Varoluş Üçgeni
Üzeyir Lokman Çaycı
7 Ağustos 2010
KRAL MOSURALIK
Nuza, Kral Mosuralık’ı görmek için önce hazırlık yaptı. Bir aynanın karşısına geçerek söyleyecekleriyle ilgili prova yaptı. Sonra eşeği Kibare’yi kaşağıladı. Palanını kolanla üzerine bağladı. İşlemeli heybesine azığını ve bir miktar da eşeği için saman koydu. Eşi Pırpıriye, çocukları Çırçır ve Çırçıriye ile helalleşerek yola koyuldu. Üç gün üç gece süren bir yolculuktan sonra Kral Mosuralık’ın şatosunun önüne geldi. Eşeğini orada bulunan bir ağaca bağladı. Kafasına yem torbasını taktı. Büyük işlemeli kapının önünde bulunan muhafızlara : «Ben Garipler Kasabası’ndan geliyorum. Adım Nuza... Kral Mosuralık ile görüşmek istiyorum.» dedi.
Muhafızlardan biri : «Beyefendi biz bu isteğinizi güvenlik amirine ileteceğiz.» dedi. İki asker «rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» oradan uzaklaştılar. Bir müddet sonra, önlerinde amirleri olduğu anlaşılan çelik miğferli bir kişi ile «rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» geldiler. En öndeki adam : «Ben buranın güvenlik amiyim. Adım Kıro. Bir dileğiniz mi var?»
Nuza : «Ben Garipler Kasabası’ndan geliyorum. Adım Nuza... Kral Mosuralık ile görüşmek istiyorum.»
Kıro Nuza’yı içeriye çağırdı. Birlikte bir odaya girdiler. Çok geçmeden Nuza ağzı yüzü kan içerisinde ağlayarak dışarı çıktı. Gömleği ve pantalonu hem yırtılmış, hem de kanlar içerisindeydi!
Üç gün üç gece sonra, eşeğiyle yorgun argın evine döndü. Eşi Pırpıriye kocasını kapının önünde karşıladı. Nuza’yı yara bere içerisinde görünce dayanamadı. Ağlayarak : «Beyim… beyim… bir vatandaş olarak devletimizin zirvesinde nelerle karşılaştın? Ne yaptılar sana? Sen kalbi temiz, duyguları duru bir insansın ! Neden bu hale düşürdüler seni? »
Nuza başından geçenleri bir bir eşine anlattıktan sonra : «Gördüm ki bizi bizden olmayanlar yönetiyor. Buralarda nasıl zulüm ve haksızlık varsa adım attığım her yerde de benzer şeyler oluyor.
İplikleri pazara çıkarıldı onların, çaktıkları çiviler söküldü, dümenleri parçalandı kullandıkları araçların, Geri dönüşü olmayan hatalar arasında abışıp kaldılar. İnsanlarımıza revâ görülen aşağılamaları hiçbir zaman kabullenmeyeceğim. Gafillere kusurlarını hatırlatmak için usanmadan gerekirse bin kez yollara düşeceğim. Vatan sevgisi zalimlere boyun eğerek kanıtlanmaz! . Bir kaç gün sonra tekrar gideceğim. Madem ki biz bu ülkenin vatandaşıyız, madem ki bu ülkede bizim de emeklerimiz var, vergi veriyoruz, o halde susmayacağım.»
Nuza, Kral Mosuralık’ı görmek için yeniden bir hazırlık yaptı. Bir aynanın karşısına geçerek söyleyecekleriyle ilgili prova yaptı. Sonra eşeği Kibare’yi kaşağıladı. Palanını kolanla üzerine bağladı. İşlemeli heybesine azığını ve bir miktar da eşeği için saman koydu. Eşi Pırpıriye, çocukları Çırçır ve Çırçıriye ile helalleşerek yola koyuldu. Üç gün üç gece süren bir yolculuktan sonra Kral Mosuralık’ın şatosunun önüne geldi. Eşeğini orada bulunan bir ağaca bağladı. Kafasına yem torbasını taktı. Büyük işlemeli kapının önünde bulunan muhafızlara : «Ben Garipler Kasabası’ndan geliyorum. Adım Nuza... Kral Mosuralık ile görüşmek istiyorum.» dedi.
Muhafızlardan biri : «Beyefendi biz bu isteğinizi güvenlik amirine ileteceğiz.» dedi. İki asker « rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» oradan uzaklaştılar. Bir müddet sonra önlerinde amirleri olduğu anlaşılan gümüş miğferli bir kişi ile « rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» geldiler. En öndeki adam : «Ben buranın güvenlik amiyim. Adım Kıro. Bir dileğiniz mi var?»
Nuza : «Ben Garipler Kasabası’ndan geliyorum. Adım Nuza... Kral Mosuralık ile görüşmek istiyorum.»
Kıro Nuza’yı içeriye çağırdı. Birlikte bir odaya girdiler. Çok geçmeden Nuza ağzı yüzü kan içerisinde ağlayarak dışarı çıktı. Gömleği ve pantalonu hem yırtılmış, hem de kanlar içerisindeydi!
Üç gün üç gece sonra, eşeğiyle yorgun argın evine döndü. Eşi Pırpıriye kocasını kapının önünde karşıladı. Nuza’yı yara bere içerisinde görünce dayanamadı. Ağlayarak : «Beyim… beyim… bir vatandaş olarak devletimizin zirvesinde nelerle karşılaştın? Ne yaptılar yine sana? Sen kalbi temiz, duyguları duru bir insansın ! Neden bu hale düşürdüler seni? Düşünceleri yoksa bunların, nasıl bilsinler nereye koyacaklarını ellerini? Ya da vicdanları yoksa nereye koysunlar ellerini?»
Nuza başından geçenleri bir bir eşine anlattıktan sonra : «Gördüm ki bizi bizden olmayan ruhsuz adamlar yönetiyorlar. Buralarda nasıl zulüm ve haksızlık varsa adım attığım her yerde de benzer şeylerle karşılaştım. Yani para düşkünü ve düdükçülük yapan bazı bozuk düzenin gazetelerinde bahsedildiği gibi ülkemiz toz pembe değil... Ama yılmayacağım. Bir kaç gün sonra tekrar gideceğim. Madem ki biz bu ülkenin vatandaşıyız, madem ki bu ülkede bizim de emeklerimiz var ve vergi veriyoruz, o halde susmayacağım.»
Nuza, on gün sonra Kral Mosuralık’ı görmek için yeniden bir hazırlık yaptı. Bir aynanın karşısına geçerek söyleyecekleriyle ilgili prova yaptı. Sonra eşeği Kibare’yi kaşağıladı. Palanını kolanla üzerine bağladı. İşlemeli heybesine azığını ve bir miktar da eşeği için saman koydu. Eşi Pırpıriye, çocukları Çırçır ve Çırçıriye ile helalleşerek yola koyuldu. Üç gün üç gece süren bir yolculuktan sonra Kral Mosuralık’ın şatosunun önüne geldi. Eşeğini orada bulunan bir ağaca bağladı. Kafasına yem torbasını taktı. Büyük işlemeli kapının önünde bulunan muhafızlara : «Ben Garipler Kasabası’ndan geliyorum. Adım Nuza... Kral Mosuralık ile görüşmek istiyorum.» dedi.
Muhafızlardan biri : «Beyefendi biz bu isteğinizi güvenlik amirine ileteceğiz.» dedi. İki asker « rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» oradan uzaklaştılar. Bir müddet sonra önlerinde amirleri olduğu anlaşılan altın miğferli bir kişi ile « rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» geldiler. En öndeki adam : «Ben buranın güvenlik amiyim. Adım Kıro. Bir dileğiniz mi var?»
Nuza : «Ben Garipler Kasabası’ndan geliyorum. Adım Nuza... Kral Mosuralık ile görüşmek istiyorum.»
Kıro : Beyefendi, sana ve senin gibi olanlara ne kadar teşekkür etsem az. Sizin sayenizde terfi ettim. Bana önce gümüş, sonra altın miğfer taşıma yetkisi verildi. Maaşım da oldukça yükseltildi…» Nuza’ya : «Benimle gel... Sana bir fırsat vereceğim…» dedi.
Nuza «rap rap diye sesler çıkararak» yürüyen üç kişiyi takip ederek sarayın içerisinde bulunan esrarengiz bir bölgeye girdi. Orada bulunan dört atla çekilen süslü bir saray arabasına bindirdikten sonra Kıro, ona «senin görüşmek istediğin makama götürüleceksin» diyerek oradan «rap… rap… rap… diye sesler çıkararak» iki muhafızla uzaklaştı. Yaklaşık on dakika sonra arabanın sürücüsü olan kamçılı adam ona «burada ineceksiniz beyefendi» dedi ve indirdi.
Nuza orada biraz ilerleyince etrafını giyimli kuşamlı kişiler sardılar. Onlar hep bir ağızdan ona «hoş geldin beyefendi…Bir isteğin mi var? » dediler. Nuza onlara : «Ben Kral’la görüşmek istiyorum...» dedi. Hepsi birden : «Biz kralız!» diye bağırdılar. Onlardan biri ona iyice yaklaştı :
«Bizler yetkisiz krallarız…
Kral gibi ortaya çıkanlar ise
Hiçbir zaman yaralı parmağa çödürmediler ki...
Ömürleri hep lak laklarla geçti...
Ne düşeni kaldırdılar
Ne de düşecekleri kurtardılar !
Hasbel kader ellerine geçen fırsatlarla
İçi boş şeyleri
Ha bire şişirdiler... ha bire patlattılar!» dedi.
Bir diğeri devam etti :
«Ceplerine para koy birilerinin
Senden olsunlar!
Yiğitliği, vatanseverliği
Bir kenara koysunlar!
Satılırken bir karpuz gibi
Hiç umursamasınlar...
Hiç utanmasınlar!»
Nuza önce şaşırdı... Sonra kendi kendine «bizim memlekette bir yığın kral varmış da bizim haberimiz yok» dedikten sonra onları tek tek saymaya başladı : «Bir iki üç...» derken tam «21 kral» tespit etti. O sonradan kendisinin deliler arasında olduğunu farketti : «Ben buradan, bunların arasından zor kurtulacağım? Memleketimle dertlenirken kendimle dertlenmeye başlayacağım herhalde?» dedi.
Üç gün üç gece çok zor anlar geçirdikten sonra oraya muhafızlar, koruma görevlileri eşliğinde kalabalık bir grupla bir adam geldi. Gelen kişinin gerçek Kral Mosuralık olduğu anlaşıldı. Nuza kalabalığı aşarak ona yaklaştı : «Sevgili Kral Mosuralık, sizinle konuşmak için iki kez şatonuzun dışında beni güvenlik amiriniz hırpaladı. Üzerime yüzlerce kişi çullandı. İkisinde de anamdan emdiğim süt burnumdan getirildi. Üçüncü kez beni hile ve oyunla akıl hastanesine attılar. Size soruyorum, devleti yönetenler neden bu kadar halktan kopuklar? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? Dindarlığı şerre ve hayasızlığa perde olarak kullananların Allah’la ilişkileri olabilir mi? Zulmü kendilerine payanda yapanlar iflâh olurlar mı hiç?» dedi.
Kral Mosuralık ona : «Pekiyi beni niçin görmek istedin?»
Nuza : «Memleketimizde adalet kalmadı. Ülkemizde hâlâ susuz, yolsuz, öğretmensiz, doktorsuz kasaba ve köylerimiz var. Ben buraya eşeğimle gelebildim. Fakir fukarayı gözeten yok. Dindarlık kisvesi altında haksızlık, hırsızlık ve yolsuzluk yapanlar mükâfatlandırılıyorlar. Dinle ilgileri olmayan kişiler tarafından cemaatler adı altında kahramanlara kötülükler yapılıyor. Zalimlere göz yumuluyor. İftiralarla, tertiplerle ve sahte evrâklarla vatanseverler tutuklanıyor. Ülkelerini seven, kişilikli, asil gazeteciler ve yazarlar susturuluyor. Çeşitli senaryolarla kurumlar ve aileler yıpratılıyor. Ülkemiz bölünmek üzere! Bakın buraya getirildiğim ilk anda kendisinin kral olduğunu söyleyen 21 kişiyle karşılaştım. Siz mi kralsınız onlar mı krallar? Bu manzaralar sizi hiç rahatsız etmiyor mu?» dedi.
Kral Mosuralık : «Pekiyi benden ne istiyorsun? Eğer iş istiyorsan, yarın sabah gel, danışman olarak göreve başla. Sana güzel aylık ödeyelim. Ya da kurumlarımın birine yönetici olarak atayayım!»
Nuza : «Sevgili Kral Mosuralık, ben kırk yaşındayım. Evliyim, iki çocuğum var. Avukatlık yapıyorum. Fakir, mağdur, masum insanlardan para almıyorum. Yıllardır çeşitli mahkemelerin havalarını soluyorum. Şimdiye kadar beni kimse satın alamadı. Dinimi, inancımı vatanımı para karşılığında feda etme karaktersizliğine hiç düşmedim, çıkar için ideallerimi, duygularımı, ailemi heba etmedim. Size anlattıklarımı anlamamışlıktan gelerek beni susturmak istercesine bana ülkemizin kurumlarını peşkeş çeker gibi tavırlara girdiniz. Biraz evvel buraya eşeğimle geldim, dedim. Ben diyorum ki başta siz adaletsizlikler ve yolsuzluklar içerisindesiniz. Hukuksuz girişimlerinizle, mahkemelere yaptığınız baskılarla ve anayasa ihlalleriyle ülkemizde deliler türettiniz, dinlerini pazarlayan insanlar ürettiniz... Müfterilik meslek haline getirildi. Vatanseverleri taşlamak meziyet gibi gösterildi. Adalet kurumları sallantılar ve çalkantılar içerisinde. Yönlerini başka yönlere çevirmiş ve siyasileşmiş görevliler keyfi kararlarla, yıpratıcı suçlamalarla hem kurumları hem de devleti yıpratıyorlar. Sen ve adamların gelecekte ülkemizi felâkete sürükleyen adamlar olarak anılacaksınız! Bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı. Ebedi bir saltanat sürdüreceğinizi mi zannediyorsunuz? Ben bir vatandaş olarak size ve sizin gibi olanlara, size destek çıkanlara haklarımı helâl etmiyorum.»
Kral Mosuralık’a iyice yaklaşarak iki elini öne doğru birleştirerek uzattı. Ona : «Sevgili Kral Mosuralık, bak halkın vergileriyle maaş verdiğin ve seni korumaları için görevlendirdiğin yüzlerce korumalarından birine hemen emir ver! Biliyorum devlet gücü sizin ellerinizde. İsterseniz asarsınız... isterseniz kesersiniz, nasıl olsa sizden hesap soracak hiç bir makam da yok? Ellerime kelepçe geçirterek tüm vatanseverlere yaptırdıkların gibi, beni de tutuklat. Sonra evli… iki çocuğu olan Avukat bir terörist tutuklandı diye yaygarayı bastır. oldukça bol maşaların var! Dış güçler tahriplerinize taltif üstüne taltif yağdırıyorlar. Nasıl olsa izi kalır diyerek dilediğin çamuru at… Bu yaptıklarınızdan nasıl olsa en ufacık bir sorumluluk da duymuyorsunuz. Aynı zamanda sen ve senin gibi olanlar vicdansızlıklarla beslenerek ayakta kalıyorsunuz... Sermayeniz yalan... alavere dalavere…»
Orada bulunanlar Nuza’nın sözleri karşısında adeta donup kalmışlardı. Kral Mosuralık kaşlarıyla ve gözleriyle korumalarına işaret verdi. Hepsi birden Nuza’nın üzerine çullandılar. Yumruklar üzerine inip inip kalkıyordu.
Nuza bu esnada gücü yettiğince bağırarak : «Allah senin cezanı versin! Sen ve senin gibi olanlar, her biriniz birer alçaksınız!» dedi.
Sonra korumalar onu perişan halde dört atla çekilen süslü saray arabasının içine atarak şatonun önüne bıraktırdılar. Gömleği ve pantalonu hem yırtılmış, hem de kanlar içerisindeydi! Nuza ağzı yüzü kan içerisinde ağlayarak eşeğini aradı. Eşeği Kibare şato civarında bağladığı ağacın dibinde açlıktan ve susuzluktan ölmüştü. Heybesini aldı ve omuzuna atarak yorgun bir şekilde aç- susuz yürüyerek , evine gitmek üzere yola koyuldu.
Aradan bir kaç gün geçmişti. Eşi Pırpıriye kocasını aramak üzere, çocukları Çırçır ve Çırçıriye ile yollara düştüler. Bir gün bir gece yürüdükten sonra Pırpıriye kocasını Gülderesi kasabası yakınında, yol kenarında bayılmış vaziyette buldu. Pırpıriye biliyordu ki şer saçan, tehditkâr, çıkarcı ve vurguncu insanlar tarafından yönetilen bir ülkede her kötülük, her an, her yerde görülebilirdi. Ağlayarak önce kocasına bocutundan su içirdi. Sonra onu sırtına alarak, çocuklarıyla evlerine gitmek üzere yola koyuldular. Her ikisi birden sık sık ve iç çekerek «Allah bize ve bizim gibi olanlara huzursuzluk yaşatanları helâk etsin!» diyorlardı.
Ankara, 06.08.2010
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Concepteur industriel - Architecte d'intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
Bu yazı 2,057 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
11 Mart 2016
Harem Konusu
-
12 Şubat 2016
Ordu ve siyaset
-
16 Ocak 2016
Muhalefet partileri nasıl şekillendirildi?
-
31 Ekim 2015
Seçimler Ve Türkiyemiz
-
3 Eylül 2015
Tilki
-
22 Ağustos 2015
Öfkenin Bir Ucu
-
25 Temmuz 2015
Ah Ahmet Vefik Paşa Ah!
-
12 Temmuz 2015
AKP'li yöneticilerin suç ve günah işleme özgürlükleri
-
8 Aralık 2014
Geçmişteki zulüm tezgahı bu kez AKP tarafından kuruldu!
-
12 Kasım 2014
Eğitim Sisteminin Ve Ahlakın Çürütülmesi İçin
-
9 Ağustos 2014
Kime oy vereceğiz ?
-
25 Haziran 2014
Atatürkçesine
-
20 Ocak 2014
Onu susturun!
-
20 Aralık 2013
AKP yöneticileri ve dindar gençlik SAFSATALARI
-
2 Aralık 2013
Aynadaki Adam
-
19 Kasım 2013
İstanbul
-
11 Kasım 2013
Atatürk Ve Ayhan Baran
-
20 Ekim 2013
Evet Tayyip dünya lideri!
-
30 Ağustos 2013
İstiklali olmayanın istikbali olamaz!
-
3 Temmuz 2013
Hıyarname
Yorumlar
+ Yorum Ekle