En Sıcak Konular

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİ YENİDEN SORGULAMAK

18 Mart 2014 20:55 tsi
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİ YENİDEN SORGULAMAK Bugün İslam dünyası, birçok alanda çok temel sorunlarla boğuşmaktadır. Bu sorunlar, aslında kabaca 19.yüzyıl başlarından itibaren devam edip gelmektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi'ni yeniden sorgulamak 

Bugün İslam dünyası, birçok alanda çok temel sorunlarla boğuşmaktadır. Bu sorunlar, aslında kabaca 19.yüzyıl başlarından itibaren devam edip gelmektedir. 
Bugün İslam dünyasının sorunları, ekonomik, siyasî, askerî ve kültürel–eğitimsel olmak üzere başlıca 4 ana başlık altında değerlendirilebilir. Bu dört temel sorunu topluca içinde barındıran güncel bir proje var. O da Büyük Orta Doğu Projesidir. Bugün İslam dünyasının ana sorunu, Haçlı–Siyonist cephe tarafından kendisine bütünlüklü bir paket halinde böyle bir projenin dayatılmış olmasıdır. Bu projeye bir bakalım. 
Bu proje siyasî, ekonomik, kültürel, dinî yönleri olan çok boyutlu bir projedir. Haçlı–Batı dünyasının Orta Doğu politikalarının temelinde 2 ana amaç vardır: 
1– Orta Doğu'nun yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yağmalamak ve bu coğrafyayı pazar haline getirmek yani ekonomik. 
2– İsrail'in güvenliğini ve yayılma politikalarını kolaylaştıracak bir düzenek kurmak.
Büyük Orta Doğu Projesi adını bazen "Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri Projesi" olarak değiştirse de esas itibariyle bu bir Haçlı–Siyonist İmparatorluğu tasarımıdır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ABD'nin 1997'de şekillendirdiği "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi" nin devamıdır. BOP'un sahibi, milletler ve devletler üstü büyük soygun çetesi olan şirketlerdir. Bunlar: Silah üreten şirketler, petrol alım satımı yapan şirketler ve finans şirketleri. Bu üç şirket çetesi, BOP'un asıl sahibidir. NATO, BM, Amerika devleti ve onun emrinde olan devlet yöneticileri de uygulama görevlileridir.
BOP'un faaliyet alanı konusunda resmî olarak belirlenmiş bir sınır yok. Ancak genel olarak bütün İslam ülkeleridir. Ülke sayısı artabilir, eksilebilir, zamana göre değişebilir. Ancak en başta proje kapsamına alınan ülkeler şunlardır: "Afganistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin Özerk Yönetimi, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuveyt, Komor Adaları, Lübnan, Libya, Mısır, Moritanya, Pakistan, Somali, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün ve Yemen." 
Zaman içerisinde bu ülkelere Orta Asya, Kafkasya, Malezya, Endonezya da dahil edilecektir.
Projenin insanları aldatmak ve asıl maksadı gizlemek için dünya kamuoyuna sunulan göstermelik gerekçeleri arasında şunlar var: 
– İslam ülkelerinde insan haklarına önem verilmemesi.
– İslam ülkelerinde kişinin istediği gibi yaşama özgürlüğünün olmaması.
– İslam ülkelerinin diktatörlüklerle, krallıklarla, sultanlıklarla yönetildiği, demokrasinin olmadığı.
– İslam ülkelerinin terör üreten ve ihraç eden devletler olduğu. Buna göre emperyalist Batı, İslam ülkelerinde terör örgütleri, köktendinci akımlar, kitle imha silahları, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı yapan örgütlü suç şebekelerinin bulunduğunu ve bunların da batı ülkeleri için tehdit oluşturduğunu söyler.
– İslam ülkelerinde eğitimin yetersizliği. Okuma yazma bilenlerin azlığı. 
– İşsizlik, Fakirlik, Kadınların ezilmesi
BOP'un Yöntemi:
Millî İslam ülkelerini etnik yapı, mezhep, coğrafya ve hayat tarzlarına göre küçük kabile devletçiklerine bölmek. Amerika'nın yedeğinde ve emrinde olacak gevşek yani her istenildiğinde değiştirilebilecek kırılgan, demokratik rejimler kurmak.
Bu bağlamda mesela şu örnekler verilebilir: Sudan'ın hepsi Müslüman olan Darfur bölgesindeki vatandaşlar millî birlik ve bütünlük içinde yaşayıp gidiyorlardı. Göçebeler ve çiftçiler arasında kuraklık sonucu çıkan bazı anlaşmazlıklar, kabile savaşına dönüştürüldü. Gerek dışarıdan bizzat batılılar, gerek içerden batıda eğitim görmüş yerli Sudanlı karanlık aydınlar ırkçılık, kabilecilik tohumlarını ekmişler, milleti ayırmışlar, zenciler ve Araplar diye iki etnik gruba bölmüşler ve bunları birbiriyle çatıştırmışlar. Bunun üzerine uluslararası güçler, gelip buraya müdahale hakkını görüyorlar. Amaç Sudanlılara yardım etmek değil, amaç oranın altın ve petrol gibi kaynaklarına el koyma zemini elde etmek.
BOP'un amaçları şunlardır:
– İslam ülkelerini küreselleşme ile küresel düzene bağlayıp kolayca sömürü çemberi içinde tutmak. 
– İslam ülkelerinin sahip olduğu petrol, doğalgaz, su gibi yeraltı ve yer üstü bütün ekonomik zenginliklerine sahip olmak, sömürmek, yağmalamak. 
– İslam ülkelerinde bulunan petrolün çok ucuza ele geçirilip Batı ülkelerine güvenlikli bir şekilde aktarılmasını sağlamak. ABD'nin yabancı petrole bağımlılık oranı 2020'de yüzde 66 olacaktır. O yüzden petrolü kolayca ucuz fiyata ve güvenli bir ulaşımla temin edeceği kendine bağlı rejimler kurmak için her türlü oyunu oynamaktadır. Dünya kullanılabilir doğalgaz kaynaklarının yüzde 41'i Ortadoğu'dadır. Dünya petrol rezervinin yüzde 64'ü Ortadoğu'da yer alıyor.
– Küçük küçük şehir devletçiklerinin eyaletler halinde İstanbul'a bağlandığı Doğu Roma İmparatorluğunu modern şartlarda yeniden ihya etmek.
– Orta Doğu'da İsrail'i güvenlik çemberi içinde tutacak, Amerika'nın kendi kontrolünde yağma ve talan düzenini koruyacak Kürdistan gibi karakol devletçikler kurmak.[1]

Akif'in Büyük Orta Doğu Projesi karşısındaki tavrı

1873–1936 yılları arasında yaşamış olan büyük Türk aydını Mehmet Akif Ersoy'un yazı, şiir ve konuşmalarında dile getirdiği, eleştirdiği ve çözüm önerdiği sorunlar, aşağı yukarı aynen devam ediyor diyebiliriz. O bakımdan Mehmet Akif, kendi döneminin olduğu kadar; bugünün de aydınıdır. O, düşünceleriyle bugün de güncelliğini korumaktadır.
Ben bu yazımda, günümüz İslam dünyasının güncel anlamda en temel sorunu olan Büyük Orta Doğu Projesi belasına karşı Akif'in çözüm önerilerinin neler olduğunu ortaya koyacağım. İslam ülkelerini yöneten kişi ve kurumların bu önerileri dikkate almasını temenni ederim.
BOP, esas itibariyle dünya Müslümanlarını etnik aidiyetlerine, mezhep farklılıklarına, hayat tarzı ve coğrafi farklılıklarına göre ayrıştırıp çatıştırma stratejisi üzerine kurulmuştur. Bu yeni bir proje değildir. Zaman zaman adı değişse de mahiyeti aynı kalan 19. yüzyıl başlarında başlatılan bir projedir. Dolayısıyla Mehmet Akif de bu projeyi kendi döneminde bizzat yaşadı. 
Bugünkü BOP'un aşağı yukarı bir benzeri Tanzimat'tan sonraki süreçte ve Mehmet Akif'in döneminde "Doğu Sorunu" idi. Haçlı–Siyonist Batı emperyalizmi özellikle Tanzimat'tan beri Osmanlı Devleti'ni "hasta adam" olarak algıladı. Bu algıya göre Osmanlı Devleti parçalanmalı ve Batı tarafından bir yağma, talan ve sömürge alanı haline getirilmeliydi. Batı, bu eşkıyalık faaliyetlerine diplomatik bir ad da bulmuştu: "Doğu Sorunu".  
Türk milletini ortadan kaldırma projesi olan "Doğu Sorunu", kurumsal olarak 1815'te Viyana Kongresi ile başladı. 1878 Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı Devletini parçalama oyunları tezgâhlandı. 1920'de Sevr Antlaşmasıyla Türk'ü yok etme planı tekrar denendi. Ama büyük Türk Atatürk'ün Türk milletini arkasına alarak verdiği destansı Millî Mücadelesiyle bu plan çöpe atıldı. Haçlı Batı emperyalizmi planlarından ve oyunlarından vazgeçmedi ve şimdi bugünlerde Büyük Orta Doğu Projesi ile bu şeytanî planlarına devam ediyor.
"Doğu Sorunu" ifadesini ilk defa 1815 Viyana Kongresi'nde Rus delegasyonu kullandı. 1878 Berlin Antlaşması'nda da Batılı devletlerin gündeminde Doğu sorunu oldu.
Fransız tarihçisi E. Drialut'a göre "Doğu Sorunu" "İslam–Hıristiyan mücadelesi"dir. Yine Fransız tarihçisi Albert Sorel için "Türkler, Avrupa'ya ayak bastığı günden beri "Doğu Sorunu" ortaya çıktı." (Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı, Ankara, s.11–12) 
"1071–1683 yılları arasında Avrupa, Türkleri Anadolu'dan kovmak ya da yok etmek, İstanbul'un fethine izin vermemek, Türkler'in Avrupa'ya yayılmasına engel olmak için uğraştı. "Doğu sorunu" ile ifade etmek istedikleri şey buydu. İslam dünyasını arkasına alarak savunan, Haçlı saldırılarını durduran Türkler, Batı için Doğu Sorunu idi ve yok edilmeliydi.
Avrupa, özellikle 1800'lü yıllardan itibaren Balkanlar'daki Hıristiyan toplulukları milletleştirmek ve ayrı birer devlet haline getirmek için onlara nasyonalizm politikalarını yaydı. Buna bağlı olarak önce onları Osmanlı Devletine isyan ettirdi. Sonra da onları himaye ederek onlar için reformlar, ayrıcalıklar, özerklikler istedi ve sonra da ayırdı. Balkan savaşlarıyla bu gerçekleşti.
Sonra da Araplar gibi Müslüman unsurlara kavmiyetçilik fikirlerini yaydı, Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırttı. Birinci Dünya Savaşı sonunda bu amacına da ulaştı. 1920 Sevr Anlaşması da Anadolu'yu parçalamayı hedefliyordu. 
Mehmet Akif, emperyalist Batının bu sinsi emellerinin ve açıktan uyguladığı eşkıyalık faaliyetlerinin farkına varan uyanık bir Müslüman Türk aydını idi. 
Akif, Batının emperyalist politikalarını çok iyi fark eden bir aydındır. 19 Kasım 1920'de yayınlanan Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında bu konuyla ilgili olarak şöyle bir tespiti vardır:
"Avrupalılar yalnız bugünü, bugünkü hadisatı (olayları) seyretmekle kalmazlar. Onlar yarını, gelecek seneyi hatta gelecek asrı, hatta birkaç asır sonunu tahmin etmek, hesap etmek isterler."
Bugün İslam dünyasına dönük BOP faaliyetleri ne ise, Akif dönemindeki, Millî Mücadele dönemindeki Doğu Sorunu, işgal ve istila faaliyetleri de hemen hemen aynıdır. Bu tecrübelerden hareketle Mehmet Akif, duyarlı bir Müslüman Türk aydını olarak Müslümanlara bazı uyarılarda bulundu.[2]

Akif'in Büyük Ortadoğu Projesi uyarısı

Mehmet Akif, hayatı boyunca kendi döneminde de, bugün de değişik adlarla da olsa varlığını koruyan Büyük Orta Doğu Projesinin bir parçası olan Müslümanların bölünüp parçalanması konusunda çok keskin uyarılarda bulundu. Zira Batı emperyalizmi, ancak Müslümanların bölünüp parçalanması ile amacına ulaşabilir. Akif bunun farkında idi ve Haçlı projelerinin gerçekleşmemesi için, İslam birliği için uğraşıp durdu.
Haçlı–Siyonist cephe, tarih boyunca Müslümanları bölüp parçalayarak ve biribiriyle çatıştırarak sömürgeci emperyalist emellerine ulaşmak istedi. Bu durumun farkına varan Akif şöyle dedi:
"İslam'ı evet, tefrikalar (ayrılıklar) kastı, kavurdu;
Kardeş, bilerek bilmeyerek kardeşi vurdu.
Can gitti, vatan gitti, bıçak dine dayandı." (Safahat, s.472) 
Bugün de görüyoruz ki Batının tezgâhları sonucu İslam ülkeleri birbirini vurmakta, NATO operasyonları çerçevesinde bazı İslam ülkeleri, diğerleri karşısında düşman ülke olarak savaştırılmakta ya da bir İslam ülkesini vurmak için başka bir İslam ülkesi üs olarak kullanılmaktadır. Bunu Libya'nın NATO tarafından bombalanmasında, Afganistan'ın işgal edilmesinde, Suriye olaylarında gördük, görüyoruz. 
Akif, esasen Haçlı–Siyonist odakların oyunu, tezgâhı ve tahrikleri sonucu İslam ülkelerinin birbirine karşı savaşır durumda olmamaları konusunda uyarı görevini yapıyor. Bu uyarı bugün de geçerlidir. Özellikle Akif'i sevdiğini söyleyen, ondan şiirler okuyan muhafazakâr demokrat siyaset esnafının bu uyarıları dikkate alması lazım.
Kardeşin kardeşi vurması konusuyla alakalı olarak Akif, çözüm önerisi bağlamında da çok önemli şeyler söylüyor. Müslümanlar, birlik, bütünlük ve İslam kardeşliği ruhunu kuşandıkları vakit Doğu Sorunu ve BOP gibi hiçbir emperyalist projenin başarılı olamayacağını açıkça ortaya koyuyor:
"Saldırsa da kırk Ehl–i Salip (Haçlı) ordusu, kol kol
Dört yüz bu kadar milyon esir olmaz emin ol."  (s.472)
Bugün emperyalist Haçlı–Siyonist Batı, İslam dünyasını etnik aidiyetlerine göre parçalayıp çatıştırma projesine ağırlık vermiştir. Bu proje, yeni değil; çok eskidir. Akif döneminde de vardı. O zaman Osmanlı Türk–İslam millet birliğini parçalamaya dönük olarak batılıların kışkırtmalarına gelen Arnavut, Arap gibi İslam kavimlerini kavmiyetçilik yapmakla yani Batılıların etnik kışkırtmalarına gelmekle suçlar ve Osmanlı Devleti'ne isyan ederek ayrılmak yerine, İslam birliği içinde kalmalarını telkin eder. Nitekim Akif bu meseleye şöyle değinir:

"Ey cemaat, uyanın, elverir artık uyku!
Yok mu sizlerde vatan namına hiçbir duygu?
Düşmeden pençesinin altına istikbalin,
Biliniz kadrini hürriyyetin, istiklâlin.
Söyletip başka memâlikteki (memleketlerdeki) mahkûmîni (mahkumları, esirleri):
Hâkimiyyet ne imiş, öğreniniz kıymetini.
Yoksa, onsuz ne şu dünya kalır İslâm'a, ne din...
Kuşatır millet–i mahkûmeyi (esir milleti) hüsrân–ı mübîn (apaçık zarar).
Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlıyamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr–i kavmiyeti (etnik siyaset fikrini) Şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik (farklı) bu kadar akvâmı (kavimleri),
Aynı milliyyetin altında tutan İslâm'ı,
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir:
Bunu bir lâhza (an) unutmak ebedî haybettir (mahrumiyettir).
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez...
Son siyasetse bu, hiç böyle siyaset yürümez.
Sizi bir aile efrâdı (fertleri) yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbâbını (sebeplerini) artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyâzen–billâh (Allah korusun),
Ecnebîler (yabancılar) olarak sahibi mülkün nâgâh (ansızın).
Diye dursun atalar: "Kale, içinden alınır. "
Yok ki hiçbir işiten... Millet–i merhûme (ölü millet) sağır!
Bir değil mahvedilen devlet–i İslâmiyye (İslam devleti)...
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye (kabre).
Girmeden tefrika (ayrılık) bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükûmetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
İşte İran'ı da taksim ediyorlar şimdi.
Bu da gayetle tabiî, koşanındır meydan;
Yaşamak hakkını kuvvetliye vermiş Yaradan.
Müslüman, fırka belâsıyle zebun bir kavmi,
Medenî Avrupa üç lokma edip yutmaz mı?
Ey cemaat, yeter Allah için olsun, uyanın...
Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın!" (Safahat, s.178–179)
     
Emperyalist Haçlı–Siyonist Batının İslam dünyasını kavimlere, etnik yapılara göre parçalama ve çatıştırma siyasetine karşı Akif'in önerdiği çözüm şudur:

"Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?
Ne Kürtlük, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber–i Zîşânın (şanlı peygamberin) İlâhî sözünü.
Veriniz başbaşa; zira sonu hüsran–ı mübîn (apaçık zarar),
Ne hükûmet kalıyor ortada, billahi ne din!
"Medeniyet!" size çoktan beridir diş biliyor
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Ne bu şûrîde (karışık) siyaset, ne bu fasid dava?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz...
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duydunuz, ben ki evet, Arnavudum...
Başka bir şey diyemem. İşte perişan yurdum!..." (s.206) [3]

Akif'te İslam dünyasının ana sorunlarına yaklaşım: Ekonomi

İslam dünyasının yüzyüze kaldığı organik bir proje olan Büyük Orta Doğu Projesinin içerdiği temel sorunlarından birisi ekonomiktir. 
Bugün İslam dünyasının kendi yeraltı ve yerüstü ekonomik kaynaklarını en verimli düzeyde, sadece kendi milletleri için işleyip kullanabilme ve değerlendirebilme sistemi ve teknolojisi yoktur. İslam dünyasının bütün yeraltı ve yerüstü kaynakları, Batılı ya da başka yabancı devletlere ait şirketler tarafından işletilmekte ve kullanılmaktadır. Bunların çok büyük bir payı o yabancı devletlere gidiyor, kaynakların asıl sahibi olan Müslümanlara ise çok çok cüzi bir pay kalmaktadır. Bu bir soygun ve yağma düzenidir. 
Diğer yandan İslam ülkeleri verimli, kullanışlı, düzenli, hızlı, akıllı bir ticaret ağı yani düzenli bir pazar kurabilmiş de değildir. Ürün ve hizmetlerin dolaşıma sokulması anlamındaki pazar da yabancıların elindedir. Müslümanlar da hizmetçi, işçi, küçük memur, güvenlik görevlisi ve salt tüketici konumundadır. 
Bugün Batı emperyalizmi, IMF ve Dünya Bankası gibi finans kaynaklarının para oyunlarıyla sömürü çarkını genişletmektedir.
Kontrol edilebilir bir ekonomik pazar olabilmesi için İslam ülkelerinin federasyon, özerklik, eyalet, ırk, mezhep ve din devletçiklerine bölünmesi lazımdır. Çünkü bu küçük devletçiklerin direnme ve pazarlık gücü olamaz. Tabii kaynaklarını ve zenginliklerini koruyamazlar, her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak fabrikalar, işletmeler kuramazlar. Birçok ürünlerini mecburen büyük devletlerden almak zorunda kalırlar. 
Mehmet Akif, emperyalist Batının Türk milletinin ekonomik kaynaklarına nasıl el koymak istediğini yakından görmüştür. Millî Mücadele yıllarında Batılı devletlerin ülkemizi işgal ettiği dönemde bizzat görmüş ve bu meseleyi gerçek bir Müslüman Türk aydını olarak ortaya koymuştu. 19 Kasım 1920 tarihli Sebilürreşad dergisinde yayınlanan Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında Batının ekonomik sömürü tezgâhını şöyle anlatır:
"Bilirsiniz ki Anadolu'nun iki mühim iskelesi vardır. Biri İstanbul, biri İzmir. Elimizdeki üçbuçuk demiryolu hattı bu iki limanda nihayet buluyor. Şimdi İstanbul sözde bize bırakılıyorsa da oranın idaresi, gümrükleri, vergileri, zabıtası tamamen başka ellerde yani bizim dahil olmadığımız bir komisyonun elinde bulunuyor. Bu komisyonda tabii İngiliz hâkim olduğundan bizim ihracatımıza, ithalatımıza istediği gibi müşkilât çıkaracak. Gümrük tarifesini, demiryolu tarifesini, liman tarifesini ona göre tertip ederek Anadolu'daki Müslüman tüccarı tamamiyle iflas ettirecek. Zaten mütarekeden beri İstanbul'daki Müslümanların ticaretine el altından hep böyle güçlükler çıkarılmıştır. Bundan maksat ise Müslümanları fakir, sefil bırakarak bütün âleme bilhassa Hind'deki dindaşlarımıza:
– İşte görüyorsunuz ya sizin gayretini gütmekte olduğunuz Türkler, ne kadar kabiliyetsiz insanlardır! Demektir.
Bu muâhede gereğince devletimizin bütçesi İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından tertip olunacaktır. Bu komisyonda bizden bir adam bulunacaksa da oy sahibi olamayacaktır. Yani İngiliz bu komisyonda istediğini yaptıracaktır. O halde verdiğimiz vergiler hep Rumların, Ermenilerin menfaatine sarf olunacaktır." (Mehmet Akif'in Kur'an–ı Kerim'i Tefsiri, Mevıza ve Hutbeleri, hzl. Abdülkerim Abdülkadiroğlu–Nuran Abdülkadiroğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991, s.150, 151)
Akif'in burada üzerinde durduğu temel hususlar şunlardır: 
– Akif'e göre Türkiye'nin ekonomik kaynakları, ürünleri ve araçları üzerinde kontrol ve hâkimiyet yabancıların değil, Türklerin elinde olmalıdır. Bugün durum, Akif'in isteğini tam tersi bir biçimdedir. Yani üretim kaynakları ve pazarlama vasıtaları büyük oranda yabancıların elindedir.
– Akif'e göre ticaret, yabancıların değil; Türklerin elinde olmalıdır. Yani pazar hâkimiyeti yabancılarda değil; Türklerde olmalıdır. Bütün İslam ülkelerinde pazarda ve dükkanda satılan hemen hemen bütün ürünler yabancılara aittir, petrol dahil bütün madenler yabancı şirketler tarafından işletilip pazarlanmaktadır. Giyim eşyasından elektronik eşyaya kadar neredeyse yerli ürün bulamamaktayız.
– Akif'in arzusuna göre Türkler, kendi ekonomik kaynaklarını işleyebilecek ve pazarlayabilecek kabiliyette olmalıdır. Bu aslında mümkündür, ama bugün Türklere bu imkân verilmemektedir. Yerli, millî ve İslamî niteliklere sahip üretim ve ticaret hemen hemen yok denecek kadar azaltılmıştır. Ekonomik sömürü ve işgal hızla artırılmıştır. Türkler ve diğer İslam ülkeleri, ekonomik istiklallerini sağlamalıdırlar.
– Akif'e göre para ve bütçe hâkimiyeti Türklerde olmalıdır. Ama bugün Türk parası, kendi varlığını bağımsız olarak koruyan bir birim değil, tamamen dolara bağlanmış kopya bir kâğıt hükmündedir.
– Akif diyor ki Türklerin verdiği vergiler yine Türklerin menfaati için kullanılmalıdır. Bugün bu husus da Akif'in arzusunun tersine işlemektedir. Yani Türklerin vergileri, Türk olmayanların, Türklere düşmanlık yapan, Türkiye'yi Türksüzleştirmeye çalışan çevrelerin amaçları ve istekleri doğrultusunda harcanmaktadır.
Akif'in döneminde, Millî Mücadele sıralarında var olan bu tür ekonomik sorunlar bugün de şekil değiştirerek varlığını korumakta ve Mehmet Akif'in uyarılarının zıddına, hem Türkiye'de hem diğer İslam ülkelerinde var olan yer altı ve yer üstü maddi kaynaklarımızın üretimi, işletilmesi ve pazarlanması, bunların değerini belirleyen para hâkimiyeti emperyalist Batının elindedir.[4]

Büyük Orta Doğu Projesi'nin merkezinde Türkiye vardır

Türkiye, bir enerji geçiş ve akış güzergâhıdır. Türkiye, Doğu ile Batı arasında bir köprüdür. Petrol ve doğalgaz genelde boru hatları ile sevk edilir. Yani İslam dünyasının sahip olduğu enerji kaynaklarının Batıya sevkinde bir köprüdür. O bakımdan kontrol altına alınması gerekir.
Doğu enerji kaynaklarının Batıya ulaştırılmasında en ekonomik yol, Türkiye üzerinden geçen kanallardır. Irak-Türkiye petrol boru hattı, devam eden Bakû-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı; İran ve Türkmenistan doğalgazını Ankara'ya ve Bulgaristan sınırına bağlayan doğalgaz boru hattı.
- Amerika, Türkiye'yi projeye ortak ederek Türk ordusunu kendi menfaatlerini, hırsızlık ve yağma sonucu elde ettiği malları korumak üzere lejyoner ve jandarma olarak kullanmak istiyor. 
- Amerika Türkiye'yi Rusya, İran ve Çin'e karşı menfaatlerini koruyacak ileri karakol bölgesi olarak kullanıp yurdumuzun değişik yerlerine askerî üslerini konuşlandırmıştır. Türk vatanı Amerika'nın lojistik destek alanı ve çöplüğü haline getirilmiştir. 
Akif'in 19 Kasım 1920 tarihli Sebilürreşad dergisinde yayınlanan Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında ekonomik istiklal konusunda söylediği çok önemli hususlar var. Şöyle der:
"Ya gümrükler meselesi… O da bir afet! Biz başka memleketler gibi gümrüklerimize sahip değiliz. Memleketimize sokulan eşyadan istediğimiz gümrüğü alamayız. Halkımızın fakir düşmesine en birinci sebep budur. Bunu biraz izah edelim. Evvela ziraatimizi ele alalım. Rusya gibi, Romanya gibi, Amerika gibi toprağı zengin memleketlerde ekin pek ucuza mal oluyor. Heriflerin vapurları, trenleri de çok olduğundan dünyanın her tarafına kolaylıkla arpa, buğday gönderiyorlar. 
Dolayısıyla bu memleketler İstanbul piyasasına döktükleri ekini bizden yani Anadolu'dan daha ucuza mal edebilirler. Bizim çiftçimiz ise malını İzmir, İstanbul gibi büyük şehirlerde kurtarabilecek para ile satamayacağından hem ekemez, hem fakir düşer. Buna karşı ne çare olabilir? Evet, çare hariçten gelecek ekin vesair yiyecek şeylere öyle bir gümrük koymaktır ki bu gümrüğü verecek yabancı tüccar piyasada malını Anadolu'dan gidecek maldan daha pahalıya satmak mecburiyetinde kalsın. 
İşte Fransa, gibi Almanya gibi toprağı çok zengin olmayan hükûmetler kendi köylülerini hep bu usul sayesinde kurtarabilmiştir. Bizde ise bu çareye müracaat mümkün olamayacağından muahedeyi kabul ettiğimiz gibi çiftçimiz bitecektir." (Mehmet Akif'in Kur'an-ı Kerim'i Tefsiri, Mevıza ve Hutbeleri, hzl. Abdülkerim Abdülkadiroğlu-Nuran Abdülkadiroğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991, s.151-152)
Bugün durum, tam da Akif'in korktuğu gibidir. Yani onun o zamanki uyarılarına hiç uyulmamış ve devlet tarafından tedbir alınmamıştır. Bugün Türkiye'de çiftçi ve köylüler toprağını işleyemez hale getirilmiş ve toprağını ya ucuz pahalı demeden satmaya ya da şehre göç etmeye zorlanmıştır ve köyler âdeta boşalmıştır. 

Çünkü Türk çiftçisi, yabancı ürünler karşısında korunmasız bırakılmıştır. Ülkemizde dünyanın en pahalı mazotu satılmakta, bununla çiftçi çiftini sürememekte, ekememekte, ekse bile ürününü pazara ulaştırmada yine çok masrafa sokulmaktadır. Yani çiftçi ürününü ekmeden pazara sürmeye kadarki tüm aşamalarda tohum, ilaç, mazot gibi malzemeyi çok pahalıya almakta ve yabancı ürünlerle rekabet edemez hale getirilmektedir. Bu durumda ülkemiz her şeyi ithal ettiği gibi saman bile ithal eder hale gelmiştir.[5]  

Akif'e göre sanayide bağımsız milli politika uygulama gereği

Mehmet Akif, Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında bağımsız, yerli ve millî bir sanayi politikasının önemine de şiddetle vurgu yapar ve şöyle der:

"Gelelim sanayie: Bilirsiniz ki memleketimizde birçok ham eşya yetişir: Keten, kenevir, pamuk, yün, tiftik, deri, sonra türlü türlü madenler. Biz bunlardan istifade edemiyoruz. Mesela bir dokuma fabrikası yahut demir fabrikası açmaya kalkışsak Avrupa'nın, Amerika'nın fabrikalarıyla başa çıkamayız. O halde ne yapmalıyız? Bizim sanayimiz de onların sanayii derecesini buluncaya kadar hariçten gelecek ürünler üzerine münasip bir gümrük koyabilmeliyiz. Koyamadığımız gibi hiçbir müessesemiz, hiçbir fabrikamız bir sene bile yaşayamaz. 

Bilirsiniz ki kendimize mahsus tezgâhlarımız, bezlerimiz vardı. Bunlar memleketimizin her tarafında satılıyordu. Ahalimize de birçok menfaatler temin ediyordu. Halbuki yabancı fabrikalarıyla rekabet edemediğinden dolayı ezildi, gitti. Şu halde halkımız ziraatini, sanayiini ileri götüremez, ticaretini de gayr-i müslimlerin vergi vermemesi yüzünden başa çıkaramazsa tabiidir ki sefil olur, perişan olur. Haydutluktan başka yapacak bir iş bulamaz."

Akif, burada açıkça şu hususlar üzerinde duruyor:

- Vatanımız yer altı ve yer üstü ham madde kaynağı bakımından oldukça zengindir.

- Bu hammadde kaynaklarımızı en iyi kalitede ve en ucuz şekilde tamamen kendi sanayimizle işlemeliyiz.

- Emperyalist Batının hammadde kaynaklarımızı yağmalayıp, işlemelerine ve geri bize çok pahalıya satmalarına izin vermemeliyiz.

- Uygun bir gümrük ayarlamasıyla yerli ürünlerimizi yabancı ürünler karşısında korumalıyız, yabancı ürünlerle rekabette ezdirmemeliyiz.

- Yerli, millî fabrikalarımızı her türlü tedbiri alarak mutlaka yaşatmalıyız.

- Yerli, millî bağımsız sanayimizi kuramaz ve yaşatamazsak emperyalist Avrupa'nın pazarı ve sömürge alanı haline geliriz, o zaman da milletimiz perişan olur.

Akif'in Millî Mücadele yıllarında ortaya koyduğu bu tespitler, bugün de aynen geçerliliğini korumaktadır. Uygulanan yanlış politikalarla bugün yerli ve millî sanayimiz neredeyse yok olma derecesine gelmiş, fabrikalarımız, işletmelerimiz yabancılara satılmış, onlar da kapatarak ithalat şirketlerine dönmüşlerdir. Bu durumda milletimiz işsiz kalmıştır. İşsizlik oranı hızla artmaktadır. Bunun sonucu olarak herhalde korkarım ki Akif'in dediği gibi halk haydutluktan başka yapacak bir iş bulamaz hale gelecektir. 

Türk milletinin alın terinin, göz nurunun, fedakârlığının ürünü olan 90 yıllık birikimi yani fabrikalar, kamu binaları, arsaları, limanlar, köprülerin çoğu yabancılara satıldı. Yabancılar da aldıkları kârlı işletmelerin ve fabrikaların kârını kendi ülkelerine taşımaktadır. Bu da sermaye ve döviz kaybına sebep olmaktadır. 

Ayrıca stratejik denebilecek pek çok ürün ve hizmette yabancılara bağımlılık artmakta bu da bağımsız, hür hareket etme ve yaşama imkân ve kabiliyetlerimizi sınırlamaktadır. Yabancılar satın aldıkları bazı fabrikaları kapatmakta ve o fabrikanın ürettiği malları dışarıdan ithal eden bir şirkete dönüşmektedir. Bu da hem işçilerimizin yani vatandaşlarımızın işsiz kalmasına, hem o ürünü daha pahalıya almamıza, hem de o üründe yabancılara bağımlı kalmamıza sebep olmaktadır.

Bugün uygulanan çok boyutlu Büyük Orta Doğu Projesinin hedeflerinden biri de halkımızın sefil, perişan bir halde heder olup gitmesidir. Türk milleti buna izin vermemelidir.

Yapılması gereken, Akif'in dediği gibi sanayimizin yerli, millî ve bağımsız kalmasıdır. Özelleştirilecekse, sadece Türk vatandaşlarına ve fabrika ve işletmeler, oralarda çalışan işçilere satılmalıdır. Devlet bu fabrikaların geliştirilmesi, iyileştirilmesi ve teknolojilerinin yenilenmesinde hizmet ve ürün kalitesinin artırılmasında, pazarlama imkânlarının genişletilmesinde yardımcı olmalıdır.[6]

Akif'e göre Müslümanların siyasi sorunları

Bugün İslam dünyası, kendine özgü, kendi şartlarına uygun, bağımsız, özgün bir siyasi sistem kuramamıştır. İslamî ve insanî olmayan birtakım diktatörlükler, demokrasi adı altında dolaylı yoldan devam eden tek parti diktatörlükleri, kişisel iktidarların her yola başvurularak devamının sağlanmaya çalışılması gibi durumlar, İslam dünyasının siyasi sistem sorunudur. Bu sorunu istismar eden Haçlı-Siyonist cephe, demokrasi götürmek adına İslam dünyasını tam bir karmaşaya ve belirsizliğe sürüklemekte ve kendisini kurtarıcı olarak davet ettirecek bir zemin hazırlamaktadır.

Bugün İslam dünyasının en önemli sorunlarından biri, Haçlı-Siyonist devletleri kendileri için himayeci, vesayetçi, efendi edinmeleridir. İslam ülkelerinde var olan bazı partiler, cemaatler, dernekler, vakıflar ya da başka bazı oluşumlar, kurtuluşu Amerika'ya, Avrupa'ya ya da İsrail'e sığınmakta, onların himayesine girmekte ve onların siyasi, ekonomik ve kültürel programlarını uygulamakta görüyorlar. Gönüllü ya da gönülsüz onların emri altına giriyorlar.

Haçlı Siyonist cephe, Müslümanları, İslamcıları kendi özgün İslamcı ideolojik programlarıyla iktidarda görmek istemezler. Onlar İslamcıları, kapitalist programları uygulamak, İslam ülkelerini Batıya bağımlı tutmak kaydıyla iktidarda kalmalarına izin verirler.

Mehmet Akif, bu husus üzerinde çok duruyor ve bu konuda ayet ve hadislerden de yararlanarak Müslümanları uyarıyor.

1912 yılında Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, şöyle diyor: "Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve millî pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır..."

Amerika, her ikisini de yaptı ve yapıyor. Hem siyasi anlamda diplomasiyi kullanıp yeni yeni haritalar çiziyor, hem de askerî anlamda baskı, saldırı ve işgal yöntemlerini kullanıyor. Mesela 8 Ocak 1918 tarihli Wilson haritasında bir Ermenistan ve bir Kürdistan çizilidir. Amerika bugün Irak'tan, Suriye'den, İran'dan ve Türkiye'den koparılacak parçalarla İsrail'e jandarmalık yapacak bir Kürdistan Devleti kurma çalışmalarına devam ediyor.

Mehmet Akif bu meseleye de temas ediyor ve Millî Mücadele döneminde bakın, tamamen bir Haçlı emperyalizm projesi olan, bizim hiçbir zaman sorunumuz olmamış olan "Kürt sorunu" gibi meseleleri "Nasrullah Kürsüsünde" adlı vaazında nasıl değerlendiriyor?:

"Ey cemaat-i Müslimîn! Gözünüzü açınız, ibret alınız. Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliğimizi kurutan dahilî (iç) meseleler yok mu, Havran meselesi, Yemen meselesi, Şam meselesi, Kürdistan meselesi, Arnavutluk meselesi... Bunların hepsi düşman parmağıyla çıkarılmış meselelerdir. Onlar böyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga, Gönen, Konya isyanları da hep o melun (lanetli) düşmanın işidir. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin gırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyorum ki gelmiştir. Allah rızası için olsun aklımızı başımıza toplayalım. Çünki böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düşmana kaptırdığımız koca koca memleketlerin halkı hicret edecek yer bulabilmişlerdi." (Sebilürreşad, 25 Teşrin-i Sani 1336-15 Rebiülevvel 1339, C.11, S.464, s.249-259; Abdülkerim Abdülkadiroğlu - Nuran Abdülkadiroğlu, Mehmed Akif'in Kur'an-ı Kerim'i Tefsiri, Mev'ıza ve Hutbeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991)

Demek ki düşman parmağıyla çıkarılmış "Kürt sorunu" gibi meselelerle uğraşıp durmak, emperyalizmin bölücü, parçalayıcı projelerinde görev ve rol almak demektir. Müslümanım ve Türk'üm diyen herkesin Kürtçülükle, şununla bununla uğraşacağına mesailerini Türk millî birlik ve bütünlüğünü tahkim etmek için yoğunlaştırmaları Âkif'i daha çok memnun eder. Zira Kürt sorunu gibi söylemler, emperyalizmin bölücü, parçalayıcı anlamda siyasi projeleri arasında yer alan meselelerdir.

Bugün Amerika, Avrupa ve İsrail'den oluşan Haçlı-Siyonist cephe, İslam dünyasını paramparça etmek, etkisizleştirmek, sömürmek ve yağmalamak için çok değişik yöntemler kullanıyorlar. Bunlardan biri, bazı İslamcı grupları ekonomik, siyasi, askerî anlamda desteklemek ve onları kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda kullanmak. Mısır'da, Suriye'de Türkiye'de ve diğer bazı İslam ülkelerinde bunun örneklerini görmek mümkündür.[7]

BOP'un hedefi İslam dünyasının istiklalini yok etmektir

Bugün İslam dünyasına yönelik olarak uygulanan Büyük Orta Doğu Projesinin ana hedeflerinden biri, İslam ülkelerinin kendi başlarına, bağımsız iradeleriyle kendi kendilerini yönetmelerine izin vermemektir. Yani İslam ülkelerini siyasî ve idarî açıdan köleleştirmek, bağımsız iradeleriyle kanun ve anayasa yapmalarına izin vermemektir. Bu durumun kavramsal karşılığı da istiklali yani bağımsızlığı yok etmektir. Emperyalist Batının İslam ülkelerinin istiklalini yok etmeye dönük politikaları, ta Tanzimat'tan bu yana devam ediyor. Bugün olduğu gibi Mehmet Akif döneminde, Millî Mücadele döneminde de temel hedef, istiklâlimizin yok edilmesiydi. Bu durumun farkına varan Akif, Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında şöyle diyor:

"Şimdi bir mühim mesele var. Onu inceleyelim. Neden İngilizler bizim mahvımızı temin için bu kadar uğraşıyorlar? Evet, bunlar Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında "Biz bütün milletlerin istiklali için harbediyoruz!" tekerlemesini sürekli tekrar edip durdukları için mahkumiyetleri altında bulunan yüz milyon müslümana da istiklal sevdası geldi. Mısır'da, Hind'de birbiri ardınca isyanlar başladı. Vakıa İngiliz bu isyanları kendisine mahsus olan müthiş bir vahşetle bastırdı. Lakin bunların bir daha baş kaldıramamaları için dünyada hiçbir Müslüman memleketin müstakil kalmaması lazımdı. Mütarekeden sonra ise müstakil olarak iki Müslüman hükûmet kalmıştı ki biri biz idik. Diğeri ise İran idi. Biliyorsunuz ki İran İslam hükûmetinin icabına baktılar. İngiliz himayesini lanet halkası gibi Acemlerin boynuna geçirdiler. O halde yalnız biz kaldık. Ey cemaat–i Müslimîn! İngilizin asıl düşmanlığı bizedir. Çünkü biz asırlardan beri hilafeti elimizde tutuyoruz. Asırlardan beri İslâm âleminin başında olarak Haçlı ordularıyla çarpışıyoruz. Dünyanın bütün Müslümanları selametlerini, kurtuluşlarını yıllardan beri âşık oldukları istiklallerini bizden bekliyorlar."

Akif'in burada üzerinde yoğunlaştığı temel hususlarla günümüz arasında paralellikler kuralım:

– O zaman İngilizler, bizim yani Türklerin ve diğer müslümanların mahvına uğraşıyorlardı. Bugün de Amerika ve onun çocuğu olan Avrupa, aynı amaç uğruna çalışmalarına devam ediyor.

– O zaman İngilizler, Birinci Dünya Paylaşım Savaşının başında dünyaya şu propagandayı yaymışlardı: "Biz bütün milletlerin bağımsızlığı için savaşıyoruz!". Bugün de Amerika, Irak'a ve diğer İslam ülkelerini işgal ederken "Biz oralara demokrasi götürüyoruz" diyor. Bunlar dünya kamuoyunu aldatmaya, kandırmaya, uyutmaya dönük boş laflardır. Asıl amaç, İslam ülkelerini işgal ve istila ederek zenginliklerimizi yağmalamaktır. 

– O zaman Mısır'da ve Hindistan'da bağımsızlık sevdasına düşen Müslümanlar, İngiliz işgaline karşı ayaklandılar. Bunun üzerine İngilizler, bu isyanları sert bir şekilde bastırdı ve istiklallerini yani bağımsızlıklarını ellerinden aldı. Oraları iyice kendisine bağlayıp esir aldı. Bugün de Amerika ve Avrupa, beraberce bağımsızlık davası güden İslam ülkelerini bir bir işgal ediyor, diktatörlükleri yıkıyoruz, yerine demokrasi getiriyoruz, diye kendisine bağlı köleler haline getiriyor.

– O zaman İngilizlerin asıl düşmanı biz idik. Çünkü İslam dünyasının liderliği Türklerde idi. Asırlardan beri İslam dünyasını korumak için haçlılarla biz savaştık. İslam dünyası, bağımsızlıklarını ve kurtuluşlarını bizden bekliyorlardı. Bugün de Amerika'nın ve Avrupa'nın asıl düşmanlığı Türk milletinedir. Çünkü İslam dünyasına liderlik kabiliyeti yine Türklerdedir ve bugün siyasi, ekonomik, kültürel ve askerî anlamda bütün modern ve postmodern Haçlı saldırılarına karşı koyma kabiliyeti ve iradesi yine Türklerdedir. O yüzden Türk milletini çökertmek, etkisiz hale getirmek; hatta yok etmek istiyorlar. O yüzden bugün Büyük Orta Doğu Projesinin temel hedefi Türk milletidir.[8]

Müslüman siyasetçilerin Batı'ya gönüllü kölelikleri

Haçlı Batı dünyası, kendi emperyalist emellerine hizmet edecek olan her kesimi rahatça kullanmak ister. Bu bağlamda gerekirse İslamcıları bile kullanmaktan, kendilerine hizmetçi yapmaktan çekinmezler. Nitekim vaktiyle Amerika Dış Politika Konseyi (CFR)'nin adamlarından Holbrook, Müslüman ülkelerde Batı tarzı bir İslamî çizginin yayılması gerektiğini ifade etmişti. Buna örnek olarak da Türkiye ve Malezya'yı göstermişti.

Bugün İslam ülkelerinin birçoğunun siyasetçisi, idarecisi Batılı emperyalist devletlere âdeta gönüllü köle durumundadırlar. Bunlar, Allah'a, kendi vicdanlarına ve milletlerine güvenecekleri yerde Amerika'ya, Avrupa'ya, oraya buraya sırtını dayayarak, onlardan meded umarak, onlardan yardım dilenerek ülke yönetmeye çalışıyorlar. Bu, Müslümanlar için bir zillettir. Bu sorun, Akif döneminde de vardı. 

Nitekim Akif, bir şiirinde bu konuyu zekice ve alaylı bir üslupla ele alır ve gâvurdan yardım dilenen Müslüman siyasetçiyi âdeta alaya alarak, onu yerin dibine batıran bir eleştiri getirir. Böyle siyasetçileri dilenci olmakla suçlar. Müslüman siyasetçi âdeta yalvararak, "ancak sen bize imdad edebilirsin" diyerek Hristiyan ülkelere dilencilik eder, ama onlardan yüz bulamaz, yüz üstü geri çevrilir ve iyice maskara olur. İşte bu durum karşısında Akif, dilenci olan Müslüman siyasetçiye haklı olarak "dilencilikle siyaset döner mi ey budala" diye hakaret eder. Akif'e göre Avrupa, hak, adalet, insanlık, medeniyet, yardım gibi değerleri tanımaz; o sadece kuvvet tanır.

Akif, bu konuyu bir şiirinde şöyle tasvir eder:

"Dilenci mevki'i, milletlerin içinde yerin! 

Ne zevki var, bana anlat bu ömr-i derbederin? 

Şimâle (kuzeye) doğru gidersin: Soğuk bir istikbâl (karşılama), 

Cenûba (güneye) niyet edersin: Açık bir istiskâl (aşağılama)! 

"Aman Grey! (Edward Grey (1862-1933), İngiltere dışişleri bakanlığında bulundu.) 

Bize senden olur olursa meded... 

Kuzum Puankare! (Puankare (1860-1934), Fransa başbakanıdır.) Bittik... İnâyet et (yardım et), kerem et!" 

Dedikçe sen, dediler karşıdan: "İnâyet ola (git, Allah versin)" 

Dilencilikle siyaset döner mi, hey budala? 

Siyasetin kanı: Servet, hayatı: Satvettir (sindirici güç), 

Zebûn-küş (zavallıları ezen) Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir. 

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri, 

Üzengi öpmeye hasretti Garb'ın elçileri! 

O ihtişamı elinden niçin bıraktın da, 

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında? 

Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu." (s.267) 

Müslüman siyasetçilerin Batıya gönüllü köleliklerinin zaruri neticelerinden biri Haçlıların İslam ülkelerinde istedikleri gibi at oynatabilmeleri sorunudur. 

Dolayısıyla bugün İslam ülkelerinin kültürel sorunlarından biri, misyonerliktir. Haçlı Batı İslam ülkelerinde Hristiyanlığı yaymak için olağanüstü bir gayret içindedir, çok paralar harcamaktadır.

Akif misyonerlik faaliyetlerine karşı Müslümanları uyarmaktadır:

"Ezanlar sustu... Çanlar inletip durmakta âfâkı (her tarafı).

Yazık: Şark'ın (Doğunun) semâsından (göğünden) Hilâl'in geçti işrâkı!

Zaman artık Salîb'in (Haçın) devr-i istîlâsı (istila devri), ilhâkı.

Fakat, yerlerde kalmış hakların ferdâ-yı ihkâkı,

Ne doğmaz günmüş ey âcizlerin kudretli Hallâk'ı!" (s.193)

Bir başka sorun da İslam ülkelerinde müslümanların Batılı yaşama biçimine özenmesidir. İslam ülkelerinin kültürel sorunlarından biri, kendi millî İslamî kültür ve medeniyet kimlik değerlerini önemsiz görerek, bir tarafa bırakıp, gündelik hayat tarzında batılı yaşma biçimine özenme, Batılılar gibi inanma, düşünme ve yaşama biçimidir. Akif bu konudaki gözlemlerini ve tespitlerini eleştirel bir üslupla şöyle sunar:

"Geldi bir tanesi akşam, hezeyanlar kustu!

Dövüyordum, bereket versin, edepsiz sustu.

Bir selâmet yolu varmış... O da neymiş: Mutlak,

Dîni kökten kazımak sonra, evet Ruslaşmak!

O zaman iş bitecekmiş... O zaman kızlarımız

Şu tutundukları gayet kaba, pek manasız

Örtüden sıyrılacak... Sonra da erkeklerden,

Analık ilmini tahsil edecekmiş... Zaten,

Müslümanlar o sebepten bu sefalette imiş:

Ki kadın "sosyete" bilmezmiş, esarette imiş!

Din için, millet için iş görecek alçağa bak:

Dini pâmâl edecek (ayaklar altına alacak), milleti Ruslaştıracak!" (s.167)

 

"Kadın erkek koşuyor borç ederek Avrupa'ya... 

Sapa düşmekte bizim şıklara, zannım Asya. 

Hakka tevfiz ile üç tane yetişmiş kızını, 

Taşıyanlar bile varmış, buradan baldızını... 

Analık ilmi için Paris'e, yüksünmeyerek... 

Yük ağır, ecri de nisbetle azim olsa gerek" (s.178) [9]

Akif'e göre Müslümanların askeri sorunları

Bugün İslam dünyasının bir başka sorunu askerîdir. Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Amerika ve diğer Avrupa Birliği devletleri, İslam ülkelerinin ordularını dağıtıp yok etmek, silah ve askerî güç bakımından kendilerine bağlamak isterler. Bugün İslam ülkelerinin güçlü, millî ve ortak orduları yoktur. Olanlar da etkisiz hale getirilmektedir. Yani her ülkenin kendi millî ordusu, görünüşte vardır ama, silah ve diğer savaş malzemeleri bakımından batılı ya da başka yabancı devletlere bağımlı durumdadır. 

Diğer yandan bütün İslam ülkelerinin ortak katılımıyla oluşturulmuş, gerektiğinde İslam ülkelerinin kendi aralarındaki sorunlara müdahale edebilecek ortak güvenlik konseyi ve NATO benzeri bir İslam ordusu yoktur. Olmadığı için NATO orduları, İslam ülkelerine müdahale ederek işgal etmekte ya da içerden davet edilmektedir. Haçlı ordularını kurtarıcı olarak görmek, İslam ülkelerini Haçlı ordularının işgal etmesini meşru görmek, ses çıkarmamak, mandacılığı kurtuluş çaresi olarak sunmak, yani Haç'tan adalet beklemek bugün İslam dünyasının bir hastalığıdır. 

Bugün İslam ülkelerinin pek çok bölgesi, Amerikan üsleriyle doludur ve Haçlı ordularının karakolları haline gelmiştir. Yani İslam ülkeleri, büyük bölümü itibariyle Haçlı işgali altındadır.

Mehmet Akif, Millî Mücadele döneminde emperyalist Haçlı Batılı çapulcuların ülkemizi askerî olarak işgaline karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusunda gayet açık ve net olarak, "ya istiklâl ya ölüm" ilkesini benimsemiştir. Batılıların askerî işgalini hiçbir şekilde kabul etmemektedir. 

Nitekim 19 Kasım 1920'de yayınlanan Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında bu meseleyi açıklığa kavuşturuyor. Ülkemiz işgal altında iken iradesi zayıf olan bazı kişiler şöyle diyorlardı: "Yapacak bir şey yok. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşından yorgun çıktık. Canımız, kanımız, paramız kalmadı. Düşmanlar ise çok kuvvetli. Düşmanların dayattığı barış şartlarını kabul etmekten başka çaremiz yok. Silahlı haydutlar tarafından kuşatıldık, bizim ise silahımız yok. İster istemez eşkiyanın emrine boyun eğeceğiz."

Akif, böyle düşünenlere karşı şöyle diyor:

"Pek doğru! Yalnız iki nokta var. Bir kere o silahlı haydutlar, ortalarına aldıkları bîçâreden parasını isteseler, üzerindeki elbisesini isteseler, ayağındaki külahını isteseler, biz de vermesini tasvib ederdik. Lakin bununla kanaat etmiyorlar ki. Bîçâre herifin kollarını, bacaklarını kestikten sonra: 

–Boynunu uzat! Kafanı da ver! diyorlar. Madem ki teklif bu kadar ağırdır, artık bunu hiç kimse kabul edemez. İster istemez dişiyle, tırnağıyla uğraşır, çabalar. Nefisini imkânın son derecesine kadar savunmaya bakar.

Ey cemaat–i Müslimîn! İşte bugün bizden istedikleri, ne filan vilayet, ne falan sancaktır. Doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, saltanatımızdır, devletimizdir, hilafetimizdir, dinimizdir, imanımızdır."

Akif'in bu metinde üzerinde durduğu meselelerle bugünkü BOP Projesi aşağı yukarı aynıdır. Bugün de iradesi zayıf, kendine, Allah'ına ve milletine güvenini kaybetmiş zayıf iradeli bazı kişiler, "gücümüz, ekonomimiz, siyasetimiz zayıf. O yüzden Amerika'ya teslim olmaktan başka çaremiz yok, ne isterse verelim" diyorlar. 

Bugün BOP kapsamında Amerika ve Avrupa, Irak'ı, Afganistan'ı, Libya'yı, Mısır'ı, Suriye'yi, İran'ı ve diğer İslam ülkelerinin tamamına hâkim olmak, tamamını sömürmek, tamamını köleleştirmek istiyorlar. Sadece petrolü almak, sadece bir ülkeye hâkim olmakla yetinmiyorlar. Akif'in deyimiyle herifler kanaat etmiyorlar. Herifler, İslam ülkelerinin sadece madenlerini, petrolünü, gazını, şununu bununu istemiyorlar. 

Ayrıca yine Akif'in ifadesiyle "boynunu uzat, kafanı da ver" diyorlar. Yani kitleler halinde Müslümanları öldürüyorlar, soykırıma tabi tutuyorlar. İstiklalimizi, devletlerimizi, vatanlarımızı, kaynaklarımızı, dinimizi, imanımızı da istiyorlar yani onları da ele geçirmek ve yok etmek istiyorlar. Bu durumda BOP'un bu projesine karşı Akif'in çözümü net ve açıktır. O da şudur: "Bunların hiçbirini kabul edemeyiz. Dişimizle, tırnağımızla savaşarak sonuna kadar kendimizi koruyacağız."

Akif, aynı vaazında işgalci emperyalist Haçlı ordularına karşı askerî olarak silahlı mücadeleyi öneriyor ve şöyle diyor:

"Bir de o silahlı olduğunu kabul ettiğimiz haydutların başları pek boş değil. Korktukları tehlikeler var. Biz zaruri olan hayatımızı savunma görevinde biraz daha sebat edecek olursak, emin olunuz ki cehennem olup gidecekler."[10] 

Akif'e göre Müslümanların kültür ve eğitim sorunları

Müslümanlar, dünya insanlığının en eski ve en özgün kültürlerine ve medeniyetine sahip bir millettir. Uzun asırlar boyunca Müslümanlar, İslam medeniyeti kaynaklı çok zengin, estetik değeri yüksek, gerçek insanî değerlerle örülü parlak millî kültürlerini yaşadılar. Ancak özellikle 19. yüzyıl başlarından itibaren batılılaşma eğilimlerinin ve hareketlerinin artmasıyla birlikte İslam kültürleri ve medeniyeti yavaş yavaş terk edilmeye, onun yerine Batının batıl kültürleri ve medeniyeti kabul edilip benimsenmeye başladı. Bu durumda Müslümanlar arasında bir kültür ve medeniyet krizi doğmuştur. 

Bu bağlamda İslam ülkeleri dış müdahaleye karşı korunmasızlık sorunu yaşamaktadır. Bugün İslam ülkelerinin dışarıdan gelebilecek her türlü siyasi, ideolojik, kültürel müdahaleye karşı kendini koruma tedbirleri yoktur. Batılı kültür emperyalizmine, batı kaynaklı propagandalara, ideolojik saldırılara, Müslümanları kandırıp yönlendirilebilir hale getirme projelerine karşı İslam ülkelerinin kurumsal anlamda ciddi savunma tedbirleri yoktur. 

Batı emperyalizminin amaçlarından biri, İslam ülkelerini eğlence aletleri, filmler, müzikler, romanlar, giyim eşyası, elektronik eşya, ev ve büro eşyaları, yiyecek içecek, araba gibi her türlü ürünleri için pazar haline getirmektir. 

Arap Baharı, bir Haçlı-Siyonist projedir. Albert Einstein, Freedom House gibi Batı kaynaklı birtakım düşünce kuruluşları, dernek ve vakıflar ya da basın yayın organları, en çok da facebook, twiteer gibi sosyal ağlar kanalıyla İslam ülkelerinde insanları kendi amaçları ve hedefleri doğrultusunda eğitip yönlendiriyorlar ve demokrasi talebiyle ayaklandırıp sokağa döküyorlar. 

İslam ülkelerine yönelik kültürel ve siyasi anlamda dış müdahalenin 4 önemli unsuru var: 1- Etnik çatışma, 2- Mezhep çatışması, 3- Hayat tarzı farklılığı çatışması, 4- Coğrafi farklılık çatışması. 

Emperyalist Batının amaçlarından biri, İslam ülkelerini etnik yapılarına, mezheplerine, hayat tarzlarına ve coğrafî farklılıklarına göre bölüp parçalayıp birbiriyle çatıştırarak silah satışını artırmaktır. 

Bu 4 alanda da Haçlı-Siyonist cephe, İslam ülkelerine dönük yoğun çalışmalar içerisindedir ve bunlara karşı İslam dünyasının savunma tedbirleri, çalışmaları, kurumsal projeleri yoktur. 

Haçlı Batının İslam dünyasında uyguladığı demokratikleştirme politikaları ve projelerinin hedefi ve asıl amacı, büyük millî İslam ülkelerini istikrarsızlaştırmak, bu ülkelerin vatandaşlarını etnik aidiyetlerine, mezhep farklılıklarına, hayat tarzı farklılıklarına ve coğrafî farklılıklarına göre ayrıştırıp çatıştırmaktır. 

Böylelikle çatışma içinde karmaşaya sürüklenmiş ve bunun sonucunda da küçük küçük kabile devletçiklere ayrışmış bir İslam dünyası, Haçlı-Siyonist cephenin İslam dünyasına dönük emperyalist projelerini kolayca uygulayabilmesine zemin hazırlayan bir yapıdır. 

Akif, Haçlı-Siyonist Batının İslam ülkelerine demokrasi götürme projelerinin ta o zaman farkındadır. Demokrasi adı altında fitne fesat projelerini özellikle basın yayın organlarıyla nasıl uygulamaya çalıştığını şöyle anlatır: 

"Dalkavuk devri değil, eski kasâid (övgü şiirleri) yerine 

Üdebânız (edebiyatçılarınız) ana-avrat sövüyor birbirine. 

Türlü adlarla çıkan nâmütenahî (sayısız) gazete, 

Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete. 

İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit (verimli) 

Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it! 

Yürüyor dine beş on maskara, alkışlanıyor, 

Nesl-i hazır (şimdiki kuşak) bunu hürriyet-i vicdan sanıyor." (s.178) [11]


Prof. Dr. Nurullah Çetin -Yeni Mesaj

Kaynak: YENİ MESAJ GAZETESİ 

[1] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009074/buyuk-ortadogu-projesi-ni-yeniden-sorgulamak/prof-dr-nurullah-cetin
[2] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009084/akif-in-buyuk-orta-dogu-projesi-karsisindaki-tavri/prof-dr-nurullah-cetin
[3] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009096/akif-in-buyuk-ortadogu-projesi-uyarisi/prof-dr-nurullah-cetin
[4] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009108/akif-te-islam-dunyasinin-ana-sorunlarina-yaklasim-ekonomi/prof-dr-nurullah-cetin
[5] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009133/buyuk-orta-dogu-projesi-nin-merkezinde-turkiye-vardir/prof-dr-nurullah-cetin
[6] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009167/akif-e-gore-sanayide-bagimsiz-milli-politika-uygulama-geregi/prof-dr-nurullah-cetin
[7] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009168/akif-e-gore-muslumanlarin-siyasi-sorunlari/prof-dr-nurullah-cetin
[8] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009179/bop-un-hedefi-islam-dunyasinin-istiklalini-yok-etmektir/prof-dr-nurullah-cetin
[9] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009192/musluman-siyasetcilerin-bati-ya-gonullu-kolelikleri/prof-dr-nurullah-cetin
[10] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009204/akif-e-gore-muslumanlarin-askeri-sorunlari/prof-dr-nurullah-cetin
[11] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12009232/akif-e-gore-muslumanlarin-kultur-ve-egitim-sorunlari/prof-dr-nurullah-cetin 



Bu haber 797 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,881 µs