En Sıcak Konular

Olcay Yazıcı
Konuk Yazar - Sanatalemi.net
Olcay Yazıcı
1 Ocak 1990

Necip Fazıl Kısakürek



Cemiyetin Vicdânı: Necip Fazıl Kısakürek

“Durun kalabalıklar, bu cadde, çıkmaz sokak!”

Kıymetli şair Necip Fazıl Kısakürek’i vefat yıldönümünde bir kere daha rahmetle yâd ediyoruz.

Türk edebiyatı, Türk şiiri ve Türk kültürü için önemli bir isim olan üstad Necip Fazıl, büyük çilesini çekerek aramızdan ayrıldı. Şimdi mukaddes görev bizlerin omuzlarında, bizlerin beyninde.
Necip Fazıl Kısakürek, son bir yüzyıldır cemiyet vicdanında birikmiş sosyal-öfkenin sesi ve çığlığı olmuştu. O, sol’un görmezden gelmesine, sağ’ın ise bütün duyarsızlığına rağmen, destanlık çilesini çekti ve sözünü, uyuşmuş beyinlere sıkılan birer kurşun gibi söyledi.

“Türk’ün ruh kökü” formülüyle aşılamaya çalıştığı millî-mânevî kimlik şuuru ile şuurlanan; bu idrakle, ferdî ve toplumsal açıdan murakabe, muhasebe, muhakeme yoluyla medeniyet/cemiyet analizi yapabilen, sorgulayıcı bir gençlik yetişmiştir. Ne var ki, yönetme gücünü elinde bulunduran ve topluma yön veren merkezî otoritenin yönlendirdiği genel-geçer ana dinamikler, çizilen bu aydınlık yola hep muhalif olmuş, hep ters düşmüştür. ‘Büyük Doğu’ fikrîyatı yeterince anlaşılamamış, hatta birilerini fena halde ürkütmüştür. Bu yüzden, ‘toplumsal tıkanma’ iyice düğümlenmiş ve ‘kaostan çıkış’ ümidi oldukça örselenmiştir!

Onun eserleri sayesinde, ürkütülüp susturulan ve ‘sistemin desteklediği kişiler’ karşısında ezik bırakılan muhafazakâr kesim, Batı kriterlerini sorgulama, kendi kıymetlerini yeniden kavrama ve içerisine düşürüldüğü aşağılık kompleksinden kurtulup, muhteşem mâzi ile gurur duyma aşamasına gelmiştir. Bu, büyük fakat mustarip kitle, şairin saydamlaştırdığı bakış derinliği, şuuru sayesinde, ‘muşamba dekor’ ile ‘solmaz-pörsümez yeni’ arasındaki farkı fark etmiş ve netice olarak yeniden millî kültürüne, medeniyetinin cevherine/ruhuna kavuşmuş; ezikliği ve ürkekliği silkip atmıştır üzerinden.

Kısakürek’in, bütün kültür coğrafyamız ölçeğinde yaktığı mukaddes ateş sayesinde, uzun süren kültür-kışı sona ermiş ve kendi iklimimizin ilkyazı başlamıştır. Her ne kadar, ‘düşman kavî, tâli zebûn’ olsa da, Necip Fazıl Kısakürek, kâğıttan kahramanları yakıp kül etmiş; ‘surda açtığı gedikle’, ülke coğrafyasında estirdiği esenlik rüzgârıyla, yabansı ve yapay sisleri dağıtmıştır. Puslu uçuruma doğru yürüyen yığınlara karşı, “Durun kalabalıklar, bu cadde, çıkmaz sokak!/Haykırsam kollarımı makas gibi açarak:” diye, yüreğinin sesini yiğitçe höykürmüş ve “yeniden dirilişin” büyük müjdesini vermiştir insanımıza:
“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi, mukaddes/Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!”

Ne acıdır ki, her şeye rağmen millî ve mânevî hasletlerin muhafaza edildiği 70’li, 80’li yılların coşkusu zamanla soğuyunca, kalabalıklar “kıbleden esen rüzgâr” yerine, kendini yeniden Batı çıkışlı ‘değişim ve dönüşüm rüzgârlarına’ kaptırarak, tekrar bu kültür-yoğun vasatın dışına çıktı. Kendini maddî zevklerin rahatlığına ve giderek liberal düşlerin rehavetine bıraktı. ‘Çile’ye ve ‘mâveraî endişeye’ yabancılaştı. Çünkü sağlam bir kültürel altyapı oluşturabilmiş ve edebiyatın, estetiğin, analitik düşünme tarzının şuuruna yeterince varabilmiş değildi.

Ona gösterilen ilgi, sadece kavgacı mizacı, artistik üslûp keskinliği, sosyal hicvi, kıyas ironisi ve mahkeme savunmalarında yargılananla, yargılayana âdeta yer değiştiren söz ustalığı ile sınırlı kalmıştır.
Ne yazık ki, âli medeniyet bilinci ve kültürel hıncı ile, “bir şey koptu benden, her şeyi tutan bir şey” diye tarif ettiği o mistik enerji, o mücerret cevher, o “ince ruh” kayboldu. Ya da iyimser bir yorumla söylersek, ‘şimdilik dinlenmeye/inzivaya çekildi.’

Ne acıdır ki, toplum, bulanık bir sel gibi akıp giden kitle kültürü furyası içinde, fikir ve edebiyat insanlarını çok çabuk unutuyor; ben merkezci, siyasîleri ve popülist sanatçıları ise baş tacı edip, zirveye yükseltiyor. Tabiî ki, bunun iç ve dış sebepleri, kasıtlı yönlendiricileri var. Cemiyet, bu kültür ve medeniyet tercihinde bocalama uçurumuna ‘yıkıcı, özendirici organizatörler’ tarafından sürüklendi. Mümeyyiz vasıflardan yoksun, sığ idrakler de, kendine biçilen bu ‘deli gömleğini’, bu kimliksizlik libasını sorgusuzca, herhangi bir direniş göstermeden kabul etti.

Netice olarak şu denilebilir: ‘millî kurtuluş-tekerleği’, ‘karşı/yaban tepede’ uzun bir süre eğlense, oyalansa, o a’raf (ara) çizgiyi mekân tutmuş gibi görünse de; ‘o ifrit tümsekte kalmayacak’, mutlaka kendi ülkesi ve ülküsüne doğru harekete geçecektir. Asla unutulmamalı ki, insanın ve insanlığın ‘mutlak kurtuluşu, ebedî esenliği’, beşerî sistemlere ümit bağlaması, eşyanın geçici ihtişamına aldanışı, küresel rüyaya kanışı ile değil; ilahî nizama dönüşü, ona teslim oluşuyla mümkündür. Bunun içindir ki, üstat ahir ömründe “poetik ve estetik endişeden, tebliğ endişesine” doğru bir seyir çizmiş ve nihayetinde, ‘Ver cüceye, onun olsun şairlik; şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta!’ demiştir. Çünkü, artık sanat onun için, artistik bir edâ olmaktan çıkmış ve ‘mutlak hakikati arama’ aşkına dönüşmüştür.

Hatta sosyal öfkesini haklı olarak çok daha ileri vardırmış ve lirik şiirin öncüsü Mindaros’un “Yazık, merkeplerin yalağına bir ömür saman yerine, orkide taşımışım!” sözünde küçük bir değişiklik yaparak, “Yazık, bir ömür atların yalağına saman yerine, orkide taşımışım!” demek durumunda kalmıştır.

Ez cümle, Necip Fazıl, millî-mânevî mefahirimizin, irşât edici kıymetlerimizin ilhamı, irfanıyla harekete geçen; ihtişamlı geçmişimizin kutsal ateşini yakan; inanç ve kültür köklerine yönelen ‘kimlik arayışına’ hız kazandıran; küçük kazançlarımız karşısında, “muhteşem yitiğimizin” derunî, ürpertici muhasebesini yapan; cesur, aksiyoner ve haysiyetli bir münevverdir.

Arınıp kutsanmış mukaddes şehre ant olsun ki, gün geceden sökülecek; ebedîyetin esrarıyla esenlik fecri üzerimize ışıyacaktır. Bu ülkenin erdemli ve onurlu insanları, ara duraklarda, a’raf tuzaklarda daha fazla eğleşmeyecek ve kerim medeniyetimizin, kalbi gönendiren muştucu gündönümü mutlaka başlayacaktır. Bu münasebetle, sözü şairin mısraları ile noktalayalım:

“Sevinin Mehmedim, başlar yüksekte/Ölsek de sevinin, eve dönsek de/Sanma bu tekerlek kalır tümsekte/Yarın elbet bizim, elbet bizimdir/Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir!”




Bu yazı 1,012 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Temmuz 2008 Bilgiden Bilgeliğe
    • 14 Temmuz 2008 Acının Metafiziği
    • 7 Temmuz 2008 ''Hüzün Yılı''
    • 4 Temmuz 2008 Üsküdar'da Bir Hikmet Dükkânı
    • 1 Temmuz 2008 Çağımızın Ârifi
    • 18 Haziran 2008 Düşüncenin Gökkuşağı ve Söz Ummanı:Cemil Meriç
    • 10 Haziran 2008 Cebeci'nin Şiir İklimi
    • 5 Haziran 2008 Türkiye'nin Şairi : Dilâver Cebeci
    • 2 Haziran 2008 Yavuz Bülent Bâkiler’le 72 Yıl
    • 29 Mayıs 2008 Uçmağa Göçen Usta!..
    • 27 Mayıs 2008 Necip Fazıl Kısakürek
    • 14 Nisan 2008 Câmideki Rektör: Erol Güngör

    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,577 µs