28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi'ne YÖK'ün katkısı inkar edilemez bir gerçektir.
Kemal Gürüz'ün başkanlığındaki YÖK,Refahyol Hükümeti sırasında irticanın yüksek öğretime kadar girdiğini iddia edip, buna delil olarak da başörtülü öğrencilerin sayısındaki artışı göstermekteydi.
YÖK,yapılan postmodern darbeden sonra alınan kararları öylesine benimsemiştir ki, yasakları uygulamada en ufak bir esneme yapmamıştır.
Dahası devrilen REFAHYOL Hükümeti'nden sonra kurulan,dışarıdan CHP'nin desteklediği, ANAP-DSP-Demokrat Türkiye Partisi (ANASOL-D) azınlık koalisyon hükümetinin başbakanı olan Mesut Yılmaz, bizzat makanına çağırıp,başörtüsü konusunda müsamahakâr davranılmasını istemesine rağmen Gürüz'den red cevabı almıştır.
O güne kadar bazı üniversitelerin izin vermesi neticesinde okuyabilen başörtülü kızlar artık manevi teröre maruz bırakılmışlardır.
Öğrenciler,ya ağlayarak kampüs girişlerinde şaçlarını açmışlardır,ya peruk takmışlardır,ya okulu bırakmışlardır,ya da yurt dışında okumaya çalışmışlardır.
Yasağı destekleyenlerden bir çoğunun ünvanları bilim adamı olduğu halde, kimse, inandığı için örtünen ve okumak arzusu ile başını açmak mecburiyetinde bırakılan genç kızların ruh halini sormamıştır,dert etmemiştir.
Oysa inaç hiçbirşeye benzemezdi.
Bir Katolik, bir yere girmesi için Haç'a basmak zorunda bırakılsa,
Bir Hindu, inek eti.,bir Müslüman domuz eti yemeğe zorlansa,
Bir Alevi tavşan beslemeye mecbur edilse,
Bir Çinli'nin Buda heykeline tükürmesi istense,
Hissededecekleri eziklik ne ise,başörtülü bır kıza saçını açarak sınıfa gir dendiğinde hissedeceği duygu da aynıdır.
Fakat çoğu 68 kuşağının yetiştirdiği nesillerin mümessili olanlardan bu duyguya tercüman olmalarını beklemek elbete beyhudeydi.
Ezebildikleri kadar ezdiler.Kampüsleri ve sınıfları tek tip görüntüye kavuşturduklarında, artık Türkiye'nin böyle bir meselesi kalmadığına kanaat getirdiler.
28 Şubat kararlarını başarıyla uygulamışlar ve kazanmışlardı.
Oysa hesaba katmadıkları bir şey vardı:Devir 1940'lar değildi ve çok partili demokrası rejimi aksaklıklarına rağmen devam ediyordu.
Kapatılan Refah ve Fazilet Partilerin'den kopan yenilikçiler,gelenekçilere göre daha politik davranmış ve AB ile ABD'nin desteğini arkalarına alarak kimsenin ummadığından daha çok liberal davranışlarda bulunur olmuşlardı.
Ülkeyi yabancı sermaye cennetine (!) döndüren bu iktidar, paranın imandan önce geldiği bir dünyada ayakta kalmanın sırrını çözmüştü.
Değişen siyasi kadrolar neticesinde YÖK'de artık eski YÖK değildi.
Meclisin yüzde 80' inin, halkın yüzde 70' nın desteği neticesinde anayasa değişikliği ile başörtülü kızların yeniden okumasının yolu açılmıstı ama YÖK'te direnç kalmamıştı.
Görev eski tüfeklerin omuzundaydı. 28 Şubat yaklaşırken acaba bu darbenin rövanşı alınmak mı isteniyordu?Madem YÖK' ten destek yoktu,hiç bir hukuki yaptırımı olamasa bile Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) vasıtası ile kamuoyu aydınlatılmalıydı.
Önce toplantı kararı aldılar,sonra kendilerince önemli bir tarihi de,toplanmak için özellikle seçtiler.
Günlerden 28 Şubat'tı ama yıllardan 1997 değildi.
Takvimler 2008'ı gösteriyordu.Ülke bölücü örgüte karşı sınır ötesi operasyonla meşgüldü.
ÜAK toplantı sonucunda yayınladığı bildiri ile, YÖK Başkanı Prof.Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın istifasını istedi.
İktidar Partisi'nin Genel Başkan Yardımcısı,rektörlerin şuç işlediklerini söyleyerek savcıları göreve davet etti.
Aynı iktidarın Milli Eğitim Bakanı ise,Üniversitelerarası Kurul'un (ÜAK) olağanüstü toplanmasını ve yayınladıkları bildiriyi yanlış bir tutum olarak değerlendirip,oldukça sert cevap verdi:
''Türk milletinin iradesine karşı durmak gibi bir görevi kimse ÜAK'a vermemiştir.ÜAK'ın işleyişi ve kuruluşu Yükseköğretim Kanunu'nun 11 Maddesi ile düzenlenmiştir. Bunlar arasında yasak koyma veya yasak kaldırma yoktur.ÜAK özellikle akademik işleyişle ilgilenmesi gereken bir kuruldur ve bu görevler kanunla verilmiştir.ÜAK siyaset yapamaz, öğretim üyeleri bireysel olarak siyaset yapabilir.Ancak rektör unvanı altında, ÜAK üyesi, başkanı adı altında Türk Milleti'nin iradesine karşı durmak gibi bir görevi kimse ÜAK'a vermemiştir. Anayasa'dan ve yasalardan alınmamış olan bir hakkı ve yetkiyi de hiç kimse kullanamaz. Pozisyonu ne olursa olsun hukuk devletinde herkes hakkını da haddini de bilmek zorundadır.Üniversiteler kimsenin babasının malı değildir.Bir özgürlük istemek için ortaya bir tavır konabilir ama başkalarının özgürlüğüne engel olmak için kimse bir hak iddiasında bulunamaz''
Köprünün altından artık çok sular akmıştı.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle