En Sıcak Konular

VII.AVRASYA İSLAM ŞURASI'NIN AÇILIŞ KONUŞMASI

12 Mayıs 2009 22:56 tsi
VII.AVRASYA İSLAM ŞURASI'NIN AÇILIŞ KONUŞMASI VII. Avrasya İslam Şurası Toplantısı'nın açılış konuşmasını Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu yaptı.

VII. Avrasya İslam Şurası Toplantısı İstanbul'da başladı.

VII. Avrasya İslam Şurası Toplantısı'nın açılış konuşmasını Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu yaptı. 

Bardakoğlu'nun, Dini Bilginin Kaynakları, Üretimi ve Yenilenme Yöntemleri hakkında yaptığı Açılış Konuşmasın tam netni şöyle:

"Bizleri hep özlemini duyduğumuz bu ilim, istişare ve dayanışma halkasında yeniden buluşturan, sonsuz lütuf ve kerem sahibi Yüce Mevla’mıza hamd-u senâlar olsun,

Risaleti ve sünneti ile yolumuza rehber, dünyamıza ışık olan ve bizlere iki cihanda aziz olmayı öğreten Resulü Ekrem Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya binlerle salât ve selam olsun,

Sayın Başbakanım,

Sayın Bakanım,

Dinin doğru bilgisini rehber edinerek ülke ve bölgelerinde din hizmetinin sorumluluğunu omuzlayan, Avrasya İslam Şurası’nın saygıdeğer üye ve temsilcileri; bilge dostlarım;

Değerli basın mensupları,

Saygı değer misafirler,

Hepinize en içten duygularımla hoş geldiniz diyor, selam ve saygılarımı sunuyorum.

Dünya hayatını cehalet ve karanlığın kuşattığı bir zaman diliminde, Kutsal Kitabımız Kur’an’ın “Oku” çağrısı, insanoğluna,  büyük bir irkilme yaşatmıştı. Beşeriyetin bilgiyi kayıt altına alarak geliştirmesinde ve aktarmasında en vaz geçilmez araç olan kaleme ve yazdıklarına yemin eden Kur’an ayetleri, bizlere önemli bir hedef gösteriyordu. “Bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağını” bildiren Yüce Rabbimiz, insan ve kainat kitabının yeniden, ama farklı bir bakış, nazar ve heyecan ile okunmasını, hepsinden önemlisi de gören, ibret alan bir kalp gözü ile algılanmasını istiyordu.

Bilgi ve araştırmanın akıl almaz şekilde geliştiği, başlı başına bir güç olduğu ve yeni ufuklar açtığı günümüzde, bilmeye, anlamaya, tefekkür ve teemmüle yönelik bu evrensel ilahi çağrının hikmet ve önemini daha iyi anlıyoruz. Zira bu çağrı, Müslümanları, her an yeniden bir varoluşa, her zaman yeniden keşfetmeye, her dönem bilgi ve hikmet ile zenginleşmeye, bu zenginlikle imanı kuvvetlendirmeye davet etmektedir.

İslam’ın akletmeye, tefekküre, hikmeti aramaya, öğrenmeye ve keşfetmeye yönelik çağrısı, ilk asırlardan itibaren müslüman zihninde maddeden maneviyata, fizikten metafiziğe, dinden dünyaya her hangi bir ayırım yapmadan sürekli yankılanmış, İslam dünyasının her bir köşesinde nice ilim havzaları, bilgi, ahlak ve rahmet medeniyetinin nice müstesna örnekleri ortaya çıkmıştır.

Bilgiyi üretme ve sahiplenme, ilim meclislerinin engin hoşgörü ortamı içinde düşüncenin bütün imkanlarını zorlama Müslümanlara güçlü bir özgüven ve aidiyet duygusu kazandırmış, ilk asırlarda farklı medeniyet ve kültür muhitleri ile karşılaştıklarında da her hangi bir özgüven endişesi duymadan bilgi adına alınmış mevcut mesafe ve tecrübeleri insanlığın ortak mirası olarak algılamış, söz konusu bilgi hazinelerini kendi dil ve düşüncelerine aktararak geliştirmişlerdir. Müslümanlar böylesine geniş ufuklara sahip bu yaklaşım ve tavırlarını, sadece Bağdat ve Mısır’da değil farklı medeniyet, kültür ve dini gelenekle karşılaştıkları diğer coğrafyalarda da sürdürmüştür.

Kur’an ve Sünnet’in bilmeye ve öğrenmeye verdiği değerin sonucu Müslüman dünya, kısa sürede, sadece bilgide fikir ve düşünceleri derleyen değil, bilakis onları değerlendirmeye, tasnif etmeye ve geliştirmeye imkan veren bir “usûl ve sistematik geleneği”ni de başlatabilmiştir.   

 Doğru bilgiye giden yolda bir dönem Bağdat’ta dil bilimciler ile mantık taraftarlarının yaptıkları müzakereler, tümdengelim yöntemini savunan İbn Sinâ ile tecrübi bilgi ile tümevarım yöntemini savunan Birûnî arasındaki mektuplaşmalar, İmam Şâfiî’nin dini kaynaklardan hüküm çıkarma tarzı ile Şâtibî’nin önerdiği kıstaslar, Ebu Hanîfe’nin kıyas ve istihsan metoduyla hukuk alanına açtığı ufuklarla, İmâm Mâturidî’nin kelamî problemleri ele almada yaptığı kategorik tahliller; batılı din felsefecilerinin bugün dahi ilham kaynağı olan Gazali ve İbn Rüşd’ün metodoloji üzerine gerçekleştirdiği engin mülahazalar; keza sosyoloji ve siyaset biliminin erken dönem öncüsü olarak kabul edilen İbn Haldun’un beşer ve toplum gerçekliğine yönelik geliştirdiği yorum ve anlama yöntemleri, bu alandaki literatürümüzün zenginliğini yansıtan sadece birkaç örnek olarak hatırlanabilir.

Böylesine metodolojik bir zenginliğe dayanan bilginin elbetteki atıl ve güncel sorunlar karşısında yetersiz kalması, sadece bir bölgede mahsur kalması ve toplumlar arasında paylaşılamaması düşünülemezdi. İslam’ın altın çağı olarak vasıflandırılan 750 ve 1250 yılları arasında Müslümanlar, bilgi paylaşımı konusunda sergiledikleri çaba ve yardımlaşmayı belki başka hiçbir alanda göstermemişlerdir. Bu nedenledir ki, Kurtuba’da yazılan bir kitabın, ortay konan bir görüşün, -o dönem şartlarında- iki-üç yıl sonra Semerkant’ta hararetle okunabildiğine ve tartışıldığına şahit olmak mümkündü.

İslam medeniyetinin herkesin takdir ve mukayese edebileceği tecrübi bilgi alanları yanında;   dini bilgi ve dini düşünce alanında ortaya koyduğu zenginlik; onlarca düşünce okulu, binlerce eser de onun derinliğinin ve zenginliğinin bir başka göstergesi olmuştur.

Özelde dini bilgi alanındaki gelişim aşamalarını gözden geçirdiğimizde, söz konusu metodolojik anlayış ve akımların en fazla, bugünün Avrasya Coğrafyasında, Buhara, Semerkant, Taşkent, Türkistan ve diğer daha İç Asya bölgelerinde geliştirildiğini görmekteyiz. Kur’an ve sünnet’in temelini attığı İslam düşüncesinin ve dini bilginin Hicaz’da filizlenip yeşerdiğini, Bağdat’da zenginleştiğini, Endülüs’te aydınlandığını; Avrasya coğrafyasında bir metodolojiyle işlendiğini, Anadolu coğrafyasında da bir tasavvufi duygu ve renge büründüğünü söyleyebiliriz.

Tarihimizdeki bu bilgi birikim ve zenginliğinin ileriki dönemlerde niçin aynı canlılıkta korunamadığı, ilme ve bilgiye yönelik merak ve heyecanın, yenilenmenin ve üretkenliğin niçin devam etmediği üzerinde konuşmak bizleri bir hayli kederli yapacaktır. Sadece Moğol istilalarından ve Haçlı seferlerinden söz etmek veya bu durumdan sadece maişet derdine düşen ilim erbabını sorumlu tutmak yeterli açıklama sayılmaz. Dikkat edelim, İslam coğrafyasının ilim merkezlerin birer birer zayıflamaya ve silinmeye başlaması ile bu merkezler arasındaki yoğun iletişimin kopma noktasına gelmesi, bakış açılarının yerelleşmesi ve çoğu zaman da üretilen bilginin ilim erbabı arasında deveran eden bir kısır döngü içine girmesi arasında gözle görülür bir bağlantı vardır.

Bu durum sadece Osmanlı’da değil, Kazan, İran, Mısır, Balkanlar, Türkistan veya Hindistan alt kıtasında da görmek mümkündür.

Son iki-üç asır için, bilgi alanında Batı dünyasındaki gelişmeleri tercüme, dönüştürme ve uyarlama konusunda Müslümanların eski tarihi reflekslerini canlı tutamayışları da,   doğal olarak bilgi gücünü başka bir medeniyet havzasına kaptırmıştır.

Bugüne gelmeden, yakın tarihimiz açısından baktığımızda da, genelde İslam dünyasının özelde ise Avrasya coğrafyasının karşı karşıya kaldığı bazı tehdit, değişim ve dönüşümlerinden bahsetmek gerekir. İslam coğrafyasının büyük bir bölümü son asırlarda bir başka işgallere, istilalara, sömürü süreçlerine, bölünmelere sahne olmuş; yaşanan eziklikler karşısında birbirini suçlayan kardeşlerin ruh haletine bürünmüştür.

Avrasya coğrafyasının önemli bir kısmında geçtiğimiz son yüzyılda hakim olan ateizm, dine ve dini olana bütünüyle karşı olan anlayış ve ideolojilerin hegemonyası altında geçirilen zaman dilimleri, dini eğitim ve öğretim kurumlarının kapatılması, dini idarelerin kurumsal haklarının -vakıf gayri menkullerinin- elinden alınması, dini yayın içerikli kütüphanelerin boşaltılması, sonuçta, zengin tarihle olan bağın, köklü dini düşünce ile olan ilişkinin, sağlam hikmet geleneği ile iç içeliğin kesintiye uğramasına ve dini bilgi boşluğunun yabancı ve yabancılaştırıcı bilgi istilasına uğramasına yol açmadı mı?

Bütün bunları farkında olmak, geçmişin zengin bilgi kaynakları ile sağlıklı ilişki kurmak, kopanı birleştirmek, eksiği tamamlamak; bu konularda himmetleri bir araya getirmek, sadece Müslüman coğrafya için değil, keza içinde yaşadığımız dünyanın gündemi ve algısı açısından da son derece hayatidir.

Nitekim, 11 Eylül olayları sonrasında dünya kamuoyunda şahit olunan İslam tartışmalarının, İslam’ın   düşünce tarihine, dini ve tecrübi alandaki bilgi zenginliğine en ufak bir atıf olmaksızın hep bugün olan biten üzerinden yapıldığını ve bu yapılırken de örneklerin yanlı ve kasıtlı bir bakış açısıyla seçildiğini üzülerek müşahede etmekteyiz.

Bu nedenle, önce bizler, bu zengin düşünce geleneği ve ilim mirasının sahipleri olarak Avrasya coğrafyasının bu zenginliğini yeniden keşfetme, ihya etme, geliştirme ve diğer bölgelerle paylaşma çabası içine girmeliyiz.

Bugün İslam ile ilgili yapılan tartışmalarda çoğu kere, bazı batılı kanaat önderleri, akademisyen ve siyasetçiler tarafından İslam düşüncesinin dini ve tecrübi alanındaki tarihi zenginliğine ve halen taşıdığı potansiyele ufak bir atıf yapılmadan çeşitli itham, tahkir ve aşağılayıcı üsluplar üretildiğini, öte yandan bu zengin bilgi geçmişinin farkında olmayan bazı Müslümanların da bu tartışmalarda muadil olarak yer aldıklarını, bu olgunun karşılıklı iknadan ziyade tarihsel önyargıları daha fazla perçinlediğini görmekteyiz.

Böylesine bir manzarada Müslümanların temel kaynaklarından ve İslami ilimlerin klasiklerinden yola çıkarak ikna edici, burhani, mantıki tutarlılığı olan, savunulabilir dini bilgiler üretmesi ve bu alanla ilgili yeni metodolojiler geliştirmesi önemli ve zorunlu bir alan olarak önümüzde durmaktadır.

Güçlü bir yönteme, metodolojiye, usule dayanmadan üretilen bilgi, gücünü, itibarını, yaygınlığını ve tutarlılığını yitirir. Keza günümüz sorunlarını görmezden gelerek klasik kaynaklardan rastgele aktarılan bilgi de çoğu kere güncel sorunlara çare olmaz, ikna edemez, atıl ve soyut kalabilir. Bu nedenle dini bilginin üretilmesinde usul ve yöntem, dini bilginin yenilenmesi konuları bu şurada müzakere edip, bilgi alışverişinde bulunacağımız temel alanlar olacaktır.

Bu anlayış ve ilim ruhunu canlandırarak, son dönemde Avrasya coğrafyasından tahsil yapmak için çeşitli İslam ülkelerine veya batı ülkelerine giden öğrencilerin serüvenlerini bir Farabi’nin Bağdat’a, bir Buhari’nin Kufe’ye, Ahmed Yesevi’nin insan gönlünün dehlizlerine açılmasının serüvenine dönüştürebiliriz. Keza Balkanlar’daki mevcut manzarayı bu bölgedeki 14 ve 15. yüzyıldaki dirilişin hikayesine dönüştürebiliriz.

Bu yöneliş ve zahmetli yolculuk her bir coğrafyanın kendi idealindeki özgürlük ülkesine de gidebilecek en doğru, en faydalı ve en sahih yol haritası olacaktır. Böylesine bir ilim ve bilgi ruhu, bizlere Mevaraünnehir’in usul ve metodolojiden yana zirve yaptığı dönemleri yeniden armağan edecek, İsa Bey ve Hacı Hüsrev Bey’in Balkanlarda ilim ve bilgiden yana gerçekleştirdiği kurumsal yapılanmayı yeniden hediye edecek, Kazan ve Tataristan topraklarına işlenmiş taze ve kudretli mürekkebin kokusunu yeniden yaygınlaştıracaktır. Bunun sonucunda bugün bazı bölgeleri sancılı bir dönem geçiren Avrasya coğrafyası sadece bizim için değil diğer din, kültür ve medeniyetler açısından da bir ilim, hikmet ve irfan bahçesine dönüşecektir.

Biz Avrasya İslam Şurasına üye ülke ve toplulukların dini idareleri bir büyük aileyiz. Aramızda karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı büyük bir dostluk, güvene ve samimiyete dayalı kopmaz bağlar oluştu. Hiç birimiz diğerinden bir adım önde veya geride olmaksızın birlikte ve kol kola yürümekteyiz. İnanıyorum ki bugün açılışını yaptığımız ve dört gün devam edecek şuranız, dini bilginin kaynakları, üretimi, yenilenmesi ve yaygınlaştırılması konusunda sadece sorunlarımızı değil imkanlarımızı da görme fırsatı verecek, bu alanda da işbirliğinin kapısını aralayacaktır.

Sözlerime son verirken Şuramızın açılışını onurlandıran Saygıdeğer Başbakanımıza ve bütün seçkin katılımcılara ve misafirlere tekrar hoş geldiniz diyor, saygılarımı sunuyorum."

Not: Konuşmanın tam metni,"Diyanet.gov.tr'nin,http://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.asp" sayfasından iktibas edilmiştir.

 

 



Bu haber 531 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    40,577 µs