Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
12 Haziran 2013
Kritik Dönemecin Sıcak Yazı
Türkiyenin 2000lerde yaşadığı dönüşüm hem dış hem de iç dinamiklerin etkisiyle bizi bir yıldır kritik bir dönemece soktu. Türkiye bir karar aşamasında ama sadece iki seçeneği yok. Türkiye, uluslararası gündemin, Suriye meselesinin, bölücü teröre çözüm adına başlatılan malum sürecin gölgesinde, on yılı aşkın zamandır iktidar olan bir partiye karşı keskinleşen muhalefetin kutuplaşmayı yeni boyutlara çektiği bir sıcak yaza giriyor. Altı aya yakın bir süredir, çözüm süreci çerçevesinde terör örgütüyle çatışma ortamının ortadan kalkması genel bir gevşemeye yol açar gibi görünürken akil adamlar projesiyle toplumun gazının alınmaya çalışılması girişimi, zannedildiğinin aksine bir kısım muhalif çevrelerde tam tersi bir etki yaptı. Suriye olaylarının içeride sünnî-şiî, laik-anti-laik ayrışmasını tekrar gündeme sokacak şekilde kullanılması karşısında yeterli tedbirlerin alındığı ya da hassasiyetin gösterildiği söylenemez. Burada iktidar kadar ana muhalefetin ve bir takım marjinal devrimci ya da ulusalcı grupların da rolleri var. Bu süreçte en sağduyulu ve kararlı tavrı Türk milliyetçileri gösterdi. Türk milliyetçileri çözüm adı altında terör örgütünün meşrulaştırılması ve mutasavver bir dört parçalı Kürdistan projesi yoluyla milletin birliği ve ülkenin bütünlüğüne ciddi bir tehdidin söz konusu olduğunu ifade ettiler. Anayasa konusunda millî devlet ve üniter yapıyı tavizsiz savundular. Türk milletinin etnik gruplara ayrıştırılmasına karşı durdular. Tarih, bu sağlam, haklı ve doğru duruşu kaydetmiştir.
Reyhanlı saldırısı Türkiyenin Suriye politikasında sembolik açıdan önemli bir kırılma noktasına işaret ediyor. Türkiye, Suriye politikasında ön alma saikiyle hareket ederken dünya ve bölge dengelerini, kendi imkan ve kabiliyetlerini doğru hesaplamalı, adımlarını ona göre atmalıydı. Günümüzde Türkiyenin içe kapanmacı bir siyaset izlemesi mümkün değil ama bölge liderliği iddiasının hayata geçirilmesinin çok farklı dengelere bağlı olduğu da aşikâr
Son dönemde PKKnın içeride etkisizleştirilerek Suriyede neredeyse müttefik haline getirilmesi yapılan tercihlerin isabeti hakkında başlı başına bir soru işareti
Daha düne kadar değişik uluslararası güçlerin taşeronluğunu yapan bir örgüte nereye kadar güvenilebilecek? Bütün tantanasına rağmen ABD ziyaretinde somut bir destek sağlanamadığı gibi son Gezi parkı olayları dolayısıyla ABD hükümeti adına yapılan açıklamaların Türkiye açısından onur kırıcı olduğunu, hükümet açısından da ciddi kaygılara sebebiyet verdiğini söylemek gerekiyor.
Taksim Gezi Parkındaki yayalaştırma ve Topçu Kışlası projesine karşı başlatılan eylemlerin, polis müdahalesinden sonra aldığı seyir Türkiyeyi on günü aşkın bir süredir daha önce alışılmamış yeni bir sürece soktu. İktidarda, halk desteği çok güçlü olan ve özellikle, milliyetçi çevrelerin muhalefetine rağmen, anaların gözyaşları dinecek argümanıyla kitlelerin en azından zımni desteğini alan çözüm sürecinde akil insanlar projesini uygulayarak tepkileri yumuşatan bir hükümet var. Yeni anayasa yapılamasa dahi bazı değişikliklerle yola devam edebilecek bu güçlü iktidarın önündeki en önemli problem olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Ak Parti tüzüğünden kaynaklanan üst düzey kadrolardaki değişim zorunluluğu görünüyordu. Hükümetin bir jestiyle kolayca halledilmesi mümkün bir mesele, kısa zamanda bir krize döndü. Başbakanın yurt dışı seyahati sırasındaki yumuşama sinyalleri, yurda dönüşünde İstanbul ve Ankaradaki karşılama mitingleriyle Gezi krizinin çözümünü en azından ertelediği gibi üç büyük şehirde Gezi eylemcilerinin daha kalabalık toplantılarına sebebiyet verdi.
Meselenin Gezi Parkı olmaktan çoktan çıktığı herkesin malumu ama bu sembolik yön üzerinde gösterilecek bir hassasiyet, kitlelere karşı verilecek bir ılımlı mesaj kutuplaşmayı hafifletebilirdi. Öte yandan, hadiseler üzerine başta ABD olmak üzere yabancı ülkeler ve çevrelerden gelen mesajların herkes tarafından iyi okunması gerekiyor. Türkiyenin Suriye politikasına destek vermeyen ABDnin olaylar başlar başlamaz Türkiyeyi uyarması, sonra da buna devam etmesi salt ele verir talkını kendi yutar salkımı olarak değerlendirilemeyecek ima ve anlamlara sahiptir. Batı basınının hükümetin şahsında Türkiyeye ve İslam dünyasına bakışı da hükümetin on yıldır AB kriterleri, azınlık hakları vb. konularda yürüttüğü siyasete ve yaptığı uygulamalara rağmen değişmeyen ön yargıları yansıtmaktadır.
Bazıları ki bunların içinde Türkiyeli aydın ve okumuşlar da var - Batı dünyasının terörizmle mücadele adı altında yıllardır işlediği büyük suçları görmezden gelip hâlâ Şarkiyatçı mercekten baktıkları Türk milletini ve devletini yeterince medenileşmemiş olarak görüyor. Birtakım finans çevrelerinin de haleldar olan çıkarları için mevcut ortamı kullandıkları gerçek olabilir. Yine Türkiyenin kafasını kaldırıp tarihî hinterlandına göz atmasından rahatsız olan pek çok devletin olduğu da sır değil. Ne var ki bütün bunlar, eylemlere katılan çoğunluğun aslında geleneksel anlamda politik olmayan saiklerinin dikkate alınmasına mani değil. Ülkeyi yönetenler, heterojen bir topluluk olan gezi eylemcilerini potansiyel tehdit olarak görmemelidir. Onları iyi anlamamak, onlara empati ile yaklaşmamak, içlerine sızan, çoğu 12 Eylül öncesinin sol örgütlerinin devamı niteliğindeki bir takım unsurların değirmenine su taşımak olur. Bu bakımdan son derecede dikkatli ve özenli olunmalıdır.
İktidar partisinin Başbakanı karşılama mitingleriyle yetinmeyip önümüzdeki Cumartesi Ankarada, Pazar günü de İstanbulda miting yapacak olmasının havayı gerginleştirmemesini ümit ederiz. Bu kararın alınmasında, hükümete karşı bir planlı komplonun tezgâhlandığı kanaati rol oynamış olmalıdır. Böyle olsa dahi, hükümetin meseleyi suhuletle götürmesi ülkenin siyasî ve ekonomik istikrarı bakımından daha isabetli bir yaklaşım olurdu. Her şeye rağmen Gezi parkına destek eylemleri yapan yurttaşlarımızın sağduyu ve akl-ı selim ile hareket etmeye, tahrikçileri aralarında barındırmamaya ya da onların aldatmalarına kapılmadan demokratik tepkilerini ortaya koymaya devam etmeleri en samimi temennimizdir.
Bu gelişmeler sonucunda yeni anayasa sürecinin askıya alınması kuvvetli ihtimal olarak belirdiği gibi çözüm sürecinin de akamete uğrayabileceği ileri sürülmektedir. Temennimiz odur ki, bu süreçte, PKKyı ve liderini meşrulaştıracak, Türkiyeyi federalizme götürecek bir çözülmenin değil ama terörü bitirdiği gibi ülke-millet bütünleşmesini sağlayacak gerçek bir çözümün de kapıları açılsın. Bütün bu olanlardan bir hayrın çıkması için siyasî aktörlere ve sivil toplum kuruluşlarına sağduyu ve akl-ı selimi kaybetmeden Türk milletinin ve devletinin birliği istikametinde hareket etme görevi düşüyor.
Yaşanan süreç toplumda ve zihniyette meydana gelen değişmelerin boyutlarını, sosyal medyanın önümüzdeki süreçte oynayacağı rol, yeni gençliğin profili vb. yönlerden düşünmemiz gerektiğini ortaya koymuştur. Dünyanın 16. ekonomisi olmamıza rağmen insanların memnuniyetleri açısından dünya sıralamasında 90. olmamız insanı eşref-i mahlukat olarak gören bir medeniyetin yansıması olmamalıdır, olamaz da
Ancak meseleyi buraya indirgemek de bizi hataya iter. Bu, meselenin bir yönüdür. Yaşananlar, eğer Türkiyenin yeni çağda bütün dünyaya sunacağı bir medeniyet tasavvuru olacaksa bunun bütün parametrelerini çok iyi düşünüp, iletişimden çevreye, şehirlerin imar ve inşasından dış siyasete kadar bir dizi meseleyi bir ana fikir etrafında, çağın ve geleceğin icaplarına göre tasarlamamız gerektiğini ikaz ediyor. Tasavvurumuz, kimliğimizin ve kültürümüzün esası olan tarihimize ve imanımıza dayanmalıdır. Bu dünyaya ve ahirete dengeli bir yaklaşım, yalnızca Allaha kulluk etmek yani özgür birey olmak, adalet ilkesine riayet, liyakat ve emaneti ehline tevdi etmek, kul hakkı yememek, insana saygı (hürmet) temel düsturlarımız olmalıdır. Bu çerçevede, yeni nesilleri millî şuur ve tarih şuuruyla donanmış olarak yetiştirmeliyiz.
Bu kritik süreçte, Türkiyenin birlik ve bütünlüğüne hale getirecek bir dil ve üsluptan sakınmak, gönül dilini, birlik ruhunu ve hoşgörüyü öne çıkarmak sadece iktidarın değil muhalefet partilerinin de başta gelen görevi ve sorumluluğudur. Başta gençler olmak üzere eylemlerde yer alanlar da sadece bireyci yaklaşımlarla değil aynı zamanda hepimizin bir milletin mensupları olduğumuz, ortak bir geçmişe sahip bulunduğumuz ve dolayısıyla ortak bir geleceği birlikte kuracağımız bilinciyle hareket etmelidir. Bu sıcak yazın, üç ayların ve Ramazanın bereketiyle Türk milleti için yeni hacet kapılarının açılmasına vesile olmasını yüce Allahdan dilerim.
Kaynak: http://www.turkocagi.org.tr/index.php/arsiv/genel-baskandan/5626-kritik-doenemecin-scak-yaz
Bu yazı 1,634 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle