Alman edebiyatında üç cümleden oluşan meşhur bir diyalog vardır. Kant idealist midir, realist midir? Kant ne idealisttir ne realisttir. Kant Almandır. biçimindeki bu diyalog, Almanların millet olma bilincinde eriştikleri noktayı göstermesi açısından takdire şayandır. Zira Kanta, realist; idealist yakıştırmasını yapanlar insanlardır. Ama Alman olmak, Allahın verdiği bir sıfattır. Zira Alman ana-babadan dünyaya gelmesini, Allah takdir etmiştir ki doğruluğu mutlak olan bilgi ilahî bilgidir. Ayrıca buna inanmak, Müslüman olmanın temel şartlarından biridir. Yaratılanı hoş gördük, Yaradandan ötürü. diyen Yunusun anlatmak istediği de bu değil midir zaten?
Bugün, ülkemize baktığımızda millet olduğumuzu iddia edenlerin bile zaman zaman çıkıp sağcı-solcu; şucu-bucu gibi saplantılara takılıp kaldığını görürsünüz. Hâliyle bu sıfatlar insanların, insanlara verdiği fani birer yakıştırma olmaktan öteye geçemeyecek adlandırmalardır. Bunca ayrışmaya ve hatta ayrımcılığa rağmen sonuçta bu insanlar Türktür. Türk Milletidir. Bu birliğin harcını, tuğlasını da dinimiz, dilimiz velhâsıl madde ve mana özlü değerlerimiz oluşturur.
Bildiğiniz gibi binlerce yıllık bir tarihimiz ve bu tarihi süreçte olgunlaşmış bir devlet geleneğimiz vardır. Bununla birlikte Hanedanlıktan (Osmanlı), Cumhuriyet idaresine geçişle birlikte; Batı sentezli ulus devlet anlayışının da etkisiyle bu gelenekte sapmalar olmuştur. Misal, vatandaşlık bağı; kan bağı gibi algılanmış veya anlaşılmıştır. Bu durum, dört tarafı düşmanla çevrilmiş bir coğrafyada nerede ise üç asır süren savaşlar ve duraklama-gerileme dönemlerinin sonucunda ortaya çıkan savunma içgüdüsü ile belki de Cumhuriyeti kuran asker ve sivil erkânın sergilemek zorunda oldukları bir tavırdır. Ama çok geçmeden, bizzat Atatürkün önayak olması ile Sadabat ve Balkan paktları gibi bölgesel güç olmaya yönelik girişimler göze çarpmıştır. Atatürkün, daha dün gibi bir tarihte birer Osmanlı eyaleti olan Balkanlar ve Ortadoğu ile ilgilendiği; bunu bir adım öteye götürerek, Türkistana (Orta Asya) da el attığı, bu elin nerede ise Japon adalarına kadar uzandığı da tarihi bir vakadır. Bu ilgi, içi boş bir hayal olmaktan ziyade, bir güç birliği ve/veya 'ortak duyguları paylaşma' hareketidir. Atatürkün, veda ziyaretine gelen Japon elçisine Bir gün sizinle Çinde karşılaşacağız. sözünün üzerinden altmış yıl bile geçmeden, Tokyo Devlet Üniversitesi en seçkin öğrencilerini Doğu Türkistan (Çin işgalinde bulunan Uygur Özerk Bölgesi) ve Moğolistana göndererek, kendi soy kütüklerini dolayısı ile de Türk tarihini araştırmaya başlamışlardır.
Millet nedir? Millet, geçmişten getirilen değerler ışığında, ileriye dönük birlikte yaşama isteği duyan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Devlet ise, bu topluluğun siyasî eşgüdümüdür (organizasyon). Hâl böyle olunca, Cumhuriyet Türkiyesinde milletin tanımı yapılırken, kan bağı yerine vatandaşlık bağının esas alınması bir zorunluluktur. Çünkü binlerce yıllık devlet geleneğimizde esas alınan anlayış ve uygulama budur. Misal, Çin hükümdarına yolladığı mektupta Yirmi altı devleti (ülke?) aldım. Onlar artık Hun oldular. diyen Mete Hanın anlayışı da bu yöndedir. Bilge Kağan da, halkına seslenirken Tanrının yerle göğü var ettiğini, arasında kişioğlunu yani insanları yarattığını (Dikkat buyurun, Türkler demiyor!) ve atalarının, Tanrı tarafından bu insanları yönetmekle görevlendirildiğini söylüyor. Yine İslâm kültürü ile şekillenen sonraki dönemlerde de tebaa (uyruk), Allahın birer emaneti olarak algılana gelmiştir. Atatürkün, Türkiye sınırları içerisinde yaşayan halka, Türk Halkı denir. demesi de bundandır cancağızlar.
Şanlı tarihinden aldığı ilhamla, yekvücut olmayı başarmış bir Türk Milletinin ne anlama gelebileceği ile ilgili bir fikriniz var mı acaba? Beringden, Cebelitarıka; Malezyadan, Macaristana kadar, kimilerinin 'lider ülke'; kimilerinin 'mehdi' olarak sabırla beklediği muştu, Türkiye ve/veya Türkler olamaz mı? Hunların, Selçukluların, Osmanlıların gerçekleştirdiği atılımı biz neden tekrarlamayalım ki? Sırtını, Türk-İslâm dünyasına dayamış bir Türkiye ve Türkiyeye bel bağlamış bir Türk-İslâm dünyası Bu altın çağın yaşanabilmesi için Anadoluda, Türk Birliğinin; Türk barışının; Türk dayanışmasının ivedilikle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Zira kan kaybeden bir Türkiye, aynı zamanda güç kaybeden bir Türk-İslâm dünyası demektir. Bu tarihi süreçte, Türk Milleti olarak yapmamız gereken, millet olmanın gereklerini yerine getirip; büyük düşünmek, büyük davranmak olmalıdır. Milletimiz, taşıdığı tarihi sorumluluğun bilincinde olarak, sağduyulu hareket edip; birliğine, dirliğine sahip çıkmalıdır. Son yıllarda cereyan eden her türlü ayrışmaya, ayrımcılığa rağmen, sımsıkı kenetlenerek, geleceğe umutla bakmalıdır. Ne demişler, gecenin en karanlık anı, gündüzün en yakın olduğu zamandır. Ve Atatürkün deyimiyle, Türk milletinin Dünyayı aydınlatan güneş olacağı günler yakındır. Hele canlar, az daha sabır
Aziz Dolu Atabey
http://www.facebook.com/groups/azizdolu/
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle