Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
30 Mayıs 2013
Fatih, Fetih ve Cihan Devleti
Fethin 560. Yıldönümünü, yeni fetihlere, cihanşumül medeniyet davamıza başlangıç olması dileğiyle kutluyor, bu vatanı bize emanet eden ecdadı ve şühedayı rahmet ve minnetle anıyoruz.
18 Şubat 1451de ikinci kez Osmanlı tahtına oturduğunda II. Mehmed, ilk saltanat deneyiminin acı hatıralarını unutmamış, ama ihtiyatlı hareket etmeyi de ihmal etmemiştir. Veziriazam Halil Paşanın gücünü bildiğinden onu makamında bırakmış, küçük yaştaki kardeşi Ahmedi boğdurtarak, ileride herhangi bir mesele çıkmasını önlemek istemiştir. Bilindiği kadarıyla, henüz çok küçük yaşta olan bir şehzadenin nizam-ı âlem için katlinin ilk örneği budur. Gerçek iktidar, genç sultan ile en yakınları olan Şihabeddin Şahin ve Zağanos Paşaların elindeydi.
Taht değişikliğini fırsat bilerek tekrar harekete geçen Karamanoğulları üzerine yapılan ve İbrahim Beyin tekrar itaat arz etmesiyle neticelenen kısa bir seferden sonra Osmanlılar İstanbulun fethi için hazırlıklara başladılar. Macar Saltanat naibi Jan Hunyad ve Sırp despotu ile anlaşmalar yapıldı. Venediklilerle ahidname yenilendi. Bizanslılara ise ellerinde tuttukları Şehzade Orhanın masrafları için gerekli tahsisatın verilmeye devam edeceği bildirildi. Bütün bunlar Genç hükümdarın stratejik dehasını ve yakın çevresinin siyasî basiretini ortaya koyan delillerdir.
Ancak, İmparatorun daha sonra bu tahsisatın arttırılmasını istemesi ve genç sultanın Rumeli hisarını yaptırmasına karşı çıkması ilişkilerde belli gerginliğe yol açtı. İmparator bunun İstanbulun fethine yönelik bir hazırlık olduğunun farkındaydı ve hemen Hıristiyan dünyasından yardım talebinde bulunmaya başladı. Öte yandan genç sultan ve kurmayları ise Anadolu ve Rumelideki toprakları arasındaki bütünleşmenin önünde bir engel ve taht müddeileri için bir sığınak teşkil eden, ama her şeyden önemlisi evrensel imparatorluklarının ideal merkezi olacak olan bu kentin fethini şart görüyorlardı. İstanbul, asırlardır Müslümanların dünya hakimiyeti ülkülerinin bir sembolü, bir Kızıl Elma idi.
Genç sultan Rumelihisarının inşası işini üç vezirine ısmarlamış ve Halil, Zağanos ve Saruca Paşalar yaptırdıkları üç burcun masraflarını kendi keselerinden karşılamışlardı(1452). Bu inşaata engel olamayacağını anlayan İmparator, çevredeki Rumların zarar görmemesi için Sultandan ricada bulunmuştu. Henüz açık bir savaş ilanı olmamakla birlikte bunun için bir bahane her zaman çıkabilirdi. Nitekim Bizans tebaası köylülerle(veya çobanlarla) Türk askerleri arasında çıkan bir münakaşa sonrasındaki gelişmeler bu bahaneyi sağladı. İmparator şehrin kapılarını kapatarak İstanbuldaki Türkleri esir etti. Sonradan özür dileyip bunları bıraktıysa da artık savaş kaçınılmaz hale gelmişti.
1452 yılı Aralık ayında Papanın isteği üzerine İstanbula gelen Rum asıllı Polonya kardinali İsidorenin öncülüğünde kiliselerin birliği kabul edilirken Bizanslı din adamı Gennadios ve Grandük Notaras buna muhalefet etmişlerdir. Öte tarafta ise Macar asıllı Urban adlı bir ustaya büyük bir top yaptırtan Sultan Mehmed, kentin haritası başında kuşatmanın bütün ayrıntılarını planlamıştır. Mamafih bu büyük top kuşatmada pek rol oynamamış, asıl etkiyi küçük çaplı toplarla yapılan hücumlar sağlamıştır. Kara ve deniz savaşları için gerekli hazırlıklar kısa sürede tamamlandı. Rumelihisarı ile Bizansın deniz bağlantılarını büyük ölçüde kesen genç Sultan nihayet İstanbulun savaşsız teslimini talep etti. Bu talebin reddiyle de 6 Nisandan 29 Mayısa (1453) kadar sürecek olan 54 günlük kuşatma başladı.
Surların koruduğu kentin savunmasını top ateşinin gücü ve havaleli kaleler, yer altından açılan lağımlar gibi çeşitli etkenlerle zayıflatmak planlanmıştı. Takriben 100.000 kişilik Osmanlı gücü karşısında 10.000 kadarı savaşçı, kalanları eli silah tutan halk olmak üzere 40-42.000 kişilik bir savunma kuvveti vardı. Kuşatmanın başarısız bir görünüm arz ettiği bir sırada Haliçi baskı altına almak için daha önceden hazırlanmış gemiler karadan yürütülerek Haliçe indirildi. (Bu olayın tam olarak nasıl vuku bulduğu tartışmalıdır) Neticede bu gemiler Bizans ve Latin müttefikleri arasında şaşkınlık ve korku yarattı. Toplarla kuşatmanın şiddetlendirmesi ve neticede 29 Mayıs sabahı yapılan genel saldırı ile İstanbul ele geçirildi. Şehre girdikten sonra yağmayı durduran ve Hıristiyanlara can ve mallarının güvende olduğunu bildiren II. Mehmed, Cuma günü ikinci girişinde Ayasofyada namaz kılarak gelenek uyarınca burayı cami haline getirdi. Şimdi o artık yıllardır Müslümanların hayallerini süsleyen Konstantiniyenin fatihi idi.
Genç sultan, İstanbul fatihi olarak artık çok kudretli ve itibarlı bir mevki kazanmıştı. Doğunun ve Batının bu genç hakanının fetihten sonraki ilk icraatı arasında ilk saltanatındaki tavrını hiçbir zaman hazmedemediği veziriazam Çandarlı Halil Paşayı tasfiyesi özellikle dikkat çekicidir. Önce azil ve hapis ettiği Halil Paşayı bir süre sonra- muhtemelen bir tepki gelmemesinin de verdiği cesaretle-, rüşvet ve düşmanla işbirliği iddialarıyla idam ettirdi. Bundan sonra veziriazamlık makamına, son veziriazamı Karamanî Mehmed Paşa hariç, kul kökenli vezirleri getirerek mutlak iktidarını pekiştiren II. Mehmed, Halil İnalcıkın yorumuyla, İmparatorluğun hakikî kurucusudur.
Karadeniz ile Akdeniz bağlantısının tam bir denetim altına alınması ticarî açıdan büyük bir öneme sahipti. Doğu Romanın topraklarına sahip olan Fatih artık Roma kayserinin (imparatorun) tahtına sahipti ve şahsında İslam, Türk ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştirmişti.
İstanbulun fethi, Osmanlılar açısından özellikle manevî yönüyle önemlidir. Hz. Muhammedin İstanbulun fethine dair hadisine muhatap olan Fatih ve ordusu, Avrupada Haçlıları bir üsten mahrum ederek onların maneviyatını bozmuş, Anadolunun fethiyle başlayan Türk korkusu ve Türk nefretini iyice pekiştirmiştir. Fatihin Romayı fetih girişimi bu hasmane tavrı, Türk ve İslam düşmanlığını iyice körükleyecekti.
İslam dünyasında ise büyük bir sevinç ve memnuniyet yaratarak Müslümanlar nezdinde Osmanlıların itibarını üst seviyeye çıkarmıştır. Karakoyunlu Cihanşah, Memluk Sultanı ve Hicaz Emirine gönderilen fetihnameler büyük fethin haberinin İslam dünyasının bütün bölgelerine ulaşmasını sağlamış, büyük şenliklerle Hz. Peygamberin müjdelediği büyük ordu ve onun güzel komutanı tebrik edilmiştir.
O devrin uygulamaları gereğince üç gün yağma edilebilecek olan İstanbula girer girmez yağmayı durduran ve yeni başkentini ihya için hummalı bir faaliyeti başlatan genç hükümdar Anadoludan göçlerle Türkleştirdiği bu kentin ticarî ve iktisadî açıdan kalkınması için de çeşitli gayrimüslim unsurların iskânını da teşvik etmiştir. Vakfiyesinde imar ve inşa faaliyetlerini en büyük cihad (cihad-ı ekber) olarak tanımlayan Sultan Fatih yeni başkentinde iki saray (Eski Saray ve Topkapı Sarayı) ile meşhur külliyesini inşa ettirmiştir.
Hüner bir şehr bünyad etmektir/Reaya kalbin abad etmektir diyen cihan hükümdarı gerçek fethin ve cihadın kaleler, şehirler almak değil Allah rızasını ve halkın gönlünü kazanmak olduğunun şuurunda Bir Müslüman sultandı. Evet, o aynı zamanda cihanşumül iddiaları olan bir hükümdardı ama torunlarına Oğuz ve Korkut adlarını verecek kadar millî köklerinin şuurunda bir hakandı da. Oğullarından Cemin şehzadeliğinde Saltuknameyi yazdırması, sürgündeyken Oğuznameyi ihtisar ettirmesi bu millî şuurun yansımalarından başka bir şey değildir.
Fatihin cihad ve gaza düşüncesi hakkında güzel bir anekdot Âşıkpaşazâde Tarihinde geçer. Yazar, Fatihin Trabzon seferi sırasında bir elçilik heyeti ile yanında bulunan Uzun Hasanın annesi Sara Hatun ile genç Padişah arasında şöyle bir konuşmanın geçtiğini zikreder:
[Uzun Hasanın annesi Sara] Hatun eyidür: Hay oğul! Bir Durabuzunçün [Trabzon için] bunca zahmatlar çekmek nedür dedi. Padişah cevab verdi kim: Ana! Bu zahmatlar Durabuzunçün degüldür. Bu zahmatlar dîn-i İslâm yolunadur kim ahretde Allah Hazretine varıcak hacil olmayavuz deyüdür. Zirâ kim bizüm elümüzde islâm kılıcı vardur. Ve eger biz bu zahmatı ihtiyar etmesevüz bize gazi demek yalan olur. dedi.
İnanıyoruz ki, çağ açıp çağ kapatan ruhu, cihad-ı ekber anlayışını, millete ve insanlığa hizmet davasını günümüzde bilgi ile imanı birleştirecek ülkücü nesiller yeniden asrın idrakine söyletecektir. Yeni kuşakların, kendi çağlarının iletişim dili ve araçlarıyla Fethi ve Fatihi yeniden yorumlaması ve zihin ve gönül dünyalarına nakşetmeleri Millî Eğitim siyasetimizin temel düsturu olmalıdır. Fethin 560. Yıldönümünü, yeni fetihlere, cihanşumül medeniyet davamıza başlangıç olması dileğiyle kutluyor, bu vatanı bize emanet eden ecdadı ve şühedayı rahmet ve minnetle anıyoruz.
Kaynak: http://turkocagi.org.tr/index.php/arsiv/makale/5598-fatih-fetih-ve-cihan-devleti
Bu yazı 1,394 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle