En Sıcak Konular

MÜMİNİN ÜÇ NİTELİĞİ

10 Nisan 2010 23:14 tsi
MÜMİNİN ÜÇ NİTELİĞİ Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirini ağırlasın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, hayır konuşsun ya da sussun.”

Müminin üç niteliği

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirini ağırlasın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, hayır konuşsun ya da sussun.” (Buhâri, Edeb, 31)

Hadiste, müminde bulunması gereken üç özelliğe dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi, “elinden ve dilinden başkalarının güvende olması gereken” (Buhârî, İman, 3) Müslümanın, bu temel vasfının bir parçası olarak, komşusuna zarar vermemesidir. Öneminden dolayı komşu hakkına bu hadiste ayrıca işaret edilmiştir. Çünkü komşu, toplumsal bir varlık olarak yaşayan insanın mekân olarak en yakınında bulunandır. Bazen bu yakınlık, nesep yakınlığından bile öne geçebilir. Hastalıkta, ölümde, herhangi bir musibette, insanın en önce yardımına koşabilecek kimse, en yakınında bulunan komşusudur. Bu yüzden komşu hakkı önemli sayılmıştır. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde bu önemi şöyle ifade etmişlerdir: “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, sanki onu (komşusuna) mirasçı kılacağını zannettim.” (Buhârî, Edeb, 28) Bu hadisi bizzat Allah Rasulü’nden işittiğini söyleyen sahabi Abdullah b. Amr, kendisine ait kesilen bir koyundan Yahudi komşularına verip vermediklerini ailesine sorduktan sonra bu rivayeti nakletmiştir. (Ebû Dâvud, Edeb, 132)

Komşu olunacak kimselerin, içinde oturulacak evden bile daha önemli ve öncelikli olduğu tecrübeyle sabittir. Onun için Araplar, “el-câr sümme’d-dâr” (önce komşu, sonra ev) demişlerdir. Türkçe’de bu, “ev alma komşu al” atasözüyle ifade edilmiştir. Ayrıca, “komşu komşunun külüne muhtaç” atasözü de, yakın çevrede bir arada yaşayan insanların birbirlerine ne kadar muhtaç olduklarının çok veciz bir ifadesidir. Hz. Peygamber, komşu haklarını soran birisine, “Hastalandığında ziyaret edersin, öldüğünde cenazesini uğurlarsın, borç istediğinde borç verirsin, aç-açık görürsen ihtiyacını giderirsin, bir iyilikle karşılaşırsa tebrik eder, bir musibetle karşılaşırsa teselli edersin, evini, onun rüzgârını kesecek şekilde yüksek yapmazsın.” (el-Mu’cemu’l-Kebir, 19/419) buyurarak, bu sorumluluğun ne kadar büyük olduğunu göstermiştir. “Komşusu aç iken tok yatan mümin değildir.” (Buhari, el-Edebu’l-Müfred, 52) hadisi de komşu olma sorumluluğunun hangi boyuta ulaştığına işaret etmektedir.

Komşuluk hakkına riayet bir mümin için ne kadar önemliyse, komşuya zarar vermek ve haklarına tecavüz etmek de o denli sakınılması gereken bir husustur. Onun için Allah Rasulü bunu Allah’a ve ahirete imanla ilişkilendirmiştir. Çünkü Allah’a inanan kimse, yaptığı her şeyin hesabının görüleceği büyük mahkemede, komşusuna yaptığı haksızlığın hesabını da yaratıcısına vereceğini bilmektedir. Ayrıca o, Allah Rasulü’nün, “komşularının, kötülüklerinden emin olmadığı kimsenin cennete giremeyeceği” (Müslim, İman, 73) uyarısının da farkındadır.

Misafir ağırlamanın kültürümüzde çok önemli bir yer işgal etmesinin kaynağında da muhtemelen yorumunu yaptığımız bu hadis ve onu destekleyen diğer rivayetler yer almaktadır. Hadiste “dayf” olarak geçen kelime Türkçede misafir veya konuk kelimeleriyle karşılanır. Arapça’da yolcu anlamına gelen misafir (müsâfir)e ikram, esasen bir beldeden diğerine yolculuk yapanların konakladıkları yerde, yeme-içme ve gecelemelerini sağlamak ve bu süre zarfında elden gelen hizmet ve kolaylığı göstermektir. Zamanla daha çok, evden eve yapılan ziyaretleri ifade eden bir anlam daralmasına uğrasa da, toplumsal kaynaşmanın ve dayanışmanın en önemli göstergelerinden biri olan misafir ağırlamayı sevgili Peygamberimiz müminin vazgeçilmez görevlerinden saymıştır.

Hadiste, “hayır konuşmak ya da susmak” şeklinde ifade edilen üçüncü husus Kur’an’da, “Onlar ki boş söz ve yararsız işten yüz çevirirler.” ayetiyle (Müminûn, 3) kurtuluşa eren müminlerin özelliklerinden sayılmıştır. “Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi Müslüman kişinin güzel hasletlerindendir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/201) hadisi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Çünkü kendisini ilgilendirmeyen bir konuda konuşan kimse, muhtemelen başkaları hakkında dedikodu yapma, gıybet ve kötü zanda bulunma tehlikesiyle karşı karşıya kalır ki bu, hem Kur’an-ı Kerim (Hucurât, 12 ) hem de Hz. Peygamber’in hadisiyle (Buharî, Edeb, 57) yasaklanmıştır. Atalarımız, “Söz gümüş ise sükût altındır.” diyerek boş ve lüzumsuz konuşmanın değersizliğine işaret etmişlerdir. “Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz” sözü de, dil ve malla sergilenecek aşırılığın potansiyel tehlikelerine dikkat çekmektedir.

Yoğun yerleşimden dolayı insanların âdeta üst üste yaşadığı, aynı binada oturan onlarca komşunun birbirini tanımadan aynı kapıdan girip çıktığı, yüzlerce metrekarelik rezidanslarda bir tanrı misafirine kalacak yer bulunamadığı, çeşit çeşit cep telefonlarını kullananların konuşmadan dinlemeye fırsat bulamadığı günümüz metropollerinde yaşayanların, açıklamaya çalıştığımız hadis üzerinde daha dikkatli düşünmelerinde yarar vardır. Komşusunun varlığından, ancak rahatsız edildiğinde haberdar olan, eşyasına gösterdiği özeni misafirine gösteremeyen, yüzlerce kanalda üretilen malayaniyi saatlerce izlemekten hayırlı ve faydalı bir söze zaman ayıramayan çağdaş müminin, bu nebevî uyarı karşısında, geçmişten günümüze hangi değerleri kaybettiğinin muhasebesini yapması kaçınılmazdır.

Modern hayat âdeta, bize sunduğu bazı imkânlar karşılığında komşularımızı, yakınlarımızı, misafirlerimizi, kendimize ve ailemize ayıracağımız zamanı elimizden aldı ve bizi yüzlerce ailenin yaşadığı koskoca sitelerde, yüz binlerce insanın yaşadığı devasa şehirlerde tek başımıza bıraktı. Bu yalnızlığımıza çare, on beş asır önce müminleri kardeş ilan edip onları bir bedenin parçaları gibi kabul eden, toplum içinde bu kardeşliğin gereklerini nasıl yerine getireceğimizin ölçülerini ortaya koyan Allah ve Rasulü’nün sesine kulak vermek ve kendimizi aynı hisleri paylaşan canlı bir organizmanın parçası kabul etmekle mümkün olacaktır.

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üye

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Mart 2010 sayısından iktibas edilmiştir. 

 



Bu haber 832 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,563 µs