En Sıcak Konular

AVCIYDI AV OLDU ŞİMDİ AVCILARINI AVLIYOR

29 Ağustos 2010 10:52 tsi
AVCIYDI AV OLDU ŞİMDİ AVCILARINI AVLIYOR Sistemin içinden biri,kendisini var eden değerleri de sorgulamayı göze alarak,o sistem dediğimiz arı kovanına çomak sokuyor,hatta o kovanı alıp yere çarpıyor.

Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır'ın gözüyle ,Hanefi Avcı  ve gündeme bomba gibi düşen “Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet, Bugün Cemaat” adlı olay kitap...

Avcıydı av oldu, şimdi avcılarını avlıyor

Amerikan filmlerinde sık sık karşımıza çıkan bir olguyla karşı karşıyayız. Sistemin tam içinden biri, kendisini var eden değerleri de sonuna kadar sorgulamayı göze alarak, o sistem dediğimiz arı kovanına çomak sokuyor, hatta o kovanı alıp yere çarpıyor.

Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” adlı romanı “Bir gün bir kitap okudum bütün hayatım değişti” diye başlar. Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet, Bugün Cemaat” kitabı için pekala “Bir gün bir kitap yazdı, bütün hayatımızı değiştirebilir” diyebiliriz.
Bu kadar iddialı bir cümleyi şu hususlardan hareketle kurabiliyorum:

1-Bugün Türkiye’de “polis” denince ilk akla gelen isimlerden birisi, belki de birincisi Hanefi Avcı’dır;

2-Avcı, Türk polis teşkilatının çoğunluğunu oluşturanlar gibi milliyetçi-muhafazakâr bir düşünce yapısı ve yaşam biçimine sahiptir;

3-Avcı’nın Emniyet Müdürlüğü’nde istihbarat dairesinin kökleşmesi ve etkili hale gelmesinde; özellikle teknik istihbarat altyapısının kurulup geliştirilmesinde çok önemli rolleri olmuştur;

4-Bugün Emniyet’te, özellikle istihbaratla ilgili birimlerde görev yapan çok kişinin yetişmesinde Avcı’nın doğrudan payı vardır;

5-Avcı, o sırada görevde olmasına rağmen tanıklık yaparak ve hatta medyaya çıkarak Susurluk sürecinde çok etkili bir rol oynamıştır;

6-Avcı 28 Şubat sürecindeki çalışmaları nedeniyle de TSK’nın tepkisine yol açmıştır;

7-Susurluk ve 28 Şubat sürecindeki pozisyonları nedeniyle zaten “dürüst” olarak bilinen Avcı’nın “demokrat” bir polis şefi olduğu da tescillenmiş, bu sayede medyada birbirinden farklı görüşlere sahip gazeteci ve köşe yazarlarıyla çok iyi ilişkiler kurmuştur;

8-AKP’nin iktidara geldikten kısa süre sonra Avcı’yı KOM Daire Başkanlığı görevine getirmesi genel olarak olumlu karşılanmış, daha sonra Edirne Emniyet Müdürlüğü’ne sürülmesi de yadırganmıştır;

9-Avcı bugün Emniyet’i ve devletin birçok organını ele geçirmekle suçladığı Fethullah Gülen cemaati üyelerini yakından tanımaktadır, hatta bazılarını bizzat kendisi yetiştirmiştir. Cemaat üye ve yöneticileri de bir zamanlar adı “Fethullahçı”ya çıkmış Avcı’yı yakından tanırlar.

Avcı’ya çamur yapışır mı?

Hanefi Avcı gibi birinin, Türkiye’de eşine az rastlanır bir biçimde, aktif görevdeyken bir kitap yazması; bu kitapta sadece anılarını, o da üstü kapalı bir şekilde, anlatmakla yetinmeyip ülkenin bugünü hakkında çok derinlikli analizler yapıp bazı kişi ve çevrelere açık ve net bir şekilde çok ciddi suçlamalar yöneltmesi son derece normaldir. Anormal olan, bu kitabın medyada bir türlü hak ettiği ilgiyi bulmaması, hakkında yazılanların çoğununsa, kitabın içeriğinden, orada dile getirilen iddialar ve sergilenen belgelerden çok Avcı’nın neden bu kitabı, bugün yazıp yayınladığı üzerine yoğunlaşmasıdır.

Avcı’nın bu kitabı kişisel ihtirasları veya kırgınlıkları nedeniyle yazdığını ileri sürenler onu yakından tanıdıklarını ve bu yaptığına şaşırdıklarını eklemeyi de ihmal etmiyorlar. Onu tanıyan gazetecilerden Gürkan Zengin ise dün Star Gazetesi’nde “Bazı adamlar, bazı isimler vardır, onların üzerine çamur yapışmaz. Ne yapsanız, ne etseniz o isimleri yıpratamazsınız. Bizim tanıdığımız Hanefi Avcı öyle bir adamdır. İşini iyi yapan, devlet aidiyeti kuvvetli ama bundan önce devlet telakkisi sağlam bürokratlardan biridir” diye yzdı. Belli bir süredir Hanefi Avcı’yı tanıyan biri olarak, ben de Gürkan gibi düşünüyorum. Avcı ile dünya görüşü ve yaşam tarzlarımız büyük ölçüde farklıdır. Bununla birlikte kendisiyle birçok kez son derece verimli sohbetler yaptık. O benim kitaplarımı okumuş ve eleştirmiştir. Ben de onun kitabını bir solukta okudum ve birkaç gün boyunca, kitabının olabildiğince objektif ve serinkanlı bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağım.

Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında yazılanlarda tabii ki Fethullah Gülen cemaati hakkındaki suçlamaları, Ergenekon ve benzer davalar hakkındaki görüşleri ve özellikle Güneydoğu’da görev yaptığı yıllarla ilgili anıları öne çıkartılıyor. Daha sonraki günlerde biz de bu konuları ayrı ayrı ele alacağız ancak kitabı değerlendirmeye giriş bölümüyle başlamak daha isabetli olur. Zira “Neden yazıyorum?” diye başlayan 3. sayfadan “Köydeki okul yıllarım” başlıklı 22. sayfaya kadarki bölümün kitabın kalbini oluşturduğunu düşünüyorum.

“Hiçbir polis benim kadar değişik olay yaşamamıştır. Suçlu gördüğüm kişilerle fiziken ve ruhen mücadele etmekten, silahlı çatışmaya; en teknik cihaz ve sistemlerle onlara karşı çıkmaya kadar her sahada ve her türlü polisiye olayda yer aldım” diyen Avcı hemen ardından şu çarpıcı değerlendirmeyi yapıyor:

“Sonra bir anda polislikten, devletin güvenlik gücü olmaktan, yani avcılıktan sistemin istemediği, yanlış bulduğu bir hedef, bir av konumuna düştüm.”
Bunun, Avcı’nın kişisel nedenlerle bu kitabı yazdığını ileri sürenler için kullanışlı bir cümle olduğu açık. Nitekim Avcı kitabın ilerki bölümlerinde, bizzat kendi yetiştirdiği bazı polis şeflerinin nasıl yasadışı yollarla kendisini dinlediklerini; en yakın arkadaşlarına nasıl bazı meslektaşlarının komplolar kurduğunu; kefil olduğu bazı polis şeflerinin nasıl, sırf “cemaat” ile farklı düştükleri için yerlerinden olduklarını anlatıyor. Ama kitabın bütününü okuduğunuzda bü kitabın bir “kişisel hesaplaşma” değil Türkiye’deki mevcut devlet sisteminin, içeriden ve cesur bir sorgulaması olduğunu görüyorsunuz.

Türk sağına içerden eleştiri

Hanefi Avcı’nın şu sözlerinin altı defalarca çizilmelidir: “Başta fark edemesem de yaşadığım her olaydan bir emare alarak 32 yılın sonunda çok samimi olarak inandığım, hiçbir karşılık beklemeksizin uğruna gece gündüz çalıştığım, varlık sebebi gördüğüm değerlerin, ihtiyaca cevap vermediğini, hatta tüm sorunlarımızın kaynağı olduğunu anladım. Bu gerçeği kabullenememenin, kendime bile itiraf edememenin öldürücü tesirini yaşadım.” Avcı’nın milliyetçi-muhafazakâr değerlerle yoğrulmuş bir polis şefi olduğu, Emniyet teşkilatının ezici bir çoğunluğunun da tıpkı onunki gibi bir profil çizdiği, hatta Türkiye’nin çoğunluk itibariyle Sünni muhafazakârlık ve Türk milliyetçiliğinin egemenliği altında olduğu bilindiğinde onun bu değerlendirmeleri daha fazla değer kazanıyor. Sonuçta Amerikan filmlerinde sık sık karşımıza çıkan ama Türkiye’de pek rastlamadığımız bir olguyla karşı karşıyayız: Tam içinden biri, kendisini var eden değerleri de sonuna kadar sorgulamayı göze alarak, o sistem dediğimiz arı kovanına çomak sokuyor, hatta o kovanı alıp yere çarptığını bile söyleyebiliriz.

Avcı’nın bu kitabı, avcıyken ava dönüşmesine duyduğu tepkiyle, yani kendi avcılarını ava giderken avlama amacıyla yazmış olabileceği gerçeği onun 32 yıllık deneyiminden hareketle geliştirdiği sistem eleştirisini gölgelememeli. {1}

Susurlukçuların belalısı yoksa Ergenekoncu mu oldu?

Medyada Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında, beklenenin altında yazı çıkıyor ve bunların çoğu kitabı ve yazarını eleştiriyor. Eleştirilerin odağında Avcı’nın Ergenekon soruşturmasıyla ilgili sorduğu sorular ve dile getirdiği kuşkular yer alıyor. Bazıları, Danıştay saldırısı, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner ve diğerleri hakkındaki soruşturma üzerine söylediklerinden hareketle Avcı’yı neredeyse “Ergenekoncu” ilan edecek noktaya gelmiş durumdalar. Öte yandan, başta Doğu Perinçek olmak üzere bazı Ergenekon sanıklarının, tabii bu arada Ergenekon soruşturmasını bir “komplo” olarak görenlerin hatırı sayılır bir bölümünün Avcı’ya ve kitabına sahip çıkması da işeri daha da karıştırıyor. Karıştırıyor çünkü Avcı, Susurluk döneminde epey bir riski göze alıp JİTEM’i, Veli Küçük’ü ve devlet içindeki “derin” yapıları alenen deşifre etmiş bir polis şefiydi. Hatta MİT’e ait bazı telefon numaralarını açıkladı diye kısa süre hapis yatmışlığı bile vardı. Avcı 28 Şubat sürecinde de bugün Ergenekon kapsamında adı geçen kişi ve odakların tam karşısında yer almıştı. Örneğin denizci er Kadir Sarumsak sayesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde “Batı Çalışma Grubu” adlı bir birim oluşturulduğunu ve askerlerin bir tür darbe hazırlıkları içinde olduğunu ortaya çıkaran isim de Avcı’nın ta kendisiydi.

Avcı’nın kitabında en çok, hiç kuşkusuz, başta Emniyet olmak üzere devletin birçok biriminde Fethullah Gülen cemaatinin kritik bir şekilde örgütlenmiş olduğu iddiası dikkat çekiyor. Halbuki bir zamanlar, dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve Ankara İstihbarat Şube Müdürü Osman Ak Emniyet içinde “cemaatçi avı”na çıktıklarında karşılarına Hanefi Avcı ve bir grup arkadaşı çıkmıştı. Hatta bu yüzden Avcı uzun bir süre “Fethullahçı” olarak bilindi.

Avcı kitabında muhafazakâr bir kişi olduğunu, öğrenciliği döneminde Gülen cemaatine bağlı bir “ışık evi”nde bir süre kaldığını, Gülen’in özellikle eğitim faaliyetlerini takdir ettiğini, hatta iki çocuğunu, cemaate ait Samanyolu Koleji’nde okuttuğunu anlatıyor. Zaten Avcı’nın son çıkışlarını, bu geçmişi ve muhafazakâr yapısı daha da ilginç kılıyor.

Perinçek’in sözleri

İP Lideri Doğu Perinçek önceki gün Ergenekon duruşmasında “Hanefi Avcı çok doğru söylüyor. ‘O Ergenekon davasında karşılaştığınız hakimler hakim değil, savcılar savcı değil, polisler de polis değildir. Onlar gizli bir örgüttür’ diyor. Bu davanın özü budur. Avcı’nın dediği adamlar burada sanık sandalyesine oturacak. Hem de öyle uzun bir zaman da değil, kısa bir süre içinde” demiş. Perinçek-Avcı ilişkisini bilenler için son derece şaşırtıcı sözler bunlar. Zira Avcı kitabında uzun uzun anlattığı gibi , Perinçek ve onun denetimindeki yayın organları yıllar boyunca Avcı’yı bir hedef olarak görmüş ve göstermişlerdi. Avcı Perinçek hakkında şöyle yazıyor: “Perinçek grubunun İşçi Partisi hiçbir zaman klasik anlamda bir siyasi parti olmadı. Her zaman askeri, güvenlik ve istihbarat konularının içinde oldu. İddiaları ve söylemleri sanki herhangi bir istihbarat teşkilatının söylemleri gibiydi. Öyle ki sıradan bir istihbarat örgütünün toplayamayacağı bilgileri topluyor ve anlatıyordu.”

Bazılarının iddia ettiği gibi, Veli Küçük’ü ve onun karanlık ilişkilerinin deşifre olmasında epey katkısı bulunan Avcı’nın bugün onunla aynı noktaya gelmiş olması hiç de gerçekçi değil. Nitekim medyadaki üstünkörü eleştiriler yerine kitabın kendisini dikkatle okuyanlar, Avcı’nın Ergenekon soruşturmasına karşı olmadığını ancak onun içindeki bazı öğeleri, özellikle de soruşturmanın yürütülüş biçimini eleştirdiğini göreceklerdir. Yarınki yazımızda Avcı’nın Ergenekon, Hrant Dink suikastı gibi konularda dile getirdiği yaklaşımları eleştirel bir şekilde ele alacağız.

*****

Avcı: Öcalan ve PKK ile görüşmeden hangi sorun halledilebilir?

Hanefi Avcı, kitabının önemli bir bölümünü 1984-1992 yılları arasında görev yaptığı Diyarbakır’da görüp, duyup yaşadıklarına ayırmış. PKK’nın ilk ciddi silahlı eylemleri olan Eruh ve Şemdinli baskınlarını 15 Ağustos 1984 günü gerçekleştirdiği düşünüldüğünde Avcı’nın güvenlik bürokrasisi içinde Kürt sorunu ve PKK’yı en iyi bilen isimlerden biri olduğu anlaşılacaktır.

Her ne kadar Güneydoğu Anadolu bölgesinin merkezi Diyarbakır olsa da PKK uzun yıllar bu ilde önemli silahlı eylemler düzenlemedi. Avcı da 8 yıl boyunca Diyarbakır’daki işlerin azlığından istifade edip bölgenin, PKK’nın daha etkili olduğu diğer illerine gitmiş, orada görev yapan subaylarla tanışmış. Bu arada JİTEM’in önde gelen isimlerinden Cem Ersever ile çok yakın bir ilişkisi olduğunu, onun PKK ile mücadele adına yasadışı yollara başvurmuş olduğunu anladığını, hatta kendisini uyarmış olduğunu da kitaptan öğreniyoruz.

Avcı’nın kitabı bize, devletin PKK ile mücadele adına bölgeye yoğun bir şekilde kaynak ve kadro aktarmasına rağmen neden bir türlü başarılı olamadığını anlamamıza yardımcı olacak bir dizi ipucu sunuyor. Özellikle istihbarat konusundaki eksikliklerin altını sıklıkla çizen Avcı Kürt sorununun bugün geldiği noktada tek bir çözüm yöntemi görüyor: “Sorunları diyalogla, barış içinde çözme yöntemi olarak demokratik açılım.”

Avcı kitabında, PKK ve Öcalan’ın günümüzdeki tavırlarını “Türkiye için bulunmaz şart” olarak niteliyor ve şöyle devam ediyor: “Türkiye bu nimetin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Örgütün, devlet istese ve planlasa dahi öngöremeyeceği kadar iyi bir noktaya gelmiş ve çok iyi bir fırsat yakalanmış olmasına rağmen, devlet hâlâ bu fırsatın farkında değildir.”

Avcı son günlerin en kritik tartışma konularından biri olan PKK ve Öcalan’ı muhatap alıp almama konusundaki görüşünü de açık bir şekilde dile getiriyor: “Şimdi de ‘Öcalan ve PKK ile görüşülemez’ deniyor. Peki kiminle görüşülecek? Sorun oradaki sıradan halk değil ki. Sorunu davanın şahsında somutlaştığı Öcalan ve örgüttür. Onlarla görüşülmeden hangi sorun halledilebilir? Daha doğrusu onlardan başka konuşacak bir muhatap var mı ki? Bugün muhatap alınacak herkes ancak oradan izin aldığı zaman konuşabilir.”

Ortada çok çelişkili bir durum var: Avcı’nın kitabı tam da referandum kampanyasının ortasında çıktı. Hatta birçok “evet” yanlısı, Avcı’yı, kitabı bilerek böyle bir zamanda çıkardığı iddiasıyla eleştiriyorlar. Bunda, “hayır” cephesinden birçok kişinin Avcı’ya ve kitabına sahip çıkması da etkili oluyor. Ancak kampanyanın şu anki ana eksenini, devletin (ve hükümetin) PKK ve Öcalan ile görüşüp görüşmediği tartışmalarının oluşturduğu akılda tutulursa işler karışıyor.

PKK ve Kürt sorununa bakışı bile, Avcı’nın siyasi çizgi olarak muhalefetten ziyade iktidar partisine yakın olduğunu gösteriyor. Fakat ülkedeki kamplaşma öyle boyutlarda seyrediyor ki ak ile kara arasındaki renklere, yani griye kimse bir alan açmak istemiyor. Bu nedenle Avcı’nın kitabı da birbirinden farklı konularda çok ciddi gözlem, analiz ve öneriler içermesine rağmen çatışan kamplardan hangisinin daha çok lehine, hangisinin daha çok aleyhine olduğu gibi basit bir hesaplama ışığında ele alınıyor.{2}

Gülen cemaatine yönelik ilk değil ama en inandırıcı ve en ağır suçlamalar

Hanefi Avcı’nın kitabının ana ekseninde Fethullah Gülen cemaatinin devlet içindeki kadrolaşması ve bu kadrolar aracılığıyla yürüttüğü yasadışı faaliyet iddiaları olduğu ortada. Her ne kadar kitaptan hoşlanmayan çevreler “belge yok” dese de 557-563. sayfalarda yer alan ve cemaatten birileri tarafından daha üst bir merciye yollandığı ileri sürülen raporvari şikayet mektubu başlıbaşına yeterlidir. Avcı’nın, cemaatin Emniyet içindeki “imamı”nın “Kozanlı Ömer” kod adını kullanan Osman Hilmi Özdil adlı bir şahıs olduğunu ileri sürmesi de, bu iddiaların doğru ya da yanlış olduğunu anlayabilmek için çok önemli bir ipucudur.
Avcı ile yaptığımız NTV’deki Yazı İşleri programı öncesi Özdil’in avukatından bir ihtarname aldık. Bu da gösteriyor ki o isimde biri var. Ama kendisi ortaya çıkmış ve hakkındaki iddialara cevap vermiş değil. Adli ve idari mercilerin de kendisinin ifadesine başvurduğunu duymuş değiliz.

Avcı, Emniyet (ve devletin MİT, TSK gibi diğer kritik kurumlarındaki) cemaat yapılanmasının kendi önlerinde engel gördükleri kişi, grup, çevre ve kurumlara karşı bir dizi komplo düzenlediklerini ileri sürüyor. Ona göre Şemdinli İddianamesi, Van 100. Yıl Üniversitesi eski Rektörü Yücel Aşkın’a yönelik dava, çoğu üst düzey rütbeli subay olan birçok kişinin özel hayatlarının kayıt altına alınıp internet ve diğer medya araçları üzerinden yayılması, Erzincan’da Başsavcı İlhan Cihaner, Org. Saldıray Berk ve bazı MİT mensuplarını da kapsayan dava gibi birçok olayın arkasında Gülen cemaatinin komploları bulunuyor.
Avcı, Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Sabri Uzun, Celal Uzunkaya, Faruk Ünsal, Ahmet İlhan Güner gibi polis şeflerine yönelik soruşturma, yargılama, görevden alma, kızağa çekilme gibi uygulamaların ardında da yine cemaatin olduğuna inanıyor.

Bütün bunlara ek olarak, kendisinin de, ama yaptığı yasal başvurularda adlarını verdiği ama kitapta vermediği İstanbul’daki iki polis şefi tarafından (ki bunların da cemaate bağlı olduklarını söylüyor) yasadışı bir şekilde dinletildiğini ortaya çıkardığını ileri sürüyor.
Bugüne kadar başta Emniyet olmak üzere devletteki Gülen kadrolaşması üzerine çok şey söylendi ama Avcı’nın kitabının bu konuda bir dönüm noktası olduğu kesindir. Çünkü:

1) Avcı, Gülen cemaatine hiç de uzak birisi değildi. Avcı’nın muhafazakâr bir dünya görüşü ve yaşam tarzına sahip olması, polis teşkilatındaki (ve kamuoyundaki itibarı) kendisini daha inandırıcı kılıyor;

2) Türkiye’nin en önde gelen istihbaratçılarından olan Avcı’nın, Emniyet’teki yaygın ilişki ağını da kullanarak cemaat örgütlenmesi hakkında epey bilgi sahibi olması normaldir. Diğer bir deyişle, o, bazılarının iddia ettiği gibi “olsa olsa” yöntemiyle değil, uzun bir çalışmanın sonucunda iddialarını dile getiriyor olmalı.

Avcı’nın Ergenekon’a bakışı

Özellikle medyada Avcı’ya yönelik son derece yoğun bir karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası yürütülüyor. Ve bu kampanyanın en çarpıcı yönü, Gülen cemaatinin devlet içinde örgütlendiği iddialarını hiç gündeme getirmeden diğer konuların öne çıkarılması. Bu noktada en çok, Avcı’nın Ergenekon soruşturması başta olmak üzere, son dönemin önemli kriminal olayları hakkındaki görüşleri hedef alınıyor. Avcı’nın, örneğin Danıştay saldırısının Ergenekon’la ilişkilendirilmesine itiraz etmesi, Hrant Dink suikastini “bireysel” bir eylem olarak görmesi gibi konularda ben de farklı düşünüyorum. Bununla birlikte, başkalarının yaptığı gibi, Avcı’nın yaklaşımlarının bir çırpıda çöpe atılmak istenmesi de doğru değil. Çünkü:

1) Söz konusu olaylarla ilgili bilgilerimizin birbirinden farklı kanallardan akıyormuş gibi gözükmekle birlikte kaynağının tek, bunun da Avcı’nın hedef tahtasına oturttuğu Gülen cemaatiyle irtibatlı bir olgu olduğunu rahatlıkla ileri sürebiliriz. Dolayısıyla bu konularda büyük ölçüde üretilmiş, bozulmuş ve yönlendirilmiş bilgilerle zehirlenmiş olduğumuz göz önüne alınırsa, her türden alternatif görüşe daha fazla kulak kesilmemiz kadar normal bir şey olamaz.

2) Bu bağlamda, bu ülkenin en iyi istihbaratçılarından biri olduğunu bildiğimiz Avcı’nın bu olaylar hakkındaki değerlendirmelerini, bize ne kadar kabul edilemez gelse de, önemsememe gibi bir lüksümüz olamaz.

Başkalarını bilmem ama ben çok önemsiyorum. Çünkü Hanefi Avcı’nın kitabının, nedense görmezden gelinen bir olguyu çıplak bir şekilde gözler önüne serdiğini düşünüyorum: Türkiye’de bir dönem birlikte hareket etmiş ama zamanla yolları ayrılmış ve bir süredir kıran kırana çatışma halinde olan iki ayrı “derin devlet” var. Avcı dün bunlardan birine savaş açmıştı, bugün ikincisinin evrensel hukuk ve demokrasi değerleri içine girmesi için mücadele ediyor.{3}

Cemaat şeffaflaşmadığı müddetçe suçlamalar bitmez

Vatan Gazetesi’ndeki yazılarımı izleyenler bilir: Fethullah Gülen cemaatinin devlet içindeki örgütlenmesini ve ülkenin en güçlü iktidar odaklarından biri haline gelmesini ele aldığımı bilir. Örneğin 9 Nisan 2007 tarihli yazımın başlığı “Hükümet-Ordu-Cemaat üçgeni”ydi ve şu tespiti yapmıştım: “Özellikle son iki yılda yaşananlar Türkiye’de iktidar çekişmenin iki değil, üç ana aktörü olduğunu ortaya koyuyor: AKP hükümeti, TSK ve Fethullah Gülen cemaati.”
Bu yazının ardından sohbet ettiğim üst düzey bir AKP’linin şu sözlerini hiç unutmayacağım: “İki taraf çok şiddetli bir siper savaşı yürütüyor ve her ikisi de bizi kum torbası olarak kullanmak istiyor.” O günden bu yana savaşta epey mesafe alındı. Öyle ki TSK’nın etkisi büyük ölçüde kırıldı, buna karşılık cemaat alabildiğine güçlendi. Peki bugün hangi noktadayız?

Şu soruyu soralım kendimize: Bu ülkede gerçek bir demokrasi olmasını arzulayanlar, orduyu yıllarca neden eleştirmişlerdi? Cevap basit: Siyasete müdahil olmak; şeffaf olmamak; kendi halkına karşı psikolojik baskı yürütmek; yargıya müdahale etmek; suçluları suçsuz, suçsuzları suçlu göstermek; medyayı ve gazetecileri kontrol altına almak

Liste uzayabilir. İşte bütün bu listenin, bugün Gülen cemaatine yöneltilen suçlamalarla büyük ölçüde örtüştüğü görülüyor. En azından Hanefi Avcı’nın kitabında dile getirdiği iddialar, bu ülkenin demokratlarının orduya yönelttiği suçlamalarla epey benzeşiyor.
Çünkü bütün bu iktidar mücadelesi sürecinde, cemaat, hadi “düşmanı” demeyelim de “rakibi”ne, yani TSK’ya bayağı benzemeye başladı. Avcı’nın kitabının çıkmasından bugüne yaşananlara bakalım: Toplumun olağanüstü bir ilgi gösterdiği bir kitaba ülkenin medyası ne kadar yer verdi, veriyor? Çıkan yazıların ezici bir çoğunluğunun Avcı’ya ve kitabına karşı olması bir tesadüf olabilir mi? Avcı’nın kitabını “operasyonel” bulanlar, o kitaba karşı örgütlü bir operasyon yürütüldüğünü gerçekten görmüyorlar mı?

İki derin devlet

Avcı bize Türkiye’de aslında iki farklı “derin devlet”in bulunduğunu çok net bir şekilde gösterdi. Basitleştirip söylersek, bu ülkeyi yıllardır otoriter veya yarı-otoriter bir şekilde yöneten Kemalist elitler, bir aşamadan sonra, özellikle dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de solun yükselişe geçmesiyle birlikte, milliyetçi-muhafazakâr kesimlere, denetimli bir şekilde iktidardan pay verdiler. İlginçtir, bir yandan polis alımlarında milliyetçi-muhafazakâr köken tercih sebebi olurken, diğer taraftan dini cemaatlerle ilişkileri olduğu gerekçesiyle çok kişi ordudan atıldı.

İslam dünyasının dört bir yanında defalarca yaşanmış bir olgudur: İktidardaki otoriter ve totaliter rejimler, kimi zaman milliyetçi ama daha çok solcu muhalefete karşı İslami cemaat ve grupları sık sık kullanmış ama zaman içerisinde o gruplar kendilerinin en büyük rakibi olmuştur. Bunun nedeni, bu rejimlerin dini yapıları ve İslamcı ideolojiyi küçümseyip kendilerini epey önemsemeleridir. Bizde de böyle oldu ve gelinen nokta ortada.

Cemaatçilik suç değil

Türkiye’deki kızgın iktidar savaşında taraf olmaktan akıl, izan, vicdan ve insafları bertaraf olmuş bazı kişiler, Hanefi Avcı’yı (ve onun iddialarını önemseyenleri), insanları sırf Fethullahçı oldukları için suçlamakla, cadı avı düzenlemekle, hatta Nazi olmakla itham edebiliyorlar. Eğer kitabı okusalardı veya NTV’deki açıklamalarını izleselerdi ya da Avcı’nın kendisini az buçuk bilselerdi bu söylediklerinin hiç de doğru olmadığını görürlerdi.
Öğrenciliğinde ışık evlerinde kalmış, iki çocuğunu Samanyolu Koleji’nde okutmuş, adı yıllarca “Fethullahçı”ya çıkmış ve bu kitabı yazana kadar Türkiye’deki milliyetçi-muhafazakâr camianın rol modellerinden biri olan Avcı, cemaatin eğitim başta olmak üzere birçok alandaki faaliyetlerini övüyor. Ama cemaatin devlet kurumları içinde örgütlenip yasadışı yollarla, suç işleyerek iktidarını güçlendirmeye kalkışmasından kaygılanıyor ve elindeki bilgilerden hareketle cemaati hem ilgili mercilere, hem de kamuoyuna şikayet ediyor.

Avcı’nın iddialarının doğru olup olmadığını nasıl anlayacağız? Tabii ki öncelikle, layıkıyla yapılacak adli ve idari soruşturmalar sonucunda. Ama şu da şart: Cemaat artık bir an önce şeffaflaşmalıdır. Örneğin Avcı bazı isimler veriyor. Bu kişiler neden ortaya çıkıp iddialara cevap vermiyorlar?

Cemaat psikolojik savaş yöntemleri kullanıp kamuoyu oluşturma alışkanlıklarını terk edip demokrasinin evrensel ilkelerine uygun, özgür, sivil, çoğulcu bir diyalog ortamının oluşumuna katkıda bulunmalı ve gerektiğinde hesap vermekten kaçmamalıdır.

Aksi takdirde ne mi olur? Yarın, er geç bir gün, kendisine benzemekte oldukları TSK’nın bugün içine düştüğü duruma düşerler.{4}

Ruşan Çakır-Vatan

 

Kaynak: GAZETEVATAN.COM

{1}.http://haber.gazetevatan.com/haber.vatan?detay=avciydi-av-oldu-simdi-avcilarini-avliyor&Newsid=324893&Categoryid=4&wid=73
{2}.http://haber.gazetevatan.com/haber.vatan?detay=susurlukcularin-belalisi-yoksa-ergenekoncu-mu-oldu&Newsid=325100&Categoryid=4&wid=73
{3}.http://haber.gazetevatan.com/haber.vatan?detay=gulen-cemaatine-yonelik-ilk-degil-ama-en-inandirici-ve-en-agir-suclamalar&Newsid=325505&Categoryid=4&wid=73
{4}.http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=325678

 



Bu haber 782 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,756 µs