Konuk Yazar-Türk Yurdu
Nuri Gürgür-Türk Ocakları Genel Başkanı
15 Ocak 2012
Bir Milli Kahramanı Kaybettik Türk Milletinin Başı Sağolsun
Kadrini seng-i musallada bilüb ey Bâki
Durub el bağlayalar karşında yârân sâf sâf
Milletlerin kahramanı milletlerin müşkül zamanlarında, umutsuzluğun, çaresizliğin oluşturduğu karamsarlık ortamında parıldayan yıldızlardır. Ruhların bunaldığı, ümitsizliği yürekleri bunalttığı anlarda toplumlara kılavuzluk yaparlar, yol gösterirler; azimleriyle cesaretleriyle imanları tazelerler, kalplere yeniden heyecan aşılarlar, güven kazandırırlar.
Kıbrıs Türklüğü'nün en büyük şansı, yok olma ihtimallerinin gerçekleşmek üzere olduğu 50'li yılların başlarında Rauf Denktaş gibi güçlü bir şahsiyetin kurtuluş mücadelesini başlatanların arasında olması, kısa bir süre sonra lider sıfatıyla başında yer almasıdır.
Gençlik yıllarından itibaren hedeflerinde, ideallerinde en ufak sapma bulunmayan, dümdüz bir çizgi hâlinde, büyük bir istikrar içerisinde sürdürdüğü 88 yılı ömrünü gerçek bir "dava adamı", tam bir kahraman, örnek bir lider olarak tamamladı. Geçirdiği ağır hastalık neticesinde konuşma ve hareket zorluğu yaşarken bile, yarım yüzyıl öncesindeki gibi Kıbrıs mücahitlerinin cesur ve kararlı yöneticisi "Toros" idi.
Varlığını yıllarca önce Kıbrıs Türklüğü'nün varlığına, özgürlük ve bağımsızlık ülküsüne seve seve, isteyerek, inanarak feda etmiş, geri almayı hiçbir zaman düşünmemişti.
Remzi Oğuz Arık'ın eşine ithaf ettiği fotoğrafındaki anlamlı ifadesiyle "bütün bir ömrü bir cephede gibi yaşamayı" şiar edinmişti; gerçek bir ülkücüydü, er kişiydi.
"Kahramanlık ileri atılıp bir daha dönmemek" ise bu Denktaş'ın hayat hikâyesidir.
27 Kasım 1948'de 24 yaşında Kıbrıs Türklerinin ilk mitinginde kürsüde konuşan genç Denktaş'ın söyledikleriyle, 64 yıl sonra 2012 yılının ilk günlerinde solunum cihazına bağlı olarak yatarkenki son sözleri arasında duyulan "Kıbrıs Türkleri özgür ve bağımsız bir topluluktur" ifadesi tıpatıp örtüşür. Başka bir ifadeyle onun bu son sözleri 88 yıllık ömrünün veciz ve anlamlı bir özetidir.
Rumların adayı Yunanistan'a bağlamak üzere Albay Grivas'ı çağırıp, EOKA terör örgütünü kurdukları 50'li yılların ortalarında Rauf Denktaş İngiliz yönetimindeki Kıbrıs'ta savcılık görevi yapmaktadır. Rum saldırısıyla can güvenlikleri kalmayan Kıbrıs Türkleri şaşkın ve çaresizdir. Türkiye 1951 yılında "bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur" diyebilen bir Dışişleri Bakanından 1-2 yıl sonra durumun vahametini geç de fark etmeye başlamıştır. Millî duyguların günümüzdeki gibi henüz törpülenmediği o yıllarda, 1955'den itibaren kitlesel gösteriler başlamıştır. "Kıbrıs Türk'tür Türk Kalacaktır" sloganlarıyla toplantılar düzenlenmektedir.
Av. Rauf Denktaş savcılık görevinde emekli olmasına 6 ay kala 1957'de "Kıbrıs Türk Federasyonu Başkanı" olmayı kabul eder. Tedirgin olan eşini "Bir yıl kadar çalışıp, gerekli teşkilatlanmayı yapıp işime dönerim" diyerek yatıştırmaya çalışır. Ancak olaylar hızla gelişir. Denktaş kamuoyuna açık sıfatının yanı sıra, Kıbrıs Türklerinin varlığını korumak için oluşturulan "Türk Mukavemet Teşkilatı"'nın kurucusu ve lideri olarak çok hassa bir görevi daha üstlenir.
Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Kıbrıs davasını tam olarak sahiplenmişlerdir. Yunanistan ve İngiltere ile yoğun diplomatik görüşmeler yapılmakta, kıyasıya pazarlıklar cereyan etmektedir. 1959'da imzalanan ve dış politikamızın nen parlak başarılarından bir olan Londra ve Zürih anlaşmaları Kıbrıs meselesinin dönüm noktası olmuştur. Türkler Rumlarla birlikte oluşturulan Kıbrıs Devleti'ni ortağı olduğu gibi, Türkiye İngiltere ve Yunanistan ile birlikte bu oluşumun garantörlüğünü üstlenmiş, böylelikle uluslararası hukuk açısından bir "statü" elde edilmiştir. Bu anlaşma çerçevesinde Türk Alayının Kıbrıs'a intikaliyle askerimiz yıllarca sonra adaya ayak basma imkânı bulmuştur.
Ancak Kıbrıs Rumlarının lideri ve fanatik bir Pan-Helenist olan Makarios bir emrivaki olarak kabule zorlandığı bu statüyü sürdürmeyi düşünmemekteydi. Nitekim imzasının mürekkebi bile kurumadan, EOKA Kıbrıs Türklerine kanlı saldırılar başlattı. Türk alayında görevli Tabip Albayın karısı iki çocuğu sığında banyo küvetinde acımazsıca katledildi. Lefkoşa'daki Alayımızın kışlasından çıkıp mevzilenmesi ve çarpışmaya girmesi üzerine ve Ankara'nın yoğun tepkileri karşısında saldırılar kısa bir süre için kesildi.
Rauf Denktaş Kıbrıs Türk cemaati adına 1964 yılında Birleşiş Milletler'de konuştu; EOKA'nın katliam girişimlerini Makarios tutumunu dünya kamuoyuna duyurdu. Buna tepki olarak Makarios Denktaş'ın adaya girmesini yasakladı. O'nun artık Ankara'da yüreği ve beyni adadaki Türklerle dopdolu bunalımlı sürgün yılları başladı. 1967 yılında Rum'ların yeni saldırılar başlatmaları üzerine daha fazla dayanamayarak, ölümü göze alarak ufak bir tekneyle Karpaz Yarımadasına çıktı. Ancak "Toros" kısa sürede yakalandı ve Ankara'nın baskısı üzerine Türkiye'ye iade edildi. Bir yıl sonra Birleşmiş Milletler kanalıyla yasağı kaldırıldı ve üzerine mücadelesini bıraktığı yerden sürdürmek üzere adaya döndü.
1973'de Türkiye'nin de desteğiyle Dr.Küçük'ün yerine Cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. Böylelikle fiilî durum hukukî görünümüyle örtüşür hâle geldi.
1974 yılının Temmuz ayında adanın Yunanistan'a bağlanması ve Kıbrıs Türklerinin yok edilmesi amacıyla düzenlenen Sampson darbesi üzerine Türkiye anlaşmalardan kaynaklanan hakkını kullandı. Türk Silahlı Birliklerinin müdahalesiyle Rumların projesi gerçekleşmedi, ada fiilen bölündü. Rauf Denktaş 1975 de ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin Devlet ve Meclis Başkanı oldu.1976 -1981 de iki kez halkın oylarıyla Devlet Başkanlığı'na seçildi.
1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin işanı üzerine yapılan seçimlerinde yeni Devlet'in ilk Cumhurbaşkanı oldu. Bu görevini üst üste kazandığı seçimlerle 2005'e kadar sürdürdü. Bu tarihte yapılan seçimlerde aday olmayarak siyasi hayatını noktaladı.
Rauf Denktaş ile çeşitli vesilelerle görüşme, konuşma ve dinleme imkânım oldu. Özellikle 2004'de Annan Planı için yapılan referandum sırasında kendisine destek olmak amacıyla ATO Meclisi'ni özel bir uçakla birkaç günlüğüne Kıbrıs'a götürdüğümüzde muhterem Cumhurbaşkanımızla sohbet fırsatını buldum. Kıbrıs meselesini bütün yönleriyle Kıbrıs Türklüğü tarihinin bu canlı hafızasından olayları doğrudan yaşayan bir ağızdan dinleyip öğrenmek imkânım oldu. Bu arada onun duygusal dünyasını, insanî yanını, şahsî yaşantısını kısa bir an bile olsa tanımaya çalıştım.
