DEDİĞİM DEDİK ÇALDIĞIM DÜDÜK
8 Haziran 2013 13:17 tsi
Sosyolojik bir vakıa, üzerine düşünülmesi gereken bir toplumsal gerçeklik yaşanıyor.
Dediğim dedik, çaldığım düdük
Sosyolojik bir vakıa, üzerine düşünülmesi gereken bir toplumsal gerçeklik yaşanıyor. Gezi Parkı'na AVM yapılmaması odaklı başlayıp şaşırtıcı şekilde büyüyen ve toplumun hiç de beklenmedik kesimlerinin işin içine girdiği bir toplumsal hadiseyle karşı karşıyayz. Meseleyi şiddet gösterisine dönüştürmek isteyenleri çıkardığınızda, önemli bir toplumsal mesajın siyasal iktidara iletildiği görünüyor. Dolayısıyla bu hadiseyi büyük br kolaycılık ve hedef saptırma maksatlı olarak çapulculukla, marjinallikle, darbe çığırtkanlığıyla veya (en komiği) CHP ile açıklamak gerçeği yansıtmıyor. Hele hele anamuhalefet olarak tanımlandığı halde en basidinden bir muhalefeti dahi beceremeyen CHP'nin organizasyonu demek, oldukça komik. CHP'nin o kadar maharetli olamayacağı meydanda zaten. Hadisenin AVM karşıtlığından siyasal iktidar protestosuna dönüşmesi, polisin orantısız güç kullanımıyla olduğu kadar toplumda biriken stres birkimiyle ilgili gibi.
Burada dikkat edilmesi gereken ince noktalardan birisi "apolitik" bir kitlenin ne olup da sahaya inmesi ve büyük bir sivil itaatsizliğin içinde yer alması. Bir diğeri ise iktidarın başının, memleketeki en ufak meseleyi bile kendi karar verme inisiyatifinde değerlendirmesi ve bu uğurda kimseleri kaale elmaması. Gezi Parkı ile ilgili olarak birkaç ay önce Kadir Topbaş, "AVM olmayacak" demiş ve Başbakan Erdoğan da adeta onu "taca çıkartırcasına" tam tersi bir açıklama yapmıştı. Halbuki, İstanbul'un bir belediye başkanı, belediye meclisi vs var. Aynı tavırdan mustarip olan birçok hükümet üyesi ve milletvekilinin olduğu da meydanda zaten.
Bu dediğim dedik tavır, bu her şeyn en doğrusunu bilirim halleri ve kendisini adeta yanlıştan, hatadan münezzeh görme hissiyatı, toplumun önemli bir kesimini rahatsız ediyor. Bunu doğru değerlendirmek gerek. Hele ki, Müslüman bir idareci herkesi yekten suçlu ve sorunlu saymak yerine zaman zaman da kendi nefs muhasebesini yapmalı.
Gelin görün ki Cumhurbaşanı'nın ve iktidar partisinin ileri gelenlerinin bile kabul ettikleri ve "ders alınmıştır" mesajları verdikleri bir ortamda, Sayın Başbakan inatla "ders almam, veririm" noktasında duruyor ve toplumu karpuz gibi ortadan ikiye bölme pahasına "Yüzde 50'yi evde zor tutuyorum" gibi tuhaf bir açıklama yapıyor. Sanki kendisine oy veren herkes "bindirilmiş kıtaların" bir ferdi. Bu inatlaşma ve gerginliği tırmandırma siyasetini her zamanki gibi aldığı oy oranı ile meşrulaştırmak istiyor ki, Sayın Cumhurbaşkanı'nın "Demokrasi sadece seçim demek değildir" sözü aklıselim bir yaklaşım içeriyor.
Türk toplumu, AKP'li olan-AKP'li olmayan şeklinde kesin çizgilerle ikiye ayrılmaya doğru giderken, sesi soluğu çıkmayan, apolitik görünen kimselerin bile ciddi manada tepki vermeye başlaması gidişatın kritik bir noktaya doğru olduğunu gösteriyor. Sorumsuzca ve devlet adamı ciddiyetine yakışayan bir "dediğim dedik" tavrın devamı, toplumda çok ciddi çatışmaların sıradan insanlar aasına sirayet etmesini kaçınılmaz kılabilir. Allah muhafaza.
Bütün bu gelişmeleri 28 Şubat sürecine benzetenlere de bir şeyler söylemek gerek. O dönemde Susurluk hadisesiyle ilgili başlayan ışık söndürme eylemleri, kartel medyasının kasıtlı tutumuyla Refahyol aleyhtarlığına çevrilmiş ve bu durumu desteklemek adına yalan ve asparagas haberler üretilmişti. Bugün ise merkez medya tamamen AKP'nin kontrolünde ve AKP'nin istemediği en ufak bir şeyi bile haber yapmıyorlar. 28 Şubat sürecinin o büyük haksızlıkları karşısında merhum Erbakan Hoca'nın gerçek bir devlet adamı tavrı ve ülkeyi en ufak bir çatışmadan bile koruyan gerçek mümin şuuruyla, bugün Başbakan Erdoğan'ın içinde bulunduğu saldırgan tutum arasında da dağlar kadar fark var.
Burak Kıllıoğlu - Milli Gazete
Kaynak: MİLLİYET GAZETESİ http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Dedigim_dedik_
caldigim_duduk/15278#.UbMETGAqE4w
Bu haber 655 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle