En Sıcak Konular

Aziz Dolu

Atabey
Aziz Dolu
6 Nisan 2016

Diyarbakır İzlenimleri



Diyarbakır kenti, tarihi çok eskilere dayanan bir Türk şehridir. Emevîlerin, esir almak suretiyle zorla getirdiği Oğuz, Kıpçak, Hazar, Çerkez vb. boylara mensup özellikle de genç kadın ve erkeklerden oluşan Türkleri günümüzde Irak, Suriye gibi adlarla anılan topraklara yerleştirerek onları paralı askerlik, cariyelik vs. işlerde kullanmak istemesi ile birlikte bu bölge, Türk olgusu ile tanışmıştır. Haddizatında bölgenin Türklerle tanışması Öntürkler olarak adlandırabileceğimiz Sümerlere kadar da götürülebilir. Sümerlerden sonra da çeşitli Türk/Turanî toplulukların bölgeye geldiği hatta İskitlerin (Saka) muazzam bir devlet kurdukları da malûmunuzdur. Özellikle Oğuz Türklerinin el emeği, alın teri ile başa geçebilen Abbasîler döneminde ise bölgede, Türk kimliğinin iyiden iyiye perçinlendiğini görüyoruz.

 

Büyük Selçuklu Hanedanlığı, bölgenin yani Mardin, Diyarbakır, Gaziantep, Halep, Şam, Musul, Kerkük, Erbil gibi yörelerin Türk karakteristiğini kazanmasında baş etkendir. Atabeylikler dönemi, yerel (lokal) yönetimler olarak kabul edilebilir. Ki bu Oğuz/Türkmen beylikleri ile bölge şehirlerinin imar edildiği; her birinin birer bilim, kültür, sanat, ticaret merkezleri haline geldiği de vakıadır. Yine Horasan ve ötesindeki yani Türkistan’daki Türklerin, Ortadoğu’yu “ırak (uzak) yer” olarak tanımlamaları ve bu bölgeye göçen karındaşları (kardaş/kardeş) için “Irağa gittiler” demelerinin günümüzün Irak ülkesini oluşturduğunu da bilmelisiniz.

 

Bölge nüfusu göz önüne alındığında, Diyarbakır’ın en eski sakinleri Türkler olup; Yörük, Türkmen, Alevî, Kızılbaş, Şah Kulu gibi adlandırmaların çoğu millî kimlik açısından bilimsel bir değer taşımayan tanımlamalardır. Yine Sünnî, Şiî gibi -bize göre- yersiz ve mesnetsiz bir o kadar da yapay ayrıştırmalara rağmen bölgedeki söz konusu bu toplulukların tamamına yakını Oğuz Türkleridir. Emevîler döneminde gelen/getirilen Kıpçak, Hazar, Çerkez gibi diğer Türk topluluklarının ise ya Araplaştıklarını ya da Oğuz Türkleri ile kaynaşarak millî kimliklerini koruduklarını görüyoruz. Günümüzde Suriye, Ürdün gibi sahalarda varlıklarını sürdüren Çerkezler ise 93 Harbi olarak adlandırılan 1877-78 Osmanlı/Türk-Rus savaşı ve sonrasındaki süreçte Kafkaslar yoluyla Anadolu’ya iltica eden insanların torunlarıdır. Rusların, Karadeniz’in kuzeyini Türklerden arındırma siyaseti yüzünden Çerkezlerle birlikte Tatar, Abhaz, Gürcü, Avşar (Ahıska Türkleri) gibi adlarla anılan Türk topluluklarından da Türkiye’ye göç/iltica edenler olmuştur. Bu göçlerden Güney Azerbaycan da nasibini almış olup; söz gelimi Avşar Nadir Şah Hanedanlığından sonra idareyi ele alarak 1925 yılına kadar Güney Azerbaycan ve İran’ı yöneten Kaçar Türkmenleri de Kafkasya’dan göç eden Türk topluluklarındandır. Yeri gelmişken Karamanoğulları Beyliğinin de Avşarların, Kaçar aşiretine bağlı (mensup) Türkmenler tarafından kurulduğuna ilişkin tarihçi görüşleri olduğunu belirtelim. 

 

Bugünün jeopolitiğinde bölgedeki birçok kentin yıldızı sönerken -ki bunların başında da Suriye’nin en büyük şehri aynı zamanda da sanayi ve ticaret merkezi olan, nüfusunun büyük bölümü Türklerden oluşan Halep gelmektedir- Diyarbakır’ın yıldızı günden güne parlamaktadır. Diyarbakır, 1925’lerde köylerinde ağırlıklı olarak Gurmanç lehçesi, şehir merkezinde ise Oğuz (Ogur/Uğur) yahut Türkmen lehçesi konuşulan bir kentimizdir. Yine şehirlere, köylere girmeyerek Karacadağ vb. yerlerde yaylak-kışlak hayatı süren Yörük/Türkmen aşiretlerini de Diyarbakır kırsalına kaydedebiliriz. Avşar, Bayat, Beydili, Karakoyunlu, Salgur (Salur), Tutgak (Tutak) gibi bir kısım Yörük/Türkmen topluluklarının günümüzde Gurmançlarla kaynaşarak Oğuz lehçesini unuttukları; bu aşiretlerden bazıları Türkmen bilincini korumakla birlikle, çoğunun Gurmanç (Kürt) boyu içinde eridikleri de vakıadır. Misal Karamanoğulları Avşarlarından olup, bölgeye sürgün edildikleri söylenen Bucak aşireti bugün merkezi Siverek olmak üzere, Diyarbakır-Şanlıurfa arasında geniş bir sahada “devlet yanlısı” olarak yaşamakta ve de Gurmanç (Kürt) lehçesi konuşmaktadır. Peki, Yörük/Türkmen aşiretlerinin erimesinin (asimilasyon) başlıca sebebi nedir? Osmanlı ile -başta Avşarlar, Bayındırlar vd. olmak üzere- konar-göçer ve bir kısmı Alevî-Bektaşi iklimde yaşayan Oğuz/Türkmen asıllı topluluklar arasındaki genellikle sosyo-ekonomik ve kısmen de dinî etkenlere dayanan çatışmalardır. Misal Avşarlar Hanefî iken Bayat, Beydili, Ustacalu gibi bir kısım topluluklar Câferîlik inancına sahiptir. Osmanlı’nın baskı ve yıldırma, parçalama ve zorunlu iskân gibi gayelerle yürüttüğü yanlış politikalar Güneydoğu’daki Oğuz/Türkmenlerin ya Anadolu’nun iç ve batı kesimlerine zorunlu iskânı ile ya da özellikle Avşarların Azerbaycan’a, bir kısım toplulukların da Irak ve Suriye’ye göç etmelerine yol açmıştır. Azerbaycan’da kurulan Türkmen hanedanlıklarındaki Avşar etkisi ve de katkısı bundan dolayıdır. Ki Türk tarihinin son büyük cihan hükümdarı kabul edilen ve dahi Çin’e akın düzenleyen son Türk başbuğu olan Nadir Şah da bir Avşar Beyi’dir.

 

Yörük Türkmenlerinin, kötüleme maksadıyla “Yavuz” olarak adlandırdıkları Sultan I. Selim Han’ın, Arap tarihçilerin Ed-devlet’it Türkiyya dedikleri, Türkiye’deki bilinçsiz ve de şuursuz kimi tarihçilerin ise -ne yazık ki- Memlûklar/Kölemenler olarak adlandırdıkları Mısır, Suriye ve Hicaz taraflarında hüküm süren Kıpçak+Çerkez birlikteliği ile kurulmuş bir diğer Türk Hanedanlığı ile yine Azerbaycan, İran, Irak, Türkmenistan, Afganistan taraflarına hâkim olan Safevîleri ortadan kaldırması sonucunda bölgede oluşan otorite boşluğu dahası Güneydoğu ve Kuzey Irak taraflarındaki Avşar, Bayındır, Ustacalu vs. gibi Türkmen topluluklarının Azerbaycan ve İran’a çekilmeleri, buralarda siyasal güç olmaları ile Güneybatı İran’ın dağlık kesimlerinde yaşayan bir başka Türk/Turanî topluluk olan Sünnî/Şafiî Gurmançlar (Kürt) da batıya doğru hareket ederek Sünnî/Hanefî aynı zamanda çiçeği burnunda halife olan Osmanlı Sultanı ile ittifak kurmuşlar ve Anadolu’nun, güneydoğusuna yerleşmişlerdir. Ki zamanın muhteşem (super) gücü Osmanlı’ya karşı koyma cesareti gösteren tek hükümdar da Şah İsmail olmuş ama uzun bir yoldan gelip, yorgun olan Osmanlı ordusuna aniden saldırmayı “erliğe sığmaz” diyerek reddedip, bir gün sonrayı beklemesi ve Osmanlı topçu birliklerinin ölümcül atışları neticesinde binlerce Türkmen evlâdı, o çok sevdikleri Türkmen atlarıyla birlikte uçmağa varmışlardır.   

 

Diyarbakır, daha öncesinde de çoğunluğu başta Bayındır olmak üzere Ahmetlü, Ağaçeri, Alpağut, Avşar, Baharlu, Bayat, Bayramlu, Beydili, Çakırlu, Döger, Duharlu, Hacılu, Karamanlu, Koca Hacılu, Musullu, Sadlü, Pürnek, Salgur (Salur), Sarulu (Sarılı), Tutgak (Tutak) gibi Türkmen topluluklarından oluşan ve hükümdarları “Ulu Bey” veya “Han” unvanı ile anılan Akkoyunluların başkentidir. Günümüzün jeopolitiği göz önünde bulundurulduğunda Azerbaycan’da kurulmuş bir Türk Hanedanlığı olan Akkoyunluların devlet teşkilatı Selçuklu ve İlhanlı’nın bir devamıdır. Bayraklarının rengi beyazdır. Günümüzde Türkmen kadınlarının beyaz yazma (başörtüsü) takma ısrarlarının altında bu geçmişin izleri yatıyor olabilir. Yeri gelmişken Humeyni’nin, İran’da iktidara gelir-gelmez yasakladığı ilk şeylerden biri de Türkmen kadınlarının beyaz yazmaları (başörtüsü) olmuştur. Akkoyunlularda devlet işleri divan’da görüşülmüş ve divan başkanına “sahip” denilmiştir. Günümüzde Türkmenler arasında korumak, kollamak, yönetmek, yönlendirmek gibi anlamları barındıran “sahap (sahip) çıkmak” deyimi de Akkoyunlulara kadar uzanan bir ağız alışkanlığı olabilir.

 

Kısacası İstanbul Fatihi Sultan II. Mehmet Han’la kıyasıya bir mücadeleye girişen Türkmen Beyi Uzun Hasan’ın otağını kurup, at kılından yapılma tuğunu, kutlu göğe çevirdiği kentimizin adıdır Diyarbakır. Irak, Suriye ve hatta Trabzon Rum İmparatorluğuna bile sayısız akınlar düzenleyen Tur Ali Bey ile tarih sahnesine çıkan ve ağırlıklı olarak Hanefî olmakla birlikte Alevî iklimdeki Türkmenleri de bünyesinde barındıran Akkoyunluların, Kara Osman, Tur Ali gibi ünlü beyleri öncülüğünde verdikleri var olma mücadelesi, Diyarbakır merkezli güçlü bir devletle taçlanmıştır. Bu devletin sınırları özellikle Uzun Hasan zamanında Horasan’dan başlayarak Kafkasya yaylalarına, oradan Fırat Irmağı boyunca Umman Körfezine kadar uzanmıştır. Uzun Hasan’ın, Karamanoğulları Beyliğine arka çıkması, Osmanlı’yı, Karamanlılara yönelik emellerinden vazgeçirmek için zaman zaman Osmanlı topraklarına akınlar düzenlemesi gibi nedenlerle başlayan sürtüşme Otlukbeli Savaşı ile sonuçlanmış; Fatih Sultan Mehmet Han’ın topçu bölükleri ile güçlendirilmiş ordusu, Ulu Bey Uzun Hasan’ın süvarilerden kurulu olup; ok-yay, kılıç vs. kullanan ordusunu yenmiştir. Öncesinde Uzun Hasan’ın annesi Sâre Hatun’un, Akkoyunlu ile Osmanlı arasındaki diplomatik görüşmelere Akkoyunlu elçilik heyetinin başında katıldığını ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın bu bilge kadına “anne” diye hitap edip, hürmet gösterdiğini de hatırlatalım. Osmanlı ile yapılan savaşı kaybeden ve esir düşmekten son anda kurtulan Uzun Hasan, başkenti, Diyarbakır’dan alarak, Tebriz’e taşımıştır. Tebriz, Safevîler ve Avşarlar döneminde de başkent olmayı sürdürmüştür. Osmanlı ordularının Bağdat’ı alıp, Tebriz’i de taciz eder hale gelmeleri üzerine Kaçarlar, sakinlerinin 3/4’ünün günümüzde bile hâlâ Türkçe konuştuğu Tahran’ı başkent yapmışlardır.

 

Karahacılı Avşarlarının ulularından (aksakal) dinlediğimiz bir söylentiye (rivayet) göre Karahacılı Oymağının (aşiret), Kara Osman adlı bir beyin öncülüğünde Horasan’dan çıktıkları anlatılmaktadır ki bu Kara Osman’ın Akkoyunlu Beyi Kara Osman olup-olmadığını bilmiyoruz. Yine Adana’da başlayıp; Beydağlarından, Kayseri ovasına oradan Halep’e kadar etkisini hissettiren ve Dadaloğlu, Kozanoğlu gibi destansı kişiliklerle özdeşleşerek 100 yıldan fazla süren Avşar ayaklanması sırasında Osmanlılar tarafından Çukurova’dan, yurdun dört bir yanına dağıtılan Karahacılı oymağının (aşiret) bir bölümü 1830 yılında Serik’e indiklerinde başlarında Reşit Bey vardır. Diyarbakır/Silvan’a bağlı Karahacılı köyünün bilinen ilk ağasının (bey?) adının da Reşit olması ve yörede Reşo Ağa olarak anılması belki de rastlantı değildir, kim bilir? Günümüzde Gaziantep ve Halep dolaylarında yaşayan ve tarihî kaynaklarda “Bozulus Türkmenleri” olarak adlandırılan insanlar da Akkoyunluların torunlarıdır. Bugün Şanlıurfa’nın önde gelen aşiretlerinden olan Anterler de Akkoyunluların torunları olup, günümüzde Gurmanç (Kürt) lehçesi konuşmaktadırlar. Yine Karakoyunlu tayfasından (taife) olmakla birlikte sonradan Akkoyunlulara katılmış olan Musullu oymağı (aşiret) da günümüzde Kürtleşmiş Türkmen aşiretlerindendir. Ve yine Bursa, Çorum, Manisa gibi yörelerde yaşayan Karakeçililer, Türkmen lehçesiyle konuşurken; Diyarbakır, Şanlıurfa taraflarında yaşayan bazı Karakeçililerin dili ise Gurmanç (Kürt) lehçesine dönmüştür.  

 

Diyarbakır aynı zamanda başta ünlü sosyolog (toplumbilimci) Mehmet Ziya Gökalp Bey olmak üzere birçok bilimcinin, sanatkârın yetiştiği, yaşadığı oldukça bereketli bir irfan (culture/kültür) ocağımızdır. Türk edebiyatının en güzel şiirlerinden olan “Memleket İsterim”in yazarı Cahit Sıtkı Tarancı da Diyarbakır ilimizdendir. Velhâsıl Diyarbakır “olmazsa, olmaz”larımızdandır.

 

Günümüzün Diyarbakır’ı, bünyesinde bir urla (tümör) yaşamaktadır. Bu urun adı PKK adlı ayrılıkçı ve de taşeron bir terör örgütüdür. En büyük kentlerimizden olan Diyarbakır’ın sadece bir merkez ilçesinde, o da Sur’un sadece birkaç mahallesinde meydana gelen hendek savaşlarıyla ilgili olarak edindiğimiz izlenimleri; tespitlerimizi, teşhislerimizi paylaşmakta yarar görüyoruz. Öncelikle Sur gibi gecekondulaşmanın (varoş) en fazla olduğu bir diğer merkez ilçe Bağlar’ın PKK’ya karşı gösterdiği cesareti bilmeniz gerekiyor. Sur’daki kalkışmanın bir benzerini Bağlar’da da yapmak isteyen PKK’ya Bağlar halkının karşı çıktığı, tabir-i caizse kazan kaldırdığı gerçeğini maalesef Türkiye medyası ve kamuoyu görmedi yahut görmezden geldi. Bu bağlamda her şeye rağmen devletine sadık kalan, terörle arasına mesafe koyan Bağlar halkını takdir ediyoruz. Dahası PKK’nın, Bağlar halkının bu davranışını bir kenara yazmış olabileceğini; ilerleyen zamanlarda canlı bomba eylemlerini bu ilçeye kaydırabileceğini öngörerek yetkilileri uyarıyoruz. Yine bölge halkının seçimlerden, ticarî faaliyetlere kadar hayatın her alanında PKK’nın insafına daha doğrusu insafsızlığına terk edildiği; halkın, terör belası yüzünden canından bezdiği gerçeği de cabası…

 

Sur ilçesi Diyarbakır’ın merkezinde, tabir-i caizse kalbinde yer alan bir konumda bulunmaktadır. Özellikle Selçuklu ve Akkoyunluların yadigârı olan birçok tarihî eser bu ilçenin sınırları içerisinde bulunmaktadır. Haliyle Diyarbakır’ın turizm birikimi (potansiyel) en fazla olan ilçesidir. Ve ne yazık ki PKK’nın hendek savaşlarını başlattığı yer de, söz konusu tarihî eserlerin toplandığı bu bölgedir. Bu noktada, aklımıza takılan bir şüpheyi sizlerle paylaşalım. İslam irfanına (culture/kültür), medeniyetine savaş açarak, Müslümanlara ait mimarî yapıları ortadan kaldıran IŞİD ile PKK arasındaki benzerlik ve amaç birliği şüphesi ister istemez midemizi bulandırmaktadır. Çünkü bir toprağı vatan yapan değerlerin mezarlıklardan başlayıp; cami, medrese, han, hamam, çeşme diye gittiği herkesin malûmudur. Ki PKK’nın, son dönemde başta camiler olmak üzere dinî ve tarihî mekânlara yönelik saldırıları artmaktadır. PKK’nın, dinine ve devletine bağlı Diyarbakır halkının tepkisinden çekindiği için fazla ileri gidemediği de göz önünde bulundurulmalı, yüzlerce yıllık tarihî eserlerin korunmasına yönelik önlemler ivedilikle alınmalıdır.

 

Diyarbakır’ın en canlı noktası Ofis bölgesidir. Gece yarılarına kadar hayat devam eder. İşyerlerinde hızlı bir iktisadî (economic) döngü vardır. Caddelerde adım başı bir akıllı telefon ve GSM bayiliğine ya da dönerciye rastlarsınız. Batı usûlü (Amerikanvâri) hayat tarzı Diyarbakır’da da etkisini göstermeye başlamış olup; Ofis ve çevresinde, Diyarbakır mutfağının lezzetlerini tadabileceğiniz bir lokanta bulmanız bile oldukça zordur. Hele de dört-beş tane büyük caddenin hiçbirinde geleneksel yemek çıkan lokanta yok gibidir. Bununla birlikte Ofis, Diyarbakırlıların ve dışarıdan gelenlerin uğrak yeri olmayı sürdürmektedir. Birkaç saatte bir, “kirpi” tabir edilen zırhlı polis aracı da geçmese terörün esamisi okunmaz bu bölgede. Bundan 15 yıl önce caddelerinde neredeyse sadece erkeklerin olduğu kentte bugün 1/3 oranında kadınlar, kızlar da görülmektedir. Yine 15 yıl önce adım başı işportacılar, çocuk işçiler, çamurlu sokaklar görülürken; bugün özellikle yeni kurulan mahallelerin, sitelerin de etkisiyle Diyarbakır’ın, modern bir çehre kazandırdığını söyleyebiliriz.

 

Bir kentin nabzını tutmak istiyorsanız, yapmanız gereken öncelikle esnaflarla ve gençlerle konuşmaktır. Niye derseniz çiçeklerden öz toplayan bal arıları gibi, esnaflar da müşterilerinin dolayısı ile de halkın duygularını, düşüncelerini toplar. Aklınca bir ortak yargıya varır. Siz de esnaflarla yapacağınız neşeli bir sohbette halkın ne düşündüğünü üç aşağı-beş yukarı öğrenmiş olursunuz. Yine nabız tutmanın bir diğer yolu-yordamı da gençlerle sohbet-muhabbettir. Zira onlar gördüklerini, duyduklarını gençliğin de verdiği bir heyecanla eğip-bükmeden dile getirirler. Velhâsıl halk otobüsündeki bir ortaokul öğrencisinden, otobüsün şoförüne; lokantadaki garsondan, sokakta adres sorduğunuz oldukça siyasallaşmış (politize olmuş) gencimize kadar herkesin bir fikri, zikri vardır gündeme dair. Menfaatperver siyasîler ile dönerli koltuk düşkünü memurlara gelince, sadece zaman kaybı olacağını düşündüğümüz bu durumu psikososyal disiplinlerce incelenmesi gereken bir vaka olarak görüyoruz.

 

Günümüzün Diyarbakır’ı bir değişim, dönüşüm yaşıyor. Bu değişimin, dönüşümün sancılarını da -başta Diyarbakır’ımız olmak üzere- güzel ülkemiz çekiyor. 15 yıl öncesinde kent sakinlerinin önemli bir kısmı güncel meseleleri dinî kaynaklara (referans) bağlı kalarak değerlendirirken söz gelimi “hepimiz Müslümanız” sözü meşhur iken, şimdilerde “hepimiz insanız”, “Allah, bizi de Kürt yaratmış” gibi Batı menşeili düşünce kalıplarının yaygınlaştığı görülmektedir. Sokaktaki yahut evindeki insanlar yavaş yavaş dine kayıtsızlaşıyor (secularist) ve bu durum, bundan 20 yıl önce Sur’da açılan misyoner kilisesinin ve özellikle yoksul insanlara kiliseye devam etme karşılığında para yardımı yapma gibi dedikodu mahiyetli -ki sonradan gerçek olduğu ortaya çıkmıştır- iddiaların günümüzde hangi boyutlara ulaştığını da gözler önüne seriyor ne yazık ki. Haddizatında Diyarbakır’da yaşayan Gurmançların (Kürt) büyük çoğunluğu ayrılıkçı fikirlere, bölücü terör olaylarına aralı (mesafeli) durmakla birlikte, azımsanamayacak bir orandaki insanımız da Lozan Barış Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre ülkenin 1. sınıf vatandaşı iken yavaş yavaş bu konumlarından sıyrılarak önce azınlığa, akabinde azgınlığa doğru evirilen bir süreçte mahvolup gidiyor. . 

 

Ağırlıklı olarak HDP’lilerin ne düşündüklerine gelince bu kesim, söz birliği etmişçesine Recep Tayyip Erdoğan’ı suçluyor. Kimileri, kendilerini kandırdığını; kimileri, egosunu tatmin etmek yahut kendisini kurtarmak için savaş çıkarttığını filan söylüyor. Yine yönelttikleri “Nerelisin?” sorusuna “Antalyalıyım!” yanıtını alır almaz, HDP tanıtımına (propaganda) girişenlerin sayısı da hayli yekûn tutuyor. Bu durum 80’li yıllarda Güneybatı Anadolu’da, halkın Demirel’e gösterdiği teveccühü anımsatıyor. Yalnız gülünç (trajikomik) olan durum, güneybatıda yaşayanların Demirel’den fazla bir şey görmedikleri, özellikle DYP’li Yörüklerin yaşadıkları hazin sonu günün birinde HDP’li Kürtlerin de yaşayabileceği olasılığıdır. Ölen insanların hep fakir-fukara olduğunu HDP’lisiyle, AKP’lisiyle, CHP’lisiyle, -kaldıysa- MHP’lisiyle Diyarbakır halkı da görüyor.  Şehit edilen askerlerin hep gariban aile çocukları olduğunun, PKK’ya katılanların da ekseriyetle yoksul kesimden geldiğinin bilincindeler. “HDP’liler misal Selahattin Demirtaş kendi çocuklarını gitar kursuna gönderirken, niye yoksul aile çocukları hendek başlarında?” sorumuza verilen yanıt ise genellikle “yutkunmak” oluyor. Kısacası HDP’li seçmen de avuntu peşinde ama nereye kadar? Acı ve gözyaşının bedeli daha kaç cana mal olacak?

 

Nasıl ki ülkede, AKP çevresinde dönen bir çıkar (rant) ekonomisi oluşmuş ise benzer bir durum da Diyarbakır’da yaşanıyor. Ticarette yani para hareketlerinde terörün gölgesi hissediliyor. HDP’li gürûh, yakalarında taşıdıkları “çınar” simgeli rozeti paraya çevirmeyi keşfetmiş kısacası. Misal Diyarbakır’ın girişini oluşturan ana caddelerinden birinde, meclis kürsüsünde yemin etmediği halde milletvekili maaşı almaya devam eden bir HDP’linin soyadını taşıyan devasa büyüklükteki düğün salonu binası bazı şeyleri açıklıyor haddizatında. Yine Selahattin Demirtaş’ın kardeşine ait Diyar A.Ş. şirketinin belediyeye ait her ihaleye balıklama daldığı; bu becerikli biraderin 300-400 bin liralık otomobille dolaştığı ile ilgili şaibe (leke, kusur), şayia (dedikodu, söylenti) -artık ne derseniz- ise ulusal basında yer almıştı malûmunuz. Sahi AKP’li bakana rüşvet -affedersiniz- hediye olarak verilen kol saatinin fiyatı ne kadardı? Velhâsıl AKP ile HDP arasındaki sürtüşme Oslo’da görüşülen, Dolmabahçe’de mutabakata varılan dahası içeriği, kamuoyu nazarında meçhul ve muallak olan görüşmeler olduğu kadar “tencere dibin kara, seninki benden kara” hâlini de almış gibi görünüyor.  

 

Amit Ovasının gülü, Ulu Bey Uzun Hasan’ın yadigârı Diyarbakır’la ilgili izlenimlerimizi bir esnaf kardeşimizden duyduğumuz Türkiye kamuoyuna henüz yansımamış bir “şehir efsanesi” ile bitirelim dostlar. Esnaf kardeşimizin anlattıklarına bakılırsa Sur’da büyük bir hazine gizliymiş. Ve Recep Tayyip Erdoğan, Sur’u kuşattırarak; basını bilmem neyi oraya sokmayarak, bu hazineyi arattırıyormuş. Hazine bulunduğu gün sokağa çıkma yasağı da, çatışmalar da sona erermiş falan filan.  Esnaf kardeşimizin saflığı aşikâr olduğu için kendisine “İyi de güzel kardeşim Amerikalının, Rus’un, Sırp keskin nişancının şunun-bunun ne işi var Sur’da yahut bölgede?” demiyoruz. Görüyorsunuz ya 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk depremi güzel ülkemizi, ülkemizin güzide insanlarını, insanlarımızın güzelim beyinlerini ne hâle getirmiş?

 

O halde? Hazır Sayın Başbakan, Artukluların başkenti Mardin’de yeni bir açılım da başlatmışken… Haydi hep birlikte: Le le le le!..

 

Gerçi bunun daha bir de lo lo’su var ama!...

 

Aziz Dolu Atabey

 

Güzel Ülke.. Türkiye’nin facebook gazetesi

http://www.facebook.com/groups/guzelulke/



Bu yazı 1,185 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 16 Temmuz 2017 Ömer Halisdemir
    • 5 Temmuz 2017 Musul; Nureddin Zengi'nin Yadig
    • 23 Mayıs 2017 Ra, Rab, Tanrı ve Türkler
    • 7 Mart 2017 Türkiyeyi Ve Dünyayı Anlamak
    • 14 Ocak 2017 Rainadan, Radikalizme
    • 1 Ocak 2017 İslam, İslamcılar ve Anarşizm
    • 22 Aralık 2016 Kurt Ulur, Vatan Kurtulur
    • 7 Aralık 2016 Şangay Bilmem Ne Kaçlısı
    • 20 Kasım 2016 Başkanlık Tartışmaları
    • 20 Kasım 2016 Fıratın İki Yakasını Bir Araya Getirmek
    • 7 Ekim 2016 Bir Meşrep Olarak Alevilik
    • 22 Eylül 2016 Piruz Dilenci; Güney Azerbaycanın Özgürlük Ateşini Harlayan Adam
    • 11 Eylül 2016 Bu da oldu; Atatürkün resmine sansür
    • 31 Ağustos 2016 Yüksekova İl Olmalı
    • 18 Ağustos 2016 Yapılandırma Ayarlarına Dönüş
    • 8 Temmuz 2016 Atatürk Türkiyesinden, Humeyninin İranına
    • 2 Temmuz 2016 Akıl ile vicdanın hasbıhali
    • 2 Temmuz 2016 Almanların Maskarası, Çerkezlerin Yüzkarası
    • 29 Mayıs 2016 Bir, Üç, Beş
    • 23 Mayıs 2016 Otizmliler, ille de AKP diyormuş

    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,924 µs