Konuk Yazar-Türk Yurdu
Nuri Gürgür-Türk Ocakları Genel Başkanı
10 Şubat 2012
Tarihi Binamız Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?
Türk Ocaklarının 1931 yılında yapılan olağanüstü kurultayında, zorunlu olarak fesih kararı alınırken, taşınır ve taşınmaz bütün mal varlığımızın yeni kurulmakta olan ve Ocaka varis yapılan Halkevlerine verilmesi kararlaştırıldı. Başta Genel Merkez binamız olmak üzere, 276 şubemizin pek çoğunun mülkiyeti bize ait olan malları kurultay kararıyla verildiğinden üzerlerindeki bütün hukuki haklarımızı kendi irademizle terk etmiş olduk. Bu nedenle 1951 yılında Demokrat Parti Hükümeti CHP ve Halkevlerinin tasarrufunda bulunan bütün malların aslında Hazineye ait olduğu gerekçesiyle bunları Hazineye intikal ettirmek üzere kanun çıkarırken Türk Ocağı müdahil olamadı. Ancak Meclisteki görüşmeler sırasında bazı milletvekillerinin girişimleriyle ve Maliye Bakanlığının itirazlarına rağmen tarihi binamızın intifa (kullanma) hakkı bir jest olarak Türk Ocağına bırakıldı. Böylelikle Türk Ocakları, aslında kendisine ait binada 20 yıla yakın bir süre faaliyetlerini sürdürme imkânını buldu. Ancak yöneticilerimiz ne yazık ki intifa hakkını tapuya tescil ettirmeyi ihmal ettiler. Başka bir ifadeyle, tescil suretiyle kullanma hakkını sürekli kılma imkânımız varken, 1951 yılında bu hakkımızı kullanmadığımızdan inisiyatif Bakanlar Kurulunun oldu.
27 Mayıs ihtilâli döneminde, bazı Hükümet üyeleri intifa hakkının kaldırılması girişiminde bulundularsa da, Org.Cemal Gürselin müdahalesiyle amaçlarına ulaşamadılar.
1970 yılının son ayında, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulunun ülkücü öğrencilerinden Dursun Önkuzu, solcular tarafından işkence yapıldıktan sonra binanın 4.ncü katından atılarak şehit edildi. Cenaze konvoyu naaşını memleketi Tokata götürmek üzere Türk Ocağı binasının önünden geçerken, Ocaklı gençler yol kenarında toplandılar, hükümeti protesto ederek Başbakan Demirel aleyhinde slogan attılar. Polis gençlerin üzerine yürüyüp dağıttıktan sonra, binaya girdi ve içeridekileri eşyalarını bile almalarına fırsat bırakmadan dışarı çıkartarak binaya fiilen el koydu. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra, 12 Mart muhtırası verildi; Demirel Hükümeti düşürüldü. Askerin vesayetinde kurulan Nihat Erim Hükümetinin ilk icraatlarından biri Türk Ocağının intifa hakkını iptal ederek, binayı Hazineye iade etmek oldu.
Bunun üzerine Ocaklı hukukçular kararın iptali için dava açtılar. Ancak mahkeme bu talebi reddetti. Bir süre sonra Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürkün eşi Emel Korutürkün girişimleriyle binanın Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne tahsis kararı çıktı.
Türk Ocakları 1986da yeniden faaliyete başladıktan sonra, başta Yönetim Kurulu olmak üzere, bütün Ocaklılar tarihi binamızın geri alınabilmesi için sürekli çaba harcadılar. Konu her vesileyle dönemin başbakanlarına, bakanlarına anlatılmaya çalışıldı. Özellikle 1991 seçimlerinden sonra TBMMne çeşitli partilerden çok sayıda Ocaklı-milliyetçi milletvekili girdi. Bunların öncülüğünde binanın iadesi için Kanun Teklifleri hazırlandı.
Soru: Peki neden bu teklifler kanunlaşamadı?
Çünkü Türk Ocağının malları, kendi iradesiyle yani Genel Kurul kararıyla verildiğinden dolayı, ancak özel bir kanunla Türk Ocağına verilebilir.
Mevzuatımıza göre TBMMnde kanun çıkması iki yolla olabiliyor.
Milletvekilleri (bir yahut çok sayıda) bir Kanun Teklifi hazırlayıp Meclise sunduğu zaman, bunun görüşülebilmesi için gündeme alınması gerekir. 1991-2002 arasındaki koalisyonlar döneminde, partilerin Grup Başkan Vekillerinin katılımlarıyla Danışma Kurulu oluşuyor, bu kurul gündeme alınma konusunu görüşüyor, mutabakat sağlanırsa Kanun Teklifi Genel Kurul gündemine alınıp görüşme süreci başlıyordu. Ancak iktidarla muhalefetin bu hususta mutabakatı çoğunlukla sağlanamadığından, gündeme alınıp alınmayacağı Genel Kurulda oylamayla belirleniyor ve iktidar çoğunluğunun oylarıyla Kanun Teklifi dönem sonuna kadar beklemeye alınıyordu. Bu şekilde her dönemde TBMMne sunulup gündeme alınmayan ve dönem sonunda kadük olup geçersiz hale gelen birkaç yüz kanun teklifi olur. Kısacası hükümete rağmen milletvekillerinin inisiyatifiyle kanunlaşabilen teklif sayısı her dönemde yok denecek kadar az olmuştur. Bugün de durum değişmemiştir.
Hükümet bir kanunun çıkmasını isterse, bunu Kanun Tasarısı olarak hazırlar. Bakanlar Kurulunda imzaya açılıp prosedür tamamlandıktan sonra TBMMne sevk edilir. Komisyonlarda görüşülmesini takiben Genel Kurula gelir; burada görüşmelerin tamamlanmasından sonra iktidar çoğunluğunun oylarıyla kabul edilerek onaylanmak üzere Cumhurbaşkanlığına gönderilir. Kanunların tamamına yakını Kanun Tasarısı olarak Hükümet kanalından gelenlerdir. Hükümetin destek vermediği bir teklifin kanunlaşması mümkün değildir.
Bu gerçeklerin farkında olarak 1998den itibaren çoğu Türk Ocaklı milletvekili dostlarımız aracılığıyla koalisyonun büyük ortağı olarak iktidarda bulunan ANAP ve Başbakan Mesut Yılmaz üzerinde yoğun girişimlerimiz oldu. Diğer yandan DYP cenahında da bu partideki milletvekili arkadaşlarımız aracılığıyla destek aradık. Bunun sonucu olarak DYP Grup Başkan Vekili Saffet Arıkan Bedük hazırladıkları kanun teklifini gündeme alınması talebiyle Danışma Kuruluna getirdi. Ancak burada anlaşma sağlanamadığından gündeme alınıp alınmayacağı hususu TBMMnde görüşülüp oylama yapıldı. O sırada Meclis salonu onarımda olduğundan, görüşmeler eski senato salonunda yapılıyor ve TRT-3den yayınlanıyordu. Genel Merkezde oylamayı ekrandan heyecanla izliyorduk. ANAPlı milletvekillerinin tamamı Genel Başkanları Mesut Yılmazın isteği doğrultusunda aleyhte oy kullandılar ve böylece teklif gündeme alınmadı. Oylamadan sonra ANAPlı milletvekili arkadaşlarımızı aradık ve sitemlerimizi ilettik. Büyük hayal kırıklığı yaşamıştık ve çok üzülmüştük. Zira gündeme alınıp görüşülseydi kanun kesinlikle çıkacak, binamıza kavuşacaktık. Cevapları şu oldu: Biz böylesine tarihi bir kanunu çıkarma şerefini muhalefete bırakamazdık. Endişeniz olmasın biz en geç 15 gün içerisinde bu kanunu Meclise kendimiz getirip çıkaracağız.
Ne yazık ki bu vaatleri gerçekleşmedi. Hatta rahmetli Mustafa Taşar ve Ali Doğan gibi Türk Ocağı camiasından olan partinin önde gelen isimlerini araya koyarak Başbakan Mesut Yılmazı Genel Merkezimize davet edip, yüz yüze konuşup ikna etmek istedik. Ancak binayı veremedik, şimdi gitmem uygun olmaz diyerek gelmedi.
1999dan sonra 57.Hükümet döneminde de girişimlerimiz devam etti. Koalisyonun büyük ortağı olan MHP kanalından sonuç alamadık. Çünkü bize Başbakan Ecevitle konuşup Onu ikna etmemiz isteniyordu. Ecevit ile görüşme fırsatı bulamadan koalisyon dağıldı.
2002den sonra AK Parti iktidarı döneminde de doğrudan Hükümet ve Başbakan Erdoğan nezdinde girişimler yapıldı. Özellikle önceki dönemlerde Mecliste hazırlanan Kanun tekliflerinde imzaları bulunan Ali Coşkun, Vecdi Gönül ve Cemil Çiçekten Başbakan nezdinde yardımcı olmalarını istedik. 2006 Kurultayına gelip konuşma yapan o zaman ki Dışişleri Bakanı Abdullah Güle konuyu Genel Kurulumuzun huzurunda sunduk. Sonuçta 2007 genel seçimlerine birkaç ay kala dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç bizi aradı ve Sayın Başbakan bina meselesinin çözümü konusunda gerekli çalışmaların yapılması için talimat verdi, bununla ilgili bir Kanun Tasarısı hazırlayıp Bakanlar Kurulunda imzaya açacağız. Ancak intikal şartlarını görüşüp bir protokol yapmak üzere sizinle görüşmek istiyorum dedi.
Yönetim olarak bu konuda zaten önceki yıllardaki girişimlerimiz sırasında hazırlığımızı yapmıştık. Kültür Bakanlığının Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanmakta olduğu binayı terk etmek niyetinde olmadığını biliyorduk. Büyük masraflar yapılarak binanın iç düzenlemesi değiştirilmiş, yüzlerce eserin yerleştirildiği bir müzeye dönüştürülmüştü. Bu açıdan tekliflerimizin kabul edilebilir içerikte olması gerekiyordu. Ayrıca 1930da inşaatı tamamlanan binanın tesisatlarının tümü eskimiş, başta çatısı olmak üzere, her tarafı büyük restorasyon gerektirecek derecede yıpranmıştı. 80 yıl öncesinin kalorifer sisteminin çalışması için büyük yakıt masrafı gerekiyordu. Kısaca binanın bakım, onarım ve genel giderleri için Devlet desteğine ihtiyaç vardı. Nitekim 2008-2010 arasında yapılan onarım çalışmalarında on iki milyon TL.sı harcandığı söyleniyor. Bunların Genel Merkez bütçesinden karşılanması imkânsızdı. Bu gerçekleri göz önüne alarak teklifimizi birkaç maddede topladık:
Binanın mülkiyetinin bize ait olduğunu belirtecek şekilde Türk Ocağı adı açık ve belirgin şekilde ön ve arka cephelere yazılacak.
Binada irtibat yerimiz olarak kullanabileceğimiz ve kendimizin seçtiği bir odamız bulunacak.
Toplantı salonundan dilediğimiz zaman ücretsiz yararlanacağız.
Kültür Bakanlığı kiracımız konumunda olacağından Türk Ocağına ilk yıl için ayda 15.000 TLden başlayan bir kira ödeyecek.
Böylelikle rutin bir gelire sahip olmak suretiyle çok zor şartlar altında yürütebildiğimiz çalışmalarımızın daha rahat ve verimli yapılacağını, malî sorunumuzun ortadan kalkacağını hesaplıyorduk.
Kültür Bakanı Atilla Koç kira talebimizin dışındaki isteklerimizi kabul etti. Kira ödeyecek Bakanlık tahsisatının bulunmadığını, zaten Maliye Bakanlığının da bu talebimize sıcak bakmayacağını öne sürerek isteğimizi kabule yanaşmadı. Bunun üzerine dönemin Maliye Bakanlığı Müsteşarı ve yakın dostum olan Hasan Basri Aktanı ziyaret edip konuyu anlattık. Sayın Aktan siz haklısınız diyerek Hukuk Baş Müşavirini çağırdı; Kültür Bakanlığına hitaben talebimizi destekleyen ve gerekirse tahsisatını artıracağını belirten olumlu bir yazı hazırlattı. Yazının suretini alarak Kültür Bakanına gittik ve artık engel kalmadığını ifade ettik. Bize bu defa CHPnin ve sol çevrelerin şiddetle itiraz edeceklerini öne sürerek olumsuz tavrını sürdürdü. Kendisine bütün mesele bu ise, CHP Genel Başkanı ile görüşüp sorunu halledebileceğimizi söyledikse de tavrını değiştirmeye yanaşmadı. Bize siz irat mı istiyorsunuz? dedi. Biz de cevaben elbette irat istiyoruz; çünkü Türk Ocağı malî imkânları çok sınırlıdır ve bu tarz bir desteğe ihtiyacımız vardır. Sizin bu binanın mülkiyetini verelim derken, bunun yaklaşan genel seçimlerde partinize prestij sağlayacağını ve siyasi bir yararı olacağını hesapladığınızı ikimiz de biliyoruz. Buna karşılık bize bu görkemli binanın kira bedeli olarak yılda 5.000,- TL gibi kabulü mümkün olmayan bir teklif yapıyorsunuz. Biz Türk Ocağı camiasına mülkiyeti aldık ama Kültür Bakanlığı kullanmayı sürdürecek diyebilmemiz için makul bir bedel ödeneceğini söyleyebilmeliyiz. Kanun kuru bir mülkiyet intikalinden öte bir anlam taşımadığı taktirde camiamızın bunu içine sindirmesi mümkün değildir. Gelin konuyu Başbakana iletelim, Onu hakem yapalım dedik. Fakat Atilla Koç bunu da uygun bulmadığından Kanun Tasarısı hazırlanamadı ve bu girişimde akim kaldı.
20 küsur yıldır sürüp gelen tarihi bina serencamımız bize şunu gösterdi: Binamızı alabilmek için öncelikle Başbakanı ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü bizim problemimiz başka kuruluşların, sendikaların ve bilhassa azınlık vakıflarının durumlarından çok farklı. Onların sorunları devletin uygulamalarından yahut darbe dönemindeki işlemlerden kaynaklanıyor. Oysa biz mallarımızı kendi irademizle teslim ettiğimiz için, binamızı ancak bu konuda özel bir Kanunun çıkarılmasıyla geri alabiliriz. Ayrıca tarihi binanın dışındaki menkul ve gayrimenkullerimiz için öne sürebileceğimiz hiçbir hukukî mesnede sahip değiliz. Bu gerçekleri bilerek hareket etmek mecburiyetindeyiz.
Taşradaki şube mensuplarımızın pek çoğunun bu süreçleri tam olarak bilmemeleri doğaldır. Bazı bölge toplantılarında konuyu geniş şekilde anlatmamıza rağmen herkese duyuramadığımızın farkındayız. Ancak Ankarada, hatta Genel Merkezde bulunmasına, bütün bu gelişmeleri birebir bilecek pozisyonda olmasına rağmen, mikrofonu eline alıp kimsenin düşünemediğini dile getiriyor gibi tavırlarla camiamızın bu konudaki duygularını, hassasiyetini kışkırtmaya çalışmak son derece yanlıştır. Bunun doğru ve etik bir tutum olmadığı ortadadır.
Bu yazı 1,234 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
15 Nisan 2012
12 Eylül Davası Bu Haliyle Sonuçsuz Bir Girişim Olarak Kalacaktır
-
28 Mart 2012
Türk Ocakları bu yıl 100.ncü yılını kutluyor
-
3 Mart 2012
Eğitim Meselesi Siyasallaştırılmamalı
-
11 Şubat 2012
Yılmaz Öztuna Hakka Yürüdü
-
10 Şubat 2012
Tarihi Binamız Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?
-
1 Şubat 2012
Fransa Parlamentosu ve Sarkozy Türkiyeye Tarih Bir İmkn Sunuyor
-
15 Ocak 2012
Bir Milli Kahramanı Kaybettik Türk Milletinin Başı Sağolsun
-
7 Ocak 2012
Uludere Faciası Ahlksızca İstismara Çalışılıyor
-
30 Aralık 2011
Türkiye Herşeye Rağmen Büyük ve Güçlü Bir Ülkedir
-
20 Aralık 2011
Türk Ordusu Bu Sataşmalara Müstahak Değildir
-
5 Aralık 2011
Dersim’in Nedense Konuşulmayan Tarihçesi
-
26 Kasım 2011
Yeni Anayasa Hazırlıkları Fetiş Haline Getirilmemelidir
-
5 Kasım 2011
KCK Operasyonlarına Gösterilen Tepkilerin İdeolojik Anlamı Üzerine
-
21 Ekim 2011
Milli Politika Zarureti
-
10 Ekim 2011
Türk Toplumunun Sinir Uçlarıyla Oynanmamalı
-
25 Eylül 2011
Yirmibirinci Yüzyılda Nasıl Bir Türk Ocağı?
-
6 Eylül 2011
İsrail ile Savaşın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Tarihi Gafın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Işık Koşaner’e Tepkiler Haklı Sayılabilir mi?
-
15 Ağustos 2011
Suriye’deki Olaylara İlgisiz Kalamayız
Yorumlar
+ Yorum Ekle