Sergilediği resmî görüntünün dışında sımsıcak, sevgi dolu, şefkatli yüreğini, engin bir iç dünyasını yakından müşahede ettim. En sıkıntılı zamanlarında bile yüzünde eksilmeyen tebessümünün, kendisini daha da sevimli kılan şakacı üslûbunun, espri becerisinin yaşadığı evlat acılarının, çeşitli kırgınlıklarının, hayal kırıklıklarının mustaribi olan bir gönül dünyasını perdelemeye yönelik olduğunu fark ettim. Denktaş duygu dünyasında neler yaşarsa yaşasın millî bir mücadeleyi yürüttüğünün, Kıbrıs Türklerine onurlu ve aydınlık bir gelecek hazırlamakla yükümlü olduğunun bilincindeydi. O'nun çok bilinen fotoğraf merakı ve açtığı sergiler belki de yaşadığı acıları hafifletmeye yönelik vesilelerdi.
Bir yandan şahsi ve ailevi hayatını yaşamak durumunda olan, bunların sorumluluğunu bilen duygu dünyası zengin bir insan olmak, diğer yandan hem içerde yani Kıbrıs Türkleri arasında hem de bütün dünyayla inandığı davanın mücadelesini ilkelerinden taviz vermeden yürütmek sıradan bir insanın altından kalkamayacağı kadar ağır bir yüktü. Batı'lıların, Hristiyan dünyasının Kıbrıs Türklüğünün varlığını tam bir ehlisalip bağnazlığıyla kabule yanaşmayan, haklarını tanımayan tutumlarına karşı yıllar boyunca müzakere masalarında onurlu bir mücadele sürdürdü, teslim olmadı. Doğuştan sahip olduğu diplomatik kabiliyetini müzakereci niteliğini bilge kişiliğiyle, keskin zekâsıyla, konulara vukûfiyetiyle hiç eksilmeyen azim ve cesaretiyle birleştirerek görevini başarıyla yerine getirdi.
Türk Milleti tam ve kâmil anlamda bir "millî kahramanı" ebedi âleme yolcu ediyor. Eksikliğini her zaman duyacağız ve arayacağız. Kıbrıs Türkleri'nin bu büyük insanın, örnek dava adamının yaşantısını, onurlu ve vakur duruşunu, fedakârlıklarını daima hatırlamalarını, ilham almalarını onun göndere çektiği özgürlük bayrağını daima yukarılarda tutmalarını yürekten diliyorum.
Sadece Kıbrıs Türklerinin değil bütün Türk Dünyasının, hepimizin Cumhurbaşkanımız olarak algıladığımız millî kahramanımızı, yürekli ve cesur liderimizi hürmetle, minnetle, şükranla anıyoruz; Cenab-ı Hak'dan kendisine rahmet ve mağfiret ediliyoruz. Mekânı cennet olsun. Milletimizin başı sağolsun.
Bu yazı 1,413 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
15 Nisan 2012
12 Eylül Davası Bu Haliyle Sonuçsuz Bir Girişim Olarak Kalacaktır
-
28 Mart 2012
Türk Ocakları bu yıl 100.ncü yılını kutluyor
-
3 Mart 2012
Eğitim Meselesi Siyasallaştırılmamalı
-
11 Şubat 2012
Yılmaz Öztuna Hakka Yürüdü
-
10 Şubat 2012
Tarihi Binamız Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?
-
1 Şubat 2012
Fransa Parlamentosu ve Sarkozy Türkiyeye Tarih Bir İmkn Sunuyor
-
15 Ocak 2012
Bir Milli Kahramanı Kaybettik Türk Milletinin Başı Sağolsun
-
7 Ocak 2012
Uludere Faciası Ahlksızca İstismara Çalışılıyor
-
30 Aralık 2011
Türkiye Herşeye Rağmen Büyük ve Güçlü Bir Ülkedir
-
20 Aralık 2011
Türk Ordusu Bu Sataşmalara Müstahak Değildir
-
5 Aralık 2011
Dersim’in Nedense Konuşulmayan Tarihçesi
-
26 Kasım 2011
Yeni Anayasa Hazırlıkları Fetiş Haline Getirilmemelidir
-
5 Kasım 2011
KCK Operasyonlarına Gösterilen Tepkilerin İdeolojik Anlamı Üzerine
-
21 Ekim 2011
Milli Politika Zarureti
-
10 Ekim 2011
Türk Toplumunun Sinir Uçlarıyla Oynanmamalı
-
25 Eylül 2011
Yirmibirinci Yüzyılda Nasıl Bir Türk Ocağı?
-
6 Eylül 2011
İsrail ile Savaşın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Tarihi Gafın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Işık Koşaner’e Tepkiler Haklı Sayılabilir mi?
-
15 Ağustos 2011
Suriye’deki Olaylara İlgisiz Kalamayız
Yorumlar
+ Yorum Ekle