Hıristiyanlık başlangıcındaki saflığını yitirip teşkilatlandı. Kilise siyaset ve hayat üzerinde hakimiyet kurdu. Ortaçağ asırları Avrupa halkları için karanlığın ve karanlıkçılığın egemenliğinde geçti. Papalar krallar gibi, kilise büyükleri kardinaller, başpiskoposlar, piskopat beyler, gibi yaşadılar. Halk kitlesi ezildi, sömürüldü. Bağışlanma kağıtları, cennetten arsalar parayla satıldı. Bilimin gelişmesini, düşünmeyi engellemek için kilisenin yapmadığı kalmadı. İnsanlara işkence edildi, insanlar öldürüldü, yakıldı. Engizisyon ve mahkemeler insanların korkulu rüyası oldu.
Galile'yi "dünya dönüyor" dediği için yakılarak öldürülmeye mahkum eden kiliseydi.
İşte laiklik düşüncesi ve uygulaması Avrupa'da bu ihtiyaçtan doğdu. Siyaset ve hayat üzerinde kilisenin baskısı ortadan kaldırıldı. Bir ara kilise, baskıya uğradı. Sonra denge bulundu. Hazreti İsa'nın sözü hatırlandı: "Allah'ın hakkı Allah'a, Sezar'ın hakkı Sezar'a..."
Avrupa iç dengesini bulmuştur. Laiklik biçiminde de olsa , sekülerizm de olsa, batı insanı için düğüm çözülmüştür. "Din adına siyasete ve insanların hayatına baskı yapılmayacak, siyaset ve devlet de dini hayata karışmayacaktır."
Değerli okuyucum, iyice anlaşılmalıdır ki, laikliğin varoluş sebebi ve haklılık gerekçesi insanların ve insanlara hizmet etmek üzere kurulan kurumların ve en büyük kurum olan devletin, din ve din kurumlarının ve din adamlarının baskısından kurtarılmasıdır. Buna karşılık da, inanmak ve inancını yaşamak özgürlüğü de devlete karşı güvence altına alınmaktadır.
Peki birileri insanlara aynı baskıyı adına "din" denilen kurumları kullanarak değil de, din durumuna getirilmiş kavramlarla yaparsa ne olacak?
Sözgelimi "laiklik" kavramı önce bir ideoloji kavramı haline getirilip sonra da müminleri ve kafirleri olan "din" haline getirilirse...
Olur mu böyle şey?
Olmuştur... Ve olmaktadır...
Laikçilik kavramına laikçiler itiraz ediyorlar. Dincilik sözüne de dinciler...
Nasıl dindarlık başka dincilik başka ise, laiklikle laikçilik de başka başka kavramlardır.
Bütün bu nazari bilgiler ışığında şu yanlış olarak türban denilen başörtüsü meselesine baktığımızda, gördüğümüz manzara tam da budur. Yani laiklik, laiklik dini haline getirilmiş ve insanların nasıl giyineceklerine, sadece başlarını örtüp örtmeyeceklerine değil, nasıl örteceklerine karar verilmektedir.
Gülünç değil mi?
Bence gülünçten de öte... Acıklı güldürü...
"Ninelerimizin başörtüsü gibi olsa " diye başlayan söylemlere bakınız... "Peki" deyiniz "siz dedeleriniz gibi mi giyiniyorsunuz?"
Bu arada "İslam'da başörtüsü var mı, yok mu?" Tartışmasına kulaktan dolma yarım yamalak bilgilerle karışanlara ne dersiniz?
"Kimilerinin insanların nasıl giyineceklerine, başka kimilerinin de insanların nasıl ibadet edeceklerine baskı yoluyla karıştıkları bir toplumda neyi kime anlatacağız" Demeyelim... Anlatalım...
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle