Konuk Yazar-Aydınlarocagı.org
Prof.Dr.Mustafa Erkal-Aydınlar Ocağı Genel Başkanı
14 Mart 2010
Yabancılara kızmayalım, kendimize bakalım
Ortaya çıkan gelişmeler tek taraflı tavizlerle yürütülmeye çalışılan Ermeni açılımının istenen sonuçları vermediğini ortaya çıkarmıştır. Tek taraflı barış ve istikrar sağlanamaz. Ermeni tarafı, dış desteklerle de tezlerinden vazgeçmemiş, hatta Türkiye’nin tavizkâr tutumunu görünce daha da katılaşmıştır. Diasporanın elinden açılımlar yoluyla Ermenistan’ı alabileceklerini ve etkileyebileceklerini sananlar yine yanılmışlardır. Yanlış yapa yapa, yanıla yanıla bir türlü doğruyu bulamayanlar ülke yönetimine de layık olamazlar.
ABD Temsilciler Meclisinin Dış İlişkiler Komisyonunun Ermeni Tasarısını kabul etmesi, Yunanistan’ın Osmanlı’dan kurtuluş töreninde Obama’nın yaptığı konuşma ve tavır, uyanmayanları uyandırmalıdır. Türkiye’ye değişik müdahale zemini yaratılmaya çalışılmaktadır. Eski Başkan Bush’un haçlı seferi şeklindeki yaklaşımı devam etmektedir. Dünya değişmiştir. Milli çıkarlar da ona göre şekil almaktadır. Aslında tartışılması gereken “stratejik müttefiklik” buharlaşıp uçmuştur. ABD pazarlık gücünü arttırmak ve tavizler alabilmek için Kürtçülük ve dini azınlıklar ile Ermeni kozunu oynamaktadır. Yılmaz Özdil’in dediği gibi, “oylamada 23-22 yenildik ama ezilmedik” !
Amerikalıları niye yadırgıyoruz. Ülkede siyaset yaptığını, Türkiye’yi açılım maceralarıyla demokratikleştireceğini ve ülkenin itibarını arttıracağını zanneden bazı yöneticilerimiz, Amerikalıları bile geride bırakmışlardır. Farklı etnik kimlikte olanların ülkeden kovulduğunu, faşizan bir yaklaşımla bunların ezildiğini, Mayın Temizleme Kanunu gündemdeyken belirten, maalesef bu ülkenin Başbakanıydı. Bazıları geçmişimizle yüzleşmemiz gerektiğini ifade ederek Devlet düşmanlığını bir demokrasi gösterisine dönüştürmüştür. Devletin kuruluş felsefesiyle değişik şekillerde kavgalı olan bir siyasi iktidar, ancak dış mihraklarca başarılı addedilebilir.
Devletin Ermenilerden özür dilemesi konusunu ortaya atanların arasında maalesef üst bürokraside yer alanlar da vardı. İktidar, soykırımı tasvip edenleri mükafatlandırdı. İktidarın Milli Eğitim eski Bakanı, 2009 yılında Kafkas Dernekleri Federasyonunda konuşurken, ülkede ırkçılığın ve asimilasyonun olduğunu, tanımamazlık inkarının bulunduğunu ve Türkiye’de çok sayıda ırkın mevcut olduğunu ileri sürmüştür. Herhalde, bu iddiada bulunduğuna göre, bu konuda tek araştırma ve başvuru kaynağının da kendisi olması gerekir.
Her şey dahil, istihbaratın bile özelleştirilmeye gayret edildiği, MGK dahil devlet kurumlarına karşı alternatif ve rakip kurumlar yaratılmaya çalışıldığı, MİT’in bile devre dışı bırakıldığı ortamda, darbe maceraları dış kaynaklı bazı sözde yerli basından ve dış çevrelerden öğrenilebilmektedir.
2007 yılında 35 ABD’li istihbaratçının Türkiye’ye girdiği ve faaliyet gösterdiği iddiaları ortada dolaşmaktadır. Aslında onlara gerek bile yok. İhtiyaçtan fazla yerli işbirlikçiler var. Eskiden bunlar utanır, kendilerini saklardı. Şimdi ise, tam tersi oluyor. Biz yıllardır kendi kurumlarımızı hedef tahtası yaptık, devre dışı bıraktık, bunların yerini başkaları doldurdu. Şimdiki hedef ise, “darbeler tarihi” ni gerekçe göstererek TSK olmaktadır. Ankara’da askere ait mühimmat taşıyan sivil bir kamyonun polisçe takibi ve konunun hemen TRT’de deşifre edilmesi hem çok çirkin, hem gülünç ve hem de çok düşündürücü bir örnek olmuştur. Acaba bu ihbar da yurt dışından mı gelmiştir? Sınırlarımızın korunmasını bile asker dışında özel güvenliğe emanet etmeye kalktık. Dostlarımızın hazırladığı senaryolar ve Türkiye ile savaş oyunları el değiştirerek TSK’nın üstüne yıkılıyor. Sayın Mesut Yılmaz’ın dediği gibi, darbeleri ABD yaptırıyor ise, yeni darbeler ABD’ye karşı niye yapılsın ki?
Siyasi niteliği olmayan, kendini savunamayan kurumların karalanması karşısında siyasiler susuyor. Bazen de tam tersi karalamaya ortak oluyorlar. Demokrasinin temeli ve altyapısı milli ve üniter devlet ve milli mutabakatlardır. Gerisi havada şato kurmaya benzer. Devletin yıpratıldığı, çatının çökertildiği bir yerde demokrasi de kalmaz. Çöken bir binaya hangi renkte badana yaptırılacağı tartışılabilir mi? Asıl yapılması gereken, rövanş almayı, siyasi hırs ve hırçınlığı bir tarafa bırakıp milli değer ve çıkarlarda dış yörüngelerin dışına çıkarak iktidar ve muhalefetiyle uzlaşabilmektir. Osmanlı’nın son dönemlerini yaşamak hiç istemiyoruz.
Bu yazı 1,401 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
11 Nisan 2022
Değerli Devlet Adamı Rahmetli Alparslan Türkeş'in Ardından
-
25 Mart 2021
''Türk-İslam Sentezi'' ve Garip Yakıştırmalar
-
28 Mart 2020
Virüslü Genel Manzara
-
4 Şubat 2020
İstanbul Kanalı Üzerine
-
1 Ocak 2020
Milli Marşımıza Ve Türkçeye Yapılan Saygısızlık ve Bir Sapıklık Örneği
-
26 Kasım 2019
Aranan Bir Kayıp: İnsan Hakları
-
7 Şubat 2019
Türk Dünyasının Bazı Sorunları
-
9 Ocak 2019
Ümmet Soslu Yeni Türkiye Oyunu
-
21 Aralık 2015
Türklüğün Gururu Prof.Dr. Aziz Sancar
-
24 Kasım 2015
Iğdır'da 42. Şura
-
5 Eylül 2015
Psikolojik Savaş ve İstikrar
-
14 Temmuz 2015
Koalisyon Mecburiyeti
-
23 Nisan 2015
Seçim Öncesinin Gündemi
-
9 Şubat 2015
Başkanlık Sistemi Tuzağı
-
1 Aralık 2013
1920 Ve 1923 Ruhları
-
4 Ağustos 2013
İleri Demokraside İlerlerken !
-
12 Haziran 2013
Kosova ve Balkan Gerçeği
-
30 Nisan 2013
Çözüm ve Barışın Arka Planı
-
8 Nisan 2013
Çelişkiler Yumağı
-
30 Mart 2013
Ters İşleyen Barış Süreci
Yorumlar
+ Yorum Ekle