AHMET ALTAN'I KİM VURABİLİR?

29 Ocak 2010 14:57 tsi
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “TSK’nın da sabrının sınırı var” sözü, Ahmet Altan’ı belli ki çok korkutmuş.

Ahmet Altan’ı kim vurabilir?

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “TSK’nın da sabrının sınırı var” sözü, Ahmet Altan’ı belli ki çok korkutmuş.
Şunu soruyor Orgeneral Başbuğ’a:
“Ne olacak sabrınız tükenirse? Vurduracak mısınız, tutuklatacak mısınız, gazeteyi mi kapattıracaksınız?”
Dikkat edilirse, “Ne olacak sabrınız tükenirse? Darbe mi yapacaksınız?” demiyor, diyemiyor.
“Bir kadın memesine memleketi satarım” diyenin, darbe marbe umurunda mı?
Varsa yoksa kendi canı ve gazetesi...
Korkmasın Ahmet Altan...
Onun kanıyla kimse elini kirletmez!
*****
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin niyeti olsa, şimdiye kadar çoktan darbe yapardı.
Bunu anlamak için dahi olmak gerekmez.
Sabrı zorlandıkça zorlanan asker, savunmada ve meşruiyet çizgisinde kalmaya devam ediyor.
Kendini sarhoş Boris Yeltsin sanan Hasan Celal Güzel bile, “Darbe olursa tankın üstüne çıkarım” diyor.
Yeter ki darbe olmasın, yoksa tankın üstüne mi çıkar yoksa altına mı girer görürüz.
Sayın Başbakan da iki ay kadar önce, askerin darbe yapmayacağını bilmenin rahatlığıyla, Demirel’e gönderme yaparak, “Şapkayı alıp gitmem, gerekeni yaparım” deyiverdi.
Hasan Celal Güzel gibi o da tankın üstüne çıkacak herhalde?
“Demirel 12 Mart’ta şapkasını alıp gitti” diyenler, nedense “Demirel 12 Eylül’de de şapkasını alıp gitti” diyemiyorlar.
12 Eylül’den sonra Anavatan Partisi’ni kurarak başbakan olan 12 Eylül rejiminin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal ne diyordu:
“12 Eylül olmasa biz iktidar olamazdık.”
12 Eylül ve 28 Şubat olmasa, AK Parti iktidar olabilir miydi?
*****
Gelelim şu “Şapkayı alıp gitme” meselesine...
12 Mart 1971 muhtırası da, bir Silahlı Kuvvetler darbesi değildi.
27 Mayıs’ın orduya soktuğu “darbe virüsü” yüzünden askerler arasında cirit atan cuntaların hem işbirliği yaptığı ve hem de birbirini kontrol altında tuttuğu o dönemde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, darbeci kuvvet komutanlarının baskısıyla, 12 Mart Muhtırası’nı ağlayarak imzalamıştı.
Üstelik Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da darbecilerden yanaydı.
Genelkurmay Başkanı, Kara, Hava, Deniz ve Jandarma komutanlarının imzaladıkları muhtırada ‘hükümet ve parlamentonun tavır ve tutumlarıyla Türkiye’yi uçurumun kenarına getirdikleri’ gibi bir iddiada bulunuluyor, ‘hükümetin istifası ve yerine güvenilir bir hükümetin kurulması’ isteniyordu.
Cuntalararası savaşta kabak hükümetin başına patlamıştı.
Cumhurbaşkanı, Başbakan Demirel’in telefonlarına çıkmıyor, MİT Müsteşarı Fuat Doğu aracılığıyla, “Sağlık durumunu gerekçe göstererek istifa etsin” diye haber gönderiyordu.
Orgeneral Cemal Tural’ın Genelkurmay Başkanlığı görevinden alınmasını öngören kararnameyi 1969 yılında imzalayan Cumhurbaşkanı Sunay, 12 Mart Muhtırası’nı imzalayan kuvvet komutanlarının görevden alınmasını öngören bir kararnameyi asla imzalamazdı. Çünkü onlara teslim olmuş durumdaydı.
Muhtıranın sonunda, hükümet istifa etmediği taktirde, “Silahlı Kuvvetler’in idareyi doğrudan ele alacağı” bildirilmişti.
Ne yapacaktı Demirel?
Direnip kan dökülmesine ve Parlamento’nun da kapatılmasına mı sebep olmalıydı?
“Darbeye ve kan dökülmesine sebep olan Başbakan” olmaktansa, “Şapkasını alıp giden Başbakan” olmayı tercih etti.
*****
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri, ülke darbe iddiaları ile çalkalanıyor.
2007 yılına kadar Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı olduğu için, darbeci olduklarından kuşku duyulan askerlerin tasfiyesi zor olabilirdi.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten sonra öyle bir sorun da kalmadı.
Yani AK Parti Hükümeti, Demokrat Parti’nin Haziran 1950’de yaptığı gibi, istediği tasfiyeyi her an gerçekleştirebilir.
Sayın Başbakan’ın önünde iki seçenek var:
Ya darbe iddialarına inanmamak, inanıyorsa tasfiye için hemen düğmeye basmak...
Tabii darbe iddialarının sürüp gitmesinde bir menfaati yoksa...

Sırrı Yüksel Cebeci-Tercüman

Kaynak: Tercüman gazetesi,http://www.tercuman.com.tr/v1/yazaryazi.asp?id=13

Bu haber 697 defa okundu.