En Sıcak Konular

NURCULAR VE AKP

19 Mart 2009 10:17 tsi
NURCULAR VE AKP Gerçek şu ki, Türkiye’de öteden beri devam edegelen “dini siyasallaştırma, ticarîleştirme ve dünyevîleştirme” çabalarının önündeki en büyük engel, kitlelere mal olan Risale-i Nur hareketiydi.

Harvard Üniversitesinde “İslâmîleşen kapitalizm veya kapitalistleşen İslâm” konulu doktora çalışmasını sürdürdüğü belirtilen Özlem Madi, geçen ay Akşam gazetesinin Pazar ekinde yayınlanan mülâkatında hayli dikkate değer ve ilginç değerlendirmeler yapmış.

Gülay Altan’ın yaptığı mülâkatta Madi, evvelce farklı alanlara el atan ve kendi aralarında rekabetler de yaşayan cemaat ve İslâmî grupların, iktidara yaklaştıkça farklılıklarını kaybetmeye başladıklarını ifade ederken şu örneği veriyor:

“Önceden Nur cemaati, İslâmî siyasî partilerin en büyük rakiplerindenken, şimdi AKP’nin en büyük destekçisi oldu meselâ...” (8.2.09)

Burada önce Madi’nin kullandığı terminolojideki “İslâmî parti” ve “Nur cemaatinin rakipliği” gibi tabirlerdeki ifade sorununa temas edelim.

Bize göre, “din adına” çıktığını söyleyen parti olabilir, ama “İslâmî parti” olmaz ve Nur cemaatinin bu partiye karşı çıkması rekabetten değil, dinin siyasete alet edilmemesi gerektiği prensibine dayanan ilkesel bir tavır alıştan ileri gelir.

Bunu ifade ettikten sonra, Madi’nin sözündeki ana mesaja geçecek olursak; çok önemle ve dikkatle üzerinde durulup irdelenmesi ve tahlili gereken ciddî bir konuyla karşı karşıya geliriz.

Gerçek şu ki, Türkiye’de öteden beri devam edegelen “dini siyasallaştırma, ticarîleştirme ve dünyevîleştirme” çabalarının önündeki en büyük engel, kitlelere mal olan Risale-i Nur hareketiydi.

Toplumdaki İslâmî şuurlanmanın en önemli ve temel dinamiklerinden birini oluşturan bu hareketin hedef ve gündemi, hep imanları kurtarıp insanları ebedî saadete kavuşturmak oldu.

Bu hedefe asla dünyevî hesapların ve özellikle iktidarı amaçlayan siyasî çabaların gölgesi düşürülmedi. Hareketin ve mensuplarının siyasetle ilişkisi, seçim zamanı oy kullanıp, sonrasında yine kendi hizmetinde yoğunlaşmak ve bu hizmeti engelleyip zorlaştıran baskılara karşı hak, özgürlük ve demokrasi talebinde bulunup, gerektiğinde bunun mücadelesini vermekle sınırlı kaldı. Yani, Nurcular hiçbir zaman parti kurmadılar ve iktidarı ele geçirmeye çalışmadılar.

Ancak bu hareketi siyasete çekme çabaları da hiç eksik olmadı. Millî Nizam Partisi yola çıkarken Nurcuları da yanına almaya çalıştı. Bazı münferit isimleri kadrosuna almayı da başardı.

Ama bilhassa Zübeyir Gündüzalp’in gösterdiği duyarlılık ve cemaatin ekseriyetinin koyduğu tavır, millî görüşün Risale-i Nur hareketi içerisinde mâkes ve taban bulmasına izin vermedi.

Başlangıçta şahsî tercihiyle partiye giren, kurucu kadroda gözüken, milletvekili/senatör seçilerek vitrinde yer verilen Nurcular da 70’li yılların ortalarında tasfiye edilip partiden dışlandı.

90’lı yılların başlarından itibaren kitleye açılma arayışlarına giren millî görüş, bu çerçevede yıllarca “Bize değil, mason uşaklarına destek veriyorlar” diye suçladığı ve yerden yere vurduğu Nurcularla arasını düzeltmeye ve onların desteğini almak için bir kez daha çalışmaya başladı.

Bunu yaparken, önde gelen kadrolar “Din adına siyaset yapmak ve parti kurmak hataymış” sözünü sık sık tekrarladılar. Ayrıca, siyasî çalışmalarında Nurcuların metodunu kullanarak, ev ev, kapı kapı dolaşıp insanların gönlünü kazanmaya çalıştılar ve büyük ölçüde başarılı oldular.

Ama 1994’te yerel, 1996’da merkezî iktidara ulaşmalarından sonra yaşananlar her bakımdan çok pahalıya mal oldu. Özellikle manevî hizmetlerde yılların çabalarıyla, adeta tırnaklarla kazıyarak elde edilen kazanımlar çok kısa bir sürede uçuverdi ve fersah fersah gerilere gittik.

Millî görüşün söylem düzeyinde “din adına siyaset” iddiasından vazgeçtiğini deklare etmesi, Nurcuların haklılığının onlar tarafından da kabul ve ikrarıydı, ancak bu yeni tavrın zihniyet olarak da içselleştirilmesi gerekiyordu ve o noktadaki soru işaretleri hâlâ devam etmekteydi.

Bu soru işaretlerinin refakatinde yaşanan sonraki gelişmeleri bir sonraki yazıda ele alalım.[1]

NURCULAR VE AKP (2)

Evvelce de birkaç defa yazmıştık: Şu anda devletin en önemli koltuklarından birinde oturmakta olan zat, millî görüş hareketiyle yollarını ayırma arefesindeyken bir özel sohbetinde “Bediüzzaman’ın haklılığını 28 Şubat duvarına toslayınca anladık” demişti.

Kast ettiği, “din adına siyaset” iddiasının yanlışlığıydı. Ve önce RP’nin, sonra FP’nin kapatılmasını takiben millî görüşten ayrılanlar AKP ile yola çıkarken en çok bu noktaya vurgu yaptılar.

90’lı yılların başından itibaren yaşanan sürecin nirengi noktasını oluşturan bu husus, bir kısım Nurcuların millî görüş hareketi karşısındaki duruşunu hayli yumuşatan bir sonuç verdi.

Ve bu yumuşama AKP ile had safhaya ulaştı.

Öncesinde DP-AP-DYP çizgisine oy verdikleri halde, “Demokrat mânâsı artık AKP’ye geçti, yıllardır beklediğimiz dindar demokratlar bunlar” diyerek AKP’ye yönelenler oldu. Ama bu, reel gerçeklere dayalı objektif bir tesbitten ziyade, temennîlere dayanan bir tercihin ifadesiydi.

Ve altı buçuk yıllık AKP iktidarıyla gelinen nokta, AB’nin demokratikleşme yönündeki ısrarlı takibine rağmen, hâlâ fazla birşeyin değişmediği, 27 Mayıs’la kurulup 12 Eylül ve 28 Şubat’la pekiştirilen darbe düzeninin devam ettiği, asker üzerindeki sivil kontrolün sağlanamadığı, yargı reformunun yapılamadığı ve iktidar partisinin bile kaderini lidere endekslediği bir yapı.

Dahası, başörtüsü yasağı, din eğitimine getirilen kısıtlamalar, imam hatiplerin orta kısımlarının kapatılması, Kur’ân eğitiminde uygulanan yaş sınırı gibi 28 Şubat yadigârı haksızlıkların bitirilmesi yönünde de bir ilerleme sağlanamadı.

22 Temmuz’da yüzde 47 oy alıp Cumhurbaşkanını da kendi içinden seçtiği halde AKP’nin bu konulara hâlâ çözüm getirememesini mazur görüp anlayışla karşılayan tavırsa düşündürücü.

Bakalım, bu tavır 29 Mart’ta da sürecek mi?

AKP kadrolarının ve bu partiye hasbî düşüncelerle oy verenlerin kahir ekseriyetinin samimiyet ve iyiniyetinden eminiz; ama onları tenzih ederek, şu tesbiti dile getirmemiz gerekiyor:

Aslında AKP, şimdiye kadar siyasallaşma, ticarîleşme ve dünyevîleşme tuzaklarına düşürülemeyen bir cemaati bu alanlara çekerek uhrevî amaçlı imanî hizmetlerinden alıkoymak, dolaylı yollarla da olsa resmî ideolojiyle uzlaştırmak ve ayrıca Türkiye’nin kapitalist sisteme eklemlenmesini kolaylaştırmak için üretilmiş bir küresel toplum mühendisliği projesinin en son ürünü.

Bu projenin dış ve iç odaklarca paylaşılan en önemli ortak hedeflerinden biri, insanlara, hattâ dindarlara ahireti unutturup herkesi dünyevîleştirmek. Ahirzamanın dehşetli şahıslarından biriyle ilgili rivayetlerdeki “Bir gözü kördür” ihbarının, “Münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var, ahireti görecek gözü yok” şeklinde yorumlandığını hatırlayalım (Şuâlar, s. 929).

Bir taraftan Kemalizm, bir taraftan küresel kapitalizm, dünyevîleştirme tuzaklarına direnmeye devam eden “son kale” durumundaki Nur talebelerinin bu duruşunu gevşetmek ve onları da teslim almak için taarruza devam ediyorlar.

Ve bu noktada AKP etkin biçimde kullanılıyor. Kadrolar ve imkânlar bahşedilerek, “Cumhuriyet tarihinde ilk kez cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve bürokratların ağırlıklı bir kesimi dindarlardan oluşuyor” havası verilerek... Ama bu görüntü altında, resmî ideolojiye hapsedilmiş politikalar uygulatılarak...

Resmî ideolojinin medyadaki sözcülerinden biri, derin devlet katlarında AKP iktidarına nasıl bakıldığını anlatırken, “80 yıldır devrimlerle uzlaşmayan kesimlerin kazanılmasında AKP rol oynayabilir” yorumu yapıldığını yazmıştı. Erdoğan da “Hedefimiz, ilke ve devrimleri toplumun ortak paydası yapmak” diyerek bunu teyid etti.

Prof. Dr. Şerif Mardin’in AKP iktidarını “Kemalizmin başarısı” olarak nitelemesi de, bunun farklı bir açıdan ifadesi anlamına gelmiyor mu?

Konuya biraz daha devam etmek gerekiyor.[2]

NURCULAR VE AKP (3)

Bundan üç yıl önce, 2006 yılının ilk günlerinde Türkiye gündemine taşınan bir “Müslüman Kalvinistler” tartışması vardı. Bu benzetme, Soros’un finanse ettiği Avrupa İstikrar İnisiyatifi adlı kuruluşun raporunda Anadolu girişimcileri için yapılıyor; kapitalizmin doğuşunda Protestan Kalvinistlerin oynadığı role atıfta bulunulurken, benzer bir rol Anadolu işadamlarının inanç ve fikir dünyasında çok etkin olan Nurculara izafe ediliyordu.

Bu çerçevede, sayıları 5-6 milyon olarak verilen Nurcuları “Müslüman Kalvinistler,” Said Nursî’yi “İslâm Kalvinizminin fikir öncüsü” olarak niteleyip, sonra bu “liderliğin” Fethullah Gülen’e geçtiğini iddia eden yazılar dahi yazıldı.

(Örnek: Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 26.1.06)

Son dönemde Gülen hareketine keskin eleştiriler yönelten Prof. Dr. Hakan Yavuz’un, daha öncesinde “İslâm Kalvinizmi”nin evvelâ Anadolu’daki sufilik akımına ve bilâhare Nurculuk hareketine dayalı olarak geliştiğini öne süren tezler hazırladığı ve Anadolu girişimciliğine yaslanan AKP’nin dayandığı toplumsal tabanın da bu adresler olduğunu iddia ettiği biliniyor. Ki, yukarıda bahsi geçen raporun belli başlı mehazlarından biri de yine Yavuz’un yazdığı etüdler.

Buradan gelmek istediğimiz nokta şu:

“Siyasal İslâm”ın toplumsal tabanı, yakın zamanlara kadar tarikat menşeli cemaat yapılanmalarıydı. Erbakan, rahmetli Zahid Kotku’nun müridiydi. (Esad Hoca döneminde ilişkileri bozuldu.) Özal da dergâhla irtibatı olan bir kişiydi.

Erbakan ve Özal’ın başında bulunduğu partiler, Nurculardan destek alamadı. Gerekçeler, millî görüş partisinin “din adına siyaset” iddiasıyla ortaya çıkması ve ANAP’ın 12 Eylül ürünü bir parti olarak ihtilâlin sivil uzantısı olmasıydı.

Buna karşılık, diğer cemaatlerin çoğu, 80’lerde ANAP’a, 90’larda yeni bir açılım sürecine giren RP’ye yöneldi. Verilen bu desteğin karşılığı bazı cemaatlere devlet imkânlarının cömertçe kullandırılması ve holdingleşme yolunun açılması şeklinde tezahür etti. Ama sonra bunun bedel ve faturası da çok ağır bir şekilde ödendi.

Geçenlerdeki Adana ziyaretimizde tanıştığımız, hizmetini Kur’ân eğitiminde yoğunlaştıran bir cemaat mensubunun, “RP’yi desteklememizin bedelini, 28 Şubat’ta sadece bir şehirde 30 kursumuzun kapatılmasıyla ödedik” sözü, bunun düşündürücü örneklerinden yalnızca biri.

Öncesindeki mütevazi yayıncılık hizmetlerini Özal desteğiyle, TV kanalları, finans kurumları ve her alanda ticarî şirketlerle holdingleştiren bir başka cemaatin başına gelenler diğer bir örnek.

Siyasetin, Erbakan’ın bağlı olduğu dergâh üzerinde, bilhassa Esad Hocanın vefatı sonrasında gözlenen yıpratıcı tesirleri de aynı şekilde.

Bu örnekler, “din adına siyaset” iddiasının, dine hizmet için var olan cemaatlere, dolayısıyla dine ne kadar büyük zarar verdiğini gösteriyor.

2000’lerde bu tezgâhın, AKP ile daha geniş ve kapsamlı bir çerçevede, üstelik bu defa, evvelki denemelerde tuzağa düşmeyen Nurcuları da içine çekmeyi hedefleyerek sürdüğü görülüyor.

Ve bu noktada, Özal’dan itibaren farklı bir tavır sergilemiş olan “Gülen hareketi”nin özel bir konumda bulunduğu gözleniyor. Görünüşte 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın hedefe koyduğu bu hareket, fiiliyatta iktidar ve devlet desteğiyle pek çok alanda “güçlü” bir profil çiziyor: yurt dışı ve içi okullar, kurs ve dershaneler, medya, finans,...

Bu desteğin ABD boyutu, işin ayrı bir ciheti.

Gülen’ın hükümeti ehven-i şer değil, hayr-ı kesîr-hayr-ı kalîl ekseninde değerlendirmek gerektiğini savunan (A. Taşgetiren, Bugün, 5.3.09) ve şu anda Türkiye’ye dönmeme gerekçelerinden en önemlisini “hükümeti zora sokmamak” olarak ifade eden (Mahmut Övür, Sabah, 6.3.09) son beyanları, AKP’ye bakışını açıkça gösteriyor.

Ama bu bakış Nurcuları bağlamaz. Zira hem Gülen kendisine Nurculuk izafesini reddediyor; hem de siyasete bakışlarındaki ölçüler, Nurcuları bir partiye eklemlenmekten alıkoyuyor....[3]

 

Kaynak: Kazım Güleçyüz-Yeni Asya Gazetesi

[1].http://www.yeniasya.com.tr/2009/03/17/yazarlar/kgulecyuz.htm

[2].http://www.yeniasya.com.tr/2009/03/18/yazarlar/kgulecyuz.htm

[3].http://www.yeniasya.com.tr/2009/03/19/yazarlar/kgulecyuz.htm

 



Bu haber 498 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,862 µs