En Sıcak Konular

OSMANLI PADİŞAHLARI NEDEN HAC'CA GİTMEDİ?

26 Kasım 2010 22:49 tsi
OSMANLI PADİŞAHLARI NEDEN HAC'CA GİTMEDİ? Osmanlı padişahlarının hepsi dinî hassasiyete sahipti. Ama buna rağmen hiçbirisi hacca gitmedi. Acaba bu durum padişahların kişisel birer tercihi miydi? Yoksa onları bu önemli ibadetten alıkoyan başka sebepler mi var?

Osmanlı Padişahları Neden Hac'ca Gitmedi?

Osmanlı padişahlarının hepsi dinî hassasiyete sahipti. Ama buna rağmen hiçbirisi hacca gitmedi. Acaba bu durum padişahların kişisel birer tercihi miydi? Yoksa onları bu önemli ibadetten alıkoyan başka sebepler mi var?

Osmanlı Devleti’nin 603 yıllık tarihine dair en tartışmalı konulardan biri de, padişahların hacca niçin gitmedikleri meselesidir. Osmanlı tahtına çıkan 37 padişahın hiçbirinin de İslâm’ın temel şartları arasında yer alan hac ibadetini yerine getir(e)memiş olması bugün halen sorgulanıyor, zihinleri meşgul ediyor.

Hele de bu devlet kuruluşundan itibaren İslâmî bir karaktere sahip Osmanlı Devleti olunca, konu daha da ilgi çekici hale geliyor. Çünkü Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’daki Memlükler’e son vererek halifeliği Osmanlı’ya getirmesiyle, devlet tam anlamıyla dinî bir yapıya kavuşurken, padişahlar da ‘İslâm Ümmeti’nin Lideri’ yani “Müslümanların Halifesi” konumuna yükselmişlerdi.

Padişahların bu kimliğine rağmen hac ibadetini yerine getirmeyişlerinin temel nedeni nedir? Acaba bu durum onların kişisel birer tercihi midir? Yoksa bu önemli ibadetten alıkoyan başka sebepler mi var?

Bu konuda, eldeki bilgilerle kesin bir cevaba ulaşmak mümkün olmamasına rağmen, bir takım ipuçlarıyla bazı değerlendirmelerde bulunabilmek mümkün.

Kanunî’nin Mezarındaki Sandık

Osmanlı Devleti’nin mutlak monarşiyle yönetildiği, tarihçiler arasında genel bir kabuldür. Yani Osmanlı’da, devleti yöneten padişah, hiçbir sınırlamaya tâbi ve bağımlı değildi. Fakat bazı uygulamalarda Osmanlı’da yer yer mutlak monarşi ilkelerinin dışına çıkıldığı da görülür.

Mesela Yavuz Sultan Selim’in, ‘Hıristiyanların zor yoluyla müslümanlaştırılması’ düşüncesine Şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi’nin şiddetle karşı çıkarak, Yavuz’a, ‘böyle bir yetkiye sahip olmadığı ve bu düşüncesinden vazgeçmesi gerektiği, aksi takdirde vereceği bir fetva ile tahttan indirilmesine sebep olacağı’ yönündeki açık ikazı bu tür uygulamalardan biridir.

Bu konuda bir diğer örnek ise, Yavuz’dan sonra tahta çıkan Kanuni Sultan Süleyman ile ilgilidir. Devlet yönetimine yönelik her icraatını Şeyhülislâm’ın fetvasına uygun gerçekleştiren Kanuni, bıraktığı vasiyet gereği mezara içi fetva dolu sandığıyla gömülmüştür. Bu durumdan sonradan haberdar olan Şeyhülislâm Ebu’s Suud Efendi, ‘bu durumun İslâm inançlarına uygun olmadığını’ söyleyerek mezarı açtırmıştır. Mezardan çıkarılan sandığın içinde kendisinin verdiği fetvaları gören Ebu’s Suud Efendi başını ellerinin arasına alarak, düşünceli bir halde; “Sen kendini kurtardın Süleyman, ya biz kendimizi nasıl kurtaracağız!” diyerek Kanuni’nin, kendisinin verdiği fetvalara aykırı hiçbir eylemde bulunmadığını dile getirmiştir.

Bu iki olayda görülebileceği gibi, Osmanlı padişahlarının hiçbir sınırlamaya tâbi ve bağımlı olmaması bir yana, fetvasız iş yapmadıkları ortadadır. Burada üzerinde düşünülmesi gereken nokta, Osmanlı padişahları arasında bir gelenek haline gelen hacca gitmeme durumunun kişisel bir sebepten mi kaynaklandığı, yoksa yine bir fetva gereği mi olduğudur.

Devlet İdaresi Boşluk Kaldırmaz

Osmanlı hanedanında hacca gitmek için ilk ciddi girişimin sahibi 2. Beyazıt’tı. Şehzadeliğini geçirdiği ve valisi olduğu Amasya’dan hacca gitmek için yola koyulacağı sırada babası Fatih Sultan Mehmet’in ölüm haberini alan 2. Beyazıt, bir de mektup almıştı. Sadrazam ve diğer devlet erkânının imzasını taşıyan o mektup, 2. Beyazıt’a, ‘derhal İstanbul’a dönüp tahta geçmesi ve hacca gitmeyi halka ve devlet idaresinde görevi olmayanlara bırakması gerektiği, devlet idaresinin boşluk kaldırmayacağı, aksi halde düşmanın otorite boşluğunu fırsat bilerek Osmanlı Devleti’ne saldırabileceği’ yönünde uyarılar içermekteydi.

Zira Fatih Sultan Mehmet’in babası olan 2. Murat’ın tahttan inerek Manisa’ya çekilmesi sonrası, Avrupa’nın Macaristan öncülüğünde birleşerek Osmanlı üstüne bir haçlı seferi düzenlemesini tecrübe edinen Osmanlı yönetimi, devletin boşluk kabul etmeyeceğini 2. Beyazıt’a da böylelikle hatırlatmış oluyordu. Uyarıları dikkate alan 2. Beyazıt hacca gitme niyetinden vazgeçerek, apar topar İstanbul’un yolunu tutarak tahta çıkmıştır.

Padişahlara Hac Değil Adalet Lazımdır

Osmanlı padişahları arasında ikinci hacca gitme girişimi, Genç Osman olarak anılan 2. Osman’a ait. Hacca gitmeyi ısrarla isteyen 2. Osman’a, kayınpederi ve aynı zamanda o dönemde Şeyhülislâm olan Esad Efendi şu fetvayı vererek, işin dinî hükmünü özetlemiştir: “Padişahlara hac lazım değildir; oturup adl eylemek (adaleti tesis etmek) evlâdır (daha önceliklidir). Câiz ki (ihtimal ki), bir fitne zuhur eyleye (çıkabilir)…”

Dönemin önemli alimlerinden Aziz Mahmut Hüdaî de, Şeyhülislam Esad Efendi’nin fetvasını onaylayarak, 2. Osman’a bu düşüncesinden vazgeçmesi için uyarıda bulunmuştu. Hatta, 2. Osman tarafından ‘askeri kışkırttınız’ suçlamasına hedef olan dönemin Şeyhülislâmlarından Yahya Efendi de, şu sözleri sarfetmiş: “Padişahım, hâşâ ki, ulema duacılarınız eşkıyayı tahrik ede... Ancak, içten gelerek bu niyetinizi istemezdik. Sebebi budur ki, ecdadınız istememişler, bu tarike (yola) gitmemişler, günahımız varsa ol kadarcıktır!..”

Nitekim o dönemde halk ve asker arasında yayılan şu dedikodu, bu meseleyi özetliyor: “Nizâm-ı âlem (dünyanın düzeni) için padişahlar hac ibadetini terk edegelmişlerdir. Düşmanın ortaya çıkması ve memleketi karıştırması ihtimali varken, Memâlik-i Mahrûse’yi (muhafaza edilen şehri) koyup gitmek hatadır!..”

Genç Osman’ın Hazin Sonu

Osmanlı Devleti, ‘İ’lâ-yı Kelimetullah’ (Allah’ın birliğini, İslâmiyeti yüceltmek, yaymak) gibi bir misyonu üstlenmesi sebebiyle, sürekli savaşın içindeydi. Savaş içindeki bir ülkenin padişahıysa, uzun süre başkentten ayrılamazdı.

2. Selim’e kadar Osmanlı Padişahları’nın tamamı, ömürlerinin çoğunu savaş meydanlarında geçirmişlerdi. Başkentten ayrılma sebepleri de ordunun başında sefere gitmeleriydi. Haliyle ordunun başında sefere giden bir padişahla, kendi şahsi ibadeti gereği aylarca memleketi yalnız bırakan bir padişah bir tutulamazdı. O günün şartlarında hacca gidiş dönüş süresi asgari üç ay gibi uzun bir süre alacağı için, hacca gitmek konusunda ısrarlı davranan 2. Osman, ulemanın, askerin ve halkın tepkisini çekmişti. Bu tepki de, Genç Osman’ın trajik bir şekilde Yedikule Zindanları’nda sekiz cellat tarafından boğularak öldürülmesiyle son bulacaktı.

İslâm hukukçuları, hacca gidiş için gerekli şartlar arasında sıhhatli bir beden, sıhhatli olunsa dahi tutuklu olmama hali aranacağını, oysa devleti yöneten sultan ve o derecedeki devlet yetkililerinin mahpus yani tutuklu kabul edileceğini, bu özür hali devam ettiği müddetçe ölünceye kadar hacca gidemeyeceklerini belirtmektedirler.

Buradan da anlaşılabileceği gibi, Osmanlı Devleti her ne kadar mutlak monarşiyle yönetilse ve ilke olarak devleti yöneten padişahlar hiçbir sınırlamaya tâbi ve bağımlı gözükmüyor olsalar da, aslında İslâmî hükümlerin sınırlamalarına tâbiydiler. Bu sebeple, dinî hükümler ve Şeyhülislâm fetvaları Osmanlı padişahlarının hacca gidememesinde etkili olmuştur.

Devlet Malıyla Hac Olmaz

Yine hacca gidecek kişide bulunması gereken şartlardan bir diğeri de, kişinin devlet hazinesine ait olmayan şahsi malıyla bu ibadeti yerine getirmesidir. Oysa padişahların hacca giderken devleti idare etmek gibi bir yükümlülükleri vardı. Gerekli durumlarda elçiler gönderecekler, gelen elçileri kabul edecekler, geçtikleri bölgelerin fakir fukarasına sadaka dağıtacaklardı. Başkent İstanbul ile aralarındaki iletişimin devam etmesi gerekiyor, bu gereklilik ise, habercilerin (ulakların) sürekli gidip gelmelerini gerektiriyordu.

Ayrıca yine haccın şartlarından olan yol güvenliğini de hesaba katmamız gerekiyor. Zira padişahlar sıradan vatandaşlar gibi tek başlarına haccedemezler, kara ve deniz yolunda uğrayacakları bir saldırıya karşı mutlaka yanlarında bir ordu bulundurmaları, yani hacca savaşa gider gibi tam teşekküllü gitmeleri, bunun için de çok büyük masraflara katlanmaları gerekiyordu. Oysa hiçbir padişahın kişisel serveti böyle büyük bir masrafı kaldıracak büyüklükte değildi.

Kişi Ama Tüzel Kişilik

Sonuç olarak, Osmanlı padişahları tahta oturdukları anda şahsi kimlikleri değil, tüzel kişilikleri söz konusuydu. Bu bakımdan devlet işlerini ihmal etmeleri dinen uygun görülmemiş; dolayısıyla hac vazifelerini yerine getirememişlerdir.

Hac ibadeti, işte bu gibi incelikler sebebiyle padişahlar için bir yükümlülük olmaktan çıkıyordu. Fakat padişahlar hacca gidemeseler de, bir gelenek olarak her yıl Mekke ve Medine’ye ‘Sürre Alayı’ ismi verilen bir kafilede kendi yerlerine bedel olarak başkalarını mutlaka gönderirler, yine ‘Sürre Alayı’ vasıtasıyla Mekke ve Medine halkını hediye ve altına boğar, bölgede tek bir fukara bırakmazlardı.


Cem Sultan Hac’da

Haccın Cem Sultan dışında hiçbir Osmanlı şehzadesine nasip olmaması ilginçtir. Babası Fatih Sultan Mehmet’in ölümü üzerine kardeşi 2. Beyazıt ile giriştiği taht kavgasını kaybeden Cem Sultan, Mekke ve Medine’nin henüz Osmanlı’ya katılmadığı dönemde, o bölgeyi elinde tutan Memlükler’e sığınarak Mısır’a gitmişti. Sonra Mısır’dan Mekke’ye geçen Cem Sultan, hac ibadetini yerine getirerek Osmanlı hanedanından gelen erkekler içerisinde bu vazifeyi yerine getiren tek kişi olarak tarihe geçecekti.

2. Beyazıt, oğlu Şehzade Korkut’u hac ibadetini yerine getirmesi için kutsal topraklara göndermesine rağmen, o dönemde bölgeye hakim olan Memlükler, şehzade Korkut’u Mısır’dan geri çevirecekti. Zaten Şehzade Korkut da bu konuda bir istisna olarak kalır. Çünkü şehzadelerin haccı siyasi bir fırsat bilerek isyana sebep olabilecekleri endişesi vardı. Bu yüzden Osmanlı’da şehzadelerin de hacca gitmesine sıcak bakılmıyordu.

Sultan Vahdettin Hacca Gitti mi?

Osmanlı padişahlarından hiçbiri hacca gitmese de, yer yer bazı padişahların tebdil-i kıyafet hacca gittiklerine dair söylentiler mevcut. Fakat bu söylentiler rivayetten öteye geçemiyor.

Mesela Sultan Abdülaziz’in bu şekilde hacca gittiği iddia edilmesine rağmen, ortada bu bilgiyi doğrulayacak bir belge yok. Sultan Vahdettin’in ise, 1922 yılında tahttan indirilip yurdu terk etmesinden hemen sonra Mekke’ye kadar gittiği söylenir. Fakat Damat Ferit Paşa’nın emir subayı olan tarihçi Tarık Mümtaz Göztepe’nin verdiği bilgiye göre, Sultan Vahdettin halifeliğin bir İngiliz oyunuyla Şerif Hüseyin’e devredileceği şüphesi üzerine hac vazifesini yerine getirmeden geri dönmüştür.

Yine bu bilgilerin arasında Sultan Vahdettin’in, Mekke’yi ziyareti sırasında Kâbe’yi tavaf ettiği, namazlarını özellikle Mescid-i Haram’da (Kâbe’de) cemaatle kıldığı da yer alır.

Sadık ILGAZ •SEMERKAND 114. Sayı / KAPAKTAKİLER

 

Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ {http://www.semerkanddergisi.com/Detay.aspx?YaziID=227}



Bu haber 3,115 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,489 µs