En Sıcak Konular

KAZANDAKİ KURBAĞA

20 Ocak 2011 17:12 tsi
KAZANDAKİ KURBAĞA Bu ülkeyi bekleyen en büyük tehlike toplumun tepkisizliğinin giderek bir özellik haline gelmesidir. Sonumuz kazandaki kurbağa gibi olmaz inşaallah.

Kazandaki kurbağa

Toplumsal bir ayrışmanın ve giderek keskinleşen bir kamplaşmanın manasız eylem ve söylemlerle körüklendiğini görüyoruz ve insanlar en basit, en sıradan ve en üzerinde durulmayacak konuları bile bahane ederek birbirlerine karşı bilenir haldeler. Birinin diğerine yaklaşımı "kendisi gibi" olup olmamasıyla, "kendisi gibi" düşünüp düşünmemesiyle ve "kendisinin bulunduğu tarafta" yer alıp almamasıyla doğru orantılı. Toplumun temeline dinamit koyan bir çok şey halihazırda atbaşı giderken, bir de insan ilişkilerinin ve karşılıklı güven, hoşgörü ve saygı ortamının da yerle bir olması, bir ülkeyi yaşanmaz kılmakta bire bir elbette. Akşam haber bültenlerini sinirleri yerinden oynamadan, gerilmeden ve televizyondan konuşanlara laf yetiştirir duruma gelmeden izleyebilen kaç kişi var veya öylesi bir rahatlık yaşayabilen kaldı mı acaba?

Anlamsız ve akıl dışı bir cepheleşme, doğru ile yanlışı ters yüz ediyor, haklı ile haksızı birbirine karıştırıyor. Toplumun farklı kampları, hak, adalet, insaf, vicdan gibi argümanlar yerine kendi kamplarından olup olmadığına bakarak doğru veya haklı gibi yargılara varıyorlar. Özellikle demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramlar hemen her gün kullanılsalar da, gerçek manada üzerine düşünülmemiş, emek sarfedilmemiş, sadece dışarıdan "aparılmış" ve topluma "monte edilmek istenen" mahiyette olduklarından, laf kalabalığından ve kuru gürültüden öteye gitmiyorlar. Körü körüne bir "bizden" veya "bizden değil" tasnifine indirgenmiş ve çok daha büyük patlamalara açık bir toplumsal yapı şekilleniyor yanı başımızda.

Bütün bu olumsuz tablo arasında, geçtiğimiz hafta eğitim uçuşu esnasında düşen helikopterde şehit olan subaylar ile ilgili haber ne de çok şey anlatıyor aslında. Şehit subayların cenazelerinin memleketlerine, ailelerine gönderildiği yazıyordu, Mersin'e, Sivas'a, İstanbul'a, Tokat'a. Aileler, analar, babalar, eşler, çocuklar, kardeşler yanı başımızda her an rast gelebileceğimiz insanlardandı, sıradan, mütevazi, bildiğimiz Türk aileleri. Halk diye adlandırdığımız fenomenin ta kendisi.

Kötü veya münferit örneklere bakarak koskoca bir kurumu kaldırıp çöpe atmak ne kadar mantıklıysa, dindar her insanı da çeşitli sıfatlarla (gerici, yobaz, gizli gündemli vs.) yaftalamak da o kadar mantıklı ve insaflı bir tutumdur. Binlerce yılın birikimi ve geleneğini barındıran "Ordu"yu, içindeki bir kısım kötü niyetli kimseler yüzünden neredeyse lağvetmekle, sırf dini hassasiyetlere sahip olduğu için insanları potansiyel tehlike veya vatan haini diye düşünmek aynı çapsızlığı ve absürdlüğü işaret ediyor. (Bu noktada, küresel emperyalizme ve kirli odaklarla düşüp kalkan kimseleri ayrı tutuyorum.)

Bütün bu gerilimler, tartışmalar, güç ve otorite savaşları ve bunların ülkeyi uzun bir süredir meşgul etmesi gözleri görmez ediyor, yanı başımızdaki acı gerçekleri bile seçemememizi sağlıyor. İçten içe kaynayan bir kazan, ancak çok kısık bir ateşte ve kazanın içindekiler de yayılan tatlı bir sıcaklıkla kendilerinden geçmiş, rehavete kapılmış durumda resmen... Bu bir bakıma, kurbağanın haşlanması sürecini hatıra getiriyor. Bir anda sıcak suyun içine atılsa zıplayıp kaçacak olan kurbağa, önce soğuk suya konup ardından yavaş yavaş ısıtılırsa sıcaklığa giderek alışır ve sonunda da haşlanır tabii.

İnsanlarımız da, toplumsal yapıyı içten içe kemiren ve köküne kibrit suyu döken gelişmeleri önce hayretle ve esefle karşılıyor, sonra yavaş yavaş alışmaya, kanıksamaya başlıyor ve en sonunda karşılaştığı zaman dönüp bile bakmaz, üzerine bir an bile düşünmez hale geliyor. Hayati önemdeki sorunları, kısır bir "bizden-onlardan" çatışmasına feda ettik maalesef. Altımızdaki kazan fokur fokur kaynıyor ve insan-toplum ilişkisinde bazı şeylerin değişmesi veya bozulması da, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir noktaya doğru sürüklüyor.

Mesela, sürekli övünüp durduğumuz ve Batı ile kendimizi kıyaslarken hanemize artı puan yazdırdığımız bir özelliğimiz olan aile yapımız, ezberlediğimizden çok farklı noktalara doğru gitmekte. Toplumun maruz kaldığı kapitalist ahlak (veya ahlaksızlık) gereği giderek dünyevileşen, benmerkezci ve hazcı bir karaktere bürünen fertler, fedakarlık veya feragat gibi kavramları, Amerikalıların uyduruk kişisel gelişim kitaplarının sayfaları dışında kaale almıyorlar. "Hayatını yaşama" ilkesini, sorumlu olduğu diğer kimseleri (ailesini, arkadaşlarını, çevresini) yeri geldiğinde hiç hesaba katmadan uygulama sevdasındaki insanlar, toplumsal bir değişim ve dönüşüme işaret ediyorlar. Buyurun sayısal bir örnek; 2005 yılından bu yana 604 bin çift boşanmış. 604 bin çift 1 milyon 200 bin kişi demek, bunların çocuklarını ve anne-babalarını, yakınlarını hesaba katarsanız, belki 4-5 milyon insan bir zamanlar sadece filmlerde olduğunu sandığımız ve bu toplumda çok sık karşılaşılmayan boşanma olgusu ile yyakın veya uzak bir ilişki kurmuş oluyor. Kadının ekonomik özgürlüğünü kazanması ile ilintilendirilen bu olgu (ki doğruluk payı var), sadece bunla da açıklanamaz. Toplumun değer yargıları başkalaşıyor, farklı bir kanala meylediyor artık. Toplumsal patlamayı, kazandaki kurbağa gibi rehavet içindeyken yaşıyor aslında.

Bir diğer taraftan, son 1 ay içinde İstanbul'da yaşanan banka soygunları ele alınabilir mesela. Organize ve bu işi meslek edinmiş kimseler dışındakiler de, bu tür vakaların içinde maalesef. Çaresizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı vs. ne derseniz deyin, sıradan insanı suça iten bir şeyler mevcutsa, o toplum için kaygı duymanın tam zamanıdır.

Üniversite mezunu işsiz fenomeni, belediyelerin veya devlet kurumlarının yardımlarıyla karınları doyan, ısınan insanlar, kriz yüzünden işleri bozulan ve ödeme sıkıntısına düşüp hapislik olan ticaret erbabı ve daha bir çoğu, bu toplumun çok da fazla ilgisini çekmiyor artık. Uyduruk bir dizinin haftalardır konuşulması kadar yer etmiyor zihinlerde. Alışmaktan da öte bu sıkıntılar insanların ilgi alanının dışında aslında. En son olarak, Samsun'daki bir ailenin 2,5 aylık bebeklerinin yetersiz beslenmeden (halk tabiriyle "açlıktan") ölmesi bile, haber bültenini seyreden insanları en fazla o haber süresince rahatsız edecek ve sonra yine "bizden-sizden" tartışmaları, hayatı ve aklı donduran televizyon dizileri vs. Toplumsal stres artıyor ve şükür ki, toplumsal patlamaya dönüşmüyor. Ancak, burada gözden kaçan bir nokta var; bu ülkeyi bekleyen en büyük tehlike toplumun tepkisizliğinin giderek bir özellik haline gelmesidir. Sonumuz kazandaki kurbağa gibi olmaz inşaallah.

Burak Kıllıoğlu- Milli Gazete

 

Kaynak: MİLLİ GAZETE {http://www.milligazete.com.tr/makale/kazandaki-kurbaga-188315.htm}



Bu haber 810 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,646 µs