En Sıcak Konular

AB HEDEFİMİZİ TARTIŞMALIYIZ

2 Eylül 2010 23:22 tsi
AB HEDEFİMİZİ TARTIŞMALIYIZ AB artık bildiğimiz AB değil. Avrupa bugün başta “göçmen istilası” korkusu olmak üzere, çeşitli vehimlerle giderek içine kapanan ve hızla ırkçılığa kayan bir kıta haline geliyor.

AB hedefimizi tartışmalıyız

AB üyeliği her zaman bir “devlet politikası” olarak görülmüştür. MHP bile bu üyeliğe soğuk bakışını ancak, “AB’de onurlu üyeliğe evet” söylemiyle yansıtabilmiş, “AB üyeliğine karşıyız” diyememiştir. Bunun tek istisnası, “sizi gidi Batı taklitçileri” görüşüyle ünlenen Erbakan ve takipçileridir.
Ancak, Erbakan’ın yanında bulundukları sırada bu yaklaşımı benimseyen fakat bugün ülkeyi yöneten siyasetçiler bile artık AB üyeliğinden yana tutum almaktadırlar. Bu nedenle, AB’den Türkiye’ye esen soğuk rüzgârlara rağmen, hükümet “üyelikten vazgeçmek yok” politikasını ısrarla sürdürmektedir.
Başka bir parti iktidarda olsaydı o da “eşyanın tabiatı” gereğince aynısını yapmak zorunda kalırdı. Sonuçta Avrupa ile 50 yılı aşkın bir süredir oluşan ve farklı oranlarda olsa bile iki tarafın yararlandığı bağlardan söz ediyoruz.
Fakat bugün AB artık bildiğimiz AB değil. Avrupa bugün başta “göçmen istilası” korkusu olmak üzere,  çeşitli vehimlerle giderek içine kapanan ve hızla ırkçılığa kayan bir kıta haline geliyor. İtalya’dan sonra Fransa’nın -aslında “AB vatandaşı” olan- Romanları geldikleri AB ülkelerine toplu halde iade etmeleri bunun en açık göstergesidir.
Fakat iş bununla da bitmiyor. Bugün “ekonomik sıkıntıya giren tembel Yunanlıları ben niçin kurtaracakmışım?” diyen kızgın Almanların sayısı da hızla artıyor. İtalya’daysa İçişleri Bakanı Roberto Maroni, diğer AB ülkelerinden serbest dolaşım hakkı ile gelenlerin “asgari ekonomik ve sosyal yeterliliğe sahip olmaları halinde” sınır dışı edilmeleri için bir sistem üzerinde çalıştıklarını söylüyor.
“Sokaktaki Türk” için Avrupa her zaman “aş ve iş kapısı” olarak görüldü. AB üyeliği de, getireceği  “özgürlükler ve standartlardan” çok, iş için Avrupa’nın kapısını açacak bir olgu olarak görülüyor. Bu nedenle “Türkiye AB üyesi olsa bile Türklere serbest dolaşım olmayacak” yaklaşımı Ankara tarafından her zaman reddedilmiştir.
Ancak, “Türkiye” dendi mi, Avrupalıları korkutan şeylerin başında “toplu göç” olasılığı geliyor. İngiltere, Polonya’nın AB üyeliğinden sonra o ülkeden en fazla 13 bin kişinin çalışmak için geleceğini tahmin etmişti. Yarım milyon kişi gelince İngilizler şoke olmuşlardı ki gelenler sonuçta Avrupalıların hayran oldukları “Chopin”in ülkesinden geliyorlardı.
Uzun lafın kısası, AB içinde bile bugün serbest dolaşıma sınırlamalar getirilmeye çalışılırken, Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi halinde bunun iş arayan Türklere otomatik serbest dolaşım hakkı getirmesi artık mümkün değil. Buna Batı’da giderek artan “İslam korkusu” eklendiğinde kontrolsüz serbest dolaşım hakkının önüne başka engeller de çıkıyor. 
Finacial Times’ta pazartesi günü konuyla ilgili bir yazı kaleme alan Gideon Rachman, Türkiye’nin Avrupa için öneminin azalmadığını, aksine giderek arttığını belirttikten sonra, Avrupalıların “Türkiye’den göç” korkularına değindi. Bu nedenle Türkiye’ye “serbest dolaşım hakkının” olmadığı bir üyelik formülü üzerinde çalışılması gerektiğini belirtti.
Rachman’ın dediği, Almanya ve Fransa’nın “Özel üyelik” formülünü çağrıştırsa bile tam öyle değil. Türkiye yine de üye olarak, hem AB Komisyonu’nda, hem de Avrupa Parlamentosu’nda AB politikaları ve yasalarının oluşumunda etkin konuma sahip olacak.
Ancak bu bizce fazla hayalperest olan bir çözümleme. Zira Avrupa’da sadece “Türklerin toplu göçü” korkusu yaşanmıyor. Sokaktaki adam belki bundan korkuyor, fakat kanaat önderleri arasında, büyük ve etkin bir Müslüman ülkenin Avrupa’nın kaderi üzerinde söz hakkına sahip olmasından korkanların sayısı da az değil.
AKP iktidarının Türk dış politikasına getirdiği yeni ve tartışmalı yaklaşımlar ise bu korkuları körüklemiştir. Bu nedenle “AB trenimiz her şeye rağmen ilerliyor” diye kendimizi kandırma zamanı geçmiştir.
Fakat Avrupa ile ilişkiler Türkiye için de hayati öneme sahiptir. Bu nedenle AB ile ilişkilerimizi mevcut gerçekler ışığında nasıl bir yeni zemine oturtmalıyız tartışmasını artık başlatmalıyız. [1]

Avrupalılar bile AB’ye artık inanmıyor

AB hedefimizi tartışmaya açtığımız son yazımız üzerine “konunun erbabından” aldığımız mesajlar, bu meselenin zaten tartışılmakta olduğunu gösteriyor ki, bu sağlıklı bir gelişmedir. Zira o yazımızda dediğimiz gibi AB artık bildiğimiz AB değil. Türkiye’nin üyelik hedefinin özü itibariyle aynı kalması da bu durumda mümkün değil.
Bu, AB perspektifimizin önemini yitirdiği anlamına gelmiyor tabii, ancak bu perspektifte ince bazı ayarların gerekeceği ortada. AB bugün ciddi bir krizler yumağı ile boğuşuyor. Bunu hem siyasi, hem ekonomik, hem de sosyal açıdan söylemek mümkün.
Önce sosyal boyuta bakarsak, AB’nin kamuoyu yoklamaları kurumu “Eurobarometer”ın 26 Ağustos’ta yayınlanan son araştırması görüntüyü net bir şekilde ortaya koyuyor. Buna göre Avrupalıların sadece yüzde 49’u ülkelerinin AB üyeliğinden yarar sağladığına inanıyor ve sadece yüzde 42’si AB kurumlarına güveniyor.
AB’nin imajının en kötü olduğu ülkelerin başındaysa Yunanistan, Portekiz, İspanya, Romanya, İtalya ve Lüksemburg geliyor. AB üyeliğine otomatik olarak alınması beklenen İzlanda’da da dahi, bu üyeliğin yararlı olacağına inananların oranı sadece yüzde 19. 

Acı haplar AB’den soğutacak
Bu olumsuz görüntünün AB’nin yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle “konjonktürel” olduğunu savunanlar var. Ancak bu kriz sonrasında AB ekonomisinde istenen işlevsel kolektif yapılanmayı oluşturmak yıllar alacak. Bu arada yutulması gereken acı haplar halkları AB’ye karşı daha da soğutacaktır.
Öte yandan AB’de ekonomik ve sosyal krizlerin iç içe girdiğini görüyoruz. Ekonomik endişeler ve işsizlik gibi konular birliğin daha da genişlemesi fikrine tepkiyi doruğa çıkarırken, aynı zamanda İslam ve yabancı düşmanlığı gibi olguları da giderek körüklüyor.
Siyasi krize gelince, “Avrupa Anayasası”nın Fransa ve Hollanda halkları tarafından reddedilmesinden sonra ortaya çıkarılan Lizbon Antlaşması hâlâ istenen şekilde hayata geçirilebilmiş değil. Euro’nun geleceği ile cebelleşen Avrupa’nın buna ayıracak çok da vakti yok şu anda.
Bu durumda AB ne ortak iç siyasi düzenlemeleri, ne ortak dış politikasını, ne de ortak savunma politikasını oturtabilmiş değil henüz. Yugoslavya krizi, iki Irak savaşı ve Gürcistan krizine baktığımızda, AB’nin bu açılardan zayıf konumu ortada. Uzun lafın kısası, “Avrupa Birleşik Devletleri” hayali görülemeyen bir bahara ertelenmiş durumdadır.

Birliğin 10 yıl sonrası belirsiz
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Almanların kendilerini rahatlatmak için kullandıkları “Türkiye’nin üyelik müzakereleri açık uçlu” yaklaşımı aslında AB’nin kendisi için geçerlidir. Birliğin 10 yıl sonra ne şekil alacağı, Türkiye’nin bir gün üye olup olamayacağı konusu kadar belirsiz.
Bu arada, Fransa’nın Türkiye’nin önüne yerleştirdiği somut engellerin önümüzdeki 10 yıl zarfında aşılmasını beklemek de bizce pek gerçekçi değil. Türkiye aleyhtarı Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin daha iki yıl görev süresi var. Bu süre dolduğunda karşısına çıkacak adayların Türkiye söylemlerindeyse köklü bir değişim beklemek saflık olur.
Kısacası, Sarkozy 2012’de kazansa da kaybetse de Fransız kamuoyunun Türkiye’nin AB üyeliğine bakışında bir değişim olmayacaktır. Bu Fransızların temel korkularıyla ilgili bir olgudur ki bunların başında İslam ve kontrolsüz göç fobisi geliyor.
Avrupa’daki siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar derinleştikçe bu tür tutumlar daha da kemikleşecektir. Bu durumda, Türkiye ile üyelik için müzakere edilebilen fasılların hepsinde sonuca varılsa bile,  Fransa’nın beş temel fasıl üzerindeki blokajını kaldıracağına dair hiçbir işaret yok.
Buna tabii ki Kıbrıs Rum kesiminin şantaj uğruna bloke edeceği fasılları da ilave etmek gerekiyor. Acı gerçek şu ki, müzakere edilebilecek fasılların sayısı azalıyor ve diplomatlar bunların sonuna varıldığında ne olacağını bilemiyorlar. Sadece klasik bir benzetmeyle “pedalını döndürmezseniz bisiklet ayakta kalamaz” diye tekrarlayıp duruyorlar. [2]

Değişimin lokomotifi AB hedefi mi?

AB hedefimizi tartıştığımız son iki yazımıza bir okurumuz, “Memlekette neler oluyor, sen AB’yi yazıyorsun” diye tepki göstermiş. Bu cümle aslında her şeyi özetliyor.
Son “Eurobarometer” yoklamasına göre üye ülkelerde bile AB’ye inanç yüzde 49’lara düşmüşken, bu oranın Türkiye’de de çok parlak olmadığı ortada.
Özetle, ağzınızı açıp “AB” dediğiniz anda insanlardan, “hadi sen de” türünden tepkiler alıyorsunuz. Mevcut hararetli siyasi ortamdaysa hiçbir siyasetçinin “AB perspektifimiz” hakkında söz sarf ettiğini duymuyoruz. Kısacası, “AB üyeliği hedefi” bir “devlet politikası” olsa bile, bunun Türk kamuoyunda canlı bir konu olduğunu söylemek zor.
Oysa normal şartlarda AB ile yatıp kalkıyor olmamız gerekirdi, çünkü bu yoldan gelmesi hedeflenen değişiklikler sonuç itibariyle herkesi ilgilendiriyor. Avrupa’dan  Türkiye’nin üyeliği konusunda yansıyan olumsuzluklar elbette ki Türk halkının bu konudaki şevkini kırmıştır.
Fakat sorun sadece Avrupa kaynaklı değil. Türk insanı da AB’nin ne olduğu ve ne olmadığı konusunda yeterince bilgiye sahip değil. “Sokaktaki adam” açısından AB hâlâ “iş ve aş” anlamına geliyor. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi konuların üzerindeyse fazla durulmuyor.

REFORMLARA KRİZ BASKISI
Son Eurobarometer yoklaması, Avrupa’da bile, insanların sadece yüzde 19’unun AB’nin demokrasi ile ilgili olduğuna inandığını gösteriyor. Bu arada toplumumuzun önemli bir kısmı, “Kopenhag kriterlerini,” AB’nin Türkiye’yi bölmek amacıyla kullandığı enstrümanlar olarak görmeye şartlandırılmış durumdadır.
Toplumumuzun kendisini gerçek anlamda “Avrupalı” hisseden kesimi ise - ki bunun marjinal bir kesim olduğunu söyleyebiliriz - AB üyeliğini demokrasi, özgürlükler ve insan hakları açısından zorunlu görüyor. Ancak bu da tam anlamıyla doğru değil.
AB adına Türkiye’de çok önemli yapısal reformların yapıldığı doğru. Ancak, örneğin ekonomik alandaki reformların AB’den çok, 2001 krizinin yarattığı baskılarla yapıldığı da bir gerçek.

HEYBELİADA RUHBAN OKULU
Bugün Kürt hakları ve askerlerin sivil otoriteye itaati gibi AB’nin yıllarca gündemde tuttuğu konularda da önemli değişim oluyorsa, bu da AB’den ziyade Türkiye’nin iç dinamiklerinin zorlamasıyla oluyor.
Yoksa AB’nin bu dinamikleri harekete geçirme gücü olsaydı, her şeyden önce - son derece basit bir konu olan - Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması gibi bir adımın atılmasını sağlardı, ki bunu henüz yapabilmiş değil.
Yılların konusu olmasına karşın AB Türkiye’de, örneğin bir işkence olgusunun sona ermesini de sağlayabilmiş değil. Bunu da sağlayan sonuçta, Engin Çeber gibi olayların ortaya çıkmasıyla halkın duyduğu infial, yani bilinçli kamuoyu baskısı olacaktır.
Bu ve son iki yazımızda yazdıklarımıza rağmen, AB hedefinin Türkiye için yine de çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle bu konuda gidilebildiği noktaya kadar gidilmeli. Ancak Avrupa’daki gelişmelere bakınca, bu noktanın başta umulan nokta olmayacağı da artık görülmeli.

AB’NİN AVANTAJI AZALDI
Bunu “Türkiye’yi hiç bir zaman almayacaklar” anlamında da söylemiyoruz. AB’nin yeni üyelere vereceği somut şeylerin nesnel nedenlerle azalıyor olmasına işaret ediyoruz.
Nitekim, Haziran ayında Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği tarafından düzenlenen bir panelde konuşan AB Genel Sekreteri Büyükelçi Volkan Bozkır bile buna işaret etti. “AB rüyası’nın sona erdiğini” söyleyen Bozkır, “AB artık yeni üyelere para sağlayan yer olmaktan çıkmış, kendi üyelerinin sorunlarıyla uğraşmaktadır” diye konuştu.
Özetle Türkiye bir gün üye olsa bile, AB’den sağlayacağı avantaj, treni kaçırmayıp da bundan 30 sene önce, o zamanki adıyla AET’ye üye olması halinde sağlamış olacağı avantajdan çok daha azdır.
Buna karşın AB ile ilişkilerin önemi hem Türkiye, hem de Avrupa için siyasi, ekonomik ve teknik nedenlerden dolayı devam edecektir. Hatta bazılarına göre bu önem Türkiye’nin ekonomik büyümesini sürdürmesi ve uluslararası etkinliğini pekiştirmeye devam etmesiyle daha da artacaktır. [3]

