En Sıcak Konular

BATININ VE DOĞUNUN YALNIZ ÇOCUĞU

19 Eylül 2012 14:39 tsi
BATININ VE DOĞUNUN YALNIZ ÇOCUĞU Dünya edebiyatçılarının üzerinde en fazla yoğunlaştıkları evrensel konudan birisi ‘yalnızlık’tır.

Batının ve Doğunun iki yalnız çocuğu

Dünya edebiyatçılarının üzerinde en fazla yoğunlaştıkları evrensel konudan birisi 'yalnızlık'tır. Her sanatçı, kişisel duyarlılığına, kültürel ve eğitimsel birikimine, dinî inancı ve ideolojik donanımına göre bireysel ve sosyal dünyasında hissedip yaşadığı yalnızlık olgusunu eserine yansıtma gereği duymuştur. 
Ben bu yazımda yalnızlık konusuna iki ayrı dünyanın iki farklı zaman ve mekânlarda yaşamış iki tipik edebiyatçısını karşılaştırarak irdelemeye çalışacağım. Yirminci yüzyıl modern batı edebiyatından seçtiğim Albert Camus ve onun meşhur Yabancı adlı romanıyla Divan şiirinin önemli şairlerinden Esrar Dede ve onun bir rubaîsi üzerinde duracağım. 
Albert Camus, Varoluşçu düşünce ve sanat akımının tipik temsilcilerinden biridir. Varoluşçuluk felsefesi, temelde kişinin bu dünyada var oluşunu, kimlik ve kişiliğinin gelişimini din, gelenek, sosyal baskı, ahlâk gibi dış etkenlerden bağımsız olarak kendi nefsinin, düşünce ve iradesinin gerçekleştirebileceği tezine dayanır. 
Onlara göre insan, bilinmez bir el tarafından dört duvarı camdan olan bir odaya benzetilen bu dünyaya atılmış ve kendi çabalarıyla burada yaşama savaşı vermeye terkedilmiş zavallı bir yaratıktır. İnsan ne yapmak istiyorsa, ne olmak düşüncesindeyse bütün bunları salt kendisi gerçekleştirme durumundadır. 
Ortaçağ boyunca uzun yıllar Batı, muharref (papazların aslından uzaklaştırdığı) Hıristiyanlığın uygulama biçimi olan mevhum bir göksel ve ilâhî otorite adına yersel olanı yani bireyi ve toplumu; kısaca insanı baskı altında tutan, insan iradesine manevra imkânı tanımayan karanlık bir dönem geçirdi. 
İncil, yorumları ve hikâyeleri dışında hiçbir bilgi, bilim ve düşünceye özgürlük hakkı tanınmıyor, Meryem, İsa ve aziz resimleri ve heykelleri dışında hiçbir resim ve heykele, kilise ilâhîleri dışında hiçbir müziğe varlık alanı verilmiyordu. 'İnsanîlik' adına hiçbir şeye izin verilmezken; 'ilâhîlik' adına uydurulan şeyler tam bir otorite kurmuştu. 
Reform ve Rönesans hareketleriyle Batı, bu kilise kurumunun kurduğu ilâhî otoriteye karşı 'insanın özgürlüğü' ve 'Hümanizm' sloganlarıyla isyan ederek bu sefer ilâhî olanı reddedip 'insan'ı ilâhlaştırdı. İnsanın gücüne, ürettiği bilime ve sanata tapmaya başladı. 18. ve 19. yüzyıllar boyunca insan kaynaklı bilim ve sanata taparlık bir din cezbesi içinde yaşandı. 
20. yüzyılda teknolojik medeniyetin ve sistemli bilim mantığının insan ruhunun taleplerine tam anlamıyla karşılık verememesi üzerine bunalım felsefeleri ve sanat akımları, bununla birlikte yeni arayışlar baş gösterdi. İşte Varoluşçuluk felsefesi de insanın varoluşunu felsefî plânda sorgulayan eğilimlerden biridir. 
Varoluşçu bir yazar olan Albert Camus, Yabancı adlı romanında Mersault'un dramatik ve trajik hayatını sergilerken Varoluşçu dünya görüşünün ipuçlarını da vermektedir. Mersault, ontolojik anlamda yalnız birisidir. Yaşadığı, görüp geçirdiği olaylar, yapıp ettikleri onun için anlamlı gelmemektedir. 
Her şey boş ve saçmadır. Dünyada var oluşuna gerçekçi ve sağlıklı bir anlam veremediğinden, uğruna yaşanılacak, acı çekilecek, heyecan duyulacak, gayret gösterilecek bir amaca sahip olmadığından sosyolojik anlamda bir topluluk içinde bulunsa bile felsefî ve metafizik anlamda yalnızdır. 
Annesinin ölümü onda hiçbir farklı duygu uyandırmıyor. Bu olay karşısındaki tepkileri genel geçer insan kitlesinin tepkilerinin oldukça dışında ve çok aykırı bir tavır sahibi. Marie ile ilişkilerinde de sıradışı bir tavrın sahibi. Toplum genelinin yaygın ve kabul görmüş reflekslerinden tamamen uzak. 
Toplum içinde bu ayrıksı ve aykırı tavırlarıyla Mersault yapayalnız. Hayatın anlamını bulamadığından her şey onun için anlamsızdır. Annesi ölmüş, gömülmüş ve o işe yeniden başlamıştır. Alt tarafı değişen hiçbir şey yoktur. (s.39). 
Hayat çok yavan geçmektedir. Patronunun işine Paris'te devam etme önerisi, Marie'nin kendisine evlenme teklifi, bunlar Mersault'ta hiçbir heyecan uyandırmaz, ona göre hayatındaki bu değişiklikler olsa da olur olmasa da hepsi birdir. Her hayat birbirine benzer. 
Mersault'un cinayet işlediği zaman da tavrında bir değişiklik yoktur. İşlediği cinayet onda korku, sevinç gibi olumlu olumsuz hiçbir duygu uyandırmaz. Esasen o niçin bu suça bulaştığını da bilememektedir. Hayatın her görüntüsü gibi bu da anlamsızdır ve kaygılanacak bir tarafı yoktur. 
Olsa da olur olmasa da olur kabilinden yaşanmış olaylardan biridir. Ümitsizlik, amaçsızlık, heyecansızlık, donukluk, durgunluk, kendini akıntıya bırakmışlık, hep onun var oluşuna doyurucu bir anlam yükleyememesinden kaynaklanan metafizik yalnızlığının sonuçlarıdır. 
Ne varlıkla, ne toplumla, ne de tanrıyla kendisi arasında anlamlı ve organik bir bağ görememekte, içinde yer aldığı bütüne anlamlı katkılar sağlayamamaktadır. "Hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur, onun için susarım" (s. 89) sözü, onun felsefî anlamdaki yalnızlaşmasının çarpıcı bir ifadesidir. En önemlisi hayata dinamik bir anlam verecek olan tanrı inancını kaybetmiştir. 
"Tanrıya inanıyor musunuz?" sorusuna verdiği "hayır" cevabı (s. 93), onun kendisini bu dünyada sahipsiz, annesiz babasız yani yetim olduğunun göstergesidir. Dolayısıyla hayatın etkilerine karşı verdiği hüzünlü, kırılgan, soluk, hissiz, donuk tepkiler, hep onun yetîmane hüznünün terennümleridir. Varoluşçu yazar, hep bir yetimliğin hüzünlü şarkılarını söyleyip durmuştur. 
Modern batı sanatçısının "yetîmane yalnızlığı"na karşın Doğulu Müslüman sanatçının "garîbane yalnızlığı"nı terennüm ettiğini görüyoruz. İslâm'ın içsel bir varlık ve hayat felsefesi olan tasavvuf, Doğulu edebiyatçıya en önemli beslenme zeminlerinden birini oluşturmuştur. Tasavvufa göre, insan bu dünyaya gelmeden önce bezm-i elestte, ruhlar âlemindeyken Allah'la beraberdi. 
Yaratıcısı, sevgilisi olan Allah'la birlikte olduğu o âlemde mutluydu. Ancak dünyaya gönderilmekle biraz rahatı kaçtı. Asıl vatanından ve sevdiğinden geçici bir süre için ayrı kaldığından kendini bu dünya gurbetinde garip hissetti. Ancak ölümden sonra tekrar sevdiği sahibi olan Allah'la beraber olabilecekti. Sanatında hem geçici bir süre için ondan ayrılmışlığın doğurduğu yalnızlığın garibane hüznünü şakıdı hem de sonsuza dek sürecek visalin, kavuşmanın, birlikteliğin ümidini, heyecanlı bekleyişini, özlemini dile getirdi. 
Divan şiirinde hemen hemen pek çok mutasavvıf şairin bu duyguları dile getiren yüzlerce, binlerce şiiri bulunmaktadır. Ben buraya Varoluşçu dünya görüşüyle tasavvufî dünya görüşünün iki örnek metin özelinde karşılaştırılmasını sağlamak üzere bunların en çarpıcı olanlarından, Esrar Dede (öl. M. 1796)'nin bir rübaîsine yer veriyorum: 
      
