En Sıcak Konular

ÇAĞDAŞ TÜRK HİKAYESİ

31 Mart 2013 23:22 tsi
ÇAĞDAŞ TÜRK HİKAYESİ Servet-i Fünun sanatçıların batılı örneklerle yabancı temalar ve tercüme konularla dilimizin kelime ve cümle yapısını bozmalarına karşılık, yerlilik, millîlik ve yenilik, Ömer Seyfettin’in temel tezleridir.

Çağdaş Türk Hikâyesi

Şiir dilini oluşturan Yahya Kemal'den farklı tavırlarla da olsa, Ömer Seyfettin'in de hikâye dilini oluşturduğunu görüyoruz. İkisinin de Servet-i Fünun şair ve yazarlarının dil ve sanat telakkilerine muhalefetle görüşlerini geliştirmiş olduğunu görüyoruz. Servet-i Fünun sanatçıların batılı örneklerle yabancı temalar ve tercüme konularla dilimizin kelime ve cümle yapısını bozmalarına karşılık, yerlilik, millîlik ve yenilik, Ömer Seyfettin'in temel tezleridir. Hikâyemiz bu eksene oturtmaya çalışmış ve bu yolda tutarlı görüşler savunmuştur.
Aslında hikâye geleneğimiz, Ahmet Midhat Efendi'nin Letâif-i Rivâyat'ı (1870) ile Emin Nihat'ın Müsameretnâme (1872) isimli eserleriyle şekillenmiş görünür. Bunların et-rafında Recaizâde Ekrem ve Halit Ziya'nın geliştirdiğinden sonra Ömer Seyfettin'le hikâye-mizin çerçevesi ortaya konmuştur. Onu belirtmeden çağdaş Türk hikâyesini değerlendireme-yiz:
1. Otobiyografik hikâyeler: Çocukluk, ilk gençlik ve günlük hayattan gözlemler...
2. Halk hikâye ve masallarının kıssadan hisse anlayışıyla yeniden yazımı.
3. Tarihî şahsiyetleri yeni nesillere şuur vermek için hikâyeleştirilmesi.
4. Siyasî ve sosyal gözlemleri belirli tipleri öne çıkararak anlatarak eleştirilmesi.
5. Halkın bâtıl inançlarıyla düzmece evliya menkıbelerini eleştiren hikâyeler.
6. Günümüzün mizahı, basit yaşayışın eleştirsi ve magazin hikâyeciliği.
HİKÂYEMİZDE İKİ FARKLI ANLAYIŞ
Halit Ziya, Aşk-ı Memnu romanında çağdaş duyarlığı yakalamasına, ilişkilerinde yasak sınırları zorlayan ve birbirini yıpratarak kendini gerçekleştirmeye çalışan insanların fert olma çabalarını kendine özgü bir roman diliyle anlatmasına rağmen, hikâyede 19. Yüzyılın roman-tizminden kendini kurtaramamıştır. Bu yolda Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri de kendi romanlarının gerisinde ve daha çok Ömer Seyfettin çizgisinde eserler vermişlerdir. 
Ahmet Mithat Efendi çizgisini sürdüren Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim, Refik Halit ve Sabahattin Ali ile Aziz Nesin gibi sosyal gerçekçi hikâyeler yazan Orhan Kemal, Kemal Ta-hir, Yaşar Kemal, Kemal Bilbaşar ve Samim Kocagöz gibi yazarların da hikâye dili aynıdır.
Hayatı boyunca yazarlığını takma adlarla sürdüren Memduh Şevket Esendal ile doktor gözüyle toplumu ele alan ve F. Celâleddin imzasıyla hikâyeler yayınlayan Fahri Celâl Gök-tulga'yı çağdaşlarından farklı bir hikâyeci tavrı içinde görüyoruz. Bunlardaki hayatı biraz mütebessim bir yüzle karşılayan sade vatandaş tavrı, sosyalist gerçekçilerin şematik, karamsar ve kavgacı tavrından farklı, ama yine Ömer Seyfettin çizgisindedirler. Aynı hikâye dilini kul-lanan Haldun Taner, bu tavra biraz humor katarak batılı hikaye ile buluşma noktaları arar. 
Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu(1930) adlı hacmi küçük, ama büyük ro-manı ile anlatı geleneğimizde bir dönüşüm yaşandığı ve artık hikâyeci veya romancının çağımızın insanını anlatmak için dilin bütün imkânlarını kullanması gerektiği ortaya konmuş-tur.
Bu gelenek içinde, aynı dili kullandıkları halde farklı tavır ve dünya görüşleri ortaya koyan üç ayrı hikâyeci ve romancı grubundan da söz etmemiz gerekir:
1. Peyami Safa, Necip Fazıl, A.H.Tanpınar ve Samet Ağaoğlu'nun mistik ve metafizik ürpertiler ortaya koyan hikâyeleri.
2. Nahit Sırrı, Abdülhak Şinasi ve Ziya Osman Saba'nın geçmiş zamanı peşinde, nostal-jik ve hatıra çeşnili hikâyeleri.
3. Necip Fazıl'ın çağdaş evliya menkıbeleriyle roman tadı veren otobiyografik eserleri yanında Samiha Ayverdi, Şule Yüksel Şenler ve Afet Ilgaz'ın dinî ve mistik tecrübeleri anla-tan hikâye parçalarıyla romanları.
Bugünkü anlamda çağdaş Türk Hikâyesi İkinci Dünya Savaşı yıllarında teşekkül eder. Sait Faik, Tarık Buğra ve Haldun Taner gibi kendi kendisiyle ve toplumla çatışan insanı an-latırken hazır şemalardan ve tüm ifade kalıplarıyla geleneksel bağlardan kendilerini kurtaran yazarlar, hikâyemizin dilini ve çerçevesini genişletir. Artık sanatçıya dışarıdan alınan örnekler ve ideolojik reçeteler İkinci Dünya Savaşı'nın oluşturduğu çöküntü atmosferinde çürümüştür. Ayrıca bu hikâyeciler sanatın sanat için, hikâyenin hikâye için olduğu düşüncesindedirler.
HİKÂYE TÜRÜNÜN ÖYKÜYE DÖNÜŞÜMÜ
Oğuz Atay'a kadar hikâye ve roman dilinde kendine göre oluşan anlatı geleneğini ter-keden ve her biri farklı tavırlar ortaya koyan, ama pek dikkati çekmeyen başka yazarlar da vardı. Her biri farklılıkları yanında benzer özelliklere de sahip görünen Feyyaz Kayacan, De-mir Özlü ve Rasim Özdenören gibi yazarlarla birlikte hikâyeye "öykü" dendiğini görüyoruz. Bunların yayınladığı "anlatı" metinleri gibi Egzistansiyalist anlayışın edebiyatımıza yansıyan örnekleri dikkatle incelendiğinde, Kafka ve Albert Camus etkisinin çok belirgin olduğu görü-lür. İkinci Yeni Şiiri'ne paralel gelişen bu hikâyenin Sevgi Soysal ile birlikte sosyal gerçekçi etkisiyle politize olduğu görüldü. Bunlardan hemen sonra eser vermeye başlayan Füruzan, Tomris Uyar, Sevinç Çokum, Mustafa Kutlu ve Selim İleri'nin de kendi yollarını buldukları söylense de, bir zamandan beri hikâyemizle birlikte bunların da tıkandıkları ortada.
Bu arada hikâye türünün değişmesinden veya öykü adını almasıyla ilgili farklı görüşler-den de söz etmeliyiz: Hikâye kelimesini yenileştirmek isteğiyle "öykü" diyenler olduğu gibi, "hikâye" ile "öykü" arasında içerik farkı olduğu söyleyenler de var. Doğrusu, "öykünmek", yani taklit etmekten türetilen "öykü" kelimesini öykünmeci hayat tarzının ifadesi için kullan-mak mümkün. Kelimeler taşıdıkları çağrışımlarla birlikte belirli anlamları ifade eden kavram-lardır. Semantik değişimler hiç de keyfî bir tarzda gerçekleşmez. 
Kısaca özetlersek, çağdaş Türk hikâyeciliğinin temel meseleleri şunlardır:
1. Kendi hikâye geleneğimizle ilişki kurmakta yetersizlik.
2. Çağdaş insanı ifade için yerli ve yeni bir dille söz edecek sorumluğa ilgi göstermek.
3. Evrensele ulaşacak formlarla orijinal biçimde insanı bütün boyutlarıyla anlatabilmek.
6. Anlatı dilini yenileyip genişleterek moda romanların baskısından kurtulmak. 
Çağdaş Türk hikâyesi insanımızı anlatmakta yeni yollar bulmakta elbette yetersiz kal-mayacaktır. Özellikle gençlerin yaşadığı duygu ve düşünceler, yeni dünyada toplumumuzun ve ailemizin geçirdiği değişim, her yaştan hikâyeci için işlenmeye hazır, bâkir malzemelerdir. 
1980 sonrası şiiri gibi omurgası ve özellikleri belli bir 80 sonrası hikâyesinden söz et-mek mümkün görünmüyor. Son devir romancılarının gerisinde, Batı ve Latin Amerika yazar-ların etkisinde, postmodern tavırlara açık görünen bir hikâyeciliğimiz var. Bu genel durum...
Kadın yazarlar Halide Edib'in öncülüğünden sonra pek çok kadınlar kendilerini yazarak erkeklerin dünyasına erkeksi bir üslûptan farklı, kadınca bir dille girerler. Tomris Uyar ve Füruzan'la birlikte hanım hikâyecilerin kendilerine özgü bir kadın dili geliştirdiği görüldü.
Nazlı Eray, Ayşe Kulin ve Buket Uzuner gibi fanteziden, belgeselden bilimsel çalışmalara kadar her şeyi konu alan hikâyeciler yanında, Ahmet Kekeç, Ali Haydar Haksal, Cemal Şakar ve Hüseyin Su gibi Anadolu insanını anlatmada kendilerine özgü birer hikâye dili geliştirmeye çalışan hikâyecilerimiz de var.
Ayrıca, her kültür çevresinden hanım hikâyecilerin yazdıkları, Türk toplumunda uyanan kadının yaşantılarını yansıtması bakımından önemlidir. Kadının üstünlüğünü kanıtlamaya yönelik görünen feminist faaliyetlerle özde uyuşmayan emansipasyon amaçlı kadın hareketle-ri, eşitliği ve özgürlüğü savunuyor ve bunu da en iyi hikâyelerle ortaya koyuyorlar. Özellikle kadın dilini yakalamada yeni isimler Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ve Muhte-rem Yüceyılmaz'la pek çok genç hikâyeci bunun güzel örneklerini ortaya koymaktadırlar. 
Gelişen toplumların yeni ve güçlü edebiyatları olur. Tarihinin en önemli dönemeçlerin-den birini yaşamakta olan Türk toplumu edebiyatın her türünden fazla şiir ve hikâye ile çıkış yolları, yeni ifade biçimleri ortaya koymak zorundadır. Yeni sesler de böyle kendini gösterir. Çünkü orijinal şiiri-hikâyesi olmayan insan topluluklarıyla edebiyatlar hayatiyetini kaybeder. 
Kadını ve erkeğiyle çağdaş hikâye ve öyküsüyle kendine özgü bir anlatı dili geliştirmeli ve hikâye geleneğimizle ilişkisini kurarak, artık kendimize özgü bir romanı da geçiştirmeliyiz.

Mustafa Miyasoğlu - Milli Gazete


Kaynak: MİLLİ  GAZETE http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Cagdas_Turk_Hikyesi/14325#.UViXZ6JSg6g


Bu haber 1,157 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,448 µs