Türkiye-AB bütünleşmesi devam edecektir

AB hedefimizi tartışırken hiçbir zaman “AB’nin işi bitti” demedik. Son yazılarımızla söylemeye çalıştığımız şuydu: AB artık eski AB değil. Türkiye üyelik için gerekli koşulları yerine getirse bile, Avrupa’daki koşullar değişti. Türkiye’nin üyelikten sağlayacağı maddi yarar da azaldı.
Türkiye’de değişim ise artık AB’den çok ülkenin kendi dinamiklerinden kaynaklanıyor. AB sayesinde Türkiye’de yasal müktesebatın çağdaşlaştırılması yönünde önemli adımlar atıldı, atılmaya da devam edecektir. Bu yadsınamaz bir kazanımdır.
Ancak bu yasal adımların uygulanması sonuçta Türkiye’nin iç dinamiklerine bağlı. Öte yandan, AB perspektifi “tökezlese” bile, Türkiye’deki değişim süreci devam edecektir, zira “Pandora’nın Kutusu” artık açılmıştır.
Bu arada, yaşadığı krizler nedeniyle Avrupa’nın daha da içine kapanacağını tahmin edenlerin sayısı artıyor. Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Charles Kupchan bunlardan sadece sonuncusu.
Yazısı 29 tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan Kupchan, AB’nin geleceği için çizdiği karamsar tablodan sonra şunları belirtiyor:
“60 yıl önce Avrupa’nın kurucu babaları Jean Monnet, Robert Schuman ve Konrad Adenauer’dı. Bugün tehlikeli bir şekilde çökme noktasına gelen (AB) projesine yeniden hayat verecek liderlere ihtiyaç var. Şu an için bu liderler görünürde yok.”
Biz AB projesinin çökeceğine inanmıyoruz. Ancak koşulların zorlamasıyla şekil değiştirmeye devam edeceği kesin. Bu nedenle Türkiye de AB hedefinde ince ayarlara gitmek zorunda. Bu ayarlar Türkiye’nin, AB’nin kurumsallaşmış yapısıyla daha da derin ilişkiler geliştirilmesini engellemiyor.
Unutmamak lazım ki, Türkiye’nin AB için önemi hem siyasi hem de ekonomik açıdan giderek artıyor. Bunu gören Avrupalıların sayısı da az değil. AB de bu nedenle Türkiye ile birçok alanda daha derin kurumsal ilişkilerin gereğini hissedecektir.
Ancak Türkiye’de hâlâ serbest dolaşım hakkını hayal edenler varsa bu olmayacak. Fakat bu “Kapı Türklere kapandı” anlamına gelmiyor. “Kapı vasıfsız Türklere kapandı” anlamına geliyor. Yoksa Avrupa ile ilgili vahim demografik tahminlere bakılırsa, AB yolu Türkiye’den gelecek kalifiye ve profesyonel elemanlar için giderek açılacaktır. 
Öte yandan, Avrupalılar için bile “maddi fayda” boyutu zayıflıyor olsa bile, AB’nin cazibesini hâlâ canlı tutan önemli bir neden var. Bu da Türkiye’nin Birlik ile koşulların el verdiği en derin ilişkileri geliştirmesini ayrıca önemli kılıyor.
Bugün AB bir “barış alanıdır.” AB üyeliği Avrupa’nın birçok çatışmanın üstesinden gelinmesini sağlamıştır. AB’nin eski Yugoslavya’yı yıkan ve Kosova’nın elden gitmesine neden olan bir birlik olarak görüldüğü Sırbistan’da bile çoğunluk üyeliği istiyor. Üstelik bundan sağlanacak maddi yararın azaldığını bile bile.
Dahası, AB üyelerine ve adaylara modern ve işlevsel bir müktesebat sağlıyor. Böylece, örneğin,  “Maastricht Kriterleri” ile “Kopenhag Kriterleri” modern dünyanın altyapısını oluşturan nesnel ilkeleri ve hedefleri kapsıyor.
Bunların bir kısmını henüz yerine getirememiş AB üyeleri bile var. Ancak ulaşılması gereken hedeflerin ne olduğunu “AB Müktesebatı” sayesinde biliyoruz. Yapısal reformların yapılması ise hızla kalkınan Türkiye için zaten elzem. AB müktesebatı Türkiye için önemli bir “başarı” veya “başarısızlık” ölçeği sağlıyor.
AB kendisini toparlamaya başladığında, büyük olasılıkla bütünleşme açısından değişik hızlarda ilerleyen üyelerden oluşan bir birlik olacak. Bu da Türkiye’ye, farklı “üye kümeleri” ile değişik derinlikleri olan ilişkiler kurma olanağı sağlayacaktır.
Bu arada Türkiye’nin ekonomik alandaki karşılaştırmalı avantajları da giderek artıyor. Türkiye bunun paralelinde dünyadaki siyasi etkinliğini de artırıyor. AB’nin bunun Avrupa için sağladığı ve sağlayacağı göreli avantajları göz ardı etmesi ise mümkün değil.
Sonuçta, tam üyelik uzak ve bir noktadan sonra gereksiz bir hayal gibi görünse bile, Türk-AB bütünleşmesi nesnel koşulların gerekli kıldığı ölçüde devam edecektir.[4]

Semih İdiz -Milliyet

 

Kaynak: MİLLİYET GAZETESİ

[1].http://www.milliyet.com.tr/ab-hedefimizi-tartismaliyiz/semih-idiz/siyaset/yazardetay/02.09.2010/1280621/default.htm?ref=haberici
[2].http://www.milliyet.com.tr/avrupalilar-bile-ab-ye-artik-inanmiyor/semih-idiz/siyaset/yazardetay/02.09.2010/1282029/default.htm?ref=haberici
[4].http://www.milliyet.com.tr/degisimin-lokomotifi-ab-hedefi-mi-/semih-idiz/siyaset/yazardetay/02.09.2010/1282674/default.htm?ref=haberici
[2].http://www.milliyet.com.tr/turkiye-ab-butunlesmesi-devam-edecektir/semih-idiz/siyaset/yazardetay/02.09.2010/1283948/default.htm



Bu haber 747 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,723 µs