"Hoş vakt idi ol ki yâr ile hem-dem idim 
Şeb-tâ-be seher meclisine mahrem idim 
Yâdına gelir mi ey dil ol demler kim 
Her gûşe behişt idi vü ben Âdem idim." 
     
(O yar, sevgili olan Allah ile dünyaya gelmeden önce ruhlar âleminde iken bir arada geçirdiğim vakitler ne kadar hoş vakitlerdi. Akşamdan sabaha, sabahtan akşama sürekli meclisinde onunla birlikte bulunuyordum. Ey gönlüm o güzel anları, tatlı zamanları hatırlıyor musun? O zaman o âlemin her köşesi cennet ve ben de o cennetin güzelliklerinden, nimetlerinden istifade eden bir Âdem gibiydim. Şimdi bu dünya gurbetinde hem o güzel âlemin hatıralarıyla hüzünlü bir şekilde avunuyorum hem de yeniden o mutlu zamanlara dönüş ümidinin heyecanını yaşıyorum.)
Görüldüğü gibi Batılı Varoluşçu sanatçının tam bir sahipsizlik ve kimsesizlik bağlamındaki yetimce yalnızlığı ve bunun doğurduğu çaresizlik, ümitsizlik, hiç bir çıkış yolu bulamama ve hayata, varlığa, olaylara anlam verememe, her şeye absürd, saçma, boş, amaçsızlık gibi kavramlarla yaklaşma eğilimine karşın, doğulu mutasavvıf sanatçı İslâm imanının verdiği duyguyla kendini öncesiz, sonrasız ve her şeyin yaratıcısı olan sahibinden ömür süresince geçici bir ayrılığın verdiği gurbet yalnızlığını yaşamaktadır. 
Onu, dünya sonrasına yönelik umudu, bu kısa sürecek yalnızlığının sona ereceği müjdesi içinde dinamik tutmaktadır. Dolayısıyla hayat karşısında aldığı tavır mantıkî bir anlam silsilesini barındırmaktadır. 

Prof. Dr. Nurullah Çetin - Yeni Mesaj 

 

Kaynak: YENİ MESAJ GAZETESİ http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12003007/batinin-ve-dogunun-iki-yalniz-cocugu/prof-dr-nurullah-cetin


Bu haber 1,084 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,462 µs