21 Mart “Nevruz” etkinlikleri, BDP tarafından Diyarbakır’da gerçekleştirildi ve son derece coşkuyla kutlandı.
Mitingde, konuşmacılar tarafından “Öcalan’a özgürlük” istendi…
Katılan kitle tarafından “Öcalan ve PKK” lehine sloganlar atıldı…
Öcalan resimleri ve PKK’nın amblemli bayrakları ellerde taşındı…
“Öcalan”, “PKK”, “Kürdistan” kelimeleri dillerden hiç düşmedi, kulakları çınlattı…
Polis müdahale etmedi (!), olay çıkmadı, sevindik! Hatta öyle sevindik ki, yanında derin bir “OH” da çektik, karşıki dağlar yıkılmadan, rahatladık!
Aynen bizler gibi, televizyoncular, gazeteciler, haberciler, köşe yazarları, köşe kapıcıları, akil adamlar, politikacılar, milletvekilleri, bakanlar, bakmayanlar, sanatçılar, şark’ıcılar, garp’ıcılar, türk’ücüler, kürt’ücüler, uzatmayalım, cümbür cemaat herkes çok sevindi...
Dediler ki; “Bu sene nihayet ki ilk defa hiçbir olay çıkmadı. Bak, demek ki oluyormuş!”…
Sevinmeye devam ettik…
4 Nisan’da Öcalan’ın yaş günü kutlandı…
Öcalan’ın doğduğu Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesi Ömerli köyündeki evi ziyaret edildi.
Pasta kesildiğini göremediğimiz ev adeta “türbe” gibiydi, duvarlarda Apo’nun resimleri, PKK bayrakları…
Adeta Peygamberleştirilen Apo’nun resimlerini öpebilmek için insanlar birbirlerini yediler. Resimleri öperken ağlayanlara rastladık…
Kardeşi Fatma Öcalan’a ilgi büyüktü. O’na el sürmek için, kutsanmak için itişip kakıştılar…
Toprak aldılar kutsal evin bahçesinden, kendi evlerine götürerek, Apo’nun çıktığı toprağı evlerinde doyasıya öpebilmek için…
Yine, Öcalan ve PKK lehinde konuşmalar yapıldı, yine bayraklar açıldı…
Bu kez de polis müdahale etmedi (!), herhangi bir olay yaşanmadı, çatışma, kavga-gürültü çıkmadı, yine çok sevindik, sevincimiz ikiye katlandı…
Bizler gibi o bilumum adamlar da sevindiler, ama bu sefer pek de üzerinde durmadılar, kısa geçtiler. Muhtemelen kanıksadılar, hazmettiler, SİNDİR’ella oldular…
Nedense aklıma birden, Türkiye'nin birçok kentinden, ellerinden alınan “ekmekleri” için Ankara'ya gelen “TEKEL işçileri”nin gazlı-coplu-soğuk duşlu halleri geliverdi, sevinemedim…
Hemen arkasından, gözümde birden bire bir kamyon canlandı, hayallendim. “Susurluk kamyonu” gibi bir şey değildi bu. Olsa olsa SUS’UR’luk kamyonu olabilirdi bu. Evet oldu da ve ben, sus’ak’aldım…
Kamyon, oldukça dik bir yokuştan, vitesini boşa almış iniyordu süratle...
Korku, hüzün, merak ve daha çok “umutsuzluk” duygularının harmanlandığı garip bir ruh hali sardı içimi. Acaba ne yapılmalıydı?…
Dik yokuştan süratle inen/indirilen bir kamyon, duramazdı, geri, hiç gidemezdi, ani ve keskin bir fren yapsa takla atabilir, tepe taklak olabilirdi maazallah…
Fren yapmasa, daha kötüydü. Çünkü, nerede, ne zaman ve nasıl duracağı/durdurulacağı hiç belli değildi, facia kaçınılmazdı. Yokuş aşağı inilmeye başlanmıştı bir kere, duruş veya geri dönüş bu saatten sonra pek mümkün değildi, oldu, yazık oldu!!!
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle