MEHMET BAYER - 20.04.2022 - HİBYA - Türk basın tarihinin önde gelen gazetecileri ve spor adamları arasında yer alan Burhan Felek, 1. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale'de, cephede çektiği fotoğraflarla da adından söz ettirdi.
Araştırmacı yazar Mustafa Onur Yurdal, HİBYA'ya yaptığı açıklamada, birçok kişinin Burhan Felek'i gazeteci kimliğiyle tanıdığını, esasen hukuk mezunu olup, 1. Dünya Savaşı esnasında Başkomutanlık Vekaleti Karargahı'nın fotoğrafçısı olarak görev yaptığını anımsattı.
Çanakkale Muharebeleri'nin sona ermesiyle, müttefiklerin yarımadayı tahliye etmesiyle Felek'in Gelibolu Yarımadası'na gelip, harp sahasını fotoğrafladığına işaret eden Yurdal, ''Aslında bugün Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) arşivinde bulunan Çanakkale fotoğrafları, Harb-i Umumi Panoraması adıyla Osmanlı sınırlarında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına satılan fotoğraf albümündeki tahliye sonrasını gösteren resimleri Burhan Felek karargah umumi fotoğrafçısı sıfatıyla kendisi çekmiştir. Bu albümlerin 10, 11, 13, 14 ve 15 numaralı olanları Çanakkale cephesi fotoğraflarıyla hazırlanmış ve hepsi tahliye sonrası çekilenleri içeriyordu.'' dedi.
Albümlerin Almanya ve diğer itilaf devletlerinde daha çok satıldığını aktaran Yurdal, ''Burhan Felek, Çanakkale cephesinin fotoğraflarını 1 değil, 2 kez çekmiştir. 1916 yılında Vatikan'ın talebi üzerine yarımadaya gelerek müttefiklerin mezarlıklarını fotoğraflamıştır.'' bilgisini verdi.
Fotoğrafların çekim hikayesi
Onur Yurdal, Burhan Felek'in, Harb-i Umumi Panoraması'nda yayımlanan fotoğrafları çekme hikayesini şöyle anlattığını kaydetti:
''Sene 1915'in ortaları. Umumi karargahta fotoğrafhane yoktu. Ben de orada efradın konulduğu odada emre amade dururken, itilaf devletleri, Çanakkale cephesini, yani Gelibolu Yarımadası'ndaki kanlı harp cephesini bırakıp, sessiz sedasız terk edip, kaçtılar. Bu, Türkiye için büyük bir zafer oldu. Tahliyeden sonra bizim fotoğrafçılık işi başladı. Bana 2. Şube emir verdi, 'Gidip cephenin hali hazırını, siperleri, harp ganimetlerinin olduğu gibi fotoğraflarını çekeceksiniz.' Benimle birlikte gözlüklü Kenan adında bir fotoğrafçı arkadaşımız daha varmış. Ben farkında değildim. İkimiz hastane vapuruyla denizden Akbaş İskelesi'ne sevk edildik. Bu iskele, Çanakkale cephesinin iskelesiydi. Bizim hastane gemisiyle seyahat etmemiz de tehlikeliydi. Çünkü Marmara'da düşman denizaltıları cirit atıyordu. Neyse, kazasız belasız Akbaş İskelesi'ne çıktık. Akbaş'a çıkar çıkmaz, bizi sahilde, ganimetleri tasnife memur edilmiş Yüzbaşı Fuat Bey adında şeker gibi tatlı bir istihkam subayının yanına götürdüler. Burada 'götürdüler' sözü o kadar rahat bir seyahati ifade etmez, çünkü tek atlı bir yük arabasının içine bindirdiler. Arabada minder yerine kuru ot doluydu. Her yer top mermileriyle delik-deşik. Bizi sevke memur bir yedek subay, bir de arabacı vardı. Bu yedek subayı, arabacı nefere karşı olan muamelesi bakımından hiç beğenmedim. Adamı birkaç defa kamçı ile dövdüğüne şahit oldum ve itiraz ettim. Ama cephede bir muharip zabite söz anlatmak zordu. Bir defasında adamı öyle bir dövdü ki dişleri kilitlendi ve şok geçirdi. Bizim subay, adamın ağzına, kasaturasını dişleri arasına sokarak açtı ve su içirdi. Harp yalnız insanların birbirini öldürmeleri yüzünden değil, insanların insanlığını ve merhamet duygularını kaybetmesi bakımından feci ve evrensel bir dramdır.
İstihkam subayı Fuat Bey, bizi Gelibolu Yarımadası'nın ucunu teşkil eden noktada deniz kenarında buldu. Buraları vaktiyle itilaf kuvvetlerinin çıkarmaya yardım etmek için gemi rampa etmeye mahsus batırılmış eski gemilerle doluydu. Hatta bunlardan birinin adı hiç unutmam River Clyde idi. Fuat Bey bizi, bir kardeş gibi kabul etti ve az sonra gece yatacağımız barakaya götürdü. Burası, Kirte sırtlarında askeri tahta barakaydı, içinde de portatif yataklar vardı. Doğrusu ben burada yatmaya korktum, çünkü 15 mil uzakta bir Fransız kruvazörü, sabah, öğle, akşam beş-on salvo ile bizim oraları bombardıman ediyordu. Maksatları, giderken bıraktıkları ve tahribe vakit bulamadıkları büyük kıymet ve miktarda silah ve malzemeyi, evvelden hazırlayıp patlatamadıkları lağımları uzaktan atışlarla patlatmaktı. Onun için bize 'aman tel, kablo gibi şeylere dikkat edin, sakın el sürmeyin, çünkü burada patlamaya hazır, boyu 15 metreye kadar uzanan lağımlar var' dediler.
İlk çektiğimiz fotoğraflar cesetler oldu
Gelibolu cephesinde ilk çektiğimiz fotoğraflar, hala gömülmemiş olan siperler önündeki düşman cesetleri olmuştu. Adamlar düştükleri vaziyette, hemen hemen kokmaya başlamıştı. Henüz bunları gömmeye vakit bulamamıştık. Ondan sonra siperlerin içini, düşman siperleriyle bizim siperlerin hallerini olduğu gibi çektik. Düşman bir gecede bilmiyorum, kaç yüz bin kişiyi tahliye etmiş ve bundan bizim haberimiz olmamıştı. Gelibolu cephesinde düşman siperleri kum torbalarıyla takviye edilmişti. Bunlardan hiç kullanılmamış, yüz binlercesi bizim elimize geçti. Lakin siperde bulunanların hepsini düşman çekilirken, süngüleyip delmişti. Düşman siperleri böyle muntazam kum torbalarıyla takviye edilmiş haldeyken, bizim siperlerde içi kumla doldurulmuş eski fesler, gömlek parçaları, hırka parçaları çoktu. Yani biz Çanakkale'de sadece göğsümüzle harp ettik. Üst tarafı birer kalıptan ibaretti. Cenup cephesine veda ettikten sonra bizi, Anafartalar cephesine sevk ettiler. Buraya arabayla değil, beygirle gitmemiz lazım geldi. Ben ömrümde ata binmiş adam değildim. Ağır bir fotoğraf makinesini boynumuza astık olmadı, çıkardık, önümüze koyduk, kayışla tuttuk, yola revan olduk. Anafartalar cephesinde 6. Fırka'yı Şam taburları muhafaza ediyordu. Tümen komutanı sonradan maarif vekili olan Miralay Esat Bey'di. Bir gece fırka karargahında misafir kaldık ve yattık. Bir yemek yedik ki değil harpte, hazarda büyük şehirlerde o kadar güzel yemek güç bulunur. 260 kuruş bedelle fırka kantininden yediğimiz yemekte bir et, bir sebze, bir de baklava vardı, baklava. Bu o zaman harpteki askere nasıl bakıldığını gösteren bir misaldir. Anafartalar cephesine gittik. Arıburnu cephesi de buraya yakındı. Orada dikkatimize çarpan şey, deniz suyundan tatlı su çıkarmaya mahsus cihazlar oldu. İngilizler, olduğu gibi bunları bırakıp gitmişlerdi. Bu cephenin düşman askeri Anzak denilen Avustralyalılardan oluşuyordu. Onun için bu Anzak'lardan sağ kalanlar, Türkiye'ye gelip harp ettikleri yerleri ve bıraktıkları hemşehrilerinin hatırasını yad ederler. Anafartalar ve Arıburnu cephesi, Seddülbahir cephesine benzemiyordu. Seddülbahir'de iki cephe siperlerinin arasındaki mesafe 4-5 metreden ibaretken, burada 50-60 metrelik mesafeler vardı. Siperlerin önünde at denilen dikenli engeller vardı. Siperler daha derli, topluydu. Anafarfalar'da da fotoğraflar çekip, döndük. Bu cephelerde dikkatimize çarpan şey, uçaklardan atılan kuyruğu kanatlı, büyücek delici demir kazıklar oldu. Bunların kalem kadar küçüklerini düşman, şehirlerimizde sokaklara serperek, çoluk çocuğun beyinlerini delmişlerdi.''
Yeniden Gelibolu'ya dönüş
Burhan Felek'e Çanakkale cephesinin tahliyesinden bir hayli sonra Papa tarafından yapılan müracaat üzerine mezarlıkların fotoğrafını çekmek için yeni görev verildiğini belirten Yurdal, Felek'in gelişmeleri şöyle aktardığını dile getirdi:
''Bana 'Çanakkale'de düşman mezarlarının fotoğrafını çekeceksin' dediler. Ben gafil de 'Efendim, benim daha tahliye sırasında çekilmiş mezar fotoğraflarım var.' deyince 'Papalık bu mezarlara layık olduğu hürmetin gösterilmediğini, düşman memleketlerin şikayeti üzerine bize söyledi ve kendisi fotoğrafçı göndermek istedi. Biz de onun yerine seni gönderiyoruz. Git, fotoğrafları çek, gel, başka şeye de burnunu sokma' dediler. 'Baş üstüne' dedim. Gene benim mahut 15X10 büyüklüğünde refleks koskoca Ernman makinemi omuzladım ve karadan Gelibolu'ya, Gelibolu'dan da römorkörle Gelibolu cephesi iskelesi olan Akbaş İskelesi'ne gittim. Mevsim yaz değildi. Bu cephede de meşhur Tabiye hocası (Atatürk'ün de hocası) en aksi, en sert generallerimizden Yakup Şevki Paşa vardı. Yakup Şevki Paşa'dan herkes yılıyordu. Bu ordunun kurmay başkanı Şefik Bey (sonradan paşa olup Milli Müdafaa Müsteşarlığına kadar yükselmiştir) paşanın sertliğine ve daha kötüsü kabalığına dayanamayarak, mezunen İstanbul'a dönmüş, yerine 2. Şube Müdürü Binbaşı Burhanettin Bey'i (sonradan bu zat da paşa olmuştur) bırakmıştı.
Mezarlıkta binlerce haç vardı
Bana 2 atlı bir yük arabası tahsis ettiler. İçine bol ot doldurdular. Biz bu yük arabasıyla yavaş yavaş ve eski siperlerin bıraktığı derin yollardan giderek, Gelibolu Yarımadası'nın zannederim Kirte sırtlarına yakın bir yerinde hendeseyle çizilmiş çok muntazam, geniş bir mezarlığa vardık. Mezarlıkta binlerce haç vardı ve üzerlerinde Gelibolu harbinde kahramanca öldüğüne dair yazılar da vardı sanıyorum. Ben, mezarlığı görünce şaşırdım kaldım. Bunlar, sonradan yapılmış mezarlıklardı ve harp sahasındaki mezarlıkların da başka türlü olmasına imkan yoktu. Fotoğraflarını çektiğimiz bu mezarlıklar, hala orada ve o zamanki düşmanımız olan ve mezarlıklarda yatan askerlerin sahibi bulunan devletlerin egemenliği altındadır. Burayı, vakit vakit bu harpte ölen çocuklarının anaları veya çocukları gelip ziyaret ederler. Fotoğrafları çektik. O zaman bugünkü 35 milimetrelik makinelerden eser yoktu. En küçük makine 6X4.5 idi. Bu da o devre göre pratik değildi. Çünkü, fotoğrafları sonradan agrandisman yapmamız gerekirdi. O zamanlar bu iş bize külfetli gelirdi. Onun için çekeceğimiz fotoğrafların sayısı taşıyabildiğimiz azami 6 adet çift taraflı şasilerin alabildiği 12 camla sınırlıydı. Daha fazlası için şasileri boşaltıp, yerine yeni camlar koymak için karanlık odaya ihtiyaç vardı. Bunun da Çanakkale cephesinde bulunması muhal idi. Uzatmayalım, dediğim gibi 12 fotoğrafı çektik ve dolu şasileri büyük fotoğraf çantamın içine yerleştirdik ve karargahın yolunu tuttuk.''
Hibya Haber Ajansı
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle