Terör örgütü ile ilgisi olmayan birtakım it-kopuk takımının da şahsi kavgalarında örgütün arkasına sığınmaya çalıştıkları acıklı-güldürücü bir gerçektir... Kağnı gölgesinde yürüyüp "benim gölgemdir" diyen itler de vardır.
Türlü sebeplerden Türk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türkiye halkına derin düşmanlık duygularıyla dolu birileri var ki yaptıkları da bunun benzeri...
Kimileri eskiden köktenci Marksist-Leninist iken, şimdilerde köktenci liberal... Altyapı çözümlerinde aşırı kolektivizmden, uç kapitalizme geçiş yapmışlar. Ama üst yapı kavramlarında nedense Türk milletine ve milletin değerlerine karşıtlıkları sürüyor...
Kimileri iç dünyalarında kendilerini başka bir millete bağlı hissediyorlar, ama bunu dışa yansıtmayı akılcı bulmuyorlar.
Kimileri de oradan-buradan gelmiş ve bir yerlerde buluşmuşlar... Azınlığın azınlığı, ama gürültülü ses çıkaran bir koro olmuşlar... Söylüyorlar da söylüyorlar.
Ve işte bize özgü bir liberallik akımına karışmış akıp gidiyorlar...
Doğrudan, kendilerinin derinliklerindekini ortaya koyamadıklarından Kürt meselesini kullanıyorlar, kurcalıyorlar, kaşıyorlar ve karıştırıyorlar. Kürtlerin büyük çoğunluğunun akıllarından bile geçirmediğini savunuyormuş gibi yapıyorlar...
Sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin adını bile tartışmaya açacak bir süreç başlatılmıştır.
Biz Türklerin, yani ana dili ne olursa olsun kendisini Türk hissedenlerin, yani Türkiye’nin çok çok çok büyük çoğunluğunun da ayranı kabarıyor...
Acaba istedikleri bu mu?
Hayır!.. Biz yine de ayranları kabartmayalım. Ama gerçeği hatırlatalım.
Bir örnek verelim:
Özal Başbakan´dı... Bakanlar Kurulu’nda oturmuş toplantının açılması için onu beklerken, bir yandan da sohbet ediyorduk. Söz oraya geldi ve bir bakan arkadaşımız dedi ki: “Benim bir yanım Gürcü, bir yanım Çerkez... Biz Kafkasyalılar bu Anadolu halkını pek beğenmeyiz... Ama bir gerçeği unuturuz... Bizler, hepimiz Türkmen’in çadırına konuk geldik...”
Bu sözleri bir dost meclisinde anlattım. Bir arkadaş dedi ki: “O sözlerin benzerini Prof. Dr. Şaban Karataş da söylemişti... Kafkasya’dan, Balkanlar’dan, oradan-buradan gelenler var... Ama nereye gelmişler? Türkmen Çadırına...”
Türkiye Türklüğü, elbette dünya Türklüğü içindedir, ama özüne özgü de bir gerçekliği vardır. Bu gerçeklik Selçuklu ile başlar. Kınık Türkmenleridirler... Osmanlı ile sürer... Kayı Türkmenleridirler... Atatürk ile yeniden oluşur... Kocacık Yörüklerindendir...
Elbette bu dev çadırın altına gelenler eli boş gelmediler. Her gelenlerle yeniden oluşan Türkiye Türklüğü gerçeğinden söz ediyorum...
Alpaslan, Roma İmparatoru Romen Diyojen’in devletinin sınırlarına girdiğini duyduğunda Halep’teydi... 10 bin Türkmen atlısı ile yola çıktı... 10 bin Kürt atlısı da kendisine katıldı... Başka katılanlar da oldu ve 50 bine ulaştı... Roma ordusundaki Hıristiyan Türklerin, Uzların ve Kıpçakların da bir kısmı Alpaslan’ın tarafına geçti ve Malazgirt zaferi gerçekleşti...
Anadolu’nun yerli Hıristiyan Türklerinden, başka halklardan Müslüman olanlar da Türklüğe katıldılar... Balkanlar´da Müslümanlık ve Türklük özdeş kelimeler oldu. O oldu, bu oldu ve Anadolu’nun, Balkanlar´ın, Kafkaslar´ın ve hatta Avrupa halklarının katılımıyla güzel bir millet ortaya çıktı. İşte bu Türkiye Türklüğüdür.
Şimdi ne diyorsunuz siz?
Bu oluşu geri mi çevirelim? Nehirleri tersine mi akıtalım. Tarihin Türk adını verdiği milleti ortadan mı kaldıralım?
Milletimizi oluşturan bütün parçaların varsa ana dillerine, ayrı kültürlerine sahip çıkmak ve onları da devletimizin koruması ve güvencesi altına almak varken... Bizi birleştiren İstanbul Türkçesine rakip yeni diller mi icat etmek istiyorsunuz?.. O dilleri konuşan yurttaşımıza bundan daha büyük kötülük olmaz...
Hayır orada durun... Bundan ilerisi çıkmaz sokaktır.
Sonuna kadar demokrasi... Tamam... Sonuna kadar insan hakları... Tamam...
Ama sizin dediğinizin olması için; önce Bavyeracayı Almanya’da, Brötoncayı Fransa’da, Galceyi İngiltere’de, Kataloncayı İspanya’da ve dünyanın bütün dillerini ABD’de ikinci resmi dil yapmanız gerekir.
Yapın da gelin...
Açılım mı, saçılım mı?
Eski Yugoslavya’nın Cumhurbaşkanı Tito’nun yeminli tercümanı İlhami Emin Bey anlatmıştı..
Tito, Türkiye’ye geldiğinde o zaman ki Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk hususi görüşme sırasında sormuş: "Neden ülkenizi etnik yapıya göre federe devletlere ayırdınız? Bu durum sizden sonra bölünme getirebilir." Tito’nun cevabı: "Biliyorum. Ancak mecburdum. Çünkü Almanlar zorladılar. Sovyetler Birliği´nden koptuğum için de onların yardımına ihtiyacım vardı."
Yani kimse aklına federasyon ya da buna benzer bir çözüm getirmesin. Bu çözüm değil, çözülme demektir.
Hayır, Irak’tan bahsetmiyorum. Ülkemizdeki açılımlarla birileri tarafından hedeflenen federe yapıdır kastettiğim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin adını bile tartışmalı hale getirecek açılımlar çok tehlikelidir. Kimseye yararı olmaz ve bedeli çok ağır olur.
Bütün bunlardan sonra diyorum ki; "Saplantılardan kurtularak, ama sapıtmadan açılımlar gerçekleştirilmeli ve çözümler bulunmalıdır."
"Türkiye’de Kürt yoktur, herkes Türk’tür" sözü artık gerilerde kalmış bir saplantıdır. Bu söz söylenilmiyor, ama bu sözün anlamı içindeki sinirlilik belirtileri de ortadan kalkmış değil. Türkiye’de Kürt de vardır. Ana diline göre adlandırılabilecek başka halklar da...
Ama burası Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın, Osmanlı da Selçuklu’nun devamıdır.
Her üçü de Türkler tarafından oluşturulmuş yönetimlerdir. Türk demek ana dili ne olursa olsun Türklüğü benimsemiş olan insan demektir.
Hem Türkiye, Türk devletini oluşturan yönetimlerin, hem de tarih boyunca Türk devletlerinin yönetimlerinin ana çizgisinde kendisini Türk hissetmeyen topluluklara ve insanlara zulüm yoktur ve olmamalıdır.
Yurttaşlarımızın Türkçeden farklı ana dillerini korumak ve bu dilde kendilerini ifade etmelerine imkân vermek Türk kültürüne bağlı olmanın gereğidir.
Çok söyledim. Yine söylüyorum. Ortaöğretimde ülkemizde var olan bütün dillerin ve lehçelerin öğrenilmesini mümkün kılacak bir şekilde seçimlik dersler konulmalıdır.
Bu öğretimi gerçekleştirecek öğretmenler yetiştirmek üzere de üniversitelerde bölümler açılmalıdır.
Devletin televizyon ve radyolarında ülkemizde var olan bütün alt kültürlere yer verilmelidir.
Basın-yayın dünyasında herkese kendisini ifade hakkı verilmelidir.
Ancak Türkiye halkının ortak eğitim, haberleşme ve resmi dili İstanbul Türkçesidir.
Bu Türkçenin yanına rakip ya da eş olabilecek ikinci bir dil düşünmek cinayettir ve ülkemizde yaşayan bütün halklara ihanettir.
Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti olarak kalacaktır ve kalmalıdır. Aksi halde öyle bir "Türk meselesi" başlar ki, bunun sonucunu düşünmek bile korkutucu olur.
Açılıma evet... Ama, saçılıma hayır...
Not: Yazarın Aygazete'de 8 ve 12 Ağustos 2009 tarihinde yayımlanan yazıları burada birleştirilmiştir.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle