beni ziyaret etti. Ben o zaman son kez görüştüğümüzü nereden bileydim?
Bu büyük insanın, bu büyük Türkçünün vefatı yalnız Türkiye’yi değil, bütün Türk dünyasını sarstı. Bu nedenle onun matemi bütün Türk dünyasının matemidir. 6 Türk Cumhuriyetinin kazandığı bağımsızlık onun şaheseridir. Bunu cesaretle söyleyebiliriz.
Bugün ben bir Türk olarak, bu büyük Türkoğlu Alparslan Türkeş’in anısı önünde baş eğerek, ona Allah’tan rahmet diliyorum."

DÜNYA TÜRKLÜĞÜ’NÜN BAŞI SAĞOLSUN...

Namık Kemal Zeybek

1960 öncesinde lise öğrencisiydim. "Serdengeçti", "Orkun", "Büyük Doğu", "Toprak", "Türk Yurdu" gibi dergileri okur ve kendimi "Turancı" sayardım. Türk Ocağı’na gider ve Demokrat Parti’yi tutardım. Bütün bu dergileri okuyuşum ve siyasî görüş çizgim babamın etkisiyle oluşmuştu. Babam, ateşli bir şekilde Adnan Menderes’i, Demokrat Parti’yi ve Milliyetçi sağın görüşlerini savunurdu.
27 Mayıs sabahı, neden bilmiyorum, erken uyandım. Babam radyonun başındaydı ve Demokrat Parti yönetiminin devrildiğini, "Darbeci"lerin idareye el koyduğunu ilân eden bildirileri dinliyordu. Kızgındı, üzgündü. Ve çok sert sözler söylüyordu. Bu üzüntüsü ve tedirginliği, Millî Birlik Komitesi üyelerinin adları açıklanıncaya kadar sürdü. Milli Birlik Komitesi içinde Sayın Alparslan Türkeş’in de olduğunu duyunca rahatladı. Onu, "1944 Turancılık Davası"ndan hatırlıyor ve darbenin içinde Milletin bir teminatı gibi görüyordu.
Babam yanılmamıştı. Sayın Türkeş, 27 Mayıs "devrimi"ni Demokrat Parti düşmanlarının ve hasımlarının "öç alma aracı" olmaktan kurtarıp, ülkenin problemlerini çözme fırsatı haline getirmeye çalışıyordu. Milliyetçi tutumu, unutulmayan 1944 olayları, O’nu Milliyetçilerin tabii lideri haline getirmişti. Ancak, 13 Kasım 1960 darbesiyle yolu kesildi ve tasfiye edilerek, 13 arkadaşıyla birlikte yurt dışına sürgün edildi. 1963 yılında sürgünden döndükten sonra kaldığı yerden demokratik yöntemlerle yeniden milletinin kaderine yön verme uğraşısını sürdürdü. Önce, "Huzur ve Kalkınma Derneği’ni" kurdu. Sonra da 1965 yılında yapılan bir törenle "Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi"ne geçti. Aynı gün törenlerle CKMP’ye katılanlardan biri de bendim. CKMP Gençlik Kolları Genel Başkanı olarak seçildim ve 2 yıl süreyle bu görevimi yürüttüm. Daha sonra Kaymakamlık görevime başlayınca siyasetten ayrıldım. 1978 yılında Gümrük ve Tekel Bakanlığı Müsteşarlığı görevimden alındıktan sonra 3 yıl Milliyetçi Hareket Partisi’nde, "Eğitimciler"i yetiştirmek üzere çalıştım. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ise tutuklanarak 33 ay "Devletin güvencesi" altında bulundum. Bu 33 ayın iki yılında Sayın Türkeş ile aynı tutukevinde, yani Dil Okulunda birlikte olduk.
Amacım, ne Merhum Türkeş’in hayatını anlatmaktır, ne de kendi hayatımı. Söylemek istediğim, Merhumu yakından tanıma fırsatı bulan biri olarak; O’nun son derece iyi yetişmiş bir aydın, bilgili ve bilinçli bir Türk milliyetçisi ve değerli bir devlet adamı olduğudur. Merhum Türkeş, sanıldığının tam tersine insanlarla ilişkilerinde alabildiğine nazik ve olabildiğince hoşgörülüydü. Yani, "İlkelerinde katı ama ilişkilerinde yumuşaktı.
Merhum Alparslan Türkeş’in başında bulunduğu partiler iktidara gelemedi ama, binlerce insanın bilinçli bir Türk aydını olarak yetişmesine hizmet etti. Bugün, o yetişen insanlardan birçoğu, o partinin içerisinde olmasalar da Merhum Türkeş’e karşı olan sevgi ve saygıları her zaman devam etmiştir. Türkiye’de birçok insanın yetişmesinde, millî bilinç kazanmasında ve Türk milliyetçiliğinin çağdaş yorumlara ulaşmasında en büyük katkıyı Merhum Türkeş yapmıştır.
1992 yılında Sayın Demirel’in Başbakanlığı sırasında, Türk Cumhuriyetlerine yaptığımız bir gezide, Merhumu uçakta en ön sırada oturuyor görünce çok heyecanlanmıştım. 1944 yılında "Turancılık ülküsü" yolunda suçlanarak 1.5 yıl hapiste kalan ve tabutluklarda işkence gören Merhum Alparslan Türkeş, 48 yıl sonra "Turan Seferi"ne çıkıyordu. Akılcı ve barışçı bir Turan Seferine... Kendisiyle uçakta sohbet ettik. Sorular sordu, ben de cevap vermeye çalıştım. Bu gezinin keyfini çıkarmak, herkesten daha çok O’nun hakkıydı. Çünkü Merhum Türkeş, "Turancılık" suçlamasıyla hapislerde yatan ama çıktıktan sonra da hayatı boyunca Dünya Türklüğü bilincini yaygınlaştırmaya çalışan bir insandı. Türk Dünyası konusunda, Türkiye’de bilinç meydana getirmek yolunda çok uzun yıllardan beri mücadele veren bir fikir adamıydı. Bugün O’nun hayatını adadığı "Bütün dünya Türklerinin güç birliği yapması" fikri yolunda büyük mesafeler alınmıştır. Kendisi, bu güzel gelişmeleri sağlığında görmek bahtiyarlığına erişmiş bir insandır.
Merhum Alparslan Türkeş ile uzun yıllar birlikte çalıştım. Birlikte siyaset yaptığım ve yapmadığım dönemlerde kendisine olan saygımdan hiçbir şey yitirmedim. Merhum Türkeş’in benim yetişmemde çok büyük emekleri vardır. Merhum Türkeş’in vefatını, Özbekistan’ın Başkenti Taşkent’te, Büyükelçimizin evinde öğrendim. Merhum Alparslan Türkeş’e, Allah’tan rahmet diliyor ve bütün Dünya Türklüğünün başı sağolsun diyorum.

HAKK’A YÜRÜYEN BİR "ER" KİŞİ :
ALPARSLAN TÜRKEŞ

DURMUŞ HOCAOĞLU
10 NİSAN 1997 - SON ÇAĞRI GAZETESİ
 
Türk Milliyetçiliğinin bayrak ismi, büyük siyaset ve devlet adamı, büyük vatansever, bilge kişi Alparslan Türkeş de kendisine takdim edilen ömrünü hitama erdirerek, bütün fâniler gibi, ölüm meleğinin davetine icâbet edip Fanilikler Âlemi’nden Beka Âlemi’ne intikâl etti. Bütün milliyetçilerin üzerinde hakkı olan bu yiğit adama Cenâb-ı Hakk’tan gani gani rahmet diliyor, hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.
Alparslan Türkeş, etrafında çok büyük bir bağlılık ve sevgi hâlesi oluşturmaya muvaffak olan nadir bir siyasetçi olabilmeyi başarmış; fikirleri ve mücadelesi ile, sevenlerinin kalbinde emsâlsiz bir taht kurmuş, istisnasız bütün ülkücülerinin fikir babası olmuştur. Bunun yanında, O’nun, sevmeyenleri tarafından da itiraf edilmekten utanılan gizli bir haset ile kıskanıldığını dahi söyleyebiliriz.
Alparslan Türkeş ve onun siyasî mücadelesinin, yani "Ülkücülük Hareketi"nin, yakın dönem Türk tarihindeki rolünü, katkılarını ve kazanımlarını şöyle özetleyebiliriz :
• Türkiye’nin bir "Türk Devleti" olduğu fikri kitlelere yayılmış, kitleselleşmiştir.
• Türk milliyetçiliğinin sadece "entelektüel bir kültür hareketi" olarak güdükleşmesi, boğulması önlenmiş, Türk milliyetçiliği siyasîleştirilmiş, siyasî bir güç olmuştur.
• Türkiye’de gençliğin siyasete taşınması konusunda hiç kimse Alparslan Türkeş ve Ülkücü Hareket ayarında başarı sağlayamamıştır. Modernite’nin en temel hususlarından birisi de "siyasetin kitleselleşmesi"dir ki bu mücâdele, Türkiye’ye bu bakımdan büyük ufuklar açmıştır.
• Türk Milliyetçiliği’nin bütün Türkiye’de çok etkin bir ağırlığa ulaşması sağlanmıştır. Fakat bu güç, belirli bir yüzde olarak MHP’de temerküz edebilmiştir. Bu da, MHP’nin bir parti olarak kitleselleşmesini ve bizzat iktidara gelmesini önlemiş, fakat beri yandan başka bir şeye yol açmıştır: Türkiye’deki hemen hemen bütün kitle partileri bir nebze "ülkücüleşmiş", hatta, MHP tarafından savunulan birçok fikir ve ilke, bu partiyi kapatıp liderini ve kadrolarını hapse atanlar tarafından bir "devlet politikası" olarak uygulanmıştır. Bu itibarla, Devlet’in dahi bazı bakımlardan "ülkücüleşmiş" olduğunu söylemek abartı olarak kabul edilmemelidir. Bu bakımdan, MHP’nin sayısal oy değeri, hem en geniş anlamıyla Türk Milliyetçiliği’nin hem de MHP misyonunun, daha açık bir ifade ile, "Ülkücülük"ün gerçek gücü için sağlıklı bir kriter olarak alınamaz. MHP, bu gücün sadece bir kesri, bir buz dağının su üstündeki kısmıdır.
• Irkçı, şoven, saldırgan bir Avrupa Milliyetçiliği veya kompleksli bir Üçüncü Dünya Milliyetçiliği reddedildiği gibi, İslâm’dan ve hatta kutsal olan herşeyden arındırılmış bir Profan Milliyetçilik de reddedilmiştir. Türk Milliyetçiliğinin bu gelişme seyri, daha da ileriye götürülmelidir.
• Türklüğün, Anadolu coğrafyası ve Anadolu Türk tarihi ile sınırlandırılarak dejenere edilmesi önlenmiş, Anadolu’yu da kuşatan çok büyük bir coğrafyası ve çok derin bir tarihsel boyutu olduğu fikri daima canlı tutulmuştur.
• Bunun sonucu olarak, bütüncül ve kuşatıcı "Dünya Türklüğü" fikri canlılık kazanmış; Azerî, Türkmen, Kırgız vb. gibi isimlerin zamanla ayrı birer millet hâline inkılap ederek Dünya Türklüğü’nün parçalanması gibi tarih çapında dehşetli bir felaket önlenmiştir.
Türkeş’in ardından hemen siyaset konuşulacaktır; konuşulmalıdır da. Siyasetin merhametsiz kuralı budur. Unutmamalıyız ki, iki Cihan Padişahı, Efendimiz, Peygamberimizin vefatının hemen akabinde de siyaset başlamıştı.
Ancak burada şu hususlara dikkat edilmesini zaruri görmekteyim.
1. Her insan gibi, elbette, Merhum Türkeş’in de sevapları yanında hataları da vardır. Aksini ileri sürmek merhuma bir çeşit "Mâsum İmam" rolü biçmek olur. Bunun yanında, tarihte çok örneği görüldüğü üzere, kabul edilmelidir ki, bir çok ideler ve ideolojiler zamanla kurucularını aşar; bu, mükemmelleşmenin şartlarındandır. Bütün bunlar, tam bir ihlas, tam bir ciddiyet ve dürüstlük ile ele alınıp irdelenmeli, "farklı içtihad sahibi" olmak "ihanet" olarak telakki edilmemelidir. Ancak, gün, bugün değildir. Yaranın henüz sımsıcak olduğu bu zamanda böyle bir şeye teşebbüs etmek iyi niyet ve akıl ile bağdaştırılamaz.
2. Üzerinde uzlaşma sağlanamayacak noktalar değil uzlaşma sağlanacak noktalar; başka bir ifade ile, "tefrika noktaları" değil "ittifak noktaları" bulunmalı, bunlar etrafında birlik ve mutabakat aranmalıdır. Yani, "ihtilaf"a evet, "tefrika"ya hayır! "tefrika eden bizden değildir" ikazına dikkat edilmelidir.
Türk Milliyetçiliği, efsane liderini, "Başbuğ’unu, "mit"ini kaybetmiştir. Bu kayıp eğer dikkat edilmeyecek olursa, bir "kayıp" olmaktan çıkar ve bir "vakum"a dönüşür ki bu dehşetli vakumun yutacağı şey, başka bir şey değil, doğrudan-doğruya Türk Milliyetçiliği’nin kendisidir.

TÜRKEŞ HER ZAMAN ÖNCÜLÜK YAPMIŞTIR

Muhsin Yazıcıoğlu
BBP Genel Başkanı  (03 Nisan 2008)

Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı ve Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu'nun, MHP'nin kurucu Genel Başkanı merhum Alparslan Türkeş'in vefatının 11. yıl dönümü dolayısıyla yayımladığı mesaj: “Alparslan Türkeş, Türk Milliyetçiliği fikriyatını, yalnız Türkiye’yle sınırlı tutmamış, bütün dünya Türklüğünün birlik ve beraberlik içerisinde güçlenmesini amaçlayan bir perspektifte değerlendirmiştir. Alparslan Türkeş, Türkiye’nin devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak yaşatılması idealine vatanperver bir siyasetçi sorumluluğu içinde her zaman öncülük yapmıştır. Şahsım olarak, gerek ilk gençlik yıllarımda oluşan fikir dünyama kattığı engin ufuk, gerekse Türklük gurur ve şuurunu ihya etme yolundaki çileli mücadelesi itibarıyla Alparslan Türkeş’i, takdir ve saygıyla anıyorum."
 



Bu haber 1,072 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,182 µs