En Sıcak Konular

''DİYALOGCULAR'' DİYANET'E DE SIZDI

19 Kasım 2009 17:23 tsi
''DİYALOGCULAR'' DİYANET'E DE SIZDI "Hoşgörü ve Diyolog" çalışmalarının almış olduğu mesafe...

Aşağıdaki  yazı,Hamburg Din Hizmetleri Ataşesi Doç. Dr. Ömer Yılmaz tarafından kaleme alınmış olup Diyanet Avrupa Aylık Dergi Ekim 2009 sayısında yayınlanmasından sonra,16 Kasım 2009 tarihinde diyanet.gov.tr sitesine iktibas edilmişir.

Bu yazıyı,Vatikan'ın 1965’te "misyonerliğin yeni bir tarzıdır" dediği  Diyalog'a,1998 yılında Papa'yı ziyaret eden müslüman bir cemaat önderinin, “Papa cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz”diyerek iştirak etmesinin yanında,AKP Hükümeti'nin İlahiyatçı Bakanı Mehmet Aydın'ın da katkılarıyla, "Hoşgörü ve Diyolog" çalışmalarının almış olduğu mesafeyi ortaya koyması açısından  önemli buluyoruz.

Yazar,konunun hassasiyetini kabul ederek,diyalogda asgari dikkat edilmesi gereken şartları sıralıyor ve "Bütün bunlar olmaz, diyalogda başka hesap ve niyetler gündeme gelirse, bu hem tarafları incitir, hem de diyalogu tasvip etmeyenleri cesaretlendirir"diyor.

Toplumun dinî ihtiyaç ve beklentilerine cevap vermek amacıyla İslam Dini'nin temel kaynaklarına dayalı doğru ve güncel bilgi ile toplumu din konusunda aydınlatmayı, inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmeyi ve ibadet yerlerini yönetmetmeyi misyon edilen,Türkiye ve dünyada İslam Dini'ne ilişkin her hususta referans alınan, en etkin ve saygın kurum olmayı vizyon belirleyen Diyanet'in kadrosunda bulunan bir yetkilinin,düşman saflarından bahsediyormuş gibi "diyalogu tasvip etmeyenleri cesaretlendirir" diye cümle kurması ,diğer inanç sahiplerine "Hoşgörü" ile yaklaşıp "Diyolog" kuracağız sevdasıyla yola çıkanların,"İslam Ümmeti'nin Birliğine verdikleri zararı gözler önüne seriyor.

Bu vahim durum,“Diyalog, misyonerliğin yeni bir tarzıdır" diyen Vaikan'ı haklı çıkarmıyor mu?

İşte o yazı:

Kur'an'a Göre Farklı İnanç Mensuplarıyla Diyalog Alanları

İletişim çağı denilen bu asırda, artık dünya global bir köy hâline gelmiş, küreselleşme denilen olgu ister istemez tüm toplumları bir birinden haberdar etme gereği tevlit etmiştir. Herkesin, herhangi bir nedenle bir başka çevreye gittiği dikkate alındığında çeşitli örf, adet, din ve kültür sahipleriyle bir arada yaşama mecburiyeti doğmuş, neredeyse dünyada hiçbir toplum yeknesaklığını muhafaza edebilir bir hâlde kalmamıştır. Her ne kadar biz, mensup olduğumuz din ve Türk-İslam geleneği açısından “birlikte yaşama” tecrübesi geçirmiş ve sorunsuz uygulamış olsak da, genelde modern dünyanın özelde ise Batı’nın bu olguyla daha henüz yüzleşmeye başladığını görüyoruz.

Biz bu yazımızda diyaloga Kur’an-ı Kerim açısından bakmaya çalışacağız. Konunun daha rahat anlaşılabilmesi ve açıklığa kavuşması için diyalogun tarifi, diyalogda bulunması gerekli asgari şartlara değineceğiz. Kur’an-ı Kerim de diyalog alanlarının ne şekilde tezahür ettiği, bir başka ifadeyle bir Müslümanın farklı inanç mensuplarıyla diyalog kurarken riayet etmesi gereken ilkelerin neler olduğuna bakmak istiyoruz. 

