En Sıcak Konular

Türk-İslam Devletleri

18 Kasım 2007 21:29 tsi
Türk-İslam Devletleri Balkanlar'dan,Rusya'ya,Hindistan'dan Küdüs'e,Anadolu'dan Cezayir'e uzanan bir coğrafyaya İslam'ı yaymış,bir millettir;Türk Milleti...

Türk-İslam devletleri Türklerin İslam'ı kabul ettikten sonra kurdukları devletlerdir.

İtil Bulgarlarından sonra ilk Müslüman Türk devletleri, Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular'dı. Karahanlılar, 944 yılında, İslamı resmî din olarak kabul etti. Karahanlılar arasında İslâm dîninin yayıcısı, Abdülkerim Satuk Buğra Han'ın oğlu Musa Baytaş oldu. Karahanlı hükümdarı, 999 senesinde, Abbâsî halifesi tarafından İslâm hükümdarı olarak tanındı. Hâkanlığın sınırları, Balasagun, Özkend ve havalisine, Tarım havzasının batı kısmına, Balkaş Gölüne, Hindukuş, Karakurum Dağları dolaylarına kadar yayıldı. Ülke, doğu ve batı diye ikiye ayrılmıştı. Doğu Karahanlılar 1090, Batı Karahanlılar ise 1089'da Selçuklulara bağlandılar. Karahanlılar devrinde, 200 000 çadır Türk halkı, İslâmı kabul etmiştir.

962 yılında Alptekin (Alb Tegin) adlı bir Türk kumandanı, Afganistan'ın Gazne şehrini zaptederek Gazneliler Devletini kurdu. 977'de devletin başına Sebük Tekin geçti. Sebük Tekin, iyi bir devlet adamı, mâhir bir kumandandı. Bütün Afganistan ile Horasan ve İran'ın doğu kısımlarını idaresi altına aldı. Hindistan'a, zaferle neticelenen bir zafer düzenledi. Oğlu ve halefi olan Mahmud, yalnız Gazneli Devletinin değil Türk tarihinin de en büyük simalarından biridir. Hindistan'a onyedi defa sefer düzenleyerek büyük zaferler kazandı. Bu ülkede İslâmın köklü şekilde yerleşip gelişmesinde önemli rol oynadı. Gazneli Mahmud, aynı zamanda, İran'ın orta eyaletleriyle Harezm topraklarını da ülkesine katarak zamanının en büyük hükümdarı oldu ve Abbâsî halifesinden ilk defa olarak, sultan ünvanını aldı. Gazneliler, 1040 yılından sonra Selçuklulara tâbi oldular. 1186 senesinde de Gûrlular tarafından tamamen ortadan kaldırıldılar.

10. asrın ikinci yarısında Seyhun nehri kıyısı ile bunun kuzeyinde yaşayan Oğuzlar, Semerkand ve Buhara taraflarına inmeye başlamışlardı. Buhara taraflarına inen Oğuzların başında, Kınık boyundan Selçuk Bey'in oğulları vardı. Selçuk Bey'in torunlarından Tuğrul ve Çağrı beyler, çetin şartlar içinde Selçuklu Devletini kurdular. Tuğrul 1064 senesinde vefat ettiği zaman, kurduğu devletin sınırları Ceyhun'dan Fırat'a kadar uzanıyordu. Yerine geçen Alparslan, 1071'de Malazgirt ovasında Bizanslıları yenerek Anadolu'nun Türk ülkesi olmasını sağladı. Bu zaferden Anadolu'nun fethine Kutalmış Bey'in oğulları memur edildiler. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, büyük zaferler kazanarak Üsküdar'a kadar geldi ve İznik'i hükümet merkezi yaparak Türkiye Selçuklu Devletini kurdu. Süleyman Şah'tan sonra I. Kılıç Arslan, I. Mesud ve II. Kılıç Arslan Türkiye Selçuklu Devletinin başına geçtiler. 13. yüzyılda Moğol istilası, İran, Horasan ve Maveraünnehir taraflarında yaşayan âlimlerin hemen hepsinin Anadolu'ya gelmelerine sebep oldu. Bu istilâ Selçuklu Devletinin de ortadan kalkmasına yol açtı. Fakat çok geçmeden, yüksek yaylalarda yaşayan Türkmen beyleri, Anadolu'yu istilâcıların elinden kurtarmayı başardılar. Bu Türkmen beylerinden birisi de Osman Bey'di. 1299'dan itibaren gelişen Osmanlılar, mânevî yapısı ve teşkilatı bakımından Selçuklu Türklüğünden devraldığı birçok değerlerle cihanın en büyük devletlerinden birini kurmaya muvaffak olmuşlardır.

Söğüt'te kurulan Osmanlı Devleti, kısa zamanda Batı Anadolu'ya hakim olarak, 1356'da Rumeli'ye ayak bastı. Bu geçiş çok mütevazı başlamakla birlikte, şiddetli Haçlı mukabelesiyle karşılaşıldı. Fakat, üstün vasıflara sahip Osmanlılar, Haçlıları 1363'te, Edirne civarında Sırpsındığı mevkiinde, 1389'da Kosova'da ve 1396'da Niğbolu'da hezimete uğrattılar. Böylece devlet Rumeli'de sağlam bir şekilde yerleşti. Bu arada Anadolu'da yapılan ilhaklarla da genişledi ve Malatya'ya kadar uzandı. Niğbolu Zaferi, Türk ilerleyişini durdurmanın mümkün olmadığını Hristiyan Avrupalılara gösterdi. Hristiyan Batı âlemine galip gelen Osmanlılar'ın, doğuda Timur Han'a mağlup olması, Anadolu'daki birliği tekrar sarstı. Ancak Fetret Devrinde sarsıntı, Rumeli'den daha çok Anadolu'da meydana geldi.

Fetret Devrinden sonra devletin başına geçen ve "ikinci kurucu" olarak adlandırılan Çelebi Mehmed, Osmanlı Devletini tekrar canlandırdı. Oğlu II. Murad Han, 1444'te Varna ve 1448'de II. Kosova meydan savaşlarında, Haçlılara karşı yeni zaferler kazandı. Osmanlılar bu suretle Anadolu'da Türklüğün ve kendilerinden önceki diğer İslâm devletlerinin maddî ve manevî mirasını toplayarak, yeni bir medeniyet kurdular.

Türk tarihinde ilk defa olarak, Osmanlıların merkezî bir devlet sistemi olarak ortaya çıkması, büyük bir siyasî yenilik oldu. Gerçekte Osmanlı hanedanı, diğer Anadolu beyleri gibi, millî örf vr geleneklerini muhafaza ettiği halde, devletin bölünemez kutsal bir varlık olduğunu kavramış, şehzadelerin ve boy beylerinin siyasî hakimiyete ortak olmalarına imkân vermemiş ve bu sayede merkeziyetçi, sağlam, istikrarlı bir devlet ortaya çıkarmayı başarmıştı. Fatih Sultan Mehmed Han, Anadolu beylerinin ve kendi içinde gelişen devleti sarsıcı hanedanların geriye kalanlarını bertaraf ederek merkeziyetçi otoriteyi daha da sağlamlaştırdı. Daima devlet birliği şuuruna bağlanan Osmanlı inancı bakımından, Sultan İkinci Bayezid Han'ın; "Osmanlı Devleti öyle namuslu bir gelindir ki, iki kişinin talebine tahammül edemez" sözü anlamlıdır.

Müslümanların birliğini sağlamak ve Anadolu'dan Şiî-Sâfevî propagandasını kaldırmak isteyen Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail üzerine sefer düzenledi. Şah İsmail'i saf dışı bıraktıktan sonra, yıldırım hızıyla Mısır ordularını 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye zaferleriyle mağlup etti. Bu zaferlerden sonra bütün Arap ülkeleri Osmanlı hakimiyeti altına girdi. Yıldırım hızıyla, kıtaların fethini sekiz senelik saltanatına sıkıştıran bu büyük fatihin, cihan hakimiyeti girişimine ve Avrupa'yı fethetmeye kararlı olması tabîiydi. Fakat ecel onun dünyayı tek ve yüksek nizama kavuşturmasına fırsat vermedi.

Kanuni Sultan Süleyman'ın yarım asır süren saltanatı, Türk ve Osmanlı dünya barışı davâsının en yüksek ve kudretli devrini teşkil eder. Zamanında Türk ordusu, 1526'da mutlak bir zafer kazandı ve Orta Avrupa yolu Türklere açıldı. Artık Osmanlı ordusu Orta Avrupa'yı çiğniyor, Viyana'yı geride bırakarak, Gratz, Merburg, Gunis gibi birçok Alman kentini fethediyordu.

16. yüzyılın sonlarıyla 17. yüzyılda Osmanlı siyasî gücü gibi sosyal düzeni de kuvvetini sürdürmüştür. Devlet; liyakat, ahlâk, maddî ve manevî disiplin ve çalışma üzerine kurulmuştu. Osmanlılarda şahsî meziyet ve yetenekten başka bir şeye değer verilmezdi. Herkes, liyakat, bilgi, ahlâk ve seciyesine göre bir mevkiye tayin edilirdi. ahlâksız, bilgisiz ve tembel kişiler, hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazdı. Osmanlıların başarısının ve dünyaya hakim olmalarının hikmeti buydu.

17. asrın ikinci yarısından sonra devletin siyasî ve askerî kudretinde zaaf başlamış, idarî ve ilmî müesseselerde bozukluklar meydana çıkmış, bunun neticesinde gerileme başlamıştır. Anadolu'da çıkan ve memleketi harap ve perişan eden kızlbaş teşvikli Celâlî ayaklanmalarını bastırmak için çok büyük gayretler sarfetmek ve uzun seneler uğraşmak gerekmiştir. Amerika'nın keşfinden sonra götürülen Afrikalı köleler, nice zulümlerle, Avrupalı zalimler için bol bol gümüş çıkardılar. Avrupa yoluyla Osmanlı ülkesine de bol miktarda giren gümüş, fiyatları altüst etti. Gümüş olan Osmanlı akçesinin değeri düştü. Devletin, düştüğü zor durumdan kurtarılması için zaman zaman hükümdar ve devlet adamlarının teşebbüsleri, olumlu neticeler verdiyse de, bilhassa yeniçerilerin çıkardığı isyanlar bunların devamlılığını baltaladı.

Türkler, 17. asırda da Avrupa'ya medeniyet verici durumdayken, 18. asırdan itibaren alıcı alıcı olmaya ve iktibaslar yapmaya mecbur bulunduklarını kabul etmişlerdir. 18. asrın başlarından itibaren tahta geçen padişahların hemen hepsi, bu gerilemenin farkına varmışlar, batıdan faydalanarak ıslahat yapmak istemişlerdir. Sultan II. Mahmud Han, yeni, düzenli bir ordu kurduğu gibi, hükümet teşkilat ve usullerinde değişiklik yapmıştır. Bu faydalı yenilik hareketleri yanında, siyasî bakımdan birçok felaket vuku buldu. Fransız İnkılabının ortaya attığı milliyetçilik fikirlerinin, Osmanlı ülkesinde ırkçılık şeklinde yayılması, dış tahrikli Sırp ve Yunan isyanları, Avrupa devletlerinin kendi çıkarları için olaylara müdahale ederek işi çıkmaza sokmaları, Rusya'nın emperyalist ve geleneksel siyasetine uygun olarak savaş açması, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanları bu felaketlerin başlıcalarıdır.

Bütün bu karışıklıkların halli için çareler arayan Osmanlı padişahı II. Mahmud Han, Avrupa'daki teknik ilerlemeden istifade niyetiyle hocalar getirtti. İlk defa 1834 yılında Avrupa'ya öğrenci gönderdi. Avrupa başkentlerinde daimî büyükelçilikler kurdu. Fakat Avrupa'ya gönderilen bazı öğrenciler, fen alanındaki ilerlemeleri alacak yerde, Hristiyan Avrupalının köhneleşmiş ahlâkına talip oldular. Ahlâkî ve manevî değerlerini kaybederek Osmanlı ülkesine dönen bu öğrencilerin ilk işi, kendilerini para ve kadınla elde eden Osmanlı düşmanlarının çıkarları için çalışmalara başlamak oldu. İngilizler tarafından yetiştirilip mason yapılan Londra büyükelçisi Mustafa Reşid Paşa, II. Mahmud Han'ın vefatından sonra onaltı yaşında padişah olan Abdülmecid Hanı Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun ilanına ikna etti.

Böylece 3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile, yeni düzene ait esaslar belirlendi. Osmanlının isteklerinden çok Avrupalıların arzularına uygun olarak hazırlanan bu fermanda, Türk ve Müslümanlardan çok, Hristiyan tebaanın çıkarı gözetilmişti. Tanzimat-ı Hayriye Fermanı denilerek yeni ve parlak bir devir açtığı iddia edilen bu fermanla Müslüman ve gayri müslim bütün tebaanın ırz, namus ve can güvenliğinin sağlanacağı vergi ve askerlik işlerinin düzenli bir usule bağlanacağı vaad ediliyor ve bu fermana dayanılarak çıkarılacak kanunlara saygı gösterileceği belirtiliyordu. Tanzimat döneminde hukuk, askerlik, eğitim öğretim ve yönetim alanlarında birçok değişiklikler yapıldı. Gülhane hattının eşitlik ilkesine rağmen, askerlik mükellefiyetine yalnız Müslüman tebaa tâbi kılınarak, gayri müslimler muaf tutuldu.

Fransız İnkılabı sonucu dünyaya yayılan milliyetçilik fikirleriyle, ülkede isyanlar çıktı. Neticede âsîlere idarî ayrıcalıklar ve özerklik verilmesi, Avrupa'ya ilim için giden gençlerin, Avrupa bilim ve siyaset adamlarının Türkiye ve Türkler hakkındaki olumlu ve olumsuz fikir ve kanaatlerini öğrenmeye başlamaları gibi bazı sebepler, Osmanlı Devleti içindeki çeşitli kavimlerin millî şuur ve millî devlet fikirlerini güçlendirmiş ve çözülme hareketleri başlamıştır. Bunun yanısıra, tebaanın önünde ve siyasî haklar konusundaki eşitliğini yeterli görmeyerek, meşrutî bir idarenin kurulması için mücadeleye girişen ve Osmanlı düşmanı devletler tarafından desteklenen Genç Osmanlılar'da iareye karşı hoşnutsuzluk başgösterdi. Genç Osmanlıların fikirlerini paylaşan Midhat Paşa, padişahın fikir ve icraatına muhalefet eden Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Rüştü Paşa, birlik olup Sultan Abdülaziz Hanı şehit ederek Beşinci Murad'ı tahta çıkardılar. Beşinci Murad Han, hastalığı sebebiyle üç ay sonra tahttan indirilerek, veliahd Abdülhamid, Ağustos 1876'da tahta çıkarıldı.

II. Abdülhamid Hanın tahta çıktığı 1876 yılı, Türk tarihinin gerçek dönüm noktalarından biri oldu. İçeride pek çok mesele vardı. Dışarıda ise Midhat Paşa'nın arzu ve isteğiyle, Rusya ile bir savaş yaklaşıyordu. Avrupa devletlerinin Osmanlı hakimiyetindeki Hristiyan tebaayı sürekli kışkırtmaları, özellikle Balkanlar'da birkaç eyaletin kan, ateş, isyan ve huzursuzluk içine düşmesine yol açtı. Malî durum bir hayli zayıflamış, Tanzimatla verilen tavizlerle Osmanlı sanayii ve ticareti çökertilmişti. Ayrıca devletin coğrafî durumu, yabancı istilâ ve müdahalelere açıktı. Türk olmayan eyaletler, Avrupa devletlerinde olduğu gibi, sömürge muamelesi görmediği, anavatanın birer parçası sayıldığı halde, dışa dayalı isyanlar durmak bilmiyordu. Devamlı dış baskılar ve bitip tükenmek bilmeyen savaşlar, devletin kalkınmasını engelliyordu. Avrupa devletlerinin, kendi çıkarları için tahrik ettikleri Ermenilerin özerklik elde etmek amacıyla ihtilalci komitalar kurarak ülkede olay çıkarmaya başlamaları, devlet için ayrı bir meşgale oldu. Ayrıca Bulgar, Yunan ve Sırp çetelerinin meydana getirdikleri olaylar, devleti uğraştırdığı gibi, yabancı müdahalelere de yol açtı.

Sultan İkinci Abdülhamid, batı devletleri ve Rusya'nın her türlü baskıları karşısında, devlet birliğini korumak için tek çıkar yolun, Müslüman tebaayı din bağıyla bütünleştirmek olduğunu düşünüyor ve bu birliğin yalnız Osmanlı ülkesinde değili diğer Müslümanlar arsında da kurulmasına çalışıyordu. Ülkenin ekonomik kalkınmasına çok önem verdi. Ulaştırma ve haberleşme alanlarında ıslahat, eğitim konusunda ciddî hamleler yaptı. İngiltere ve Fransa'nın dostluk ve yardımlarına güvenilmediğinden, Alman dostluğuna önem vererek denge sağlamaya çalıştı. Zamanla Sultan Abdülhamid idaresine karşı doğan muhalefet, Genç Türkler denilen kişiler tarafından ilerletilerek, İttihat ve Terakkî Cemiyeti adı altında siyasî bir teşkilat kuruldu. Bunların baskısıyla, 23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet rejimi, yeniden yürürlüğe konuldu. İttihatçıların tertibi ile, 31 Mart Vakası olarak bilinen bir ayaklanma çıkarıldı. Hadiseyle ilgisi olmadığı halde Padişah, bu bahaneyle tahttan indirilip, yerine Beşinci Mehmed Reşat çıkarıldı. İktidara cemiyet yanlısı devlet adamları getirildi ve o zamana kadar idarî işlere karışmayan İttihat ve Terakkî Cemiyeti, söz sahibi oldu. 1912'de başlayan Balkan Harbinde Osmanlı ordusunun yenilmesi üzerine, Enver Beyin başkanlığında küçük bir subay topluluğu, Ocak-1913'te Bâbıâli'yi basarak sadrazam Kâmil Paşa'yı istifaya zorladı. Böylece İttihat ve Terakkî Cemiyeti, devletin mukadderatını doğrudan eline aldı ve sonunda kötü bir âkıbete yol açtı.

Yeni iktidar zamanında felaketler birbirini takip etti ve devletin çöküşü hızlandı. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve nihayet ittifak devletleri safında girilen I. Dünya Savaşı, devletin yıkılışının başlangıcı oldu. Savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile, Osmanlı Devleti baştan başa işgal edildi. Sultan Vahideddin, bölünmüş, parçalanmış, hattâ işgal edilmiş bir devletin başına geçti ve bütün imkânsızlıklara rağmen İstiklâl Mücadelesini başlattı. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde gerçekleştirilen, şanlı Türk İstiklâl Savaşı sonunda, 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi.

Bugün, Uzakdoğu'daki Sakalin Adlarından, Batıdaki Balkan Adacığına kadar iki Avrupa kıtası büyüklüğünde bir alanda yaşayan Türklerin çoğunluğu Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Çin ve İran hudutları içinde bulunmaktadır.

Türk Milletinin bağımsız millî devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bulunmaktadır.

Diğer taraftan, 19. yüzyılda Rus işgaline uğrayan Orta Asya Türk Birlikleri uzun yıllar bu devletin sömürüsü ve zulmü altında kaldıktan sonra, bağımsızlıklarını kazanmak için mücadeleye başlamışlar ve 1991'de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bunlar, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleridir.

Diğer Türk-İslam Devletleri

HARZEMŞAHLAR (1097-1231):

Ceyhun ırmağının Aral gölüne döküldüğü yerin güney kesimleri Harezm (Harzem) adıyla anılır. Öteden beri burada hüküm sürenlere Harzemşah (Harezmşah) denilmiştir .Harzemşahlar sülâlesinin atası Anuş-Tegin isminde, Begdili Türk zümresine mensup bir kişidir. Anuş- tegin Selçuklu Sultanı Melikşah'ın saray hizmetinde bulunuyordu. Oğlu Kudbeddin Muhammed, Selçuklulara bağlı kalarak, Harzemşah unvanı ile bu bölgenin valiliğini üstlenmiştir (1097-1128). Daha sonra başa geçen Atsız ve İl-Arslan devirlerinde hem Irak Selçukluları hem de Kara-Hıtaylarla mücadele edildi. Nitekim İl-Arslan, Sultan Sencer'in ölümü üzerine bağımsızlığını ilân etti (1157).
Harzemşahların en büyük hükümdarı Alaaddin Tekiş'tir (1172 -1200). Tekiş, önce Kara-Hıtaylar'ı, ardından son Selçuklu Hükümdarı II. Tuğrul'u yendi. Harzemşahlar kısa sürede sınırlarını Doğu Anadolu'dan Maverâünnehir'e kadar genişlettiler. Âdeta Selçuklu devletinin vârisi oldular. Karahanlı ve Kara-hıtay devletlerine son verdiler. Ancak bu parlak dönem uzun sürmedi. 1220'de bütün ülke Cengiz Moğolları'nın istilâsına uğradı. Celâleddin Harzemşah devleti yeniden toparlamak için uğraştıysa da başarılı olamadı. Ölümü üzerine Harzemşahlar Devleti tamamen ortadan kalktı (1231).

EYYUBİLER (1171-1348):

Haleb Atabeyi Nureddin Mahmut'un komutanlarından Selâhaddin, Haçlılarla işbirliği yapmakla Mısır'daki Fatımî devletine son vermişti (1171). Burada güçlü bir idare kuran Selahaddin, Nurettin Mahmut'un ölümünden sonra bağımsızlığını ilân etti (1174). Kurduğu devlet babasının adından dolayı Eyyûbîler olarak bilinir.
Selahattin Eyyûbî, emrinde bulunan Türk askerleriyle beraber Haçlılara karşı çetin mücadeleler verdi. Ünlü Hıttîn savaşı ile Haçlıları Kudüs'ten çıkardı ve İslâm dünyasında bir efsane hâline geldi (1187). Nitekim bir Arap şairi Selahattin Eyyûbî'nin Halep'i de alması üzerine "Arap milleti, Türklerin devletiyle yüceldi. Ehl-i Salib (Haçlılar) davası Eyyûb'un oğlu tarafından perişan edildi" demiştir.
Eyyûbî Devleti'nin sınırları kısa sürede Mısır, Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Arabistan'ın güneyine kadar genişledi. Ancak Selahattin Eyyûbî'nin ölümü üzerine devlet hanedan üyeleri tarafından paylaşıldı(1193). Mısır'daki asıl kol, ordu komutanlarından Aybeg tarafından yıkıldı ve yerine Memlûkler devleti kuruldu (1250). Hama kolu ise 1348'e kadar varlığını devam ettirmiştir.

MEMLÜKLER (1250-1517):

Memlûk kelime manasıyla beyaz köle demektir. Ancak bu söz zamanla bir terimi ifade eder olmuştur. Savaş esiri veya satın alınanların oluşturduğu hükümdarın muhafız birliklerine bu isim verilmiştir. İlk defa Abbasi halifeleri Türk asıllı Memlûkleri kullanmış, zamanla bunlar güçlenerek kendi devletlerini kurmuşlardır. Mısır'da kurulan Tolunoğulları ve Ihşidîler böyle ortaya çıkmışlardır.
İşte Mısır' da kurulan Memlûk Devleti'nin kurucusu İzzettin Aybeg de, Memlûk adı verilen askerî komutanlardan biriydi. Eyyûbîlerin son hükümdarı ölünce tahta, karısı Şecerüddür geçmişti. Ancak bu durum hoş karşılanmadığından komutanlardan İzzettin Aybeg ile evlendi. Ordu, İzzettin Aybeg'i sultan ilân etti. Böylece Eyyûbî hanedanına son verilmiş oluyordu (1250).Memlûkler, Haçlıları ve o zamana kadar yenilemeyen Moğolları durdurarak İslâm dünyasının koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Aybeg'den sonra tahta çıkan Kotuz, Moğol-Ermeni ve Haçlı müttefik ordusunu Ayn-Câllûd Savaşı'nda bozguna uğratmıştır(1260).
Bir Kıpçak Türk'ü olan Baybars, Suriye'yi Haçlılardan kurtarmış, Moğollara karşı başarılar kazanmıştır. Moğolların Abbasi halifesini öldürmesi üzerine, aynı aileden birini halife ilân ederek , halifeliği Mısır'a taşımıştır. Döneminin en güçlü devleti hâline gelen Memlûklar arasında zamanla iç çekişmeler başlamış ve bu durumdan faydalanan Çerkes kölemenleri devleti ele geçirmiştir (1382). Nitekim Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı alarak bu devletin varlığına son vermiştir (1517).

TOLUNOĞULLARI(875-905):

Abbasi Halifeliği sınırları içerisinde kurulan müstakil ilk Türk devletinin kurucusu Tolunoğlu Ahmet'tir. Oğuz Türklerinden olan Tolun, Halife Mu'tasım zamanında cesareti ve bilgisi ile ün yapmış bir kişiydi.
Aynı şekilde cesur ve kültürlü olan oğlu Ahmet, ordu komutanı iken, Mısır'a vali tayin edilmişti. Ahmed Mısır'ı başarıyla yönetmiş ve kuvvetli bir ordu kurmuştu. Bağdat ile arası açılınca bağımsızlığını ilân etti (875-884). Mısır maliyesini düzeltip, halkı darlıktan kurtardığı için oldukça seviliyordu. Kısa zamanda Suriye ve Çukurova yöresini ele geçirdi. Ahmet'ten sonra yerine geçen oğlu Humâreveyh zamanında devletin sınırları Toroslara ve Irak'a kadar genişledi. Ancak onun yerine geçenler devleti koruyamadılar. Nihayet 905 yılında Abbasi kuvvetleri Mısır'a girerek Tolunoğullarına son verdiler.
Ihşîdiler (935-969)
Mısır'da kurulan ikinci Türk devletidir. Devletin kurucusu Maverâünnehir Türk beyleri sülalesinden olan Muhammed Ebubekir adında bir komutandır. Babası Toğaç, Tolunoğullarının hizmetinde bulunmuştur. Mısır valisi iken bağımsızlığını ilân eden Muhammed Ebubekir (935), önce topraklarını Dicle'ye kadar genişletti. Daha sonra İslâm'ın mübarek şehirleri olan Mekke ve Medine'yi devletine bağladı. Ölümünden sonra oğulları başa geçtiyse de asıl idare kölesi Kafur'un elindeydi. Kafur'un ölümüyle başlayan iç mücadelelerden faydalanan Fatimîler, Mısır'ı zaptederek Ihşidîlere (Akşitler) son verdiler (969).

ALTIN ORDA(ALTIN  ORDU) DEVLETİ:

Altın Orda Devleti, Moğolların kurduğu devletlerden biridir. Kazan ve çevresinde bulunan Kazan Türkleri medeniyeti ve Türk kitlesinin yoğunluğu karşısında Moğol Altınorda yöneticileri, gittikçe Türkleşmişlerdir.Altınordu Devleti olarak da bilinen bu devlet, 13.-16. yüzyıllarda Doğu Avrupa ile İdil Nehri boylarında egemen olmuştur.

Moğol İmparatoru Cengiz Han ölmeden önce topraklarını oğulları arasında paylaştırmıştı. Seyhun Irmağı ile Balkaş Gölü'nün batısındaki yerleri büyük oğlu Cuci Han'a vermişti. Cuci Han'ın küçük oğlu Batu Han, batıya doğru giriştiği seferlerle bu toprakları genişletti. Cuci’nin toprakları sonradan Batu Han ile ağabeyi Orda Han arasında paylaşıldı. Balkaş ile Aral gölleri arasındaki ve Seyhun Irmağı'nın güneyindeki yerler Orda'ya verildi. Harezm ve yeni alınan topraklar Batu'nun yönetimine bırakıldı. Orda'nın yönetimindeki doğu bölgesine Ak Orda , Batu'nun yönetimindeki batı bölgesine de Gök Orda adı verildi. Gök Orda sonradan Altın Orda olarak adlandırıldı.

1242’de Altın Orda Devleti’ni kuran Batu Han, İdil Nehri'nin aşağı havzasındaki Saray kentini kendine başkent edindi ve topraklarını genişletti.
1256’da Batu Han öldüğünde devletin sınırları Kıpçak Bozkırı’nı (Deşt-i Kıpçak), İdil'in aşağı ve orta havzasını, Seyhun ve İdil ırmakları arasındaki Aral Gölü yöresini, Kafkasların Azerbaycan'a kadar olan kesimini kapsıyordu. Altın Orda Devleti, Lehistan (Polonya) ve Litvanya’yı vergiye bağlamıştı.

Batu Han’ın yerine Berke Han geçti. Berke Han, İslam dinini benimsedi ve Moğolların bir başka kolu olan İlhanlılarla savaştı. Bulgaristan'da Bizans ordusunu yendi. 1260’ta, ortaçağın en büyük kentlerinden biri sayılan Saray Berke kentini kurdu.

Berke Han'ın ölümünden sonra Mengü Timur Han, Özbek Han ve Canıbek Han Altın Orda Devleti’nin gücünü korudular. Canıbek Han'ın ölümünden sonra taht kavgaları başladı. Toktamış Han 1380'de Timur'un desteğiyle tahta çıkarak bu çatışmalara son verdi. Daha sonra Timur’un Altın Orda topraklarına sefer düzenlemesi ve taht kavgalarının yeniden başlaması Altın Orda Devleti'ni güçsüz düşürdü. Bu kavgalarla parçalanan Altın Orda Devleti topraklarında Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı, Astrahan Hanlığı, Nogay Hanlığı ve Sibir Hanlığı kuruldu. Kalan toprakları Kırım Hanlığı ele geçirdi ve 1502'de Altın Orda Devleti tarihten silindi.

Altın Orda Devleti'de yönetime ait konular soyluların oluşturduğu Kurultay'da görüşülür ve karara bağlanırdı. Topraklar ve otlaklar Moğol soylularının elindeydi. Halk bu toprakları işler, ürünlerin belirli bir bölümünü bağlı oldukları beye verirdi. Göçebe bir toplumdan gelen Altın Orda hükümdarları, göçebeleri yerleşik düzene geçirmeye çalıştılar. Aşağı İdil’de 20’den çok kent kurdular. Bu kentlerin en büyüğü olan Saray Berke’nin nüfusunun 100 binden daha fazla olduğu sanılır.

Egemenlik Alanı:

Günümüz Avrupa Rusyası, Karadenizin kuzeyi, Gürcistan'ın bir kısmı, Balkanların bir kısmı.

Altınorda Hanedanları:Batu Han,Sartak Han,Ulakçı Han,Berke Han,Mengü Timur Ha,Tuda Mengü Han,Tula-Buka Han,Tohta(Tohtu) Han ,Özbek Han,1.Canı-Bek Han,Berdi-Bek Han,Hızır Han,Kulna Han,Murid Han,Ordu Melik Han,Timur Hoca,Bazarcı Han,Nevruz Han,Keldi Bek Han,Abdullah Han,Pulat Hoca,Aziz Han,2.Canı-Bek Han ,Gıyaseddin Bulak Han,Mamat Sultan,Urus Han,Arap Şah Han,Hacı Çerkes Han,Kağan Bey Han,Toktamış Han,Timur Kutluk Han,Şadi Bek Han,Polat Han,Timur Han,Celâleddin Han,Kebek Han,Cebbar Berdi Han,Kadir Berdi Han,Uluğ Muhammed Han,Gıyaseddin Han,Barak Han,Seyyid Ahmed Han,Ahmed Han,Şeyh Ahmed Han

Siyasi Tarih:

Cengiz Han'ın 1227'de ölümünden sonra büyük hanlık makamını Ögedey işgal etti. Onun hâkimiyeti, Türk-Moğol Hakanlığı'nın teşkilâtlandırılması bakımından mühimdir. Bu maksatla kurultaylar toplanmış ve bazı umumî kurallar konulmuş, Cengiz'in "yasa"sı tatbik edilmekle beraber, şehirli ve köylü ahalinin ihtiyacına göre bir idare kurulmuştu. 1235'te devlet işlerini alâkadar eden yeni meseleler münasebetiyle toplanan büyük kurultayda Batı Seferi, yani Doğu Avrupa'nın istilâsı kararlaştırıldı. Bu maksatla bilhassa Türkler'den olmak üzere büyük bir ordu toplandı. Miktarı bilinmeyen bu Moğol-Türk ordusunun birkaç yüz bin kişiden ibaret olduğu muhakkaktır. Fütuhatın başlangıcı 1236 yılına rastlar.

Bu muazzam ordunun başında Cengiz'in torunu, Batu (Çoçi Oğlu) bulunuyordu. Aslında Harezm, Kafkasya ve İrtiş'in batısı büyük oğlu Cuci'ye düşmüştü (1224). Fakat Cuci, Cengiz Han'dan az önce öldü ve ona ayrılan yerler oğlu Batu Han'a verildi. Ona verilen bölgede kurulan devletin adı "Altınordu", asıl kurucusu da Batu Han'dır. Altınorda adı Moğolca'da çadır demek olan "Orda" kelimesinden gelir. Hanların ordugahında han çadırının üzeri altın kaplama olduğu için, bu çadıra "Altınorda" deniliyordu. Zamanla bu kelime Türkçe'de "Altınordu" şeklinde yazılır.

Hem Altınordalılar, hem de "kral sarayı" ve "ordugah" anlamlarında kullanılır. Batu Han'a ait olan yerlere, babasının adından dolayı "Cuci Ulusu" deniyordu. Ulus, "Birleşik İller" anlamında, yani yer adı olarak kullanıyordu.Sefere, ondan başka birçok Çingiz oğulları (prensleri) de iştirâk edeceklerdi. Ön kıtaların kumandanı olarak da en meşhur generallerden biri olan Sobutay'ı (Sübegetey, Sübetey) görüyoruz. Askerlerin büyük bir çoğunluğunu Orhun ile Yayık ve İrtiş aralarında yaşayan Türk kabileleri teşkil ediyordu. İlk darbe Bulgarlar üzerine oldu. Bu hareket 1224'de Bulgarlar'ın Don boyundan dönen Moğol kıtalarına hücumların öcünü almak için yapılmıştı.

Bulgarlar az bir zaman içinde yenildiler; başta Bulgar olmak üzere şehirleri tahrip edildi. Şehirlerden ve büyük yollardan uzakta kalan halkın, bu istilâdan zarar görmediği muhakkaktır; şehirli ve köylü ahaliden birçoğunun da kaçarak, ormanlarda saklandığı anlaşılmaktadır. Bu suretle Moğol istilâsından sonra Orta İdil sahasındaki Bulgar unsuru ortadan kaldırılmış olmadı; yok olan şey: müstakil bir Bulgar devletiydi. Nitekim, çok geçmeden bu bölgede Bulgar beylerinin yeniden faaliyette bulunduklarını görüyoruz.

1237 sonunda kış mevsimi olmasına rağmen, Moğol-Türk ordusu Rus bölgesinin istilâsına başladı. Bu sıralarda Rus yurdu birçok knezliklere bölünmüştü. Ryurik sülâlesine mensup olmak üzere, muhtelif mıntıkalarda, knezleri, müstakil birer beylik hâlinde hükümet etmekte idiler; artık Kiyef merkez olmaktan çıkmıştı; onun yerine Suzdal Rusyası (Merkezi Vladimir) yükselmişti; batıda da Haliç knezleri kuvvet bulmuşlardı.


 Altınorda Devleti'nin Türk ve Dünya tarihine katkıları:

Timurların Altınorda Devleti'ni yıkmasıyla Rusya, Avrasya'da önemli bir güç haline gelmeye başladı ve Orta Asya Türkleri'ni tehdit etmeye başladı.
Başlangıçtaki Moğol kabile ve yöneticileri Türk kültürü, nüfusu ve dili karşısında gittikçe Türkleştirler.


TİMUR İMPARATORLUĞU (1368-1501) :

1507'de Akkoyunlular'la ve Karakoyunlular'la mücadele neticesinde zayıflamaları ve Özbeklerin istilasına uğraması sonucu yıkılmıştır.

Timur, 1370-1405 yılları arasında yaptığı seferlerle, Harezm, Doğu Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan Delhi Sultanlığı, Irak, Suriye, Altın Orda Devleti ve Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu muazzam büyüklükteki topraklara hâkim olmuştur. Onun fetihleri, sonuçları açısından, Türk Tarihi'ni derinden etkilemiştir. Meselâ, Altınorda Hanı Toktamış üzerine düzenlediği seferler (1391) Altınorda Devleti'nin çöküşüne ve yerine bölge hanlıklarının kurulmasına sebep olurken, Moskova Knezleri'nin güçlenmesini de beraberinde getirmiştir. Böylece, XVI. yüzyıldan itibaren Rusya'nın Kafkaslar ve Deşt-i Kıpçak'a doğru yayılması söz konusu olacaktır.

Timur Han, 1401'e kadar yapılan dört seferle Irak ve Güney Anadolu, 1398-1399 seferleriyle Hindistan Delhi Sultanlığı'nı, 1401-1402'de Suriye'yi fethetti. Nihayet, 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda, Osmanlı Devleti'ni de mağlup ederek itaat altına aldı.

Timur'un Türkistan'a hâkimiyeti Özbek, Kazak ve Türkmenlerin günümüze kadar ulaşacak olan tarihlerinin de nirengi noktasını teşkil eder. 1398-1399'da Hindistan Delhi Sultanlığı'na düzenlediği sefer de bölgedeki siyasî ve kültürel yapının değişmesine sebep olmuştur. Ancak Timur'un 1399'da yedi yıl süren Anadolu Seferi'ne çıkıp, 1402 Ankara Savaşı ile Yıldırım Bayezıt'ı yenip, Anadolu'yu ele geçirmesi, Osmanlı tarihinde unutulmaz bir yer tutar. Ülkesindeki karışıklıklar sebebiyle Anadolu'da fazla kalamayan Timur, Çin seferine giderken yolda hastalanarak ölmüştür. (1405)

Timur'un ölümünden hemen sonra devlet oğlu ve torunları arasında paylaşılmıştır. Buna göre; Torunu Muhammed başkent Semerkant'ta tahta çıkarken, diğer torunları Pir Muhammed ile İskender İran'da, 3. oğlu Miranşah Bağdat ve Azerbaycan'da, en küçük oğlu Şahruh ise Horasan'da yerleşmişlerdir.

Şahruh, Maveraünnehir bölgesini de ele geçirerek, Herat şehri merkez olmak üzere devletini kurdu. Ardından İran ve Azerbaycan'ı da hâkimiyetine alan Şahruh dönemi (1407-1447), Türkistan'da parlak bir kültür hayatının başlangıcı olmuştur. Şahruh'un ölümü üzerine, tahta büyük bir alim ve astronom olan oğlu Uluğ Bey geçti. Onun iki yıllık saltanatı mücadeleler içinde geçmiş ve oğlu tarafından öldürülünce ülke dahilinde büyük karışıklıklar çıkmıştır.

Miranşah'ın torunu Ebu Said'in Akkoyunlu Uzun Hasan'a yenilmesiyle (1469) Horasan'ın batısında kalan bütün topraklar Akkoyunluların eline geçti. Timurlulardan yalnız Hüseyin Baykara (1469-1506) Horasan'da tutunabilmiştir. Başkenti Herat, Türk tarihinde sayılı kültür merkezlerinden biri oldu. Ünlü Türk şair ve ilim adamı Ali Şir Nevai burada yetişmiştir. Baykara'nın oğlu Bediüzzaman'ın hükümdarlığı zamanında, Özbek hükümdarı, Şeybani Muhammed Han'ın başkent Herat'ı ele geçirmesi (1507), Timurluların sonu oldu. Timurlulardan Babür Türkistan'da başarılı olamayınca, Hindistan'a giderek 1519'da Türk-Hint İmparatorluğu'nu kurmuştur.
 
SULTANLAR:Timur (1368 - 1405),Sultan Halil (1405 - 1409) ,Sultan Şahruh (1409 - 1447),Sultan Uluğ - Beğ (1447 - 1449),Sultan Abdüllatif (1449 - 1450) ,Sultan Abdullah (1450 - 1451) ,Sultan Ebu - Said (1451 - 1469) ,Sultan Ahmed (1469 - 1494) ,Sultan Mahmud (1494 - 1495) ,Sultan Baysungur (1495 - 1497) ,Sultan Babür (1497 - 1498) ,Sultan Ali (1498 - 1501)

Egemenlik Alanı:

Batıda Balkanlar; kuzeyde Volga kıyıları; güneyde Hint Okyanusu; doğuda Orta Asya bölgeleridir

Timurların Türk ve Dünya Tarihine katkıları:

Altınordu devletini yıkarak Türk uluslarının karşısına Rusları çıkartmıştır.
Orta Asya'da kurulmuş ve Orta Asya'daki Türk boylarını hatta Anadolu Türkleri'ni bir çatı altında toplamış son büyük imparatorluktur.
Orta Asya'da büyük medeniyet kurmuştur.

AKKOYUNLU DEVLETİ:

Akkoyunlular, 15. yüzyılda kurulmuş bir Türkmen devletidir. Horasan'dan Fırat Irmağı'na ve Kafkas Dağları'ndan Umman Denizi'ne kadar uzanan topraklarda egemen olmuşlardır. Akkoyunlular Oğuzların Üçok kolunun Bayındır boyundan geliyordu.

Türkmen boylarından oluşan Akkoyunlular, 14. yüzyılda Diyarbakır yöresini yurt edindiler ve devlet kurmadan önce de bölgede etkili oldular. 1340'tan sonra Tur Ali Bey'in önderliğinde Anadolu, Suriye ve Irak içlerine akınlar düzenlediler. Trabzon İmparatorluğu topraklarını yağmaladılar. Trabzon imparatoru bu saldırılardan korunmak için kızını Tur Ali Bey'in oğlu Kutlu Bey’le evlendirdi. Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu, Kutlu Bey'in küçük oğlu Kara Yülük Osman Bey’dir. 1398'de Kadı Burhaneddin'i yenerek öldüren Kara Yülük Osman Bey, daha sonra Memlûk sultanının hizmetine girdi. 1400'de Timur'un Anadolu’ya girişine destek verdi ve bu hizmetine karşılık Malatya'yı, 1402'de Ankara Savaşı'ndaki desteğine karşılık da Diyarbakır bölgesini aldı. 1403'te de Diyarbakır'da hükümdarlığını ilan etti. Osman Bey 1435'te Karakoyunlular'a karşı savaşırken öldü.

Kara Yülük Osman Bey'in ölümünden sonra, oğulları arasında iktidar kavgası başladı ve Akkoyunlu Devleti eski gücünü yitirdi. Kara Yülük Osman Bey’in torunu Uzun Hasan, 1453'te Diyarbakır'ı ele geçirerek iktidar kavgalarına son verdi. Akkoyunlu Devleti’ni, sınırları doğuda Horasan'dan batıda Fırat Irmağı'na, kuzeyde Kafkaslar'dan güneyde Umman Denizi'ne kadar uzanan bir imparatorluğa dönüştürdü. Karakoyunluları yenerek ortadan kaldırdı ve başkenti Diyarbakır'dan İran’daki Tebriz'e taşıdı..

Sınırlarını genişletmesi ve bu denli güçlenmesi Uzun Hasan’ı Osmanlılar'la karşı karşıya getirdi. Akkoyunlular ile Osmanlılar arasındaki çatışmalar, Fatih Sultan Mehmed'in Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı sefer sırasında başladı. Uzun Hasan da Trabzon imparatorunun kızıyla evliydi ve Osmanlı ordusunu durdurmak için Trabzon'a kuvvet gönderdi. Gedik Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu bu kuvvetlere yenildi. Fatih, 1461'de Trabzon'u aldıktan sonra Akkoyunluların üzerine sefere çıktı. Uzun Hasan 1473'teki Otlukbeli Savaşı'nda Fatih karşısında ağır bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgiden sonra topraklarındaki siyasal ve askeri gücünü büyük ölçüde yitirdi. Uzun Hasan’ın 1478'de ölmesinden sonra oğulları arasında başlayan taht kavgaları Akkoyunlu Devleti’ni iyice zayıflattı. Sonunda Akkoyunlu Devleti, Safevi hükümdarı Şah İsmail tarafından 1507'de ortadan kaldırıldı.


 Devlet yönetimi:

Akkoyunlu ülkesi hükümdar ailesinin ortak mülkü sayılırdı. Hükümdarlar uluğ bey ya da han unvanıyla anılırdı. Akkoyunlu bey ve şehzadeleri, hükümdara bağlı kalmak koşuluyla, kendilerine bırakılan illeri yarı bağımsız olarak yönetirlerdi.

Merkezi devlet işleri başkentteki Büyük Divan'da görüşülür ve karara bağlanırdı. Sahib denen vezirler, hanedandan büyük boyların beyleri ve kazasker Büyük Divan'ın doğal üyesiydiler. Bu divana bağlı Esraf Divanları ise çeşitli devlet işlerinin yürütülmesinden sorumluydu. Ayrıca illerde birer küçük divan bulunurdu. İllerde hukuk işlerine kadılar, din işlerine de müftüler bakardı. Uzun Hasan devlet yönetiminde ve askeri örgütlenmede Osmanlı sistemini örnek almıştı. Kasaba ve köylerden devşirilen piyade azapları, illerdeki beylerin emrinde toprağa bağlı tımarlı sipahiler ve göçer Türkmen boylarından toplanan atlı askerler, savaş zamanında orduyu oluştururdu. Hasan Padişah olarak da anılan Uzun Hasan, Hasan Padişah Kanunları adıyla bilinen, devlet yönetimiyle ilgili yasalar koymuştu.

Akkoyunlu hükümdarları bilginleri ve sanatçıları korumuştur. Ali Kuşçu, Celaleddin Devvani ve İsa Savcı gibi bilginler, bu dönemde önemli yapıtlar vermişlerdir. Başta Diyarbakır ve Mardin olmak üzere Ahlat, Hasankeyf, Erzincan, Bayburt köyleri ve Hasankale'de Akkoyunlulardan birçok cami, türbe, medrese, kale, kale surları ve yazıt kalmıştır. Bunlardan Diyarbakır'daki Şeyh Matar ve Şeyh Safa camileri, Mardin'deki Sultan Kasım Medresesi ve Ahlat'taki Emir Bayındır Camisi ile kümbeti önemlidir. Müslüman olmadan önce koyun totemine bağlı olan Akkoyunlular, İslam dinini benimsedikten sonra da bu toteme bağlılıklarını sürdürerek bayraklarını ve mezar taşlarını koyun resimleriyle süslemişlerdir

BABÜR İMPARATORLUĞU:

Babür İmparatorluğu, günümüzde Hindistan toprakları üzerinde bulunan bölgede kurulmuş olan büyük Türk devletlerinden biridir. Timur'un torunu olan Babür tarafından 1526 kurulmuştur. 1858 yılında bir isyan üzerine bölgeye müdahale eden İngiliz'lerce Hindistan'daki Babür İmparatorluğu'na son verilerek; Hindistan, Büyük Britanya İmparatorluğu'na bağlanılmıştır.

Timur'un torunlarından Zahireddin Muhammed Babür tarafından bugünkü Hindistan topraklarında kurulmuştur. Zahireddin Muhammed Babür 1483 yılında Fergana'da doğmuştur. Babası Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirza'dır, ki Şeyh Mirza aynı zamanda Timur'un torunudur. Babasının ölümünden sonra amcası ile yaptığı taht mücadesini kaybetmiş ve emri altındaki beylerle birlikte 1504' te Kabil'e gitmiştir.

Devletin başkentini de burası yapmıştır. 1519 yılında Pencap bölgesini ele geçirmiş, 1524 yılında Delhi Sultanını yenilgiye uğratarak Lahor'a girmiştir. Delhi'den sonra Agra'yı alan Babür Şah burayı başkent yapmıştır.1530 yılında bu şehirde ölmüştür. Babür Şah'dan sonra devletin başına oğlu Hümayun(1530-1556) geçmiştir.Tahtının ilk yıllarında kardeşleri ve akrabaları ile mücadele eden Hümayun bir yandan da Ludi hükümdarı ile mücadelede bulunmuş ve bu mücadelelerden galibiyetle ayrılmıştır. Yetenekli bir hükümdar olmayan Hümayun Şah 1566 yılında ölmüş yerine Ekber Şah(1556-1605) geçmiştir. Ekber Şah döneminde sarayda Hint etkisinin arttığı görülmüştür.Bu dönemde Hintliler de devlet ve askerlik işlerinde görev almaya başlamışlardır.

1605'de ölümünden sonra yerine Cihangir(1605-1627) geçmiştir. Bu dönemde önemli başarılar görülmemiş ve Kandahar şehrini İran ele geçirmiştir. Yapılan en önemli iş olarak Lahor ile Agra arasında yapılan yoldur. İngilizler bu dönemde Hindistan ticaretine el atmış ve Surat limanında yer açarak zamanla buradan Hindistan'ı ele geçirecek gelişmeyi sağlamışlardır. Cihangir'in ölümü üzerine yerine oğlu Şah Cihan(1628-1658) geçmiştir.

Kardeşleri ile girdiği taht mücadelelerini kazandıktan sonra bir daha bu tip mücadelelerin yaşanmaması amacıyla kendi soyundan gelen bütün erkekleri öldürtmüştür. Şah Cihan döneminde Avrupalılar ile ilişkilerin daha da arttığı görülmektedir. Dönemin en önemli eseri ise Tac Mahal olarak bilinmektedir.Çok sevdiği eşi Ercümend Banu(Mümtaz Mahal) ölümü üzerine dünyanın en ünlü usta ve mimarlarını getirterek, (ki bunlar içinde Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mehmet İsa Efendi'de bulunmaktadır) muhteşem bir eser meydana getirilmiştir. Eserin yapımı 1631'de başlamış 1652'de bitirilmiştir. 1658 yılında hastalanan Şah Cihan'ın yerine oğlu Evrengzip(1658-1707) tahta çıkmıştır. Onun zamanında Hindistan ticaretinde Hollandalılar'da rol almaya başlamışlardır. 1707 yılında ölümü ile yine taht kavgaları başlamış ve ülke 1723'te Delhi ve Haydarabad şahlıkları olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İran Hükümdarı 1739'da Delhi'yi zaptetmiş ve imparatorluk hazinesinin büyük bölümüne el koymuştur. 1748 yılında Afgan hükümdarı Hindistan'a girmiş ve bir çok eyaleti ele geçirmiştir. 1760'ta II. Alemgirşah'ın yerine II. Şah Alem geçmiş bu dönemde İngilizlerle 1764 Baksar Savaşı yapılmış ancak yenilgiye uğranınca İngilizler Hindistan'da hüküm sürmeye başlamışlardır. 1766 Allahabad Antlaşması ile İngiliz hakimiyeti daha da artmıştır. 1857 yılında çıkan Sipahi İsyanı'nı da bastıran İngilizler 1858 yılında bütün Hindistan'ı İngiliz İmparatorluğu'na katmışlardır (Bk:Britanya Hindistanı). Babür devleti Hindistan'ı tek bir çatı altında toplayarak, Hindistan'da İslamiyet'in yayılmasını sağlamışlardır.

Babür Hanedanları:

Babür Şah (1483 - 1530) ,Nasireddin Muhammed Hümayun Şah (1530 - 1540),Ekber Mirza Şahı (1556 - 1605),Cihangir Şah (1605 - 1627),Şah-i Cihan I (1627 - 1658),Alemgir Şah I (1658 - 1707),Bahadır Şah I (1707 - 1712),Cihahgir Şah (1712 - 1713),Ferruh - Siyer Şah (1713 - 1719),Refiudderecat Şah (1719),Şah-i Cihan II (1719),Muhammed Şah (1719 - 1748),Ahmet Şah (1748 - 1754),Alemgir Şah II (1754 - 1759),Şah-I Alem (1759 - 1806),Ekber Şah (1806 - 1837),Bahadır Şah II (1837 - 1858)

 Egemenlik Alanı:

Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan ülkeleridir. (2.700.000 km 2).


 Babürlülerin Türk ve Dünya tarihine katkıları:

Hindistanda müslümanlığın yerleşmesini sağlamışlardır.
Tüm hinduları tek çatı altında toplayan ilk devlettir.
Türklerin yeri neresi olursa olsun kolay devlet kurabilme ve örgütlenebilme yeteneğini gösteren devletlerin başında gelmektedir.
Tac Mahal'i miras bırakmışlardır.

 



Bu haber 7,496 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,784 µs