En Sıcak Konular

BİTKİSEL TEDAVİLER BAĞNAZLIĞA FEDA EDİLİYOR

22 Mayıs 2009 22:05 tsi
BİTKİSEL TEDAVİLER BAĞNAZLIĞA FEDA EDİLİYOR Bitkisel tedaviler, klasik tıbbın en büyük destekçisi olmaya aday. Ama ehil ellerde yapılır ve hekimlerle tam iş birliği sağlanırsa. Tıp, ‘kocakarı ilacı’ bağnazlığından vazgeçmedikçe, sektör aktarların elinde kalmaya devam edecek.

Bitkisel tedaviler bağnazlık kıskacında

Bitkisel tedaviler, klasik tıbbın en büyük destekçisi olmaya aday. Ama ehil ellerde yapılır ve hekimlerle tam iş birliği sağlanırsa. Tıp, ‘kocakarı ilacı’ bağnazlığından vazgeçmedikçe, sektör aktarların elinde kalmaya devam edecek.

‘Anadolu’daki bitki örtüsünün dünyada eşi benzeri yok.’ Bu klasik bilgi, sağlığımızı yakından ilgilendiriyor aslında. Tamamlayıcı ve destekleyici tıpta bitkisel tedaviler öne çıkmaya başladı. Yararlanmasını bilmediğimiz bitki zenginliğimizi kaybetmek üzereyiz üstelik. Kimileri kökünden alıp (çalıp) götürüyor belki de en değerli dünyalığımızı. Kalanlar da ebter (melez) ya da genetiğiyle oynanmış tohumların istilasında. Hekimlerimiz hâlâ uzak, bitkilerdeki şifa iksirlerine; kocakarı ilacı takıntısı içindeler. Oysa özellikle Avrupalı meslektaşları paralel çalışıyorlar bu işin uzmanlarıyla. Bizde mecburen aktarlar eliyle görülüyor iş. Sonu trajediyle biten hikâyeler yaşanıyor doğal olarak… Buna dur demek hiç de zor değil. Sağlığa giden yoldaki tıkanıklığı açmak ve millî ekonomiye büyük katkılar sunmak elimizde. 

Aksiyon Dergisi'nin heberine göre,Dördüncü buzul çağını görmeyen Anadolu’da bitkiler gelişim evrelerini tamamlayabildi. Bu Yaratacı’nın lütfuydu Anadolu’ya. Amasya elması, Malatya kayısısı, Kırkağaç kavunu, Toros ahlatı, Çengelköy salatalığı, Ceyhan karpuzu, Kemaliye beyaz dutu, Çukurova yafa portakalı ve daha niceleri bu sebeple farklıydı türlerinden. Bitki uzmanı Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu, bu gerçekleri anlatmaya çalışıyor. Uluslararası alanda kabul gören bitki kürleri var tedavi edici ve koruyucu tıbba dair. İnsanoğlunun, genom haritasını bitirince biraz aceleci davrandığına inanıyor, bitkilere yaptığı genetik müdahalelerde. Ona göre en az yüzyıl sürecek genlerin asıl fonksiyonlarını ve birbirleriyle ilişkilerini anlamak.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erkan Topuz ile sonuna kadar hemfikir. Kanserde, cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi öncelikli tedaviler. Ama öte yandan bitkisel tedavi desteğini reddetmek anlamsız. Klasik tedaviyi keserek bitkisele yönelmek intihardan, bitkiseli yok saymak ise hastayı ölüme itmekten farksız. Son 15 yıllık uğraşıyla Eskişehir’de yedi yeni bitki keşfeden Doç. Dr. Atilla Ocak’ın gayretleri kim bilir önümüzdeki zamanlarda hangi hastalıkların tedavisinde tıbba ışık tutacak? Prof. Saraçoğlu ile bitkiler ve sağlığı konuştuk.

-Yaklaşık 40 yıldır bitkilerin kimyasıyla uğraştığınızı söylüyorsunuz. Hiç ilaç sektörü ya da ilaç ile bitki sektörünün kesiştiği sektörlerde çalıştınız mı?

Bitkilerin kimyasını araştırıyorum ama ilaç sanayiyle herhangi bir ortak çalışmam yok. Tıpta kullanılan ilaçların birçoğu bitkisel kökenlidir. Örneklendirirsek, Pasiflora ilacı pasiflora bitkisinden elde ediliyor. MS’de çiğdem çiçeğinden istifade ediliyor. Prostat tedavisinde destekleyici olarak brokoliden sağlanan sulforafen maddesinden faydalanılıyor. Bugün Almanya’da 2 milyonun üzerinde, sarı kantaron bitkisinden üretilen antidepresan reçete ediliyor. Örnekleri çoğaltabiliriz.

-Bilimsel çalışmalarınızın önemli bir kısmı yurt dışında geçiyor, bildiğim kadarıyla… 

Evet, önemli bir kısmı. Uzun yıllar, Avusturya ağırlıklı, yurt dışında kaldım. Bitki kaynaklı tedaviler alanında daha fazla ilerleme var Almanya ve Avusturya’da. İsviçre, Fransa İngiltere, Hollanda ve İskandinav ülkelerinde bitkiler doğrudan yardımcı ve destekleyici tedavi olarak kullanılıyor.

-Bu kültür Avrupa’da ne kadar bir geçmişe sahip?

Avrupa’nın otacı kültürü Osmanlınınki kadar eski değil. Osmanlı’da 600-650 yıllık geçmiş var. Doğru bitkinin kullanılması önemli. Bu işi bilenler yapmalı. Avrupa’da diplomalı herbalistler var, eğitim alıyorlar; hangi bitkiyi ne zaman kime tavsiye edebilecekleri konusunda. Bu konuda da yetkilendirilmişlerdir.

-Peki, Avrupa’da bitkisel tedavilerle klasik tıp arasındaki ilişki nasıl? Halk bundan yeterince haberdar mı? Hekimler olaya nasıl yaklaşıyor?

Şüphesiz ki Avrupa’da hekimler bitkisel tedaviye karşı değil ve bu alanda kurslar alıyorlar. Ayrıca bitkisel tedaviyi yapanlar da uzman kişilerdir. Hiçbir şekilde orada çatışma yok. ‘Kocakarı ilacı, çer-çöp, işe yaramaz’ diye yaklaşılmıyor. Hekimler gayet duyarlı bu tedaviye. Mesela kanser tedavisinde kemoterapi alan hastalara, bunun yan tesirlerini ortadan kaldırıcı bitkisel kürler önerilmektedir. Türkiye’de ise trend değişiyor ama bir yandan da ‘aman bitkilerden uzak durun’ diye öneride bulunuyor hekimler. Bunu yapmada haklılar.

-Neden haklılar?

Çünkü kimden alınıyor bitki, aktarlardan. Aktarlara karşı değilim, birileri bu bitkileri satmalı. Hekimlerin bitkisel tedavi konusunda daha duyarlı olmaları ve bunun eğitimini almaları gerekiyor.

-Avrupalı hekimler olayın farkında, halk da. Uzman şu destekten faydalan derken, hastanın gideceği yer belli. Türkiye’de böyle değil. Bu eksikliği mutlaka irdelemeliyiz o zaman…

Türkiye’de, Tıbbi Aromatik Bitkiler adıyla, iki yıllık meslek yüksekokulları var aslında. Bunların desteğini almalıyız. Bitkileri kontrollü şekilde değerlendirip halka sunabilirler. Şimdiki durumda teşhisi koyan da aktar, bitkiyi öneren de. Teşhisini hekim koymamış hiçbir hastaya herhangi bir şey önerilmesi; aktarların hekim gibi bitkileri önermeleri yanlıştır. 

-Problem büyük ölçüde hekimlerin bitki kökenli tamamlayıcı tıbba uzak durmalarından kaynaklanıyor sanırım…

Bir defa şu iyi belirlenmeli ki Türkiye’de gerçekten bitkilere karşı olan, ‘aman bana bitkilerden bahsetmeyin’ diyen bir hekim grubu var. Ama öyle hekimler de tanıdım ki Avrupa ve ABD’de bitkisel tedavide (fitoterapi) yazılmış yüzlerce kitaba ilgili. Bu kitaplar bilimsel temellere dayandırılıyor. Türkiye’de ‘şifalı bitkiler’ kavramı yaygın! ‘Mucizevîdir, karaciğerin dostudur, bağırsakları çalıştırır.’ Bu tür yaklaşımlar doğru değil. Bitkiler hastalıklara karşı mükemmel bir şekilde kullanılabilir. Ama yardımcı ve destekleyici olarak. Maalesef Türkiye’de bitkilerin hekimlerce destekleyici olarak önerildiği bir yer ve imkân yok, mecburen vatandaş aktara gidip derdini anlatıyor. ‘Her gün bitki satıyor, mutlaka bu konuyu daha iyi bilir’ diye düşünüyor. Bu yanlış.

-Gördüğümüz kadarıyla bu yanlışlık sürecek gibi… Biraz da iş YÖK benzeri idari organizasyonlara, Sağlık Bakanlığı’na düşüyor…

Bildiğim kadarıyla Sağlık Bakanlığı bu konuda bir yasa tasarısı hazırlıyor. Çok iyi bir düzen, tertip getirilecek. Türkiye’de tedavi gücü olan, yardımcı, destekleyici mükemmel bitkilerimiz var. Ama çoğu yanlış kullanılıyor.

-“Türkiye’den her yıl binlerce ton bitki yurt dışına gidiyor. Bize en pahalı ilaç olarak kutular içinde geri dönüyor.” diyorsunuz bir söyleşinizde, hangi ilaçlar bunlar?

Mesela ‘aslanpençesi’, yurt dışına çıkarılmamalı. Ama en çok çıkan bitkilerin başındadır. Âdet düzenleyici, hormon dengeleyicidir. Sadece bu değil, onlarcası…

-Birkaç örnek daha verebilirsek…

Pelin otundan tutun, melisaya kadar… Yurt dışında standardize edilip yakışıklı kutular içinde, minimum 20 kat fazla fiyata bize geri geliyor bu bitkiler.

-Bu bitkiler yurt dışında yok mu?

Bazı bitkiler tabii ki Avrupa’da da bulunuyor ama Anadolu’da yetişen bitkilerimiz çok farklı.

-Bu farklılığın ülke ekonomisine muhtemel katkısı çok büyük mü gerçekten?

Eğer Anadolu topraklarındaki tıbbi aromatik (hoş kokulu) bitkilere sahip çıkılabilse; bunlar işlenebilse, hem katma değeri olan iş gücü anlamında, hem de sağlık açısından fayda sağlanır. Geç kalınmış durumda. Belirli rakam vermem uygun değil ama üç haneli milyon dolar diyebilirsiniz buna. Bu bitkileri köküyle söküp götürüyorlar biliyor musunuz, bir dahaki seneye o bitkiyi orada bulamıyorsunuz. Giderek azaldı. Bir de acı olan şey, Türkiye’de geleneksel tarımımızdaki o doğal tohumların yerine ithal edilen kırık genli ebter tohumlar kullanılıyor. Ekildiklerinde polenleri ebter, kırık genleri taşıdıklarından çevresindeki bitki florasının (bitki varlığı) bozulmasına sebep oluyor. Anadolu toprakları hızlı bir şekilde kirleniyor. Tıbbi bitkilerimiz de endemik özelliğini kaybediyor.

-İnsanoğlu çok medeniyetler kurmuş, Anadolu’da, Uzakdoğu’da vs. Tıp, insanlık tarihi kadar eski. Bitkisel tedavinin bilinen tarihi nereye dayanıyor?

Milat’tan Önce 2500 yılına kadar gidiyor. Özellikle Mısırlılar. 2. Ramses döneminde bitkisel tedavi yapan kurumlar var. Tedavi modern tıpta da artık amacından çıktı. Yeni bir açıklama şart. Bir ilacı bir müddet kullanır, şifa bulursunuz. Kanser, şeker, hipertansiyon, romatizma, ülseratif kolit, crohn, hepatit B veya C, ALS, MS, Alzheimer, Parkinson, demans gibi hastalıklarda kesin tedavi yok. İlaçları var. Hayat boyu kullanılmak zorunda. Tedavi etmiyor. Hayatınız boyunca o ilacı kullanıyorsunuz. İlaçlar, hastalıkların semptomlarını, şikâyetlerini, belirtilerini baskılıyor. Dolayısıyla da hastalık baskılandıkça daha çok kronikleşiyor, daha çok yerleşiyor vücuda. İlaçlar uzun müddet kullanıldığında organ ve dokular üzerinde yan tesirlerini görüyorsunuz. Başka kalıcı rahatsızlıklar da ortaya çıkıyor. Örneğin romatizmada, MS’de kullanılan kortizon, kemik erimesi, katarakt, karaciğer yağlanması yapıyor, böbrek ve trioid fonksiyonlarını bozuyor.

-Tamamen iyileştirici ilaçlar bir gün bulunacaktır, günümüzde koruyucu tıp öne çıkıyor değil mi?

Burada toplum sağlığı çok önemli. Türkiye genç nüfusuyla övünüyor. Ne acıdır ki, gençlerimize ‘hepatit B, C ne’ diye sorun, bilmezler. Virütik mi, bakteriyel mi onu dahi. Nasıl bulaştığını dahi. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversitelerde toplum sağlığıyla ilgili önleyici ve koruyucu tedavi şekillerinin anlatılması lazım. Avrupa’da bir lise bitiren bir öğrenci en az 30 tane bitkiyi tanır ve Latince isimleriyle söyler. Bizde ise hepsine ot deriz. Aramızdaki önemli farklardan biri bu. Avrupalı dağda, doğada dolaşmayı çok sever. Her hafta sonu görürsün. İster yaz, ister kış, ister bahar, binlerce insan doğada dolaşır. Bitki toplamadıkları da dikkatinizi çeker. Toplanmaması gerektiğini, doğal bitkilerin korunma altında olduğunu, ancak belirli zamanlarda toplanacağının bilgisini okulda almışlardır.

-İnsanların hastalıklardan ve hastalık yapıcı etkilerden korunmasında bitkilerin fonksiyonları nelerdir?

Kış aylarında farenjit veya bademcik ve boğaz iltihaplanmasına tedbir amacıyla antibiyotik kullanamazsınız. Ama ada çayı gargarasıyla mükemmel bir koruma sağlayabilirsiniz. 

-Amansız hastalıklarda koruyucu tıbbın rolü nedir?

Kanserin irsi, genetik türleri var. Kansere girmeden önce şunu belirteyim. Antibiyotik devri kısa bir zaman sonra kapanacak. Boğaz enfeksiyonunda hemen hangi antibiyotiklere dirençlisiniz diye kültür yapıyorlar. 30-40 yıl önce yoktu bu. Artık bugün eczacılık, farmakoloji immun mobilatörler üzerine araştırma yapıyor. Bazı enfeksiyonları tedavi edemiyorsunuz. Buyurun hepatit B ile C’nin modern tıpta tedavisi yok. Hastaya interferon ve tablet tedavisi uygulanıyor bir yıl. Bir iğne bin dolar. Toplam da 52 bin dolar. Başarı oranı yüzde 28’i geçmiyor.

-Bitkisel ürünlerle ne yapılabilir bu hastalıklarda?

Yüzde 28’in anlamı şu. Kanda virüsü negatif yapıyor ama, bir yıl tedaviyi aldıktan sonra. Hem yan etkilerini yaşıyorsunuz, zaten yan etkisiz ilaç yok. Bitkilerde de var yan etki. Ölçüyü çok iyi bileceksiniz. Hepatit B ve C’yi vücuttan tamamen dışarı atacak herhangi bir tedavi yöntemi yok.

-Bitkiler dâhil mi?

Evet.

-Bitkilerin tedavide pek bilinmeyen ama öğrenilmesi gereken yönleri nelerdir? Klasik tıpçılar bilmediği için destekleyici bitki tıbbından faydalanılamıyor ya…

Hekime gidiyor, romatizması bir türlü geçmiyor, çünkü tedavisi yok. Modern tıbbın ilacını kullanıyor, şeker hastalığından kurtulamıyor, hipertansiyonda da öyle. Ülseratifkolit, kalın bağırsaktaki bir iltihaplanmadır, basitçe öyle söyleyeyim, ilaç kullanıyor tedavi olamıyor, şikâyetler baskılanıyor sadece. Ne oluyor o zaman acaba ben bu ilaçtan kurtulabilir miyim? Kalkıyor aktara gidiyor. Bu yanlış oluyor. İlacınızı kesip oradaki bitkisel tedaviye nasıl güveneceksiniz, çok yanlış bir şey bu. Bunu hekimlerin eksikliği olarak  görüyorum ben. Hekimler destekleyici bitkisel tedaviyi verirlerse hem ilaç daha az kullanılacak, hem de bitkilerin desteğini de almış olacak.

-Örneklendirirsek, bitkisel desteklerini…

Mesela, iyi huylu prostat büyümesinde. 50 yaş üstü erkeklerin yüzde 50’sinde iyi huylu prostat büyümesi şikâyeti var. İdrar yapmada zorlanma, gece sık sık idrara çıkma, burada rahatlatıcı ilaçlar var. Ama brokoli kürünü de uygulayabilirsin. Bu konuda iyi huylu prostat büyümesine karşı veya prostatit dediğimiz prostat içi iltihaplanmaya karşı mükemmel bir yardımcı ve destekleyici tedavi sunuyor. O zaman ilaca mahkûm kalmıyorsunuz. Yani ilacı zaman içinde bırakabiliyorsunuz, çözüm getiriyor.

-Brokoli yemek aynı etkiyi yapar mı?

Kesinlikle yanlış, onun kürünü uygulayacaksınız. ABD, Almanya, Fransa, İngiltere’de girin internete, resmî sağlık sitelerine girin brokoli görürsünüz. Bu alandaki ilaçlar aynı zamanda iktidarsızlık yapıyor. Bu kürü 1999’da açıklamıştım. 10 binlerce erkek Allah razı olsun hocam diyor. Avrupa’da ve ABD’de kullananlar var. Prostatit, prostat içi iltihaplanmaya bağlı ağrılarda. Hepatit B ve C’de karaciğer enzimleri yükseliyor. Mükemmel bir yardımcıdır lavanta kürü. Yazınızda mutlaka belirtilmesini istediğimiz bir konu var. Teşhisi koyacak olan hekimdir. Hekim önerileri doğrultusunda hareket edilmelidir. Bugün kemoterapi aldıktan sonra ağız içinde çıkan yaralara karşı papatya kürü, mükemmel bir çözüm getiriyor. Avrupa’da hekimler öneriyor. Yeni bir şey değil. Bir insan dönem dönem, orta yaşından itibaren brokoli kürünü uygularsa iyi huylu prostat büyümesi şikâyetine yakalanmaktan büyük oranda kurtulmuş olur.

-Kolaylıkla uygulanabilir mi?

Yarım litre suda 200-250 gram brokoliyi 5 dakika haşlayıp suyunu içeceksiniz. Ama bunu düzenli yapacaksınız 21 günde nasıl rahatladığınızı göreceksiniz. 

-Büyümeyi de durduruyor mu? İlaçlar durdurmuyor ama.

Evet durdurur.

-Başka örnekler var mı?

O kadar çok örnek var ki. Bildiğiniz sarı soğan, Anadolu’nun kuru soğanı, polikistik overe, yumurtalık çikolata kistine karşı.

-Rahim ağzı kanserine karşı da mı?

Hayır, o farklı; ona karşı da konuşabiliriz. Polikistik over dediğimiz yumurtalık kistinde, rahim poliplerinde, çikolata kistinde, miyomlarda soğan mükemmel bir çözüm getiriyor. Sakın şu anlaşılmasın; hekime gitmeyin, soğan kullanın. Hayır, teşhisi koyacak olan hekimdir. Bu kürü de destekleyici alabilirsiniz.

-Hastalığın seyrine ve şiddetine göre kürün miktarı ve uygulanışı da değişiyor mu?

Gayet tabii. 12 yaşından küçük çocuklara bitkisel kür önerilemez. Rahim ağzı kanserinde HPV virüsü etkilidir. Bu virüs ABD’de neredeyse sıfırlanmış durumda. Maalesef Türkiye’de değil. 7-10 yıl koruyucu aşı kullanılır. Bunu önlemenin çaresi yok mu? Var. Yılda bir defa (smear) simir testine gidecek kadınlar. Hekim hücre bozulumunu gördüğünde sınıflandıracaktır, hemen müdahalesine gidecektir. Ama yakalandıktan sonrası gerçekten çok zor.

-Kanserle bitkisel tedavi arasındaki ilişkiye yeniden dönersek…

Kanser yerine ürkütmemek için onkolojik yani tümöral hastalıklar diyebiliriz. Kanserde gerçekten erken teşhiste kurtulma şansı çok yüksek. Metafaz (diğer organlara yayılma) yaptıktan sonra da uygulanacak tedavi yöntemleri var. Tümöral yani kanser metafaz yapmasa da kullanılan kemoterapiler var. Ama bitkisel destekleyiciler almak önemli. Sadece bitkisel tedaviyi alayım demek kesinlikle yanlış.

-İlaçlarla birlikte uygulandığında kanserin ilerlemesini durduran bitkisel kürler var mı?

Var tabii… Yavaşlatan. Antimetastatik (yayılmayı önleyici), antitümöral bitkiler var. Bugün kemoterapide kullanılan porsuk ağacının kabuğundan elde edilen etken maddesi T harfiyle (taxol) başlayan ilaçlar vardır. 

-Bitkisel tedaviden faydalanıldığında, iyi bir klasik tedavi dönemi geçiren kanser hastalarının hayatlarını sürdürme ihtimali belirgin oranda artıyor mu?

Böyle bir bilgiyi istatistiki olarak vermek yanlıştır.

-Olgu bazında.

Bugün kanserde tedavi metotları nelerdir? Bir, operasyon. İki, ışın tedavisi. Üç, hormon terapisi. Radyoterapi ve kemoterapiden sonra evinize gidin denilen süreçte hakikaten bu işin uzmanı olan kişilerden mükemmel şekilde destek alınabilir. Hastanın yaşam kalitesi düzeliyor. Hastanın vitalitesini koruyorsunuz. Ömrü Allah bilir. Radyoterapi ve kemoterapi bittikten sonra hastanın beslenmesine dikkat edeceğiz. Kanserin ortaya çıkmasında birçok faktör var. Yanlış beslenme, sigara, alkol… Çevresel etkiler, herhangi bir ilaca sürekli bağımlı kalma… Ancak radyo ve kemoterapi tamamladıktan sonra, destekleyici ve tamamlayıcı bitkisel kürler kullanabilirler.

-Nelerdir bunlar?

Kemoterapi esnasında bitkisel kür kullanılmasına karşıyım. Ama kemoterapinin sebep olduğu ağız içi yaraları farklı. Kanser hastaları kemoterapi esnasında bazı lokman hekimlerden, aktarlardan bir şekilde bilgi alıyorlar. Çok yanlış. Hekimlerini lütfen bilgilendirsinler. Kemoterapiyle çakışıyor. Hasta hayatını bile kaybedebilir.

-İlaç endüstrisi insanlığın faydasına çalışıyor. Bu endüstri ile bitkisel tedavi arasındaki  ilişki nasıl size göre? Burada bir rekabet mi var yoksa karşı duruş var mı, ya da nasıl olmalı?

İlaç sanayi şunu Türkiye’de ayırmamıştır. Yani bitkisel tabletlere de modern tıbbın ilaçlarına da sahip çıkılmalıdır. Burada Avrupa’daki gibi bir köprünün oluşması lazım.

-Uzakdoğu’daki bitki kültürü ve türleri çok mu fazla?

Bunu şöyle açıklamak lazım. Bugün bir insanın doğup yaşadığı, geliştiği ortamda beslenme şekli çok önemlidir. Çukurova  bölgesinde yaşayan bir insan daha çok narenciyeyi, sebzeyi tüketir. O yörenin kendine özgü, tahılı, baharatı, meyvesi ve sebzesi vardır. Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Karadeniz ve Ege doğal beslenme kültürleri farklıdır. Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da patlıcan çok tüketilir. Patlıcan biliyorsunuz alerjendir. Ama doğa kendi doğal dengesi içinde bu yörenin insanlarına karpuzu sunmuştur, meyve olarak. Kanser de çok güçlü bir antialerjendir. Şimdi o yörenin insanına tropik bölge meyvelerinden sunun bakalım ne olacak? Ananas, mango ve kivi gibi. Hemen alerjik reaksiyonlar tespit edilecek. İnsanın çatısı ve temeli, yaşadığı çevresinde ve o doğal dengede atılıyor. 

Dolayısıyla Uzakdoğu’nunki onların kültürüdür. Orada insanlar pirinçle daha ağırlıklı besleniyorlar. Çin’de süt bulamazsınız. Peynir tüketmezler. Oradaki insanlara uygun olan bitkilerle, Anadolu’nun dahi değişik bölgelerinde yaşayan insanların beslenme kültürü çok farklıdır. Bir insanı şöyle düşünün, dünyaya geldi gelişiyor; nasıl bir binayı kuruyorsunuz, demiri, çimentosu var, camı var; çatı ve temellerini atıyorsunuz. İnsanın da kendi kültüründeki beslenmeyle temelleri nasıl atılmışsa bunun çok fazla dışına çıkmaması lazım. İskandinav ülkelerinin bir beslenme kültürü var. Kolay kolay değiştiremezsiniz. Sabah kahvaltısında balık tüketirler. Japonların, İtalyanların bir beslenme kültürü var. Türklerin de bir beslenme kültürü var idi. Kayboldu. Osmanlı mutfağı sokak aralarına taşındı. Şimdi İtalyan’dan, Çin’e hangi mutfağı ararsanız buluyorsunuz. Demek ki beslenme kültürümüzü değiştirmişiz. Hastalıkların arkasındaki tetiklenmedeki artış sebeplerinden biri de beslenmenin ve beslenme kültürünün değiştirilmiş olmasıdır.

RÖPORTAJ: EMİN AKDAĞ

Kaynak: Aksiyon,http://www.aksiyon.com.tr/detaylar.do?load=detay&link=24034



Bu haber 856 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,934 µs