En Sıcak Konular

BAHÇELİ: ''TÜRK MİLLETİ HİYANETİN BAŞINI EZMEYE MUKTEDİRDİR''

22 Mart 2012 13:32 tsi
BAHÇELİ: ''TÜRK MİLLETİ HİYANETİN BAŞINI EZMEYE MUKTEDİRDİR'' Bahçeli, "Ne geliyorsa gelsin, kim neyi getiriyorsa getirsin, büyük Türk milleti hepsini karşılamaya ve hıyanetin başını ezmeye Allah'a şükürler olsun ki mukadderdir" dedi.

NE GELİYORSA GELSİN...

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Türk milleti, üzerine gelen yedi düveli, boğazına çöken düşman unsurları, kalbine hançer vurmak için pozisyon almış kirli emelleri şehitliğe koşar adım giden evlatları sayesinde def etmiştir. Bu itibarla, Çanakkale farklılıkları teşvik ederek, bizi birbirimizden koparmaya çalışan AKP zihniyetine ders olmalıdır" dedi.
İblisçe bir taktik
Bahçeli, "PKK'lı maşaların, Nevruz Bayramı'na daha birkaç gün varken, kutlama bahaneleriyle 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin 97'nci yıldönümünü zehir etmeye ve gölgelemeye yeltenmeleri iblisçe bir taktik ve yöntemdir. Maalesef bölücü çevrelerin azmasında ve zıvanadan çıkmasında AKP'nin yönlendirmesi ve cesaretlendirici tutumu etkili olmuştur" açıklaması yaptı.
Türk Milleti muktedirdir
"Müzakereler başlasın, şayet bir şeyler yapılmazsa bahar geliyor. Devlet adım atmazsa, tecrit bitmezse, haberiniz olsun bahar geliyor. Hakkımızı verin, kimliğimizi verin, anadilimizi tanıyın; yoksa bahar geliyor. Demokratik özerkliği kabul edin, anayasal hakkımızı verin; aksi halde bahar geliyor." tehditlerine Bahçeli, "Ne geliyorsa gelsin, kim neyi getiriyorsa getirsin, büyük Türk milleti hepsini karşılamaya ve hıyanetin başını ezmeye Allah'a şükürler olsun ki mukadderdir" dedi.
 
Yüreğin yetiyorsa gel
Bahçeli, "Sayın Başbakan; muğlâk ifadelerle konuşma, muallâk duruş sergileme, bin dereden su getirerek niyetini gizleme. Toplama ve çıkarmalarla uğraşma, bizi tariz yollu eleştirdiğin aritmetik işlemlerden asıl sen vazgeç. Samimiysen, içtensen, yüreğin varsa gel her şeyi bir kenara bırakalım ve imam hatip liselerinin orta kısmını birlikte ve güç birliği yaparak açalım" önerisini getirdi.
 
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudiyetinin Afganistan'da stratejik bir önemi kalmamıştır. Bu nedenle, Türkiye artık Afganistan defterini kapatmak için harekete geçmeli, Hükümet gerekli girişimleri ve hazırlıkları bir an önce başlatmalıdır" dedi.
Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin 97. yıldönümünde geçmişin anılarını kalplerinde dalgalandırdıklarını söyledi.

"Biliyor ve teyit ediyoruz ki Çanakkale elleri öpülesi bir neslin, rengi kıpkırmızı olan inanç ve iman mürekkebiyle yazdığı fedakarlık manifestosudur" diyen Bahçeli, "Çanakkale, ürkmeyen, çekinmeyen, korkmayan ve yenilmeyi aklından bile geçirmeyen millet kudretinin uyanışı ve şahlanışıdır. Çanakkale, milletimizi 36'ya ayırma konusunda ayak direyen, etnik kimlikleri birer birer sayarak bu konuda gözünü hırs bürüyen Başbakan Erdoğan'a da bir sonuç vermelidir" ifadelerini kullandı.

12 ŞEHİDİMİZ

Afganistan'dan gelen acı haberle milletin yasa boğulduğunu belirten Bahçeli, Türkiye'nin komuta ettiği Kabil Bölge Komutanlığı emrinde görev yapan bir helikopterin düşmesiyle milletin 12 evladının, "ne yazık ki" şehit olduğunu söyledi.
Şehit ailelerinin gösterdiği vakar ve metanetin de fazlasıyla dikkatlerini çektiğini anlatan Bahçeli, şöyle devam etti:
"Elbette şehitlerimizle övünüyoruz, onları şükranla yad ediyoruz. Ancak doğal ve doğru olanın da önce insanı yaşatmak, güçlü, sağlıklı ve değerli kılmak olduğunu hiç aklımızdan çıkarmıyoruz. Açıktır ki hem vatanımızdan hem de dışarıdan gelen şehit haberleri, milletimizin dayanma ve hazmetme gücünü sürekli aşındırmakta ve irtifa kaybettirmektedir.
Afganistan'da meydana gelen elim helikopter kazası, üzerinde mutlaka durulması ve iyi irdelenmesi gereken bazı gerçekleri de gün yüzüne çıkarmıştır.
12 evladımızı taşırken bir binanın üstüne çakılan helikopterin, teknik sorundan mı yoksa kalleşçe yapılan saldırıdan mı böyle bir akıbete uğradığı hususu kısa süre içinde netleştirilmelidir.

Dost ve kardeş ülke Afganistan'ın yaşadığı işgal ve esaret, özellikle son günlerde iyice gerilen sosyal ve siyasal yapısı, bu kazanın tesadüfen olmadığı yönündeki kanaatimizi ister istemez belirginleştirmektedir. ABD askerlerinin Bagram hava üssünde Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'i yakmaları, arkasından Kandahar'da, aralarında çocukların ve kadınlarında da bulunduğu 16 sivil Afgan'ın katledilmesi provokasyona açık bir ortamı ziyadesiyle teşekkül ettirmiştir. Başbakan Erdoğan, bu izansızlığı ve yüz karası gelişmeleri nedense suya sabuna dokunmayan ifadelerle gündemine almış ve hemen geçiştirmeyi tercih etmiştir."

"AFGANİSTAN DEFTERİNİ KAPATMAK"

Afganistan'ın yıllarca terörist avı bahanesiyle esir edildiğini, ülkede istikrar ve toplumsal düzenin bir türlü tesis edilemediğini vurgulayan Bahçeli, yapılan açıklamalardan 2014 yılına kadar ABD'nin ve diğer ülke askerlerinin bu ülkeden çekileceğinin anlaşıldığını söyledi.
Bahçeli, "Bu kapsamda, Türk silahlı Kuvvetleri mevcudiyetinin Afganistan'da stratejik bir önemi kalmamış, üstelik burada bulunmamız can ve mal kaybımıza neden olmaya başlamıştır. Bu nedenle, Türkiye artık Afganistan defterini kapatmak için harekete geçmeli, buradaki sayıları 1850'ye yaklaşan askeri varlığımızı geri çekmek amacıyla Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti gerekli girişimleri ve hazırlıkları bir an önce başlatmalıdır" diye konuştu.
"Madem Türk askerinin bulunduğu her yerde huzur vardır, o halde Adalet ve Kalkınma Partisi, 9 yılı aşkın bir süredir 'darbeci' diyerek kiminle mücadele etmektedir?" sorusunu yönelten Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dışarıda itibar, içeride itham altında bulunan Mehmetçiği, yan gelip yatmakla suçlayan bu hastalıklı siyaset anlayışı değil midir? 'Vesayetten kurtuluyoruz, darbecilerden temizleniyoruz, kirlerden arınıyoruz, yükleri atıyoruz, demokrasiye kavuşuyoruz ve eski Türkiye'yi geride bırakıyoruz' diyen Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi, acaba bu sözlerin birinci dereden muhatabı olarak, Türk ordusunu gördüğünü itiraf edecek midir?

Bizim tavsiyemiz, gözlerinden yaş eksik olmayan Başbakan Yardımcısı'nın, 'Söz gümüşse sukut altındır' nasihatinden nasiplenmesi, biraz dilini tutması, fakat bundan dolayı bunalırsa da dizine vurarak hıçkıra hıçkıra ağlamayı sürdürmesidir."

NEVRUZ BAYRAMI

Bahçeli, konuşmasında, vatandaşların Nevruz Bayramı'nı kutladı. İzinsiz Nevruz kutlamaları sırasında Diyarbakır ve İstanbul'da yaşanan olaylara da değinen Bahçeli, "Gözü dönmüş bölücüler meydanları, sokak aralarını ve caddeleri savaş alanına çevirmiştir. Nefret ve kinle Nevruz'u kirleten, bu tarihi bayramı lekelemeye çalışan çapulcular, çapsızlar ve çürümüşler, kaldırım taşlarını sökmüşler, cam ve çerçeveleri indirmişler, kamu araçlarını taşlamışlar ve dikili ağaçlara dahi zarar vermişlerdir. Şu kadarını söyleyebilirim ki ortalıkta maskeyle zehir saçan bu güruha insan denilmesi en başta insanlığa hakaret ve vefasızlık olacaktır" diye konuştu.

AKP'NİN TUTUMU CESARETLENDİRDİ

"Maalesef bölücü çevrelerin azmasında ve zıvanadan çıkmasında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yönlendirmesi ve cesaretlendirici tutumu etkili olmuştur" diyen Bahçeli, şu ifadeleri kullandı:
"Yıkım projesinin her hamlesi, bu kapsamda atılan her adımı ve kurulan her müzakere masası terörist odakların suyu, ekmeği ve oksijeni haline dönüşmüştür. Başbakan Erdoğan kuvvetle muhtemel bu olayları değerlendirecek ve eleştirecektir. Bununla da yetinmeyecek siyasi bölücü BDP'yi sözde hedef tahtası yapabilecektir.
Terörün Meclis kadrosu, işbirlikçiler ve dağdaki çete başları koro halinde aynı ihanet nakaratlarını tekrarlamışlar ve dayatmaları kabul edilmezse baharda kan akacağını alçakça ilan etmişlerdir. Lütfen şu sözlere dikkat ediniz ve bölücü küstahlığın ulaştığı seviyeyi vicdan terazinizde tartınız:
 
√ "Müzakereler başlasın, şayet bir şeyler yapılmazsa bahar geliyor."
√ "Devlet adım atmazsa, tecrit bitmezse, haberiniz olsun bahar geliyor."
√ "Hakkımızı verin, kimliğimizi verin, anadilimizi tanıyın; yoksa bahar geliyor"
√ "Demokratik özerkliği kabul edin, anayasal hakkımızı verin; aksi halde bahar geliyor."
Ne geliyorsa gelsin, kim neyi getiriyorsa getirsin, büyük Türk milleti hepsini karşılamaya ve hıyanetin başını ezmeye Allah'a şükürler olsun ki mukadderdir.
Bu sözler, baharın muazzamlığına, güzelliğine ve hepimizi büyüleyen ihtişamına mayınlı, kaleşnikoflu, bombalı ve mermili saldırı planlarıdır.
İnsanlığı iflas etmiş, vicdanını ve hissiyatını küresel bölücülük lobilerine tutsak bırakmış ne kadar rezil varsa, güneşimizin önüne geçmek için sabırsızlık duymaktadır.
Bazı sözde aydınlar da bahar sendromundan bahsetmişler, sabotajların, terör saldırılarının ve arkası arkasına menfur eylemlerin olabileceğine işaret etmişlerdir.
Hâsılı, önüne gelen baharla gözümüzü korkutmaya, huzurumuzu kaçırmaya ve endişeye sevk etmeye matuf hareket ve tutum içinde bulunmuştur.
Kararlılıkla söylemek isterim ki, bölücünün, BOP'çunun, içimizdeki Kandil ve İmralı şakşakçılarının bir bildiği varsa, Türk milletinin azametli şamarı ve korkusuzca duruşu vardır.
Baharda kanlı dereler, barut kokan çiçekler, kurşun sesleriyle kuşatılmış ovalar, tuzaklarla doldurulmuş dağlar ve şehit anasının feryadını görmek isteyen hainler, inşallah milletimizin kahrı karşısında çaresiz kalacaklardır.
Etnik teröre karşı tedbiri elden bırakmamak ve bölücü terörün menhus eylemlerini ve hunhar saldırılarını engellemek adına gerekli önlemleri almak lazımdır.
Nihayetinde Türkiye'nin en ciddi sorunlarının başında bölücülük ve terör musibeti gelmektedir.
Bilhassa yeni anayasa hazırlık sürecinde artniyetli mihraklar ellerinden geleni arkalarına koymayacak ve Türk milletinden taviz koparmak için her yolu deneyecektir.
Güçlü bir ihtimalidir ki, siyasi iktidarın tolerans ve göz yummasıyla Türk milletini hedefine alan ihanet kumpasları ve bölünme kampanyaları önümüzdeki süreçte etkinlik kazanacak ve yaygınlaşacaktır.
Türkiye bir karara zorlanacak, Türk milleti bir seçeneksizlikle imtihan edilecektir.
Ve bunların denetim, yönetim ve kontrol eşbaşkanlığının bir ucunda AKP, diğer ucunda ise yapışık ikizi BDP yerlerini almış olacaktır.
Yıkım projesini yeni seferlerle, entrikalarla devam ettirme iddiası bunun bir göstergesi ve belirtisidir.
AKP ile BDP'nin aynı çanaktan beslenmeleri, birbirlerini doğrulayan ve tamamlayan farklı sözleri buna dair bir emaredir.

İnancım odur ki, beraber ağlayıp, birlikte gülen; bayram günlerinden, yas tutulan dönemlere kadar her şeyi birlikte paylaşan ve yaşayan aziz milletimiz hiçbir şart altında Allah'ın izniyle ayrılıkçı emellere geçit vermeyecektir. 

EĞİTİM SİSTEMİ 

AKP'nin eğitim sistemini bütünüyle ele alan kanun teklifi, tartışmaların ve karşılıklı atışmaların odağı olmayı sürdürmektedir.
Meselenin aşırı siyasileştirilmesi, üstelik hınç ve intikam duygularıyla hareket edilmesi milli eğitimde umut ettiğimiz değişim ve reform hamlelerinin yapılamayacağını göstermektedir.
AKP'nin uzlaşmaz, bencil, diyaloga ve işbirliğine kapalı siyaseti eğitim hayatımızı yeni ve daha büyük sorunların ortasına sürükleyecektir.
Üzülerek ifade etmek isterim ki, milyonlarca evladımız ve ailesi, AKP'nin neden olduğu kavga ve gerginlik halinden dolayı bezgin ve kaygı içindedir.
Başbakan'ın akşam yatıp sabah kalkmasıyla şekil bulan, üç dördün toplamıyla somutlaştırdığı ve adına eğitimde reform denen teklifin her şeyden önce temelsiz bir içeriğe sahip olduğu meydandadır.
İdeolojik endişeler, siyasi hesaplar eğitimdeki ihtiyaçların önüne geçmiş, çocuklarımızın ve gelecek nesillerin nasıl ve ne durumda olacakları esas olarak hiç gündeme getirilmemiştir.
Bizim açımızdan, Başbakan Erdoğan'ın "Yaptığımız reform, ideolojik değil, pedagojik reformdur" sözleri de, bir hüküm ve inandırıcılık tonu içermemektedir.
Eğitim sistemiyle ilgili görüşlerin 28 Şubatla ilişkilendirilmesi ve imam hatipler özelinde yürütülmesi tabiatıyla AKP istismarının bir başka sonucudur.
Parti olarak, 28 Şubat'ın tarafgir ve dikte ettirici yaklaşımını ne kadar çirkin ve kabul edilemez buluyorsak, AKP'nin de siyasi uygulamalarını aynı ölçü ve ayarda değerlendiriyoruz.
AKP zihniyeti açıkça kendi 28 Şubat'ını oluşturmakta ve bunu da insafsızca sürdürmektedir.
Başbakan tarafından geçtiğimiz günlerde sarf edilen "Topla, tankla, Sincan'da yürütülen tanklarla gelen bir uygulamayı, biz millet iradesiyle düzeltiyoruz" beyanı bu çerçevede son derece manidardır.
Başbakan Erdoğan gerçekte bu ibareleriyle yanlışa düşürülmüş ve kılavuzları tarafından bir kez daha yanıltılmıştır.
28 Şubat'ın telafisi; demokrasi standardının yükseltilmesiyle ve çeşitli görüşleri saygı prensibiyle ele alarak hepimizi yakından ilgilendiren bir konuda karar oluşturulmasıyla mümkün olacaktır.
Vesayetin panzehiri, darbeci zihnin ilacı toleranstan vazgeçmek değil, dinlemek, konuşmak ve iletişim kurmaktır.
Oysaki Başbakan Erdoğan; demokrasi karşıtı bir siyasi tutumla hareket etmiş ve partisinin 28 Şubat'ın hormonlu bir ürünü olduğunu yeniden tescil etmiştir.
Dün demokrasinin kafasında tank geziyordu, bugün AKP'nin balyozu durmaktadır.
İmam hatipler dün hedefti, bugün de istismarın merkezindedir.
Biliniz ki 28 Şubat neyse, AKP zihniyetinin yönetimi ve iktidar uygulamaları aynısıdır.
Bu kapsamda, getirilen yeni eğitim sistemine dengeli ve omurgalı muhalefetimizden dolayı AKP'nin kıvrandığını ve klasik silahı olan iftira ve çamur atmaya bir kez daha müracaat ettiğini özellikle geçtiğimiz hafta fazlasıyla gördük.
Önce şunu söylemeliyim ki, Milliyetçi Hareket Partisi'nin imam hatip liselerinden rahatsız olduğunu söylemek için bir insanının ya beyninde ileri düzeyde hasar ya da Recep Tayyip Erdoğan olması yeterlidir.
Bizim rahatsız olduğumuz tek konu, böylesi kıymetli liselerimizden AKP'nin yönetiminde bulunan zevatın çıkmış olmasıdır.
İmam hatiplerin varlığı tıpkı diğer liseler ve eğitim kurumları gibi memnuniyet vericidir.

Bu okullardan mezun olan kardeşlerimizin ihlâs sahibi kişiler olarak, ülkemize çok hayırlı hizmetler yaptığı bizim açımızdan berraktır. 

BAŞBAKAN'A ÇAĞRI 

Buradan, Başbakan Erdoğan'a samimi bir çağrıda bulunmak ve kendisine partimizin teklifini duyurmak istiyorum:
Sayın Başbakan; muğlâk ifadelerle konuşma, muallâk duruş sergileme, bin dereden su getirerek niyetini gizleme.
Toplama ve çıkarmalarla uğraşma, bizi tariz yollu eleştirdiğin aritmetik işlemlerden asıl sen vazgeç.
Samimiysen, içtensen, yüreğin varsa gel her şeyi bir kenara bırakalım ve imam hatip liselerinin orta kısmını birlikte ve güç birliği yaparak açalım. 
KUR'AN-I KERİM'İ SEÇMELİ DERS YAPALIM
Biz hazırız ve buna varız.
İmam hatipte okumak isteyen çocuklarımızın önünü açalım ve bir hakkı teslim edelim.
Kur'an-ı Kerim'i okullarda seçmeli ders yapalım ve çağın manevi hastalığına evlatlarımızın yakalanmaması için önlem alalım.
Ayrıca, Başbakan Erdoğan geçtiğimiz haftaki grup toplantısında partimizi CHP'nin vagonu olmakla itham etmiş, bayatlamış ve modası geçmiş söz oyunlarına yüzü kızarmadan yeniden başvurmuştur.
Esasen hem lafın ciddiyeti, hem de söyleyenin kalitesi fazlasıyla bulanıktır.
Geçmişte, kimi zaman AKP'ye koltuk değneği olmakla, kimi zaman da CHP'nin yanında durmakla eleştirildik.
Velâkin bunda da bir hayır vardır dedik, güldük ve yürüdük geçtik.
Ancak unutulmasın ki, Milliyetçi Hareket; büyük Türk milletinin haricinde herkese eşit uzaklıkta duran bir partidir.
Aynı zamanda 43 yılın emeği, çilesi ve vatan mücadelesiyle duvarlarını ören; bir asrı aşan fikri çizgisinin olgunluğuyla iktidara talip bulunan; şehidiyle, gazisiyle, millet hizmetine feda edilmiş ömürlerin üzerinde yükselen milli ve manevi hilaller terkibidir.
Aslı astarı olmayan bir şekilde, bizi CHP'nin vagonu olmakla suçlayan Başbakan Erdoğan, acaba BOP'un yol çavuşu, zalimliğin makasçısı, işgalin kondüktörü olduğunu ne zaman anlayacaktır?
Kendi partisinin; okyanus ötesinin filikası, haçlıların muhbiri, küresel operasyonların furgonu ve vahşi Batı'nın sureti haktan görünen çakma Redkiti olduğunu ne zaman fark edecektir?
Başbakan bizimle uğraşmayı bıraksın da kendi derdine yansın.
İki cihanda da vereceği hesap için, bugünden zahmet edip biraz vicdan muhasebesi ve nedamet gösterisi yapsın.
Zira yenilen kul haklarının, söndürülen umutların, münafıklık alametlerinin, yalan, dolan ve kibrin Yüce Dinimizde hangi cezalara ve yaptırımlara bağlandığı da malumlarınızdır.
Ümit ederim ki, Başbakan Erdoğan ve yakın çevresi de bunları biliyor ve idrak ediyor olsun.
Suriye'deki olaylar 
Suriye'deki olaylar 15 Mart tarihinde bir yılını geride bırakmıştır.
Bu süre zarfında kanlı saldırılar, çatışmalar ve iç savaş görüntüsü Suriye'yi perişan etmiş, Suriye halkını canından bezdirmiştir.
Bir yıl önce, Deraa kentinde Esad yönetimini protesto etmek amacıyla toplanan küçük bir kalabalıkla başlayan olaylar, etkileri itibariyle hem bölgesel hem de küresel ölçekte hissedilir bir seviyeye ulaşmıştır.
Arap Baharı'na hâkim olan sokak dilinin, kavga ve kutuplaşma üslubunun, muhalif tezgâhlama sürecinin Suriye'yi de kuşattığı ve soluk alamaz hale getirdiği ortadadır.
Çıkan ayaklanma ve isyan dalgaları, komşu ülkelerin, yakın coğrafyaların hayat damarlarını tıkamış ve cinnet manzaralarını vizyona sokmuştur.
BOP'un planları bu minvalde saat gibi işlemekte ve mesafe almaktadır.
Saddam'ı idam edenler, Bin Ali'yi kaçırtanlar, Hüsnü Mübarek'i idamla yargılayanlar, Kaddafi'yi linç edenler aynı kirli ve küresel planlamanın tarafları ve aktörleridir.
Sıkıntı ve sorunun hiç eksik olmadığı yakın coğrafyalar ve eski hâkimiyet havzalarımız esasen bitmeyen bir paylaşım ve güç mücadelesinin merkezinde yer almaktadır.
Kabil'den Sana'ya, Şam'da Mogadişu'ya, Bağdat'tan Bosna'ya kadar zalimliğin, zorbalığın ve otoriter idarelerin etkinlik kazanması, aslına bakarsanız buralardaki ekonomik varlıkların Batı'ya çok düşük maliyetlerle aktarılmasını güvenceye almıştır.
Çevremize kuş bakışı odaklandığımızda zalim yüzleri, sindirilmiş halkları ve yüzyıllardır doymak bilmeyen emperyalist iştahı açıklıkla görebiliriz.
Bu itibarla Arap Baharı, her zaman söylediğimiz gibi, toplumsal ihtiyaçlardan ilhamını almış, bir fikre dayanmış, taleplerinin farkına varmış içsel bir uyanış değildir.
Dış tazyikli olduğu için, yönetimler veya yöneticiler değişse de, hatta rejimler çökse de, değişim dalgası sosyolojik yapıdan feyzini almadığı için aynı düzen, aynı mantık farklı yüzlerle devam edecektir.
Sıkılmış yumrukların açılması kalıcı sosyal, siyasal ve ekonomik uzlaşma sağlanamadığı müddetçe, bir şeyi değiştirmeyecektir.
Arap Baharı; Kuzey Afrika ve Ortadoğu'ya, BOP kılavuzluğunda yerleştirilmiş zaman ayarlı bomba olup, arkası arkasına patlamaktadır.
Bunun sürecin sorumlusu ve gece bekçisi de şu feleğin işine bakın ki, Adalet ve Kalkınma Partisidir.
Suriye, kışa dönen Arap Baharı'nın son uğrak yeridir. Bu ülke hala çözülememiş, yönetim ile halk arasındaki bağ kırılamamıştır.
Arap Liginin cephe alması, izolasyonları, Batı'nın baskıları, Başbakan Erdoğan'ın hamasi nutukları henüz bir netice doğurmamıştır.
Ayrıca Dışişleri Bakanlığının, Suriye'de bulunan vatandaşlarımıza bu ülkeden ayrılmaları konusundaki ikazı da, küresel bir planın ayak sesleri olarak yorumlanmalıdır.
Başbakan Erdoğan'ın "Türkiye, Suriye'deki duruma ilişkin her tür olasılığı masaya yatırdı" sözleri, AKP'nin geri dönüşü olmayan bir yola girme düşüncesi olarak okunabilecektir.
Öte yandan sınırlarımıza yönelik mülteci göçü hareketlenmiştir.
En son veriler kapsamında diyebiliriz ki, bugüne kadar ülkemize gelen Suriye vatandaşı 29 bin 301 kişi olmuş, ülkelerine geri dönenlerin sayısı da 13 bin 322 düzeyinde kalmıştır.
Ancak Suriye'den göç edenlerin sayısı her geçen gün artış göstermektedir.
Biz geçmişte, göçlerden kaynaklanan sorunları bir hayli yaşadık.
Bugün PKK kamplarından birisi olan Mahmur, Saddam baskısından kaçarak önce ülkemize sığınan, sonra da tekrar sınırötesine gidenler tarafından kurulmuştur.
Bununla birlikte 1990'lı yılların başında, yine dönemin CIA başkanının ülkemizde, tıpkı bugünkü en üst düzeyde ağırlanması ve arkasından ABD planlarının devreye sokulması bugünle paralellik ihtiva etmektedir.
Türk askerinin başına çuval geçirenler, acaba şimdi de Başbakan ve hükümetinin başına, Suriye'den göç edenleri mazeret yaparak yeni bir çuval mı geçirecektir?
Bu kapsamda, AKP hükümeti son derece dikkatli yaklaşmalı, şaibeli ilişkilere taraf olmaktan ve Türkiye'ye ek külfetler yükleyecek irtibatlardan mutlaka kaçınmalıdır.
Suriye meselesine aklıselim ve sağduyu içinde bakmalı, tarihi ve akrabalık bağlarını gözetmeli, komşuluk hukukunu çiğnememeli ve aziz milletimizi riske atacak her adımdan uzak durmalıdır.
Hala haber alınamayan iki gazetecimizin bulunması için de her temas ve girişim acilen gerçekleştirilmelidir.
Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, mutlu ve başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun."


Kaynak: ORTADOĞU GAZETESİ http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=23279


Bu haber 679 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,675 µs