Bir soru: Fırat Kalkanı Harekâtı ne kadar genişleyebilir? Yanıt: “Tanklarda mazot, namluda mermi bitinceye kadar!.” diyebilsek keşke. Avşar Türkmenlerinin yurdu Telâfer’den girip; Bayat Türkmenlerinin yurdu Kerkük’ten çıkılsa!.. Gerçi Türkmen’i düşünen mi var şu âlemde? Alp Er Tunga’nın küçük oğlu Za’nın torunları olan Zazalara mensup olduğunu söyleyen; haliyle kendi öz tarihinden habersiz (bî-haber) olan bir malın, “Mal, mal bakacaksınız!” sözüne bozulmuş gibi duruyor bizim ağalar. Ve dahi bozulmuş plak gibi tekrar edip durdukları “BOP Eş Başkanlığı” martavalını, masalını -her ne ise artık- unutmaya, unutturmaya çalışıyorlar.
Bir hususun
altını özellikle çizmekte fayda var. Saddam’ı biliyorsunuz. Amerikalıların dolduruşuna
gelip, dolmuşa binen yarım akıllıyı. Sonra gidip Kuveyt’i avlamıştı.
Emperyalizm adına tabi. Bush denen Amerikan çakalı da binlerce kilometre
uzaktan gelmiş; avı, sansar Saddam’ın elinden çekip almıştı. Saddam’a da, Basra’nın
başucu kalmıştı sadece. “Bir koyup, üç alacağız.” diyerekten her gün Amerika’daki
Puşt’u -affedersiniz- Bush’u telefonla arayan Turgut Bey de 3’ün, 1’i ile
yetinmek zorunda kalmıştı. Zira Ortadoğu pazarı ile ayakta duran Türk tarımı ve
hayvancılığı iflas bayrağını çekmişti. Güneydoğuda, bölücü terör olaylarının
artması da cabası..
İçinde
bulunduğumuz süreç, Özal’ın “başkomutan” olduğu Körfez Savaşı yıllarını
anımsatıyor. Ve acısı hâlâ geçmeyen 3’ün, 1’i kazığını!.. Benzer bir durumu
Recep T. Erdoğan’ın, haliyle Türkiye Cumhuriyeti’nin de yaşamaması için akl-ı
selim, fikr-i selim olmalı devleti yönetenler. Yavuz Sultan Selim hayalleri
kurmamalı, “Yavuz Sultan Selim gibi hareket edebiliyor muyuz?” diyerekten,
dönüp bir aynaya bakmalı. Yönünü Ortadoğu’ya dönen Sultan Selim, tarihçilerce,
Osmanlı ile birlikte dönemin en büyük üç devleti olarak kabul edilen
Ed-devleti’t Türkiyya (Memlûklar) ve Safevîleri ortadan kaldırmıştı. Peki,
AKP’li “başkomutan” Recep T. Erdoğan günümüzün en güçlü iki devletini; Amerika
Birleşik Devletleri ile Rusya Federasyonunu hizaya sokabilir mi? Ne dersiniz?
“Halep oradaysa, arşın burada.” diyebilir mi? Vasat zekâ gerektiren bu soruları
kolaylıkla yanıtlayabiliyor musunuz? Kısacası (vel’hâsıl) İstanbul Boğazına köprü
kondurmakla Yavuz Sultan Selim olunmaz cancağızlar. Halep, Musul, Kerkük güzel
ama -Allah korusun (maazallah)- Dimyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan
olmak da var!.
Fırat Kalkanı
harekâtı (operation) demişken, “Erken kalkan yol alır.” atalar sözü tam da
bugünler için söylenmiş gibi duruyor sanki. Ya da “adı görklü Türk atalarımızın
ferasetine can kurban” mı demeliyiz? Niye, derseniz; Ortadoğu’nun içinde
bulunduğu durum, söz konusu atalar sözümüze epeyce bir anlam yüklüyor şu
günlerde. Bir hengâmedir gidiyor. İpini koparan yabancı (ecnebi) sıpalar,
Bağdat’ın asma bahçelerine dalmış; ortalığı talan ediyor. Ortalık toz-dumandan
geçilmiyor. Bizim ağalar ise, bir mezara bile sahip çıkamazken, anlaşmalar gereği Türk toprağı olan türbe ve eklentilerini
(müştemilat) koruyamazken; bir gece yarısı, yangından mal kaçırır gibi Türkiye
sınırının hemen yanı başına taşırken, kalkmış “yok, Lozan’dı; yok, Gâzi
Mustafa Kemal’di” diyerekten hedef saptırıyorlar. Bilmiyorlar ki ucuz algı
harekâtlarına (operation) milletimizin ve dahi tarihçilerimizin karnı tok.
Bayırbucak’a, Türkmendağı’na, Rakka’ya, Halep’e, Telâfer’e, Musul’a, Kerkük’e
gezgin (tourist) olarak bile giremezken; buralarda söz hakkı elde edemezken,
kalkıp da misak-ı millî tartışmaları üzerinden lâf cambazlığı yapmak en hafif
söylemle (tâbir) şark kurnazlığı değil de nedir? Dahası “kazan-kazan” diyerek
yola çıkıp; her önüne gelen tarafından kanırtılmanın -affedersiniz- kandırılmanın hoş görülecek bir yanı var mıdır? Hele de,
söz konusu olan devlet yönetimi iken... Öyle ya, Kızılay’da taksi durağı işletmiyorsunuz
sonuçta!.
Fırat Kalkanı
Harekâtına gelince?!. Suriye’nin ardında Rusya, İran, Çin gibi ülkeler varken
zaten Fırat’ın batı yakasının Suriye olarak kalacağı apaçık (ayan beyan) ortada
değil midir? Bizim, AKP hükümetinden ve onun emrindeki TSK’dan beklentimiz Türkmen
(Oğuz/Ogur) ve Kürt (Gur/Gurmanç) nüfusunun yoğun olduğu Türkmendağı, Halep,
Rakka, Telâfer, Musul, Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu, Süleymaniye gibi şehirlerin,
yörelerin güvence altına alınmasına yönelik hamleler yapmasıdır. Yoksa Fırat’ın
batı kıyısındaki küçük kasabalarla, köylerle yetinmek yine en hafif söylemle “Dostlar,
alışverişte görsün.” demeye gelir ki, bu tavır da -söz konusu (mevzu-i bahis)
Ortadoğu olduğunda- dış politikada başarısız olunduğunun, hüsran yaşandığının
ilânı anlamına gelir.
Doğrudur,
Lozan’da misak-ı millîye yani millî misaka, yani millî sınırlara ulaşılamadı. Çünkü
telgrafhane görevlilerini satın alan İngilizler, Ankara’dan gelen şifreli
(kriptolu) telgrafları ele geçirip, çözüyordu. Masadaki Türk delegasyonunun
elini de, kozlarını da önceden görüp, ona göre taktik (strateji) geliştiriyordu.
İsmet Paşa’nın çok iyi bir diplomat olmadığı da zaten sır değil. Adam, asker
sonuçta!. Atatürk, Batı Cephesi komutanı olan İsmet Paşayı göndermek suretiyle masada,
manevî (psikolojik) üstünlük elde etmek istemiş olmalı.. Hem üstelik Yunanlıların
(Grek?, Helen?), Truva’yı aldıktan sonra kurdukları devletin ilk kralı olan
Agamemnon’un adını taşıyan Yunan savaş gemisinde Osmanlı’nın dolayısı ile
Türk’ün diz çöktüğünün resmî belgesi olan, daha doğrusu olduğu sanılan Mondros
Ateşkes Anlaşmasını imzalayan Hüseyin Rauf Orbay gitse daha mı iyi olacaktı ki?
Zaten sonraki yıllarda Gâzi Mustafa Kemal Atatürk de “Musul, Kerkük ve -Selânik
dâhil- Batı Trakya’yı almadan ölürsem gözüm açık gider.” demek suretiyle,
misak-ı millî ülküsünden vazgeçmediğini açık etmiştir. Hem de kim aracılığı
ile?. Atatürk’ü ziyarete gelen, Amerika Birleşik Devletlerinin 2. Dünya Savaşı
yıllarındaki ünlü komutanı Douglas Mc. Arthur aracılığı ile!.
Hep aklımıza takılmıştır.
Türkiye ile Irak 1937 yılında bir konfederasyon çatısı altında birleşecekken;
Irak’ın, Kürt (Gur-an-î?/Gur-man-ç?) kökenli genelkurmay başkanının öldürülmesinde,
Çerkez kökenli başbakanının saf dışı bırakılmasında dahası bir yıl sonra da Gâzi
Mustafa Kemal Atatürk’ün, ani diyebileceğimiz bir şekilde hayata gözlerini
yummasında bir dalavere, bir kumpas daha da açıkçası bir suikast mi var diye. Konfederasyon
görüşmelerinde işin, imzaya kaldığı hatta Irak Genelkurmay Başkanının,
Türkiye’ye gelmek için yola çıktığı bilindiğine göre ve dahi Gâzi Mustafa Kemal
Atatürk’ün, Mc. Arthur’a o sözü boş yere söylemeyeceği de hesaba katılırsa?!.
İşin içinde, o yıllarda Irak’ı elinde tutmaya çalışan İngiltere ile Türkiye’ye dost
görünerek, yakınlaşmaya çalışan Amerika’nın bir oyunu, bir düzenbazlığı da söz
konusu olabilir pekâlâ. Haliyle rahmetli Atatürk’ün, Musul-Kerkük taraflarını
barışçı yollarla ve -belki de- yaklaşmakta olan 2. Dünya Savaşı vesilesiyle de
Batı Trakya’yı almayı aklına koymuş olduğu tezini (iddia) ortaya atabiliriz. Söz
açılmışken Güneybatı Anadolu açıklarındaki 12 adanın, 2. Dünya Savaşının
sonlarına doğru İtalyanların, “gelin, teslim edelim” demelerine rağmen, göz
göre göre Yunanistan’a bırakılması da -milletçe- bir başka gönül sızımızdır. Haliyle
Lozan, Adalar, Boraltan Köprüsü gibi meselelerde İsmet İnönü’yü hatasız kabul
etmenin mümkünatı yoktur. Bununla birlikte, İnönü’nün hataları ile Atatürk’ü
yargılamanın da hakkaniyet ölçülerinde yeri yoktur.
Son yıllarda,
Atatürk’e saldırmayı âdet edinen bir güruh türedi malûmunuz. Dün, Atatürk’ün
soyunu-sopunu ağızlarına sakız edenler, soy-sop tartışmaları -hem de Osmanlı
belgelerine dayanarak- gelip bir Avşar Beyliği olan Karamanoğullarına dayanınca
sükût-i hayale, bizim deyişle hayal kırıklığına uğradılar. Şimdilerde de “yok,
sarhoştu; yok, ayyaştı” gibi iğrenç iftiralarla o büyük insana saldırıyorlar.
Gerçi altının, çamura atılsa yine altın olduğunu; teneke tıngırtılarının
dikkate alınmaması gerektiğini biliyoruz ama yine de birkaç satır söz (kelam)
edelim. Atatürk’ün sigara kullandığını biliyoruz. Haftada bir iki defa o da
eş-dost meclislerinde içtiği -çoğu zaman- iki bardağı geçmeyen rakısı var bir
de. Öyle kimi kendini bilmezin sayıkladığı gibi sarhoş kafayla devlet filan
yönetmemiştir. Peki, Gâzi’nin asıl sağlık sorunları neydi? Siroza çeviren şeker
hastalığı ve bağırsak tembelliği… Ham maddesi anason olan rakıyı içmesini;
ekmeksiz, kuru fasulye kaşıklamasını; Yörük ayranına ekmek doğrayıp, kaşıklamasını
filan biraz da bu ikinci soruna kendince bulduğu birer çare, birer derman olarak
bakmak lâzım. Çocukluğundan itibaren yatılı okullarda okuyan; ömrü kışlalarda,
cephelerde yarı aç-yarı tok geçen; Libya’dan, Çanakkale’ye ve Şam’dan, Bitlis’e
kadar kar-kış demeden koşturup duran Gâzi Mustafa Kemal Paşanın bünyesi de bir
yere kadar dayanabilmiştir. Şeker hastalığının, yanlış tedavi yüzünden siroza
çevirmesi konusunda ise tek söyleyebileceğimiz; yüreğimizi burkan “Beni Türk
hekimlerine emanet ediniz.” sözüdür.
İstanbul’u
fetheden, Fatih Sultan Mehmet Han; İstanbul’u ‘küffar’dan geri alan Gâzi
Mustafa Kemal Atatürk… Birincisine cennet-mekânlık sıfatı, ikinciye
saygısızlık… Atatürk Edirne’den, Kars’a kadar uzanan Türkiye gemisini inşa
etmiş. Atatürk’e çamur atan kişiler (zevat) ise güverteye kurulmuş; lafla,
peynir gemisi yüzdürmeye çalışıyorlar. Atıp-tutmayla, Fırat’ın iki yakasının
bir araya geleceğini sanıyorlar. Ve biz de diyoruz ki: Be hey akılsız (bî-idrak)
sürünün, güdümlü koyunları!. Sürü psikolojisinden kurtulun artık. Biraz da
dünyada neler olup-bittiği ile ilgilenin. Okuyup, araştırın. Kur’an-ı Kerim’in,
haliyle sonsuz güç sahibi Yüce Tanrı’nın emri sonuçta!. Üzerinde güneş batmayan
İngiliz İmparatorluğunu paramparça edenler, Oğuz Kağan soylu iki Türk
çocuğudur. Biri, Gagavuz (Gök Oğuz) Türklerinden Şehit İsmail Enver Paşa’dır; diğeri,
Karamanoğlu Avşarlarından Gâzi Mustafa Kemal Paşa’dır. Ne idüğü belürsüz
ulusların, ne idiği belirsiz uşaklarına maşa olmayın. Yalan-dolanlarına
kanmayın. Gerçi siz de haklısınız. Yüzü sakaldan görünmeyen adamların ikiyüzlü (riyakâr)
olup, olmadıklarını nereden bileceksiniz ki?
Aziz Dolu
Atabey
Türkmen
Dünyası..
http://www.facebook.com/groups/turkmendunyasibirligi/
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle