En Sıcak Konular

AHMET YESEVİ'DE TÜRK İSLAM DEVLET FELSEFESİ

19 Ocak 2014 19:20 tsi
AHMET YESEVİ'DE TÜRK İSLAM DEVLET FELSEFESİ Ahmet Yesevî, sadece hikmetleriyle, tasavvufuyla değil; aynı zamanda duruşuyla, tavrıyla, münevver sahih bir Müslüman Türk aydını olmasıyla da önemlidir.

Ahmet Yesevi'de Türk-İslam Devlet Felsefesi-I

Ahmet Yesevî, sadece hikmetleriyle, tasavvufuyla değil; aynı zamanda duruşuyla, tavrıyla, münevver sahih bir Müslüman Türk aydını olmasıyla da önemlidir. Nitekim gerçek aydın, kimseden korkmayan ve menfaati için eğilip bükülmeyendir. Yani menfaatinin ve korkularının esiri değildir. Gerçek aydın, doğru bildiğini kim olursa olsun herkese korkmadan, özgürce haykırandır. Yesevî, bu anlamda örnek alabileceğimiz büyük bir Türk aydınıdır. Başından geçen bir olay, bugün özellikle bizim için son derece uyarıcı, öğretici bir değere sahip. Hadise şudur: 
"Herat Sultanı bir gün gurur ve haşmetle giderken yolda Hazret-i Ahmet Yesevî ile karşılaştı. Üzerinde tören elbisesi bulunan sultan, Ahmet Yesevi'ye sordu: "Bu üstümdeki elbise ile namaz kılmak caiz midir, değil midir?" Hazret-i Ahmet Yesevî güldü. Padişah "niye gülüyorsun?" dedi. Ahmet Yesevî buyurdu: "Senin cehaletine gülüyorum. Senin karnın haram ile dolu iken ve mazlum Müslümanların vebali boynunda iken sen elbiseden bahsediyor, onunla namaz kılınıp kılınamayacağını soruyorsun." Bu uyarı üzerine padişah ağladı ve atından atladı. Ahmet Yesevî hazretlerinin ayaklarına kapandı. Tutum ve davranışlarını değiştirerek ariflerden ve kâmillerden oldu." (Hz. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli'nin Vasiyetnamesi, Kitabu'l-Fevaid, T.İ.Ö. İst. 1959, s.12)
Bugün Yesevî gibi korkusuz, hakkın hatırını yüksek tutan gerçek aydınlarımız, Herat Sultanı gibi ilme, doğru eleştiriye, hakkaniyete değer veren hakkaniyetli yöneticilerimiz olmadığı kötü durumdayız.
Duygu, düşünce ve inanç sömürüsü çok önemli toplumsal ve siyasi bir hastalıktır. İnsanlararası ilişki biçimlerinden biri, duygu ve düşünce istismarıdır. Bazı kişiler, sahip oldukları bilgi birikiminin fazlalığını diğer insanlar üzerinde bir tahakküm vesilesi haline getirirler, onların duygu ve düşüncelerini istismar ederek, onları kendi bireysel emelleri doğrultusunda kullanırlar ve sömürürler. Tarih boyunca bunun çok çeşitli örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu tür bir sömürü mekanizması daha çok din üzerinden olmuştur. Bazı kişiler, kendilerini diğer insanlardan daha fazla dindar gösterirler, ayrıcalıklı, özel manevî dinî güçlere, sırlara, tılsımlara sahip olduklarını vehmederler ve özelliklerini nüfuz temin etmede ve ekonomik anlamda çıkar sağlamada bir araç olarak kullanırlar.
Bu bağlamda sahte şeyhler her zaman türemiştir. Bu durum, Ahmet Yesevî döneminde de vardı bugün de var. Bu konuyla ilgili olarak Yesevî şöyle der:

"Ahir zaman şeyhleri süslerler dışlarını
İçtenlikten uzaklar bozuktur içerleri
Keramet diye satar gaflet düşlerini
Gösterişle halka kendilerini satarlar.

Çekiştirme ağı kurdun, halkı yoldan azdırdın
Şeyhlik iddia ettin, gösteriş alıp sattın
Şeytanla işler yaptın, birlikte devran sürdün
Sana ne diye, yüzünü göstersin"

Bu meseleyi bugüne taşırsak şöyle bakmamız lazım. Burada şeyh diye özelleştirilen figürü bugün genelleştirebiliriz. İnsanları büyüleyerek, etkileyerek, kandırıp aldatarak hayali vaatlerde bulunarak tesir altında bırakan siyasi parti ve ideolojik grup liderleri, ideologlar, filozoflar da buna dahildir. 
Ahmet Yesevî, Fakrname'de sahte şeyhlerle ilgili olarak şöyle der:
"Onlar müritlerinden bağış alırlar, eğer müritleri vermese çekişirler ve derler ki: Senden şikâyetçiyim. Allah da senden şikâyetçi. Gerçek şeyhler eğer bağış alırlarsa sadece hak edenlere, gariplere, çaresizlere verirler. Eğer kendileri alıp yerlerse leş yemiş gibi olurlar. Eğer alıp giyim yaparlarsa Hakk Tealâ onların ibadetlerini kabul etmez. Onlar cehennem azabına uğrarlar. Kim böyle şeyhlere gönlünü kaptırırsa, dinden de çıkar. Böyle şeyhler lanetlidirler. Onların fitnesi deccalden de kötüdür. Onlar şeriatta, tarikatta, hakikatte ve marifette dinden çıkmış sayılırlar."
Gerçek bir tarikat, cemaat önderi, gerçek bir şeyh, gerçek bir ilim adamı, fikir adamı, siyaset adamı, gerçek bir aydın kendisine bağlı olan insanların sevgi ve saygılarını sömürerek onların paralarına, maddi varlıklarına gözünü dikmez. Nitekim Ahmet Yesevî, müritlerinden, cemaatinden topladığı paralarla bugünün değerleriyle kâşâneler, saraylar kuran, lüks otomobillerde seyahat eden, pahalı, süslü elbiseler içinde dolaşan, yağla balla, havyarla beslenen, havuzlu villalarda yaşayan bir adam değildi. 

Ahmet Yesevî, geçimini tahta kaşık, kepçe ve kâse yontup satarak geçinen bir adamdı. Hiçbir müridini sömürmedi. Günümüz sahte şeyhlerinin, cemaat, tarikat şeflerinin ve siyasi parti liderlerinin Yesevî'den alacakları çok dersler var.[1]

Ahmet Yesevi'de Türk-İslam devlet felsefesi -II

Gerçek şeyhlik, gerçek liderlik, almakla değil vermekle olur. Gerçek liderlik ve önderlik, fikir, proje, iş üretmekle, ekonomik değer elde etmekle ve üretilen değerleri halka dağıtmakla olur. Yesevî şöyle der:

"Derviş olmayıp neylesin, evde yapacak işi yok

Dervişim der durur da halka verecek aşı yok.

Ah vah eder de gözünde damla yaşı yok

Görünüşün derviş de asla Müslüman olmadın."

Bugün milletimizin kangrene dönüşmüş sorunlarından birisi, İslam adına ortaya çıkan birçok cemaat ve tarikatın ya da hoca, şeyh, yazar-çizer, kanaat önderi diye ortada dolananların gerçek İslam'la alakasının olmamasıdır. Bunların İslam'ı kendi hayatlarında yaşamamaları, peşine taktıkları iyi niyetli masum Türkleri siyasi ve ticari anlamda sömürmeleridir. Bu mesele yeni bir durum değildir, tarihin her döneminde değişik şekillerde var olmuştur. Ahmet Yesevî, hikmetlerinde bu konu üzerinde fazlaca duruyor ve Müslümanları uyarıyor. 

Sadece sahte din adamlarını, ya da cahil veya kişisel çıkarları için İslam'ı çarpıtan din adamlarını eleştirmiyor. Aynı zamanda toplumu yönetme mevkiinde olan ya da toplum hukukuyla ilgili yetki sahibi olanların haksız kazanç sağlamaları, yanlış karar vermeleri ve hatalı uygulamalarının da vebalinin ve sorumluluğunun büyüklüğü üzerinde duruyor. Bu bağlamda şöyle diyor:

"Molla, müftü olanlar, yalan fetva verenler

Akı kara kılanlar cehenneme girmişler.


Kadı, imam olanlar, haksız dava kılanlar

Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar.


Rüşvet alan hâkimler, haram alıp yiyenler

Parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar.


Tatlı tatlı yiyenler, türlü türlü giyenler

Altın tahta oturanlar toprak altında kalmışlar."

Yesevî'nin bu mısralarda dile getirdiği hususlar, maalesef bugün de yaygın olarak maruz kaldığımız durumlardır. Düzgün bir toplumsal hayat ve iyi işleyen hakkaniyetli bir devlet yapısına tekrar kavuşabilmemiz için bu uyarılara hepimizin kulak vermesi gerekiyor.

İnanç ve düşünce baskısı ya da laiklik de siyasi ve toplumsal hayatta çok önemli bir meseledir. 

Eski zamanların olduğu gibi modern zamanların da temel sorunlarından biri, insanların inançları ve düşünceleri üzerinde dış baskı ve kontrolün var olmasıdır. Bu durum, insanın insan olma hakkına, temel insan haklarına, insanın özgürlük alanına, iradesini özgürce kullanabilme alanına bir dış müdahaledir. Bunu hem insan doğası, hem de İslam kabul etmiyor. İnsan, yaratılıştan getirdiği fıtrî yapısı itibariyle inançlar, düşünceler, anlayışlar, felsefeler arasındaki tercihi tamamen hür iradesiyle, özgürce yapmak ister. Kimsenin baskısına, herhangi bir dış etki ve müdahaleye maruz kalmak istemez. Çünkü inanç ve düşünce tamamen gönüllülük esasına dayalıdır ve hür arzuya bağlıdır. Zorla düşünce ve inanç dayatılamaz. Düşünce ve inanç mahalle baskısını, cemaat kontrolünü, tarikat kıskacını, siyasi parti disiplinini kabul etmez.

Nitekim İslam da zaten bu anlamda düşünce, inanç, yaşama tarzı tercihi konusunda insanların hür bırakılmasını, baskıya ve zorlamaya tabi tutulmamasını istemiştir. Eğer laiklik, bu anlamıyla algılanırsa İslam'ın da bir emridir. Nitekim şu ayetlere bakalım:

"Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. Öyle ise sen, inanmaları için insanları zorluyor musun?" (Yunus, 99)

"Sizin dininiz size, benim dinim bana" (El-Kafirun, 6)

"Dinde zorlama yoktur." (Bakara, 256)

Dinde zorlama yoktur, sadece tavsiye vardır, tebliğ vardır, öğretme, bildirme, uyarma, ikaz, irşad vardır, tercih de insanlara bırakılır. İslam'da imtihan denilen şey, insanların kendilerine Hakk'ın tebliğinden sonra cüzi iradeleriyle serbestçe karar verebilme imkânıdır. 

İşte Ahmet Yesevî, bu konuda da günümüze ışık tutan hikmetler söyledi:

"Sünnet imiş kâfir de olsa incitme sen

Gönlü katı gönül kırıcıdan Allah şikâyetçi

Böyle kullardır asıl cehenneme gidici

Bilginlerden işitip söylüyorum bu sözü." [2]

Ahmet Yesevide insan

Dünyada her varlığın, her değerin, her kurumun üç aşaması vardır: İcat, inşa, ibda. Dünyada var olan her şey, önce Allah tarafından yaratılır, yani icad edilir. Sora insanlar ondan biyolojik ihtiyaçlarını gidermek üzere inşa yaparlar. Bununla yetinmeyip estetik, bediiyyat, güzel duyu denilen duyusal ihtiyaçlarını gidermek için de ibda yaparlar. İşte estetik, insanın ibda faaliyetinin bir karşılığıdır. Canlı cansız varlıklar arasında sadece insanlar, estetik değere ihtiyaç duyarlar ve güzellik duygusu, sadece insanda vardır ve bu güzellik insanî bir ihtiyaçtır. 

Estetik değer, sadece belagat anlamında edebiyatla, sözle ilgili bir iş değildir. Estetik değer, insanın sözünden giyimine, davranışlarından, evine, şehrine kadar hayatının her alanını kapsar. 

İslam’ın da temel kavramlarından biri güzelliktir. Kainâtta tabii olarak güzellik vardır. Somut varlıkların kendisinde ve aralarındaki düzende hüsn-i mücerred, soyut güzellik vardır. İnsan kainâtta münderic olan bu soyut güzelliği bulup keşfedecek ve hayatına uyarlayacaktır ki o zaman mükemmel insan olsun. 

Ahmet Yesevi bu anlamda da zengin bir kaynaktır. Günümüz Türk milletinin estetik değer ihtiyaçlarını karşılamada, estetik meselesini halletmede kendisine dönülmesi gereken önemli bir hikmet deryasıdır. Şöyle der: 

“Ahir zaman ümmetleri süslerler evlerini; 

Nefslerine kapılıp bozarlar huylarını; 

Şan ve şevketler ile dik tutarlar boylarını; 

Aslan Babam sözlerini işitiniz teberrük.” 

Pahalı, lüks, süslü, şatafatlı evler, villalar, apartmanlar maddi anlamda zenginlik gösterisi olabilir, ama estetik değildir. Mekan estetiği, insanın göz zevkini okşadığı gibi sadeliğin zarafeti ile, mütevazı yapısı ile insanların hasetlik duygularını değil, gıpta ve hayranlık duygularını uyandırmaktır. 

Davranış estetiği de insanların nefislerine kapılmayıp huylarını bozmamasıdır. Yani kibirlenmek, büyüklenmek, kötü söz söylemek, kırıcı olmak, zulmetmek, haksızlık etmek, hakaret etmek gibi huy bozuklukları davranış estetiğini yok eder. Yesevi de işte tam bu noktada uyarısını yapmaktadır. 

Şan ve şevketler ile boylarını dik tutmak da davranış estetiğini yok eden bir tutumdur. 

Söz estetiği, kainâttaki ilahî güzelliklerin farkına varıp bunları en güzel şekilde ifadeye dökmektir. Bu da sanattır, edebiyattır. Bu anlamda Türk edebiyatı çok zengin bir estetik birikime sahiptir. İslamî Türk edebiyatı, bu söz estetiğini mazmunlara dönüştürüp yüzyıllarca çok güzel şiirlerle dile getirmiştir. Yesevî bir hikmetinde şöyle der: 

“Gül aşkının sokağında bülbül oldum; 

Türlü türlü diller ile nâle kıldım; 

Bütün işlerden âşıklığı ben zor bildim; 

Her ne kılsan, âşık kıl sen perverdigâr,” 

Bu yazı dizimizin sonunda şu toplu değerlendirmeyi yapıyoruz: Hoca Ahmet Yesevî, Türklerin Müslümanlığı öğrenmesinde, eğitilmesinde etkisi büyük olan seçkin bilgelerimizden, din ve tasavvuf büyüklerimizden biridir. Özellikle hikmetleriyle bize yüzyıllar boyu yol göstermiş, yolumuzu aydınlatmış, bizi doğru yola çağırmıştır. 

Kötülük yapmış, günah işlemiş ya da işleme durumunda olan Müslüman Türkleri etkili, kısa, veciz hikmetleriyle arınmaya, tevbe etmeye, temizlenmeye, kötülüklerden vazgeçmeye, mükemmel insan olmaya çağırmıştır. Onun arınma yöntemleri arasında kendi varlığını Allah’ta eritmek, kibirlenmemek, ağlamak, tevbe etmek, büyük bir Allah aşkı duymak, nefsi terbiye etmek, iyilik yapmak çok önemli bir yer tutar. Bütün bu yöntemler, bize bizi hatırlatan yani insan olduğumuzu hatırlatan, bizi insanî özümüze dönmeye davet eden yöntemlerdir. Bu bakımdan özellikle bugünkü modern zamanlarda materyalizmin, dünyaya taparlığın, yüzeysel, görünen değerlere önem vermenin arttığı bu zamanda arınmaya çok ihtiyacımız var ve bu konuda bize Ahmet Yesevî en iyi örneklik yapacak bilgelerimizden biridir.[3]   

Prof. Dr. Nurullah Çetin - Yeni Mesaj

 

Kaynak: YENİ MESAJ GAZETESİ

[1] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12008515/ahmet-yesevi-de-turk-islam-devlet-felsefesi-i/prof-dr-nurullah-cetin

[2] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12008530/ahmet-yesevi-de-turk-islam-devlet-felsefesi-ii/prof-dr-nurullah-cetin  

[3] http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12008542/ahmet-yesevide-insan/prof-dr-nurullah-cetin 



Bu haber 2,465 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,147 µs