Aradan iki gün geçti; hâfıza tâzelemek için tekrar soralım: Hepsi iyi de, o zaman, acaba, niçin ve hangi zorlayıcı sâik, ‘İslâmcı’ aydınları işbu, çoğu dönme, şunun-bunun işbirlikçisi, Türk’ten başka herkesin dostu, yerine göre Kürtçü, yerine göre Ermenici, Bartocu, Pontusçu, şucu-bucu, ’liberal’den başka herbir şeye benzeyen koftiden ’liberal aydın’makulesi - evet, ’kofti’den hem de; aralarında John Locke mu var? - ile bir ittifak, hattâ bir koalisyon te’sîsine sevketmiş olabilir? Neydi İslâm’ı yere-göğe koymayan, ‘mü’mîn, mu’tekid, muvahhid, musallî’, Muhammed Mustafâ - selât ve selâm O’na olsun - âşığı, O’nun ism-i şerîfi geçtiğinde gözleri dolan, diline rekâket gelen, iki gözü iki çeşme - biraz da abartılı; ’salya-sümük’gibi meselâ - sulu zırtlak ağlayan ’kardeşlerimiz’in, çok ciddî bir kesimi - hattâ en mûteber olanları da diyebiliriz - “Allah-Kitap-Peygamber-Kıble tanımaz”, dinsiz-îmansız bu herîf-i nâşerîfler ile ortak noktası?...
Soralım; zîra, soru mühimdir; hani Karl Jaspers der ya, “sorunun olmadığı yerde cevap da yoktur” diye ve ekler: “Felsefe yaparken, sonuna kadar sürdürdüğümüz soru sorma, cevap almanın aşılması halinde varlığın sessizliğine (huzuruna) ulaşırız.” [Felsefeye Giriş., Türkçesi: Mehmet Akalın., Dergâh Yayınları., İkinci Baskı., İstanbul., Şubat 1981., s.62]. Sonunda huzur mu bulacağız yoksa daha beter bir âsab bozukluğuna mı dûçar olacağız, te’mînat veremem; ama, yine de vâsıl olacağımız netîce nasıl olursa olsun hakîkate vâsıl olmanın bir mutluluğu olsa gerek ve zannımca Jaspers’in asıl demek istediği de bu.
O hâlde devam edelim: Hangi sebep, acaba, İslâmcılık dâvâsı güdenlerin çifte şahsiyet ile mâlûl olmasına sebebiyet verdi: Daha dün Batı ve hâssaten Avrupa hakkında yazdıkları ağır - bir kısmı haklı bir kısmı haksız ve yanlış da olsa yine de bir yerde haysiyetli bir tavazzû idi bu - yazıların mürekkebi kurumadan, utanç verici, yüz kızartıcı bir şekilde Batıcılar’dan daha hızlı batıcı, Avrupacılar’dan daha hızlı Avrupacı kesildiler; ne oldu da Haçlı Rûhu’nun hâlâ yakıcı bir kor gibi küllerin altında sımsıcak yattığı, Churchill’in tâbiriyle “Hristiyan ahlâkının menbâı ve Hristiyan îmânının çeşmesi” olan Avrupa’nın, birden bire hakların ve özgürlüklerin garantörü, sulh ve sükûn ve selâmet ve adâlet diyârı, insanlığın son durağı, tarihin sonu, kendi memleketlerinde ne isteyip de elde edememişse hepsinin bilâ-bedel, efendilerince avuçlarına teslîm edileceği bir nevi’ “arz-ı mev’ud” olduğunu keşfediverdiler de yüzleri kızarmadan, edep-hayâ etmeden, âr ü nâmûs şîşesini taşa çalarak AB lobiciliğine soyundular? Ne sebep oldu da Avrupa’ya göç eden Türkleri Medîne’ye hicret eden Muhâcirîn ile mukayese ederken - ne hayâsızlık -, dolayısıyla, erkeklerin erkeklerle evlendiği, “oğlan gibi kızların, kız gibi oğlanların diyârı” çürümüş-kokuşmuş Avrupa’yı Medîne’nin seviyesine terfî ettirmek alçaklığına düştüler ve kezâ, hiç mi vicdan diye birşeyleri kalmadı da bunun mâkûsunun da, Avrupalılar’ın Ensâr seviyesine ref’i demek olacağını îmâ ettiler; yoksa beyinleri çektiydi de düşünemez mi oldular?
Kara donlu, kara dilli, kara dinli Avrupalıların atını itini nallayıp karikatürlerle başlattıkları küfür kervanına, Katolikliğin başı olacak Papa nâm deyyûs-u ekber, İki Cihan Pâdişâhı, “Efendimiz”, şefâatçimiz, başımızın tâcı, gözümüzün nûru, dizimizin feri, Süleyman Çelebî’nin Mevlîd’de “Bîle yazdım âdım ile âdını” mısrâıyla indallahdaki mevkıini edebî-estetik formatta âbileştirdiği Muhammed Mustafâ’yı ism-i şerîfini lâğım kuburu ağzına alıp, alenen, en denî hakaretlerle, hem de iki resmî sıfatıyla birden, tam destek verirken, kendilerine hâlâ İslâmcı diyen bu sefîl gürûh ne yapıyordu; “Vatikan’da öperiken götünü kart papanın” diyen şu küfürbaz Neyzen’in dediğinden gayri?
Sâhi ne sebep oldu?
Ne sebep oldu da, “Heybeliada Ruhban Okulu’nu açalım mı” dendiğinde, başlarını açmadan seğirterek, “elbet de; açalım, açalım”; “Patrikhâne’nin ekümeniklik iddiasını tanıyalım mı” dendiğinde,“geç bile kaldık; tanıyalım, tanıyalım” der oldular ve daha bin türlü kepâzeliğe bulaştılar?
Hayır! Bunlar böyle değillerdi; en azından bu kadar değillerdi.
Öleyse, sâhiden ne sebep oldu?
Her ne olduysa oldu - buna sonra değineceğim - ama sonuç, İslâmcılık denen o asâletli hareketin çirkefe bulaşması oldu.
Benim bu adamlara gayz ve öfkem, hiçbir şeye benzemiyor; bu öfkeyle yazıyorum işbu İslâmcı bozuntusu kozmopolitanlar hakkında.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle