En Sıcak Konular

24 OCAK 1980 KÜRESEL PRANGANIN TAKILMASI

9 Ekim 2010 22:38 tsi
24 OCAK 1980 KÜRESEL PRANGANIN TAKILMASI Şimdi gelinen noktada 12 Eylül'ün vurup geçtiği söyleniyor. 24 Ocak Kararlarını hesaba katmadan sadece 12 Eylül'den bahsetmek ne kadar doğru peki?

24 Ocak 1980, küresel pranganın takılması...

Türkiye, özellikle 1950'lerden itibaren belli aralıklarla, istenmeyen istikametlerden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Belli odaklar eliyle bu "güzergâh ayarları" yapılmıştır. "Rota değişikliği", "başka bir dünyanın kurulması ve Türkiye'nin de bu dünyada yerini alacağı" tarzı ifadelerin sahipleri, ağır bedeller ödemekle tehdit edilmiş ve/veya ödemişlerdir. Bu memleket için öyle ya da böyle halisane duygular besleyen, vatansever gençler, insanlar yıllarca birbirlerine düşürülmüş, birbirlerine kırdırılmıştır.

"Her 10 yıla bir darbe", Türkiye'nin kendi gücünü, potansiyelini keşfetmesine, özgüvenini kazanabilmesine engel olmuştur. Sözü geçen "istikrarsızlaştırma", "bertaraf etme" girişimlerinin sonuncusu da 28 Şubat operasyonudur ve Türkiye'nin hem ekonomik, hem de siyasi atmosferini nasıl hallaç pamuğu gibi attığı da meydandadır. (Gündemdeki malum dalgalarla bezeli süreç, belki de 10-15 sene sonra tam manasıyla anlaşılabilecektir. Tuhaf, çetrefil, arapsaçı, karmakarışık ve dışarıdan gelen kokularla bezeli bir durumdur. Yazımızın konusu dışındadır.)

Sözünü ettiğimiz "minik" dokunuşlar, Türkiye'yi bir tür "kafa-kol" halinde berdevam tutmak, pasifize etmek değil de nedir? 1980 yılını ele aldığımız zaman, bugünün Türkiye konjonktürünün zeminini hazırlayan çok önemli 2 olay karşımızda durmaktadır. Birisi 24 Ocak kararları, diğeri de 12 Eylül Darbesidir. 12 Eylül Darbesi, günümüzde de birçok olumsuzluğun, kalıcılaşmaya yüz tutmuş çarpıklığın baş amili olarak görülür, eleştirilir, yerden yere vurulur. Amerikan elçisinin, "Our boys did it!" diyerek muştuladığı (!) bu dış kaynaklı müdahale, birçok insanın hayatını kararttı, memleketin siyasi yapısını allak bullak etti. İyi-kötü oluşmaya başlayan bir siyasi gelenek yerle yeksan oldu, "türedi" akımların, köksüz hareketlerin önü açıldı. Aynı bugün olduğu gibi, herhangi bir düşünce veya iddia temeline dayanmayan, sadece slogancı bir partinin "şapkadan çıkan" iktidarı ve Türkiye'nin eksen kayması yaşandı. Siyasetteki temel taşların ve nirengi noktalarının tahribi, değerlerin geri plana itilmesi ve zamanla da önemsiz görülmesi sonucunu doğurdu. İzleyen onyıllarda, kendi sorunu için dahi herhangi bir kaygı gütmeyen, "apolitize" olmuş bir kitle meydana geldi.

12 Eylül Darbesi'ni dillerinden düşürmeyen ve sözüm ona özgürlükçü, demokrat olduğunu iddia eden bazı kimseler, 24 Ocak Kararlarını nedense hiç söz konusu etmemektedirler. Belki de, kendilerini "liberal" diye takdim etmeleri bunda pay sahibi olabilir. Halbuki, bir ülkenin bir eksenden bir diğerine kaydırılması için siyasi yapısı kadar ekonomik yapısı da yeniden şekillendirilmelidir. Türkiye'nin bağımsızlığının yolunun ekonomik olarak da bağımsız olmasından geçmesi hali,  24 Ocak ile birlikte Türkiye'nin ellerinden kayıp gitmeye başlamıştır. 24 Ocak Kararlarının baş aktörü olan Turgut Özal, siyasetin yeniden şekillendiği dönemin de baş aktörü olmuştur ki, bu başlı başına ilgi çekici bir durumdur. Kemal Derviş ile aralarındaki paralellikler de cabası tabii. İkisinin de küresel güçlerin etkisindeki kurumlardaki etiketleriyle gelmeleri, siyasette yeni "oluşumlar" içinde bulunmaları vs. (Gerçi Derviş'in mayası tutmadı, ayrı mesele) IMF eliyle hazırlanan, Özal tarafından servis edilen bu kararlarla Türkiye, tek taraflı olarak yabancı sermayeye açıldı. (Burada bir benzer nokta da, 24 Ocak ile Tansu Çiller'in imzaladığı Gümrük Birliği arasındaki şaşırtıcı benzerliktir. Gümrük Birliği'nden 10 sene sonra, Türkiye'nin yaklaşık olarak 80 - 100 milyar $ civarında bir zararının olduğu hesaplanmıştı.) Türk ekonomisinin ithal-ikameci ve planlamaya dayalı karma ekonomik modelden geri adım atıp, serbest piyasa rüzgârına kapılması söz konusu oldu. Türkiye'nin, kapitalist sistemin doymak bilmeyen, önüne çıkanı yutmaya şartlanmış dev şirketler için yeni bir pazar haline getirilmesinin önü açıldı. Planlı ekonominin beline tırpan vuruldu. Daha sonrasındaki Serbest Kambiyo Rejimine geçiş ile birlikte para hareketlerinin serbestleşmesi, uluslar arası (ve bir bölümü de karanlık menşeili) sermayenin Türkiye'ye giriş-çıkışını kolaylaştırdı. Günümüzün "sıcak para" kâbusunun temelleri o zaman atıldı. Yapısal olarak bağışıklık sistemi çöken bir sistemin krizlere açık olması da gayet tabii karşılanır oldu.

Askeri darbenin iktidara taşıdığı partinin politikaları, yolsuzluğun, usulsüzlüğün, köşe dönmeciliğin kurumsallaşması sonucunu doğurdu. Değerler tahrip oldu, "ahlak" geçer akçe olmaktan çıktı. "Benim memurum işini bilir" dendi; yoksa aç kalacaktı. "Hak"tan, "adalet"ten nasiplenmemiş kapitalist ekonomi modeliyle yüz yüze gelen Türk toplumu, cüzdan ile vicdan arasında sıkıştırıldı. "Hayallerinin peşinden" gitmesi teşvik edildi, ama tüm hayalleri pahalıydı ve paraya gereksinimi vardı. "Her devrin adamları" türedi. "Benmerkezci", "çıkarcı", "paraya endeksli" bir insan tipi özendirildi. Ahlaklı, namuslu, vicdan sahibi insanlar sahnenin dışına itildi. Siyaseti değer temelli yapmayıp da "tüccar" gibi yapmak moda oldu. İslam dünyasının "ne zaman ayağa kalkacak acaba?" diye beklediği Türkiye, IMF gibi itibarı pul kıymetinde bile olmayan kurumların memurlarının iki dudaklarının arasına odakladı kendini. Faizleri ödeyebilmek için borç almayı, savaş kazanmış da sonunda "antlaşma" ile durumu sabit kılar gibi sunan iktidarlara mahkûm edildi Türkiye. Yeri geldi, kıt kanaat imkânlarla yapılmış yılların tesisleri "babalar gibi" satıldı. Aradaki "yoldan çıkma", "gücünün farkına varma" girişimleri 28 Şubat gibi "balans ayarları" ile önlendi. Milyonlarca insan, "tribünlere oynamalarla", "ucuz kabadayılıklarla" "karizmatik(!) liderlerin" peşinden sürüklenir oldu. Akıl tutuldu.

Şimdi gelinen noktada 12 Eylül'ün vurup geçtiği söyleniyor. 24 Ocak Kararlarını hesaba katmadan sadece 12 Eylül'den bahsetmek ne kadar doğru peki? Küresel bir prangayla kürek mahkûmluğu tescillenen bir ülkenin, gelinen noktada "sadaka ekonomisi" ve "tüccar siyaset"lerle idare edilmesi de işin tuzu biberi olsa gerek.

 

Burak Kıllıoğlu-Milli Gazete

 

Kaynak: MİLLİ GAZETE,http://www.milligazete.com.tr/makale/24-ocak-1980-kuresel-pranganin-takilmasi-178864.htm

 



Bu haber 795 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,333 µs