Sıddıkoğlu
Muharrem Günay
19 Aralık 2019
Sünnet Nuh'un Gemisi Gibidir
Dinler arası diyalog, İbrahimi dinler adı altında dinimizi ve itikat anlayışımızı bozucu
cereyanlardan sonra en büyük tehdit ve tehlikelerden birisi de hadis ve sünnet düşmanlığıdır.
Doğal olarak bu zararlı cereyanların asıl hedefi İslam dinini/Ehlisünnet vel cemaat anlayışını
bozmaktır.
Hadisler içerisinde elbette uydurma hadisler vardır. İslam âlimleri bu tür hadisleri sahihlerinden
ayırmak için asırlardır çaba sarf etmiş hadis ve hadis usulü gibi ilim dalları oluşturmuşlar bu
konularda binlerce eser yazmışlarıdır.
Hadisi şeriflerin yanında elbette Arab’ın cahiliye devri adetlerinin sünnet adı altında dinimize
bulaştığı da muhakkaktır. Bazı art niyetli insanlar bu durumları bahane ederek hadis ve sünnet
düşmanlığı yapmakta bazı saf Müslümanlar da bu tür oyunlara masumane bir şekilde alet
olmaktadırlar. Bunları asıl hedefi Sünnetsiz ve Hz. Muhammed’siz bir din oluşturmaktır.
Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki sünnet ve Hz. Muhammed’in olmadığı bir yerde ne din kalır ne de iman. Çünkü Hz. Muhammed, Ayşe validemizin ifadesiyle “Yaşayan Kur’an’dır.
Sünnetten yararlanabilmek için her şeyden önce onun “en güzel örnek” olduğuna,
yaşanabilirliğine, insan özüne ve ihtiyaçlarına en üst seviyeden cevaplar ve alternatifler
getirdiğine inanmak gerekir. Sonra da bu inanca dayalı olarak sünneti kendi özellikleri içinde iyi
tanımak lâzımdır. Zira Hz. Peygamber âlemlere rahmet ve hidâyet rehberi olarak gönderilmiştir.
Onun sünneti, hidâyette olabilmenin çarelerini göstermektedir. Sünnetin kurtarıcılığından şüphe
etmek Hz. Peygamber’in risâletine karşı çıkmak anlamına gelir. Nitekim Abdullah İbni Mes’ûd bir defasında “Nebinizin sünnetini terkettiniz mi saptınız gitti demektir” tenbihinde bulunmuştur.
“Gerçekten sen doğru yola çağırıyorsun” [Mü’minûn sûresi (23), 73; ayrıca bk. Şûra sûresi (42),
52]
Gul atîullâhe ve atîur resûl(resûle), fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ
hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ aler resûli illel belâğul mubîn(mubînu).
“Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen
sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer
ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir. ”
(Nûr sûresi (24), 54) âyetleri, sünnetin kurtarıcılığını ortaya koyan Kur’ânî delillerdendir.
Hz. Peygamber de muhtelif hadîs-i şerîflerinde bir yandan kendi konumunu anlatırken bir yandan
da ümmetin kurtuluşuna olan katkısını açıkca gözler önüne sermiştir. Ateşe düşmeye çalışan
kelebek ve pervâneleri kovalamaya çalışan kişi durumunda olduğunu hatırlatarak “Ben sizi bel
bağınızdan tutmuş ateşe düşmekten kurtarmaya çalışıyorum; siz ise, elimden kurtulup
ateşe girmeye çalışıyorsunuz” buyurmuştur. O kendisinin ümmet için kurtuluş vesilesi olduğunu
daha başka hadislerinde de yine böyle temsillerle açıklamıştır. Kendisini, düşmanı görüp koşarak
gelen ve milletini uyaran bir haberciye benzettiği hadis de bu hususta tam bir kanaat verecek
açıklıktadır:
“Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği İslâm’ın durumu, bir topluluğa gelip şöyle diyen
kişinin durumuna benzer:
- Ey Milletim, gerçekten ben, üzerinize gelmekte olan bir orduyu gözlerimle gördüm. Ben,
size bu tehlikeyi bildiren apaçık bir haberciyim. Binaenaleyh canınızı kurtarmaya bakın!
Bu sözler üzerine ahâlinin bir kısmı ona itaat etti ve akşamdan yola çıkarak tabiî bir
yürüyüşle bulundukları yeri terk edip gittiler, kurtuldular. Bir kısmı da onu yalanladı,
yerlerinde kaldılar. Ordu onlara sabaha karşı baskın verdi ve hepsinin kökünü kazıdı. İşte
bu hal, bana itaat, getirdiklerime ittiba edenler ile bana isyan ve Hak’tan getirdiklerimi
yalanlayan kimselerin durumunun ta kendisidir” (Buhârî, İ’tisâm 2).
Sünnetin kendisine sarılanları kurtardığı kesindir. Tâbiîn müfessirlerinden Dahhâk İbni Müzâhim
ne güzel ifade etmiştir: “Cennet ile sünnet aynı konumdadır. Zira âhirette cennete giren,
dünyada sünnete sarılan kurtulur” (Kurtubî, Tefsîr, XIII, 365). İmam Mâlik de sünneti Nuh
aleyhisselâm’ın gemisine benzetmiş ve “Kim ona binerse, kurtulur, kim binmezse boğulur”
demiştir (Süyûtî, Miftâhü’l-cenne, s. 53-54).
Bu yazı 1,271 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Ekim 2020
Mümin Nasıl Olmalı
-
8 Ağustos 2020
Allah İnsanı Yarattı Ve Ülkülerle Donattı
-
19 Temmuz 2020
Allah Tuzak Kuranların Tuzaklarını Başlarına Geçirendir
-
20 Haziran 2020
Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması'nda Yunus Emre'nin Rolü
-
30 Mayıs 2020
Fatih'in Şahsiyeti Nizam-ı Alem ve İ'lay-ı Kelimetullah Ülküsü
-
23 Mayıs 2020
Bayram Namazının Kılınışı ve Evde Kılınma Durumu
-
23 Mayıs 2020
Lider ve Fikir Adamlarımıza göre Milliyetçilik (2)
-
23 Mayıs 2020
İslam'da Millet ve Türk Milliyetçiliği (1)
-
20 Mayıs 2020
Türkçülük Anlayışımız ve Bu Anlayışa Saldıranlar
-
16 Mayıs 2020
Fıtır Sadakası
-
3 Mayıs 2020
3 Mayıs Türkçüler Günü
-
2 Mayıs 2020
Türk Tasavvuf Ekolünün Kurucusu Hacı Bayram-ı Veli?
-
22 Nisan 2020
Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi
-
13 Nisan 2020
Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu - Kuruluşta Tasavvuf ve Tarikatların Rolü
-
7 Nisan 2020
Berat Gecesi
-
3 Nisan 2020
Tarihin Haklı Çıkardığı Lider TÜRKEŞ
-
27 Mart 2020
Satuk Buğra Han ve Hz.Muhammed
-
20 Mart 2020
İsra Miraç ve Miraç Kandili
-
1 Mart 2020
Cihad Her Müslümana Kıyamete Kadar Devam Edecek Bir Farzdır
-
11 Şubat 2020
Köni Eğri Bolsa / Adalet Eğrilirse Kıyamet Kopar
Yorumlar
+ Yorum Ekle