İslam’da ontolojik olarak bir alt-üst varlık dilimlemesi bulunmamaktadır. Hıristiyanlığın “Kilise dışında kurtuluş yoktur”; Yahudiliğin “seçkin millet”; Hinduizmin “kast sistemi” inancı doğal olarak öteki/beriki ayrışmasını öngörmekte iken, Kur’an vasıfsal üstünlüğe dikkat çekmekte ve bunu, “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır...” (Hucurat, 13) şeklinde tasvir etmektedir. (Burhanettin Tatar, “Gerçek ile Kurgu Arasındaki Öteki”, Milel ve Nihal, s. 2, Haziran 2005, s. 8-9)

Bu kısa girişten sonra diyalogun tanımına göz atalım. Diyalog; “Hem aynı dinden kaynaklanan grupların kendi aralarında, hem de farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla kabul ettirme yoluna gitmeden, birbirlerine sıcak ve hoşgörü ile bakabilmesi, ortak meseleler etrafında konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesi” şeklinde tarif edilmektedir. (Mustafa Köylü, Dinler Arası Diyalog, İnsan Yayınları, İstanbul 2001, s. 17) Diyalogun kabul görmüş bir diğer tarifi ise şu şekildedir: “Farklı dinî geleneklere inanan müminlerin eşit bir düzeyde karşılıklı görüş alış verişinde bulunmaları ve birbirlerini dinleyerek işbirliği yapmalarıdır.” (Mehmet Aydın, “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü”, V. Avrasya İslâm Şurası, DİB Yayınları, Ankara 2003, s. 207) O hâlde diyalog netice itibariyle insanların bir birlerini anlamaları ve tanımaları için bir fırsattır. Ancak diyaloga girerken her iki tarafın dikkate alması gereken önemli bazı şartlar bulunmaktadır. Bunlar;

-Karşılıklı önyargılardan kaçınmak,

-Birbirine saygı duymak,

-Birbirlerini keşfedip, birbiriyle tanışmak,

-Birbirlerini anlamaya çalışmak,

-Ne yaptıklarını değil, ne yapmak istediklerini bilmek,

-Farklılıklara rağmen beraber yaşama ve işbirliği yapabilme duygusunu geliştirmektir.

Konunun hassasiyeti gereği bu hususta araştırma yapanların ifadelerine baktığımızda diyalogda asgari dikkat edilmesi gereken şartlar da genelde şu şekilde sıralanmaktadır:

1-Karşılıklı güven ve samimiyet telkin edilmeli,

2-Farklı noktalardan değil, müşterek noktalardan başlanmalı,

3-Diyalogda tarafların eşitliği mutlaka sağlanmalı,

4-Herkes kendi inandıkları dinî geleneğe ilişkin oto-kritik yapabilme maharetini gösterebilmelidir. (Köylü, a.g.e, ss. 17-20)

Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim ehl-i kitap kavramına oldukça fazla sayıda atıf yapmakta ve “musaddık” (tasdik edici) (Al-i İmran, 4-5; Maide, 46-47)  bir rol üstlenmektedir. Bu hâliyle Kur’an, kendinden öncekileri, kendi tarihsellikleri içinde hakikat, nüzul döneminde fiili olarak tescil etmiş, daha sonra var olacak dinleri ise, “hakikat” şeklinde değilse de dinsel ve sosyolojik bir “vakıa” olarak tanımıştır. Yani Kur’an öteki dinleri “vakıa” olarak tanımakta, onlarla ilişki kurulmasını tasvip etmekte ve onları dışlamamayı esas alan bir yöntem izlemektedir. Aslında Kur’an’ın bu yaklaşım biçimi çağdaş koşullarda İslam’ın diğer dinlere yaklaşımında teolojik bir temeldir.

Bu anlamda Kitabımızda öteki din mensuplarıyla diyaloga teşvik eden ayetler yer almaktadır. Bunların başında çokça kullanılan şekliyle şu ayet gelmektedir:“Ey Ehl-i Kitap! Ancak Allah’a  kulluk etmek, ona bir şeyi eş koşmamak, Allah’ı bırakıp birbirinizi Rab olarak benimsememek üzere bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin.” (Al-i İmrân, 64) Vakıa Kur’an-ı Kerim'de Müslüman olmayanlar için sert söylemler bulunsa da bunu Kur’an’ın bütünlüğü ve vahiy sürecinde ele almak, bu ayetlerin iniş nedenini (esbâb-ı nüzul) iyi bilmek ve içinde bulunulan zamanın sosyal ve siyasal konjoktörünü dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Bütün bu noktalar dikkate alınarak konuya yaklaşıldığında, “öteki” ile diyalogda Kur’an’ın bakış açısını belli maddeler şeklinde şöylece sıralamak ve bir Müslüman olarak bu ilkeler ışığı altında meseleye yaklaşmak daha doğru olacaktır:

1-Her şeyden önce öteki ile ilişkilerde “ortak insanilik” vasfı ilk buluşma noktası olmalıdır. Onun bir “mümin” olmasından öte bizim gibi bir “beşer” olduğu dikkate alınmalı ve ona göre davranılmalıdır. Nitekim Kur’an’ın pek çok ayeti “insan olma” vasfına gönderme yapmaktadır. Hiç şüphesiz Yüce Yaratıcı’nın kendine muhatap olarak gördüğü varlıkların başında “eşref-i mahluk” (İsrâ, 70) diye nitelendirdiği insan gelmektedir. Belki de insan bu özelliğinden dolayı dağların taşların kaldıramadığı “emanet” yükünü üzerine almış ve sorumluluk sahibi olmuştur. (Ahzâb, 72-73; Haşr, 21) Allah insanı “başıboş” (Kıyâme, 36) ve “boşuna” yaratmamış, (Mu’minûn, 115) sorumluluğunun tabii sonucu olarak onu yeryüzünün “halife”si kılmıştır. (En’am, 165; Bakara, 30; Sad, 26; A’râf, 69, 74; Neml, 62) Kendi elleriyle yarattığı (Sad, 75) insanı belli bir merhaleden sonra “ilahi nefha” (Hicr, 29; Sad, 72) ile de şereflendirmiştir. Dikkat edilirse bütün bu ayetlerde ön plana çıkan vurgu "insan olma” niteliğidir.

Bununla beraber insanlık tarihinden günümüze değin tüm insanların hep birden topluca inandığını ve mümin olduğunu görmek mümkün olmamıştır. Hiç şüphesiz gönülden geçen herkesin doğruyu, Hakk’ı, hakikati bulması ve görmesidir. Ancak tarih Hz. Adem, Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz. Muhammed (s.a.s.) başta olmak üzere tüm tevhid daveti yapanların karşısına bulundukları zaman itibariyle mutlaka bir veya birkaç muhalifin çıktığı ve bir mücadelenin yaşandığına tanık olmuştur.

2-Herkesin dilediği inancı seçme hakkına ve hürriyetine sahip olduğu unutulmamalıdır. Nitekim “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256) “Sizin dininiz size, benim dinim de bana.” (Kâfirun, 6), “Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici, ister nankör olsun.” (İnsan, 3) gibi bir çok ayetle kast edilen gerçek de bu olsa gerektir. Üstelik iman makamının “kalp” oluşu ve imanda kişinin kendi istek ve iradesinin şart koşulması da buna işaret etmektedir. Bundan başka Kur’an’daki bir ayette mescit ile birlikte diğer din müntesiplerinin mabetlerinin zikredilmesi bu açıdan değerlendirilmesi gereken diğer bir husustur. Ayette, “Eğer Allah, bir kısım insanları, diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi…”(Hac, 40) buyrulmaktadır.

3-Müslüman “öteki”ne kendi inancını empoze etmeden sadece onlarla paylaşmayı esas almalı ve bunu amaç edinmelidir. Zira hidayete erdiren sadece Allah’tır. Nitekim “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 99) buyrulmaktadır.

4-İnsanlar arasındaki farklılıklar kavga ve çatışma sebebi olmamalıdır. Nitekim bu realiteyi bir ayet-i kerim’e apaçık beyan etmektedir: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler hâline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız.” (Hucurat, 13)

5-Dinî farklılıklar, şiddet ve nefreti körüklemek için değil, daha iyiye ulaşma konusunda farklı din mensuplarını birbiriyle yarıştırmak için olmalıdır. Cenab-ı Hak; “ Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir. O hâlde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.” (Maide, 48) buyurmaktadır.

6-Dinî inançların, kültür ve etnik yapıların çokluğundan dolayı farklı gruplar arasında çatışma ve fikir ayrılıklarının olmasının gayet tabii olduğu bilinmelidir. Ancak bu, kimseyi husumete götürmemelidir. Her iki tarafın barış içinde yaşayabilmesi diyalog ve karşılıklı saygı esasına dayanmalıdır. Nitekim Kur’an da,“Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.” (Nahl, 125) buyrulmaktadır.

7-Uzlaşılması mümkün olmayan dinî konularda nihai hüküm Allah’a bırakılmalıdır. Netice itibariyle beşer olma özelliğinin herkesi hata yapabilmeye, yanlış davranabilmeye ve kusurlu kılmaya sevk ettiği esas alındığında, kimsenin yekdiğerini yargılama hakkı olmamalıdır. Nitekim Kur’an; “Hepinizin dönüşü Allah’adır.” (Maide, 48) buyurmaktadır.

8-Kur’an günlük yaşamlarında Müslümanın ötekine yönelik davranışını, onların kendine yönelik tutumları bağlamında belirlemeye teşvik etmektedir. Cenab-ı Hak,“Allah din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; Doğrusu Allah adil olanları sever. Allah ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse işte onlar zalimdir.” (Mümtehine, 8-9) buyurmaktadır.

9-Müslüman günlük beşeri münasebetlerinde ötekine karşı intikam hissi içinde olmamalıdır. Ayet, “Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun; bu Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır.” (Maide, 8) buyurmaktadır.

Özetle diyalogda herkes kendi kutsalına sadık ve sahip çıkmalıdır. Böyle olması da  gayet doğaldır. Ancak karşıdakine saygı göstermeli, böylece kendi dininin derinliklerinde saklı bulunan sevgi, hoşgörü ve ahlak manzumelerini ortaya çıkarıp insanlığın mutluluğuna seferber etmelidir. Diyalogda dinî farklılıklar mutlaka korunmalıdır. Buna karşın insanlığın içinde bulunduğu sosyal ve siyasal sorunlar karşısında bunları çözmeye yönelik işbirliği yapabilme imkânları aranmalıdır. Taraflar olaylara dar ve kıt görüşle değil, daha bütüncül bir zaviyeden bakmasını bilmeli ve toleranslı davranmasını öğrenmelidir. Şüphesiz bu şekil davranmak kimsenin kendi dininden taviz verdiği ve başkasının dinini hak gördüğü anlamına gelemez. Yine taraflar tarihte meydana gelen üzücü hadiseleri sık sık gündeme getirmeye gerek duymadan, halis bir niyetle, başka hesaplar peşinde olmaksızın muhatapla konuşulabilmelidir.

Bütün bunlar olmaz, diyalogda başka hesap ve niyetler gündeme gelirse, bu hem tarafları incitir, hem de diyalogu tasvip etmeyenleri cesaretlendirir. Hans Küng’ün de dediği gibi galiba, “Dinler arasında bir barış olmadan uluslar arasında bir barış olmayacak!" (Hans Küng, “Barış için küresel etik”, Zaman, 16.02.2007)

Doğrusu farklı dinsel gelenek taraftarlarının birbirleriyle karşılıklı saygı ve anlayış, samimiyet üzerine bina edecekleri diyalog, “hoşgörü, uzlaşma ve diyalog çağı” adı verilen günümüzde tüm insanların kendi farklılıklarını muhafaza ederek birlikte yaşayabilecekleri barışçıl bir dünyanın tesisine de katkı sağlayacaktır. (Hamburg Din Hizmetleri Ataşesi Doç. Dr. Ömer Yılmaz)


 


 



Bu haber 794 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,692 µs