Konuk Yazar-Türk Yurdu
Nuri Gürgür-Türk Ocakları Genel Başkanı
5 Kasım 2011
KCK Operasyonlarına Gösterilen Tepkilerin İdeolojik Anlamı Üzerine
Öcalanın Türkiyeye teslimi döneminde PKK, birkaç yıl süren ciddi bir sarsıntı yaşamıştı. Ancak terör saldırılarının sıfırlanmaya yaklaştığı bu yılları ne yazık ki iyi değerlendiremedik. Güvenlik güçlerinin başarılı operasyonlarıyla büyük darbe yiyen, lideri Türk yargısına hesap veren bölücü terör örgütüne karşı, kapsamlı, etkili ve çok yönlü bir devlet politikası uygulayarak olayın marjinalize edilmesi mümkün iken, garip bir atalet havası yönetim kademelerine egemen oldu. PKK doğal olarak bu uyuşukluğu fırsat bildi. Bir yandan örgüt köklü bir revizyona giderek yeni şartlara uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan militan kadrolarını takviye etti. Öcalan İmralı duruşmalarında yeni stratejisinin demokratik cumhuriyet olduğunu ilân etti. Böylece silah zoruyla başaramadığı bağımsız Kürt Devleti yerine, siyasî zemini kullanarak devlet içinde devlet oluşturmak amacıyla yeni bir stratejiyi uygulamaya koydu. Yeni organizasyon bağlamında PKKnın kırsaldaki silahlı varlığı korunurken, şehirlerde KKK adıyla (bir yıl sonra KCK-Kürdistan Komünler Birliği-adını aldı) paralel bir devlet yapısı oluşturmak üzere çalışmalar başlatıldı.
KCK ırkçı-ayrılıkçı Kürtçülük hareketini PKK gibi silahlı gruplar da dahil tüm birimleriyle kontrol eden, sistematik bir eğitim çalışmasıyla kitle tabanını genişletmeye çalışan, bunları yönlendirip eylemleri düzenleyen, çeşitli alanlardaki kuruluşlarıyla koordinasyon sağlayan, bölge halkını semt mahalle komitelerinden başlayarak sıkı bir disiplin içinde örgütleyen çok geniş bir organizasyondur. Yapının anayasası sayılan örgüt sözleşmesinde yasama, yürütme ve yargı işlevlerini yapacak birimler oluşturulurken, BDP ve ona bağlı belediyeler KCKnın alt kademeleri tarzında hiyerarşik bir ilişkiye yerleştirildiler. Yönetim şemasında Öcalan önder, Murat Karayılan başkan olarak belirlendi. Belediyelerin denetimini sağlamak üzere komiser işlevini gören KCK görevlileri belirlendi. Mesela Diyarbakır Belediye Başkanının, görünüşte maiyetinde olan temizlik işçisi kadrosundaki KCK görevlisinden direktif alabildiği ortaya çıktı.
KCK Başkanının yanında 4 yardımcısı, 30 kişilik Yürütme Konseyi, ideolojik, harp, savunma, kadın alanları ve sosyal-siyasal alanlarla, şehirlerde yürütme organı şeklinde çalışmaktadır.
KCK sözleşmesinin 15.maddesinde Yüksek Adalet Divanı adını verdikleri birimin işlevi olarak KCK sözleşmesinin yargı alanında uygulanmasını sağlamak, sözleşmeye aykırılık durumlarını gidermek şeklinde ancak bir devlet yapısı için söz konusu olabilecek işlevler sıralanmaktadır.
Türkiye KCKnın harekete geçirildiği 2005 yılından itibaren birkaç yıl boyunca ne yapılmak istendiğini tam olarak algılayamadı. 2009 Ağustosunda çok iddialı ifadelerle başlatılan ve içeriği hâlâ izah edilemeyen, yanlışlığını şu günlerde başlatanların bile fark ettiği açılım projesi açıklanırken KCKnın bilinen örgüt yapısının üzerinde doğrudan bir devlet sistemi ihdas olduğu fark edilememişti.
Böylece ırkçı-ayrılıkçı örgüt bir yandan bazı devlet görevlileriyle görüşmeler yapıp silah bırakmaya razı oluyor havası yaratırken, diğer yandan KCK üzerinden şehirlerde yoğun bir örgütlenme ve çalışma dönemi başlattı. Molotoflu gösteriler, sivil itaatsizlik ve alternatif Cuma namazları gibi kitlesel eylemler, eğitim faaliyetleri doğrudan örgüt tarafından hazırlanıp uygulamaya konuldu. Bu arada paralel devlet olma girişiminin alt yapısı oluşturulmaya çalışıldı. Özellikle pilot bölge yapılan Hakkari ve ilçelerinde yargılama yapan birimin yanı sıra vergi adı altında para toplayan elemanları, öz savunma güçleri devreye sokuldu. İran ve Irak hudutlarında örgütün tarifeli gümrük kapıları ihdas edildi.
KCK sözleşmesindeki akademik alanın bir örneği geçen hafta İzmir polisi tarafından ortaya çıkarıldı. Kürt Dili ve Kültürünü Araştırma Derneği adıyla faaliyet gösteren yerde uyuşturucu verilen çocuk yaştaki militanların Molotof kokteylleri hazırlayarak polise yaptıkları saldırıların görüntüleri yayınlandı.
Güvenlik güçlerinin bir süredir KCKnın üzerine gitmeye başlaması ve açılan soruşturmalar sonucu çok sayıda örgüt mensubu gruplar halinde tutuklanmaya başladı. Bu yargılama sürecinde KCKnın yapısı, amacı ve hedefleri net olarak gözler önüne seriliyor. Bu durum konfederatif bir devlet yapısı oluşturmayı amaçlayan Kürt etnikçilerinin yanı sıra, bir kısım liberal ve sol çevrelerde de tepkiyle karşılanıyor. KCKya yönelik operasyonların PKKnın dağdan düz ovaya inip siyasî alana intikal etme niyetinin önünü kestiğini, silah bırakmaya ikna edilecekken barışın engellendiğini iddia ediyorlar. Bu çevrelere göre KCKnın üzerine gidilmeseydi PKKlılar terör eylemlerini durdurup, meşru yollardan görüşlerini savunmaya, siyasî alanı tercihe hazırlanıyorlardı. Devlet bu kanalları yanlış tutumuyla işlemez hale getirdi.
Son olarak İstanbulda tutuklananlar arasında Prof.Büşra Ersanlı ile yayımcı Ragıp Zarakolunun da olması pek çoğu 70li yılların kır ve şehir gerillacılığına özenerek kurulan Leninci ve Maocu sol sosyalist gelenekten gelen, günümüzde kendilerini liberal ve demokratik olarak tanımlayan çevrelerde tepkiyle karşılandı. 1970-1980 arasındaki kanlı dönemin sorumlusu sol örgütlerin aktif elemanları arasında yer alan, Bekaada silahlı eğitim yapıp Türkiyede BAAS benzeri sol bir diktatörlük kurmaya çalışan bu isimler nasırlarına basılmışçasına feryat ediyorlar; pervasızlığın, arsızlığın zirvelerinde dolaşıyorlar.
Kimisi 1974deki Af Kanunuyla cezaevinden çıkarak, kimisi 12 Eylülde yurt dışına kaçıp takibattan kurtularak yahut ülkede tam siper yapıp kendilerini unutturarak fırtınalı dönemi atlattıktan sonra ideolojik görünümlerini birer hokkabaz becerisiyle değiştiriverdiler. Ekserisi liberal ve demokrat görüntüye büründüler. Medyada birbirlerini kollayıp destekleyerek köşe başlarını tuttular. Büyük gazetelerin sahipleri her nedense bunlara kucak açtı. En mutena köşelerini bir zamanlar Türkiyenin kurtuluşunun ancak komünist düzenle mümkün olabileceğini savunan, amansız bir sermaye düşmanlığı yapan ancak değişen dünya şartlarının zorlamasıyla ideolojik dönüşüm yapmış görünen bu eski solcu yeni liberal isimlere tahsis ettiler.
Günümüzde fütursuzca PKK yandaşlığı yapan bazı isimlere haftanın birkaç günü gazetesinin bütün bir sayfasını tahsis etmekte sakınca görmeyen merkez medyanın maruf patronu bu dramatik tablonun tipik bir temsilcisidir. Normal satış gelirleriyle yaşama şansı bulunmayan bir gazeteye oluk gibi para akıtarak çıkmasını sağlıyor. Parasal hesaplarını iyi bilen, basının dışında değişik sektörlerde büyük yatırımları olan medyanın bu kıdemli patronunun böylesine bir külfete hangi hesaplarla katlandığını anlamak mümkün değil. Ancak ne tür bir hesabı olursa olsun bunun ideolojik bir yanının olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Çünkü yaşı artık kemale eren bu kişinin ne aile yapısı, ne doğup büyüdüğü muhafazakâr küçük Anadolu kasabası, ne de 70li yılların sonuna kadar Sirkecide yedek parçacılık yaptığı günlerdeki dostluk ilişkileri çuval dolusu para ayırarak bu hıyanet çizgisindeki gazeteyi çıkarmasına, kalemlerini millî varlığımıza kin ve nefret saçmak üzere kullanan, PKK başta olmak üzere hıyanet odaklarını desteklemeyi meşrep haline getiren, gazeteciliği militanlık sayan kişilere kol kanat olması uygun değildir.
Liberal makyajlı BAASçılıktan sabıkalı koro günlerdir canhıraş şekilde Büşra Ersanlı ile, Zarakolunun savunmasını yapıyorlar. Kendilerini meccani avukatlığın yanı sıra, hem savcı hem de yargıç yerine koyarak hükümler veriyorlar. Bunların nazarında profesör sıfatına sahip olmak, yayımcılık yapmak suçsuzluğun kesin karinesidir. Bu kişiler asla suç işlemezler, yasalara aykırı bir eylem yapmazlar. Suçsuzluklarını tartışmak bile abestir; ne yapmışlarsa meşrudur, yasaldır. Bu tarz kesin hükümlerle bakılınca Büşra Ersanlının 70li yılların başında, öğrencilik döneminde sol aktivistlerin arasında yer aldığı, 12 Mart döneminde 2 yıl cezaevinde kaldığı, pek çok militan gibi Ecevit affından yararlandığı doğal olarak görülmüyor. Ne var ki bunca savunma çabaları arasında zihinlere takılan birçok soru cevapsız kalıyor.
Meselâ etno-milliyetçi Kürt hareketini yürütenler yasal ve meşru zeminde görüşlerini savunmak istiyorlarsa neden Mecliste grubu bulunan, anayasal bütün haklardan yararlanan BDP gibi bir partinin çatısı altında siyaset yapmıyorlar; neden PKKnın legal görünüm kazanma amacıyla oluşturduğu KCKnın Kandildeki teröristlerle bağlantılarını görmezlikten geliyorlar ve bu bağlantının yapısından kaynaklanan talimatları yerine getirmek için çabalıyorlar?
Irkçı-ayrılıkçı terör örgütünün bölge halkı üzerinde egemenlik kurmak üzere yaptığı organizasyonları, baskıyı neden görmezlikten geliyorlar? KCKnın örgütün bütün birimleri üzerinde merkezî vesayet kurmak üzere plânlanmış bir yapılanma olmadığını kim söyleyebilir?
Dünyanın hangi ülkesinde ayrılıkçı görüşlerini bile rahatlıkla ifade edebilen yasal bir siyasî parti varken, bunun hiyerarşik amiri konumunda başka bir yapı oluşturarak siyasî partiyi kukla şeklinde kullanan başka bir örnek vardır?
Büşra Ersanlı münhasıran akademik faaliyetler yapan, bu bağlamda fikir ve düşüncelerini sergileyen bilim insanı olduğunu iddia ederek, tutuklanmasına neden olan bulguları, belgeleri yok saymanın hukukî izahı yapılabilir mi?
KCKnın Siyasal Akademi adı altında örgüte militan hazırlamak amacıyla büyük şehirlerde yaptığı eğitim seminerlerinin, toplantıların Karayılanın talimatıyla yürütülen faaliyetler olduğu örgütün sitelerinden zaman zaman açıklanıyor. Savunucularına göre Ersanlının bu tarz ajitasyon faaliyetlerine konuşmacı olarak katılması örgütsel yanı bulunmayan bilimsel bir eylem sayılmalıdır. Niye?.. Çünkü Silahlı Kuvvetlerden düzinelerce general, subay suç işleyebilir, hatta solculuk ve ayrılıkçılık imtiyazı olmayan öğretim üyeleri de suçlu olabilirler; ama madem ki bu hanım İnsan Hakları Derneği yöneticisidir, madem ki yüksek adalet duyguları nedeniyle ayrılıkçı-etnikçi harekete sempatizandır, madem ki PKK ile aynı tabana sahibiz diyen, terör eylemlerine açık ve zımni destek veren partinin üst kademesinde yöneticidir, o halde kesinlikle suçsuzdur, masumdur.
Eski Bitlis senatörü Sayın Kamuran İnanın kulakları çınlasın. Yıllarca önce Dünyanın hiçbir ülkesindeki aydınlar arasında bizdeki kadar fazla hain yoktur demişti; pek çokları bu hükmü abartılı bulup tepki göstermişti.
Büşra Ersanlı olayı bir başka veçhesiyle ülkemizin nasıl ve kimler tarafından yönetildiğini ortaya koyan düşündürücü bir örnektir. 1991 yılında Sovyetler Birliği dağılıp Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarına kavuştuğu dönemde muhtemelen Dış İşleri Bakanlığı üzerinden, Türkiye bu kardeş devletlerle ilgili bir tespit ve çalışma yapmaya karar veriyor. Yürütülecek devlet politikasına yön verecek bu önemli iş için konunun uzmanı olarak Büşra Ersanlı münasip görülüp görevlendiriliyor. 2 yıl sonra Azerbaycanda çok kritik gelişmeler yaşanırken, daha nitelikli ve güvenilir bir isim bulunamamış olsa gerek, Ersanlının bu konuyla da ilgilenmesi uygun görülüyor. Bunları öğrendikten sonra Türkiye-Türk Dünyası ilişkilerinin 20 yıldır neden patinaj yapmakta olduğunu uzun uzadıya araştırmaya gerek var mı?
KCK ile ilgili tatbikatları yürüten savcıların ve hâkimlerin ciddi bir suç emaresi yahut bulgusu olmaksızın karar verdiklerini ima etmek büyük haksızlıktır. Çünkü bu insanlar görevli oldukları mahkemelere yeni atanan genç ve tecrübesiz hukukçular değildir. Bu mertebedeki hâkimler ve savcılar mesleklerinde belirli bir kariyeri sahiplenen, sicillerinin elverişli olması nedeniyle tercih edilen, sorumluluklarının bilincinde olan, verdikleri kararlar nedeniyle belirli çevrelerden şiddetle eleştirileceklerini bilen insanlardır.
Marksist-Komünist gelenekten gelen ve benzer konulara her zaman şartlı refleks gösteren, kendilerini aydın olarak tanımlayan grup sık sık yaptıkları gibi vakit kaybetmeden bildiriler yayınlayarak, kalemlerini seferber ederek görevlileri psikolojik baskı altında tutmaya, kamuoyunun kafasını karıştırmaya yönelik yoğun bir kampanya yürütüyor. Bu kampanyanın bir diğer amacı Devleti problemin çözümünü, yasaların gereğini yerine getirmeye çalışmak yerine, terör örgütüyle müzakere yapılarak, istekleri karşılanarak anlaşma zemini hazırlamaya ikna etmektir. Örgütün sözcüleri her vesileyle isteklerinin ne olduğunu açıkça belirtiyorlar; statü tanınarak, bölgesel özerklik kazanılarak, Kürtçeyi eğitim sistemine sokarak konfederal bir yapı oluşturmak; Türkiyeyi böylece önce ayrıştırıp uygun bir zamanda bağımsız devlet olmak. Solcu ve liberal aydınların ülkenin bütünlüğü, devletin bekası gibi kaygıları, millet sevgisi gibi duyguları, millî kimlik mülahazaları olmadığından ve bu yapılarını entelektüel bir vasıf sayıp kutsadıklarından, ırkçı-ayrılıkçı Kürtçülük hareketi hem siyasette hem de sivil toplum alanlarında ortak cephe oluşturacak müttefikler bulabiliyor.
Neyse ki Türk halkının bu tarz kampanyalara karşı bağışıklığı var, kendisini aydın olarak tanımlayan kesimlerin zihniyetini, ideolojisini, tabiatını kırk yıldan beri müşahede ediyor. Bu yüzden yüzlerine hangi maskeyi takarlarsa taksınlar 70li yılların günümüzdeki temsilcilerinin, kadim yoldaşların safsataları umdukları etkiyi yapmıyor. Yeter ki ülkeyi yönetenler, ilgili makamlar bunların gürültüsünden, propaganda gücünden ürküp geri çekilmeye kalkışmasınlar. Türkiyenin huzuru ve güvenliği, devletin bekası, yasaların ve Anayasanın ödün vermeden, kararlı ve cesur şekilde uygulanmasına bağlıdır.
Bu yazı 1,541 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
15 Nisan 2012
12 Eylül Davası Bu Haliyle Sonuçsuz Bir Girişim Olarak Kalacaktır
-
28 Mart 2012
Türk Ocakları bu yıl 100.ncü yılını kutluyor
-
3 Mart 2012
Eğitim Meselesi Siyasallaştırılmamalı
-
11 Şubat 2012
Yılmaz Öztuna Hakka Yürüdü
-
10 Şubat 2012
Tarihi Binamız Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?
-
1 Şubat 2012
Fransa Parlamentosu ve Sarkozy Türkiyeye Tarih Bir İmkn Sunuyor
-
15 Ocak 2012
Bir Milli Kahramanı Kaybettik Türk Milletinin Başı Sağolsun
-
7 Ocak 2012
Uludere Faciası Ahlksızca İstismara Çalışılıyor
-
30 Aralık 2011
Türkiye Herşeye Rağmen Büyük ve Güçlü Bir Ülkedir
-
20 Aralık 2011
Türk Ordusu Bu Sataşmalara Müstahak Değildir
-
5 Aralık 2011
Dersim’in Nedense Konuşulmayan Tarihçesi
-
26 Kasım 2011
Yeni Anayasa Hazırlıkları Fetiş Haline Getirilmemelidir
-
5 Kasım 2011
KCK Operasyonlarına Gösterilen Tepkilerin İdeolojik Anlamı Üzerine
-
21 Ekim 2011
Milli Politika Zarureti
-
10 Ekim 2011
Türk Toplumunun Sinir Uçlarıyla Oynanmamalı
-
25 Eylül 2011
Yirmibirinci Yüzyılda Nasıl Bir Türk Ocağı?
-
6 Eylül 2011
İsrail ile Savaşın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Tarihi Gafın Diğer Yüzü
-
1 Eylül 2011
Işık Koşaner’e Tepkiler Haklı Sayılabilir mi?
-
15 Ağustos 2011
Suriye’deki Olaylara İlgisiz Kalamayız
Yorumlar
+ Yorum Ekle