Yaklaşık 25 yıldır maalesef ki kanlı bir sorun ile karşı karşıyayız. Ülkenin en büyük sorunu olarak değerlendirilen bu sorun, çeşitli çevrelerce “terör sorunu”, “Güneydoğu sorunu”, “PKK sorunu”, “Yıkıcı-Bölücü terör örgütü sorunu” gibi adlar ile anıldı zaman içerisinde. Son 8-10 yıllık dönemde ise, neredeyse her kesimce, devletin ilgili kurumları da dahil, artık tamamen “KÜRT SORUNU” olarak adlandırıldı/adlandırılıyor bu sorun.
Sorunun adının gerçekte ne olduğunun tartışılmasına gerek dahi duyulmuyor artık, ama bilgili-bilgisiz, ilgili-ilgisiz herkes, sadece bir “ÇÖZÜM” arayışından bahsediyor, ahkâm kesip duruyor. Teşhissiz tedavi etmeye çalışmak gibi bir durum var ortada.
Adı, niye “Kürt sorunu”?
Örgütün ve destekleyicilerinin baştan beri dillendirerek yerleştirmek istediği de bu değil miydi zaten? Sorun’un daha önce konulan adlarının tümüne karşı geldiler, sorunu “Kürt sorunu” olarak dayattılar direttiler ve sindire sindire kazandılar.
Bu sayede sorun’u “terör”den uzaklaştırıp, meşrulaştırıp “hak arayışı”na soktular.
Sorun’u PKK taraftarları ile sınırlamayıp, Türkiye’de yaşayan “tüm Kürtleri” içine kattılar. Hatta, “Kendi içimizde çözebiliriz” demelerine rağmen, Türkiye sınırlarını aşıp, Suriye, İran ve Irak’taki Kürtleri de sorun’a dahil ettiler.
Sorun’un terör veya PKK ile alâkalı olmadığını, sorun’un PKK’dan değil, PKK’nın sorun’dan çıktığını söylediler.
Sorun’un 25 yıllık değil, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana 80 yıllık köklü bir sorun olduğunu, PKK’nın da “29. Kürt isyanı” olarak karşımıza çıktığını iddia ettiler.
Türkiye’deki tüm Kürt vatandaşlarımızı temsil ettikleri iddiası ile birlikte, sorunun çözümünde tek muhatabın da PKK, daha doğrusu sadece Öcalan olduğunu söylediler. İddia ettikleri 80 yıllık köklü bu sorunu, sadece ve tek başına Öcalan’a, Öcalan’ın iki dudağının arasına bağladılar.
Evet, onlar dediler, söylediler, iddia ettiler, dayattılar, bizler de zaman içerisinde kanıksadık ve nihayet çözüm arayışlarına giriverdik, çözüm ile yattık, çözüm ile kalktık. Ancak ne yazık ki hiç, söylemleri ve iddiaları tartışmadık, kafamızı biraz olsun yormadık. Konuyu, bir avuç malum âkil adamlarımıza, bilahare şarkıcı, türkücü, manken ve artistlerden oluşan sanat (!) camiamıza bıraktık. Onlar, klavyeleri ve kameralar karşısındaki dahiyane (!) fikirleriyle, oturdukları yerlerden çözümün çarelerini aradılar/arıyorlar, bizim adımıza, Devlet adına, hepimiz adına!!!
Şimdi biraz kafamızı yoralım, söylem ve iddialardan yola çıkarak at gözlüklerimizi çıkartmamızı sağlayalım isterseniz, eğer gerçekten zahmet olmayacaksa…
Önceleri ne deniyordu; “barış, kardeşlik, insan hakları”, sonra; “anadilde eğitim, kültürel haklar”, falan filan… “Falan, filan” diyorum, çünkü tüm bu istekler, baştan beri onlar için de “falan filan”dı da ondan…
“Tamam, hadi gel barışalım, tekrar kardeş olalım, alamadığın veya alamadığını düşündüğün ne insan hakkı varsa verelim, anadilini istediğin gibi öğren ve rahatlıkla bağıra bağıra konuş” deseniz, sorun sizce çözülür mü, çözülebilir mi?
“İşte efendim, bu haklar 20 yıl önce verilseydi, bugün bu hale gelmez, bu kadar kan akmazdı” diyen saftiriklere şunu sormak gerekir; “Anan ile baban bin yıllar öncesinde gerdeğe girmiş olsalardı, sen olur muydun?”. Kuvvetle muhtemel Darwin’e göre sevimli bir maymun olurdun. Yanlış anlaşılmasın, “ne yazık ki halâ öylesin” asla demiyorum, çünkü o sevimli maymuncukların ömrü yaklaşık 30 yılmış,…
“Ne gerek vardı ki, ülkeyi işgal etmeye çalışan batıya karşı verdiğimiz Kurtuluş Savaşı’na, oysa bakın bugün AB’ye girmeye çalışıyoruz” da diyebilir bu 30 yıllıklar.
Üstelik hiç duymadın mı; “Elini verenin kolunu kaptırdığını” veya “Bugün elini verenin, yarın neleri kaybettiğini”…
İşte, hasbelkader bugün sende olan o canım kolun çoktan koparılmış, kim bilir yanında nelerini, hangi uzuvlarını kaybetmiştin, hiç düşündün mü? Düşünmediysen, hiç olmazsa şimdi biraz düşünürsün belki…
Bak Apo ne dedi yakalandıktan sonra; “Yıllarca Türkiye’yi bölmek ve Kürdistan’ı kurmak istiyordum. Yakalandıktan sonra bundan vazgeçtim”. Ne demek bu; “Barış, kardeşlik hikâyeydi, amaç Kürdistan”dı. Adam daha ne desin?
Şimdi ne diyor peki; “Önce önümü açın, beni serbest bırakın” ve bilahare “Demokratik Özerklik”. “İşte o zaman sorunu çözerim” diyor muhterem.
30 yıllıklar için son derece basit bir anlatımla şu özerkliği biraz açmak gerekir ki, ÖZ; kendi, ERK de; güç, yetki, iktidar anlamına gelir ve buradan ÖZERKLİK; “kendi kendini yönetmek” olur kısaca. Yani kısaca; Apo’nun yönetiminde bir “Kür-dis-tan” demektir bu, sizin bir türlü anlayamadığınız.
Bu durumda hadi gelin de çözün bakalım, 30 yıllıklar ve onların akrabaları...
Herşey ortada olmasına rağmen size küçük bir ipucu vereyim; sizin “Kürt sorunu” dediğiniz, ancak gelişen konjonktüre göre sürekli değişkenlik gösteren, Apo’nun yakalandığı 1999’dan bu yana ise “Apo ve Apo’nun özgürlüğü sorunu” olarak karşımıza çıkan 25 yıllık bu kanlı sorun’un çözümü, bu aşamada sadece ve sadece öncelikle “Apo’nun çözülmesine”, sonra “koltuğuna oturtulması”na bağlı. Önce buradan başlarsanız sorunu çözersiniz. Gerisi?
Gerisi; “Falan, filan”…
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle