En Sıcak Konular

HİÇ DE ''MAHÇUP'' DURMUYOR

1 Mayıs 2009 22:48 tsi
HİÇ DE ''MAHÇUP'' DURMUYOR Taraf yazarı Mahçupyan,PKK'nın silah bırakmasının akıllıca olmayacağını ima ederek,1909'da Adana'da silah bırakan Ermenilerin katledildiğini iddia etti.

Etyen Mahçupyan,Taraf Gazetesi yazarı,aynı zamanda Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni,Zaman Gazetesi'nde de uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı.

Mahçupyan bugün,Taraf'taki köşesinde,PKK'nın silah bırakmasının akıllıca olmayacağını ima ederek,1909'da Adana'da  silah bırakan Ermenilerin katledildiğini iddia etti. 

İşte o yazı:

Nasıl güvensinler?

Kürt meselesinin palavra kaldırmadığı zaten uzun zamandan beri biliniyordu. Aslında devletin geçmişteki tutumu bir yandan ‘Kürt yoktur’ derken, aynı zamanda Kürtleri çok önemsediğini de göstermekte. Zaten bu ‘Kürt yoktur’ söylemi de Kürtleri tanımanın değil, Kürtlerle mücadele etmenin aracıydı. Ama sahte gerçeklikler yaratmak Cumhuriyet rejiminin sıkça başvurduğu taktiklerden biri. Farklılıkların eşit bir biçimde birlikte yaşayabilmesini mümkün kılan bir sistemi tehdit olarak algıladığı için, Cumhuriyet idaresi bizzat Türkiye toplumu içindeki farklılıklara da ‘yabancı’ muamelesi yaptı ve onları başka bir ülkenin vatandaşları gibi değerlendirdi. Dolayısıyla toplumsal eşitliği ve özgürlüğü geliştirecek, söz konusu farklı kimliklere haklarını teslim edecek her adım bir ‘taviz’ olarak görüldü. Sanki Türk kimliğini temsil eden devlet ile diğer kimlikler arasında bir çatışma ve pazarlık süreci yaşanmaktaydı ve devletin asıl amacı bu çatışmayı kazanmaktan ibaretti.

Meseleye böyle bakıldığında ‘Kürt yoktur’ söyleminin taktiksel işlevini de anlayabiliyoruz. Olası bir pazarlık sürecine en geriden başlamanın avantajı açık... Ayrıca toplumu bu yönde manipüle etmenin getirdiği bir psikolojik üstünlük de söz konusu. Bu yaklaşım Ergenekon soruşturması çerçevesinde karşılaştığımız darbe girişiminin pek de ‘post modern’ sayılamayacağını gösteriyor. Çünkü Türkiye’de devlet toplumun bir bölümünü kendi istediği yönde hareketlendirmede epeyce deneyimli... Bu hareketlendirmenin zeminini ise, Batıdaki uygulamaların aksine, toplumun cahil bırakılması veya kasıtlı yanlış bilgi ile doldurulması teşkil ediyor.

Cehalet seviyesi ayarlanmış toplumlarda, büyük meselelerin ‘çözümünde’ bazen çok uygun koşullarla karşılaşılabiliyor ve o zaman devlet fırsatı pek kaçırmıyor. Basit bir örnek vermek gerekirse Varlık Vergisi’nin 2. Dünya Savaşı yıllarında uygulamaya konması, ya da daha geri gidersek Süryani ve Ermeni Tehcirleri’nin 1. Dünya Savaşı yıllarına denk gelmesi gibi... Böylesi konjonktürel durumlar, her ülkenin uluslararası hukuki normlardan uzaklaşabilmesini ve böylece hukukun dışına çıkabilmesini sağlıyor. Yapılanlar yapanın yanına kâr kalırken, yaşananlar da ‘o dönemde bazı şeyler olmuş ama savaş varmış’ mantığı içinde tarihe gömülüyor.

Böylece uzun zamandır süregelen ve çözülemeyecekmiş gibi duran bazı sorun alanlarında devlet ve dolayısıyla Türk kimliği lehine kalıcı büyük hamleler yapılabiliyor... Bu kendine özgü tarihi Türk kimliğine sahip olanlar pek bilmiyor ve zaten pek de ilgilenmiyorlar. Çoğu devletin kendilerine sunduğu ideolojik ‘bilgi paketinden’ hoşnut olarak ve vatandaşlığın gerektirdiği cehaleti sahiplenerek hayatlarına devam ediyor. İtiraz eden bir azınlık ise ötekileştiriliyor ve hainliğe kadar uzanabilen bir yelpazede sığınmacı konumunda kalıyorlar.

Ne var ki diğer kimlik sahipleri açısından tam tersine bir durum var. Örneğin gayrımüslimler bu ‘devlet tarihini’ çok iyi bilirler ve kendi kimliklerini biraz da söz konusu tarihin bilinir hale gelmesi sayesinde ayakta tutarlar. Aynı durum Kürtler için de geçerlidir... Böylece ortaya garip bir durum çıkar: ‘Türkler’ ne denli unutmaya eğilimli iseler, ‘Kürtler’ de o denli hatırlamaya eğilimlidir...

Diğer taraftan devletin karşısına aldığı kimlikler etrafında siyaset yapanlar, karşılarında çatışmacı, konjonktürü kollayan, güvenilemeyecek bir hasım olduğunun farkındadırlar. O nedenle onlar da kendi pazarlık güçlerini azamileştirmeyi esas alırlar. Devlet karşısında eşitsiz bir konumda olmak ve düşünce özgürlüğüne izin vermeyen bir cumhuriyet rejimi içinde yaşamak ise, pazarlık gücünün azamileştirilmesini çoğu zaman silahlı bir güç haline gelmekle bağlantılı kılar. Kısacası PKK’nın bir şiddet kullanan örgüt olarak ortaya çıkışı, devletle eşitlik arayışını da ima etmektedir. Diğer taraftan bugün PKK’nın varlığı ise daha da işlevseldir, çünkü bu örgütün eylemlerini desteklemeyen Kürtler açısından bile PKK devlet karşısında bir pazarlık unsurudur.

Bugün PKK’nın silahsızlanmasından söz edenler Türkiye Devletinin Kürt belleğindeki tarihinin farkında değilmiş gibi davranıyorlar. PKK gerçekten de silah bırakabilir, hatta bunu isteyebilir de... Ama mümkün olabildiğince de bırakmayacaktır, çünkü Kürt toplumu devlete güvenmemektedir. PKK’nın ‘siyasallaşması’ adı altında Kürtler üzerinde daha da tahakkümcü bir rejimin kurulmayacağının hiçbir garantisi yoktur ve böyle bir garantiyi verebilecek bir devlet mercii de bulunmamaktadır. Çünkü tarih bu tür garantilerin boş olduğunu kanıtlamış durumda...

Bu yıl 1909 Adana katliamının yüzüncü yıldönümü... Birilerinin unutturmaya, başkalarının ise hatırlamaya çalıştığı bir olay. İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra patlayan çatışmanın temelinde Ermeni ailelerin elindeki servetin cazibesi yatıyordu. Sınırlı çapta başlayan ama hızla silahlı ‘sataşmaya’ varan olaylarda her iki taraftan da az sayıda insan ölürken, Ermeniler beklenmediği kadar dirençli çıkmışlardı ve güven duymadıkları için silahlarını teslim etmeye de yanaşmamaktaydılar. Bu durumda Meclis bir silahsızlandırma kararı aldı ve giden heyet Ermenileri de ikna etti. Ermeniler silahlarını teslim ettiler... Sonraki günlerde otuz bin kişi katledildi...

Bugün Kürtlere PKK’nın silah bırakmasının ne denli ‘doğru’ olduğunu anlatabilirsiniz. Aslında onlar da aynı şekilde düşünüyorlar, barışın ancak silahsız bir ortamda sağlanabileceğini biliyorlar. Ama bu toprakların tarihini de biliyorlar ve devlete güvenmiyorlar. Mesele budur...

* **

Haberin girişinde belirttik,Mahçupyan uzun seneler,müslümanların "İslama" hizmet ediyor diye boğazlarından keserek abone olduğu Zaman Gazetesi'nde yazarlık yaptı.Müslüman Türkleri katlıamcı ve terör örgütü PKK'yı haklı gören bir zihniyetin sahibi,hala bu kesimlerin fikirlerine itibar ettiği bir şahıstır.

Tevafuk bu ya,Yeniçağ Gazetesi yazarı İsrafil Kumbasar da aynı gün,Osmanlı Devri'nde geçen bir hikayeyi anlattığı yazısında şöyle diyordu:

Böyle Müslümanlara su bile haram değil midir?
 
Bir zamanlar Bursa’da kendi halinde bir vatandaş, Arap Şükrü muhitinde bir çeşme yaptırmış, üzerine de bir kitabe eklemiş:
- “Her kula helal, Müslümana haram.”
Kitabeyi okuyan bazı kişiler, bozulup, vaziyeti Kadı’ya şikayet etmişler. Adamı yakalatıp huzuruna getirten Kadı Efendi, öfke ile gürlemiş:
- “Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Muslüman olan koca bir şehirde sen kalk, hayrattır, sebildir diye çesme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla. Olacak iş midir bu? Nedir sebebi, aklını mı yitirdin be adam?”
Adam, boynunu büküp cevap vermiş:
-  “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır.”
Kadı Efendi, iyice küplere binmiş:
- “Ne delili, ne ispatı be zındık? Sen alanen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzurunu kaçırdın, katlin vâciptir.”
Bir yandan da merak edip sormuş:
- “Peki sebebin ne imiş bakalım bre adam.”
- “Sebebini bir tek Padişahımıza söylerim.”

Adam karga tulumba saraya götürülüp Padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişah merakla sormuş:
- “De bakalım. Bu nasıl iştir ki, hem çeşme yaparsın, hem de Müslümana haram yazarsın?”
- “Delilim vardır efendimiz, lâkin ispat ister.”
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
- “O zaman boynum kıldan incedir .”
- “Eeee?”
- “Sultânım, herhangi bir havradan bir hahamı tutuklatın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak?”
Zaptiyeler, bir hahamı yakalayıp götürmüşler. Olayı duyan bütün Museviler hemen sarayın kapısına akın edip, bağırıp çağırmaya başlamışlar:
- “Hahamımız masumdur, ne gerekirse deyin yapalım, isterseniz ağırlığınca altın ödeyelim.”
Bir hafta geçince haham serbet bırakılmış.
Adam, Padişah’ın huzurunda diz vurmuş:
- “Efendimiz, bu defa aynı işi, herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız.”
Zaptiyeler, aynı şekilde bir papazı derdest edip yaka paça götürmüşler. Bu sefer, olayı öğrenen bütün Hristiyanlar sarayın kapısına yığılmışlar:
- “Papazımız masumdur, onu bırakın bizi alın.”
Bir hafta sonra papaz da serbest bırakılmış.
Adam, yeniden Padişah’ın huzuruna çıkmış:
- “Son bir isteğim daha var zat-ı alinizden. Payitahtımızın en sevilen, en sözü dinlenilen, en itimat edilen âlimini aldırınız camiden.”
Zaptiyeler, bu kez Ulu Câmi’nin yaşlı imamını tam da Cuma hutbesinin ortasında alıp, yaka-paça götürmüşler. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Ne yapıyorsunuz, hiç olmazsa namaz bitene kadar bekleseydiniz” diye tek kelâm etmemiş.
Aradan bir hafta geçmiş, “Nerede bu imam, nicedir hali?” diye ne gelen olmuş ne de giden.

Yaşlı imamın yerine aptal ve ne konuştuğunu bilmeyen cahil bir kişi tâyin edilmiş, ama ahali halinden gayet memnunmuş.
Derken, yaşlı imam hakkında söylentiler dolaşmaya başlamış:
- “Tüüüh, biz de onu yıllarca adam zannetmiş, hoca bellemiştik.”
- “Kimbilir ne halt etti de öyle yaka-paça tutup camiden götürdüler.”
- “Vaah vaaah, acırım arkasında kıldığım onca namazlara.”
- “Sorma kardeş, sorma...”
Kadı’nın aracılığı ile olup bitenleri takip eden Padişah, bir hafta sonra adamı huzuruna almış:
- “Peki, ne olacak şimdi?”
- “Hocadan özür dileyip helallik alın efendim.”
Padişah, huzuruna çıkarılan yaşlı hocanın elini öpüp helallik almaya çalışırken, adam sormuş:
- “Ey ulu hünkarım, şimdi siz irade buyurunuz lûtfen, böyle Müslümanlar’a su helâl edilir mi?”
Padişah acı acı gülümsemiş:
- “Ne suyu bre, hava bile haram, hava bile.”

Mir Haber


 



Bu haber 441 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,352 µs