En Sıcak Konular

ÖSYM'DEN İSTİKLAL MARŞI VE MEHMET AKİF'E SANSÜR MÜ?

9 Mart 2009 17:31 tsi
ÖSYM'DEN İSTİKLAL MARŞI VE MEHMET AKİF'E SANSÜR MÜ? ÖSS tarihinde İstiklal Marşı ve Safahat ile ilgili olarak öğrencilere hiçbir soru sorulmamış.

Ortaöğretimden geçmiş hemen herkes Ömer Seyfettin'in Kaşağı hikâyesini bilir. Çünkü ilkokul kitaplarına kadar girmiş bir hikâyedir. Hikâyeyi okuyanlar, kardeşine iftira atan anlatıcı yazara kızar, Hasan'a acır. Hatta Hasan'ın ölümünü kuşpalazı hastalığına rağmen, atılan iftiranın verdiği acı olduğuna dair bir algılama da söz konusudur.

Herkes Ömer'e kızar bu hikâyede. Çünkü kardeşine iftira atmıştır. Üstelik işin içinde yalan da vardır. Oysa hikâyeyi dramatik kılan husus Ömer'in, (yani kardeşin) kardeşine iftira atması değildir; esas dramatik unsur babanın durumundan doğmaktadır. Zira babası Hasan'ı çağırır ve: "Bu kaşağıyı neden kırdın" der. Çocuk "Ben kırmadım" diye cevap verirse de babası, büyük oğlunun "Hasan kırdı" sözüne inanmıştır bir kere. "Bak kızmayacağım, yalan söyleme, neden kırdın bu kaşağıyı?" Hasan tekrar aynı cevabı verir: "Ben kırmadım." Hasan bu cevap üzerine hem tokadı yer hem de ölünceye kadar ahırdan, atlardan mahrum kalır. Oysa babanın sorması gereken soru "Bu kaşağıyı neden kırdın" değildi, "Bu kaşağıyı kim kırdı?" olmalıydı soru. Soruların hem yanlış hem eksik sorulmasından mütevellit yaşanan dramlar sadece Kaşağı ile sınırlı değil. Bu ülkede ÖSYM'nin yanlış ve eksik soruları sebebiyle yıllardır dramatik olaylar yaşanıyor. Sözün burasında hemen yanlış soru meselesine girmek istiyorum, sonra eksik soru kısmına döneceğim.

Her ÖSS'den sonra ulusal ve yerel televizyonlarda "uzman öğretmenler" tarafından soruların çözümü yapılıyor. Enteresandır, bu "uzman öğretmenler" genelde dershanelerin öğretmenleri oluyor, neden? Neden soruyu hazırlayan kurum olarak ÖSYM bu soruların cevabını ilan etmekle yetinir de çözümü başkalarına bırakır? Sorularım bitmedi. Pekiyi, bu kadar "uzman öğretmen" ÖSYM tarafından ilan edilen/verilen cevapları önce kabul edip, hızlı hızlı soruları ekranda çözüp(!), verilen cevabı onaylamasına/ilan etmesine rağmen ertesi gün nasıl olup da bu sorulardan birinin veya birkaçının aynı "uzman öğretmenlerce" yanlış olduğu, bazılarından cevabın hiç çıkmadığı keşfediliyor?

Sorular ve sorunlar

Şimdi eksik konulara ve hiç sorulmayan sorulara gelebiliriz.

Biliyoruz ki, memleketin eğitim programları Talim Terbiye Kurulu ve bu Kurul'un görevlendirdiği uzmanlar tarafından belirleniyor. Ana çerçeveyi çizen kanunlar, yönetmelikler ışığında; ihtiyaçlar, evrensel açılımlar, gelişen teknikler vs. ile desteklenerek eğitime yön veriliyor. Ders araç ve gereçleri, laboratuvarlar, okullar vs. bu programı uygulamaya fırsat verecek, kazanımları öğrencilere kazandıracak şekilde düzenleniyor. Ancak bu şekli düzenleme eğitim sisteminde yer alan başka yapı ve merkezler tarafından aksatılıyor. Sözü uzatmadan söyleyelim ve bu aksaklığı çıkaran yapı ÖSYM'dir. Çünkü ÖSYM sadece öğrenci seçmiyor; müfredatı da belirliyor. Nasıl? Şöyle: Hatırlayacaksınız 2006'dan önceki sınavlarda sözel ve sayısal bölümler tek başlık altında toplanmıştı ve lise müfredatlarında yer verilen bazı konuları içermiyordu. Fakülteler, üniversiteye yeni gelen öğrencilerin eksik bilgi ile geldiklerinden şikâyetle sistem değiştirildi ve bazı konular ilave edildi. Buna göre dağılım şöyle oldu:

BİRİNCİ BÖLÜM Türkçe Testi (Tür)  Sosyal Bilimler-1 Testi (Sos-1) Matematik-1 Testi (Mat-1) Fen Bilimleri-1 Testi (Fen-1)  İKİNCİ BÖLÜM Edebiyat-Sosyal Bilimler Testi (Ed-Sos)  Sosyal Bilimler-2 Testi (Sos-2) Matematik-2 Testi (Mat-2)  Fen Bilimleri-2 Testi (Fen-2) Böylece, daha önceki sınavlarda öğrencilere sorulmayan bazı konular ilave edilmiş oldu.

Neden bahsediyoruz? 2006'ya kadar liselerde müfredatın bazı konularına ya hiç yer verilmiyordu ya da şöyle bir değiniliyordu, o kadar. Burada ölçü, öğretilen konunun ÖSS'de soru olarak çıkıp çıkmamasıdır. Açıkça anlaşılmaktadır ki liselerin müfredatını, ihtiyaca ve dünyanın gidişatına, bilime vs.ye göre MEB belirlemekte ise de bu programları bilgi olarak kazandırmak ve ölçmek ÖSS'ye dolayısıyla ÖSYM'ye bırakılmıştır.

Aslında müfredat belirlemesine gelen söze en son tartışılan Sarı Gelin CD'sinin dağıtımı ile ilgili olarak yeni şeyler de ilave etmek lazım. Basından takip edebildiğim kadarıyla Ermeni zulmü ile ilgili olan bu CD'nin içeriği Kürşat Bumin'den, Oral Çalışlar'a, Halil Berktay'dan Radikal gazetesinin manşetine kadar birçok çevre tarafından eleştirildi. Bakanlık da bu CD'nin öğretmenlere yardımcı kaynak olarak dağıtıldığını ve daha sonra da dağıtımın tamamen durdurulduğunu açıkladı. Ama bu yazarlar ve başkaları adı geçen CD'nin dağıtımı ile ilgili yazılarında, CD'lerin Genelkurmay Başkanlığı tarafından alınıp (56 bin 388 DVD, 17 Aralık 2007 tarihinde ASİMKK'dan bir binbaşı tarafından tutanakla Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'na teslim edildi. Basından) dağıtıldığına dair bilgiyi görmezden geldi ve MEB'i hedef tahtasına gerdi. Adı geçen yayın organlarında şu bilgi yer de aldı halbuki:

"Sarı Gelin belgeselinin Milli Güvenlik Kurulu bünyesinde kurulan 'Asılsız Soykırım İddiaları ile Mücadele Koordinasyon Kurulu' kararıyla okullara dağıtıldığı ve öğrencilere izlettirildiği öğrenildi. Karar, şöyle: "İç kamuoyunu bilgilendirme maksatlı olarak kullanılmak üzere 'Sarı Gelin - Ermeni Sorunu'nun İç Yüzü' belgeselinin DVD'leri satın alınarak Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve MİT Müsteşarlığı ile ihtiyaç duyacak kurumlara gönderilecektir." (Basından)

Şimdi bu durumda eğitimin belirleyici gücü kim oluyor? MEB mi? Bakanlık sadece "yukarıda" alınan kararı uygulamış görünüyor. Üzerinde durulması gereken konu, bu ülkede eğitimin; eğitim kurumları dışından da belirlendiği ve bu tür girişimlerin -DVD örneğinde olduğu gibi- eğitimi olumsuz etkilediğidir. Çevik Bir'in basına yansıyan ve YÖK'e katsayı ile ilgili emir ve talimat vermesi örneğinde de olduğu gibi, eğitim; gençlerimize gereken donanımı vermeye yönelik düşünülmüyor; siyasi bir takım sonuçların alınmasında araç muamelesi görüyor. Bu arada özel olarak kazandırılması gereken bilgi ve donanımlar öğrencilerden gizleniyor.

Bundan dolayı diyoruz ki, ÖSYM'nin bu zamana kadar izlediği çizgi değişmezse bundan böyle ülkenin geleceği olan gençler; nasıl olsa ÖSS'de soru olarak çıkmıyor, diye ne Safahat'ın kimin eseri olduğunu bilecek ne Safahat'ı okuyup bölümlerinden haberdar olacak ne de İstiklal Marşı'nın içeriği ve şekli hakkında bir bilgi sahibi olacaktır.

"Konularına Göre Düzenlenmiş 43 Yılın (1966-2007) ÜSS-ÖYS-ÖSS Soruları ve Tam Çözümleri" adlı kitap* bize bunu söylüyor. Tekrara düşmek pahasına diyorum ki bundan böyle ÖSS ve bu ayardaki sınavlar sadece bir puan alma ve rakibi eleme görevi yapmayacaktır; aynı zamanda bazı değerlerin öne çıkarılmasına veya üstünün örtülmesine de vesile olacaktır/olmaktadır. Mehmet Akif, İstiklal Marşı ve Safahat bunun en bariz örneğidir.

Sadece Türk edebiyatının değil; siyaset ve düşünce dünyasının da en önemli öznelerinden biri olan Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı acaba 43 yıldır kaç defa sorulmuş dersiniz öğrencilere? Acaba Mehmet Akif Ersoy öğrencilerin önüne hangi bağlamda sorular içinde getiriliyor?

Özetleyelim:

ÖSS tarihinde İstiklal Marşı ve Safahat ile ilgili olarak öğrencilere hiçbir soru sorulmamış. Soru sorulmazsa, ölçüm yapılmazsa; İstiklal Marşı'nın içeriği, edebi sanatları, vezni, yapısı, ahenk öğeleri, kabul tarihi, geleneği, savunduğu değerler, dil ve anlatım özellikleri nasıl öğretilecek ve öğretilmesinin önemine işaret edilecek?

İstiklal Marşı ve Mehmet Akif bir cevaptır

İstiklal Marşı öncesi Türkiyesinde ne görüyoruz? Balkan Savaşlarını, Birinci Dünya Savaşını, Yemen ve Trablusgarp Cephe Savaşlarını, Çanakkale Savaşlarını, Mondros Anlaşmasını, İstanbul'un ve giderek İzmir, Urfa, Maraş, Antep ve Anadolu'nun bilfiil işgalini... Bütün bu cephe savaşları ortaya "yorgun savaşçı"lar çıkarmıştır. Evet, 1919 öncesi Türkiyesi savaş yorgunlarının veya "yorgun savaşçı"ların Türkiyesidir. Ama hemen belirtelim ki bu yorgunluk, milletimizin değil; daha çok aydınların hissettiği bir yorgunluktur. Yorgunluk, güçsüzlüğü; güçsüzlük de umutsuzluğu doğurur. Dünya sistemi işte bu umutsuzluktan beslenmek istemiş ve Türk milletini ancak böyle bir ortamda köle edebilirim, tarihten silebilirim ve geldiği yere sürebilirim diye düşünmüştür. 1919 öncesinin Batı'sı; Türklerin yorgunluğundan, güçsüzlüğünden ve bunların doğuracağı umutsuzluktan medet uman bir dünyadır. Mandacılık işte bu dönemde bazı aydınlara çıkış yolu gibi görünmüştür. İngiliz ve Amerikan Muhipler Cemiyetlerinin çıktığı dönemdir bu dönem. Bazı aydınlarda görülen bu yönelime bir cevap vermek gerekti ve cevabın gelmesi gecikmedi. Bu cevap; bir cevab-ı ret ve resttir. Millet adına bu cevabı veren kişi Mehmet Akif, cevap metni de İstiklal Marşı'dır. "Hayır, senden korkmuyorum, sen bir canavarsın; ama tek dişi kalmış bir canavar...Benim iman gücüm senin tanklarını, zırhlıların yener ve bak yendim de" diyen bir cevaptır bu.

İkincisi; İstiklal Marşı mandacılara, milletimizi tanımayan Batılılara ve Batılaşmış zihniyetlere verilmiş bir cevaptır.

Bir milli mutabakat metni olarak İstiklal Marşı şu dört kavram üzerine kurulmuştur.

1. Bu cennet vatan, bu topraklar bizimdir. 2. Biz Türk milletiyiz; veya bize Türk derler. 3. Biz Müslümanız. 4. Bu değerleri yaşatan ve yaşatacak olan en büyük değer istiklalimizdir. Bu değerlerin kazandırılmadığı bir eğitim "millî" olamaz. ÖSYM, 43 yıldır bu değerlerin kazandırılmasını dolaylı olarak engellemiştir.

O zaman haklı olarak soralım: Acaba Mehmet Akif, İstiklal Marşı ve Safahat sebebini bilmediğimiz bir planla mı karşı karşıya? Bu bir kasıt mı, ihmal mi yoksa bizim bilmediğimiz başka bir şeyler mi var?

Kaynak: Milli Gazete ( Kamil Yeşil )=http://www.milligazete.com.tr/makale/makale-117479.htm



Bu haber 742 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,773 µs