Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
1 Ekim 2014
Büyük Ortadoğu Savaşı ve ''Çözüm'' Süreci Kıskacında ''Yeni Türkiye''
1990larda başlayan yeni dünyadüzeni tasarımı özellikle bulunduğumuz coğrafyada yaklaşık üç yıl önce yeni bir aşamaya girdi. Irak ve Suriyenin, hatta diğer bölge ülkelerinin uzun vadede parçalanması ile oluşacak bir Büyük Orta Doğu Projesinin yürüdüğü açık. Tabii bu proje uzayda, boşlukta değil, tarihi, kültürü, inancı, mezhebi, etnisitesi olan toplulukların bulunduğu bir coğrafyada yürütülüyor. O bakımdan da her şeyi büyük tasarımın icadı ve komplosu olarak görmek bizi yanıltır. Ama, bazılarının ısrarla inanmamızı beklediği gibi bu coğrafyada olan bitenin, İslam topluluklarının tarihten getirdikleri problemlerin sonuçları olduğu, Batıyı, ABDyi, İsraili suçlamak yerine kendimize bakmamız gerektiği fikri de aynı derecede yanıltıcıdır.
Evet, bu coğrafya zorludur ve Allahın bahşettiği imkânları ve varlıkları dolayısıyla da dünyanın gözü buranın üzerindedir. Evet, Müslümanlar arasında, etnik, mezhebi, ideolojik görünümlü çatışmalar bugünün değil 1.400 yıllık İslam tarihinin problemidir. Sağlıklı ve sorgulayıcı bir yaklaşımla bu meseleleri almayı gerektirir. 1990ların başından günümüze Irak ve diğer Orta Doğu ülkelerinde meydana gelenleri, ondan da önce PKK marifetiyle Türkiyenin başına açılan gaileyi sadece ve yalnızca iç dinamiklere atfetmek, iyi niyetle yapılıyorsa, hatadır. Bugün de Türkiyeyi, âdeta IŞİD ile PKK/PYD arasında bir tercihe icbar eden son gelişmeleri, ne bölge dinamiklerini ihmal ederek ama ne de uluslararası ve bölgesel güç odaklarının rollerini görmezden gelerek anlayamayız.
Orta Doğunun bazı gerçekleri herkesin malumudur: Burada petrol ve su kaynakları üzerinden bir mücadele yürüyor. Burada İsrailin varlığı ve güvenliği meselesi var ve ABDnin bölgedeki birinci önceliği budur. Bölgenin I.Dünya Savaşı sonrasındaki siyasi şekillenmesinde petrol ve doğal kaynakların kontrolü, stratejik açıdan Süveyş, Kızıldeniz ve Basra Körfezinin durumu büyük rol oynadı. Özellikle II. Dünya Savaşından sonra ise İsrail Devletinin kurulması ve yaşaması en az bunlar kadar önemli ve öncelikli hâle geldi. I. Dünya Savaşı sonrası verdiği Millî Mücadele ile Arap toprakları sayılan yerlerden feragat etmek durumunda kalan Türkiye, Musul vilayetini de kaybetti.
1990larda dünya yeniden şekillendirilirken bu coğrafyada, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleştirilen Sykes-Picot düzenin değişeceği de belliydi. Lübnan ve Filistin sorunlarına, önce Irak eklendi. 2000lerde ise BOP kapsamında yürütülen faaliyetler, nihayetinde Arap Baharı adı altında Orta Doğu ve Kuzey Afrikada çoğunlukla kanlı rejim kavgalarına yol açtı. Bugün Türkiye, bir yandan karşı karşıya olduğu etnikçi-bölücü harekete karşı tedbir almaya çalışırken öte yandan da Irak ve Suriyede IŞİD ile Peşmerge ve PKK/PYD arasında devam eden savaşta, tercihe zorlanmaktadır.
Kırk Satır mı, Kırk Katır mı?
22 Eylül 2014de Yeni Şafaktaki yazısında İskoçya referandumundan hareketle yazdığı ufuk açıcı yazıda S. Seyfi Öğün,Batıdan mülhem ya da Batının bütün dünyaya ihraç etmek istediği ayrışma siyaseti ve bunun aracı olarak kullanılan çoğulculuk hakkında,şunları söylüyor:
En büyük çelişkilerden birisi deayrışmacı süreçlerin ideolojik ihracatıdır. Bu, teorik yahut akademik rafinerilerde şekillendirilen, içinde sayısız güzellemeleri barındıran çoğulculuk ideolojisi aracılığıyla yapılıyor. Teoriler pek çok defa, tarihsel çevrelerin zihinde ıskalatılmasına yarıyor.
Burada ifade edilen kültürel çoğulculuktur; çoğulluğa saygı değil, çoğulculuk, yani farklılıkları derinleştiren bir anlayış. Bu ise bizim kesret içinde vahdet (çoklukta birlik) anlayışımızın tam zıddıdır. Yazı, tarih şuuruna sahip bir düşünürün ikazıyla sona eriyor:
Ayrışmanın maliyetleri Avrupa'da nasıl işler bilmiyoruz; ama daima bütünleşmenin dinamiklerinin baskın olduğu bir coğrafyada, bunun maliyeti kan olacaktır. Malum sürecin başladığı andan itibaren, bu coğrafyanın tavaif-i mülûk (beylikler) tecrübelerinin yol açtığı insani kayıplara, sürekli olarak işaret etmiştik.
Bu durum, yani kanlı ayrışma süreci, elan Suriyede, Irakta, Libyada yaşanmaktadır. Türkiyede 30 yıldır düşük profilli bir görüntü varsa da yakın geçmişimizde ayrılıkçı hülyaların hangi hüsranlarla sonuçlandığı ya da nelere mal olduğu herkesin malumudur.
PKKnın Suriye uzantısı PYDnin silahlı unsuru olan YPGnin IŞİD karşısında uğradığı yenilgiler üzerine Suriyede yaşayan Kürtlerin Türkiyeye sığınması sürecinde, Türk devletine müteşekkir olması gerekenler adeta olaylardan Türkiyeyi sorumlu tutmakta ve devleti tehdit etmektedir. Nitekim, hükümet çevrelerinin çözüm sürecinde bel bağladığı, kötü polis Kandile karşı iyi polis İmralı kod adlıörgüt lideri Öcalan, örtük bir topyekûn savaş tehdidinde bulunmuştur.Örgütün yayın organı ANF'de yer alan habere göre Öcalan, Sadece Rojava değil, kuzey ve tüm parçalardaki Kürt halkı, buna göre yaşamını şekillendirmelidir. dedi.Rehinelerin serbest bırakılması konusunda devlet, açıkça müzakere yürüttüğünü kamuoyuna bildirdi, ama Kürt sorununun çözümü konusunda müzakere sürecini başlatmaya bir türlü yanaşmamıştır. dediği bildirilen Öcalanın, şu ifadeleri nedense kamuoyunun dikkatinden kaçırılmaya, gündeme getirilmemeye çalışıldı:
Halkımızın yüksek yoğunluklu savaşa karşı yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Sadece Rojava halkı değil kuzey ve tüm parçalardaki Kürt halkının buna göre yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Bütün Kürt halkını topyekûn bu yüksek yoğunluklu savaşa karşı direnişe geçmeye çağırıyorum.
Kendi başarısızlıklarına bakmadan, PYD dışındaki unsurları dışlayarak ve Beşar Esad ile zımni bir ittifakla Kuzey Suriyede totaliter yönetimlerini kuracakları hülyasına dalanlar,IŞİDe karşı başarısızlıklarından Türk Devletini sorumlu tutuyor ve tehdide yelteniyor. HDPlilerin açıklamasında şöyle ifadeler var:
"Özellikle Kobani'deki katliam girişimlerine karşı Suruç başta olmak üzere, tüm ülkede yükselen demokratik duyarlılık ve dayanışmaya dönük hamlelerin engellenmeye çalışılması, olası katliamların vebaline ortak olmak anlamına gelecektir.
Bu söylemin HDPlilere münhasır olmadığını da biliyoruz. Basında bazı kalemler Suriye ve Iraktaki diğer grupları, Türkmenleri hiç görmüyor, Rojava ile yatıp kalkıyor. Hatta devlet sorumluluğu taşımış kişiler bile bu konuda rüzgâra kapılmış görünüyor.
IŞİD ile PYD/YPG arasında Suriyenin kuzeyinde meydana gelen çatışmalar, PKKnın ve destekçilerinin gerçek niyetlerini bir kez daha ortaya koydu. Türkiyeyi sıkıştırmak isteyen odaklar, suçluluk psikolojisine girmemiz için bir bombardıman başlattı ve neticede en üst düzeyde bir tavır ve söylem değişikliğine gidildi.Türkiye, bir yandan başta ABD olmak üzere müttefiklerinin IŞİDe karşı ortak çalışma baskılarıyla öte yandan da çözüm sürecinde güçlendirilmesine göz yumulan PKKnın,bir iç savaş tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu noktada, iktidarın geçmişte yapılan hataları, hesap hatalarını gözden geçirmesi, muhalefetin ise egemen güçlerin derdinin iktidar partisini değil Türkiyeyi sıkıştırmak olduğunu anlaması ve ona göre davranmaları gerekiyor.
Esasen çözüm ve barış olarak lanse edilen sürecin başında, silah bırakmaya niyetli olmayan, uluslararası odaklarla ilişkili bir terör örgütünün muhatap alınmasının ne deni hatalı olduğu açıktı. Buna rağmen, Türkiyenin sanki yalıtılmış bir coğrafyada PKK meselesini halledebileceği zehabına kapılanlar oldu. Şimdi ise devletimiz, Orta Doğuda bir tuzağın içine çekilmek istenmektedir. Türkiye iki terör örgütü arasında bir tercihe zorlanamaz. İslamın ruhuyla, özüyle alakası olmayan bir terör oluşumunu, IŞİDi tasvip etmek, katiyen mümkün değildir. Buna mukabil, düne kadar tek derdi Esad ile zımni ittifak yaparak Suriye parsasından istediğini kopartmak olan bir başka terör örgütünün, PYD/PKKnın desteklenmesi de asla söz konusu olamaz, olmamalıdır.
Şunu ehemmiyetle vurgulayalım: Bu tarihi kavşakta Türkiye, Orta Doğudaki hiçbir etnik veya mezhebi grupla arasında, ileride telafisi imkânsız bir hasmane ilişki içine girmemelidir. Orta Doğunun diğer halkları da bizim din kardeşimiz, akrabamız veya ortak bir tarihi paylaştığımız insanlardır. Bunun yanı sıra, Türkiye Orta Doğuda Türk varlığının en önemli unsuru olan Türkmenleri hesaba katmayan hiçbir yeni tasarımın kuvveden fiile geçmesine rıza göstermemelidir. Hem Irakta hem de Suriyede bin yılı aşkın bir tarihe sahip olan Türk varlığının idame ettirilmesi, birinci önceliğimiz olmalıdır.
Kaynak: http://www.turkocagi.org.tr/index.php/component/content/article/7209
Bu yazı 1,517 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle