En Sıcak Konular

Muharrem Günay

Sıddıkoğlu
Muharrem Günay
3 Nisan 2020

Tarihin Haklı Çıkardığı Lider TÜRKEŞ



Türklük ve Türk Dünyası denince, her Türk’ün aklına Alparslan TÜRKEŞ gelmelidir. Çünkü Türk Dünyası’nda O’nun gibi Türklüğe his ve heyecan veren lider ve fikir adamı çok az yetişmiştir. O’nun fikir ve düşünceleri 1960’lardan beri Türklüğün yoluna ışık tutmaktadır. Sayın TÜRKEŞ, Türk Devlet Başkanlarında bulunması gereken, Alplik, Bilgelik, Erdemlilik, Cömertlik, Bozkurtluk, Gönül adamı olmak, İleri görüşlülük gibi özellikleri üzerinde toplamış bir liderdi. O, Bilge KAĞAN, Kutluk KAĞAN, Sultan Tuğrul BEY, Osman GAZİ, Sultan FATİH, Yavuz Sultan Selim HAN ve ATATÜRK gibi “BİLGE LİDERLER VE BAŞBUĞLAR” zincirinin son halkasıdır.

Merhum TÜRKEŞ, henüz öğrencilik yıllarında iken; Dünya üzerinde yaşayan milletler ailesinin en şerefli ve en büyük üyelerinden birisi olan TÜRK MİLLETİ’ nin varlığını sürdürebilmesi ve tarihteki şanlı yerini tekrar alabilmesi için yeni bir mücadeleye atılmasının gereğine inanmıştı. Gerek askerlik gerekse siyasi hayattaki mücadelesi onun bu inancının eseridir.

BİLGİ TOPLUMUNU HEDEFLEMİŞTİ

Başbuğ Türkeş’in hedefi: “Türk Milleti’ni çağlar üzerinden sıçratarak, ilimde, teknikte, ahlakta ve maneviyatta bütün milletlerin en ön safına geçirmekti.” O’ da Atatürk gibi : “Az zamanda çok işler başarmak” tan yana idi.
TÜRKEŞ, bilime teknolojiye, bilimsel çalışmalara çok büyük bir önem veren bir liderdi. Onum içindir ki “ ilimciliği “ beşinci ilke, “Gelişmeciliği“ de sekizinci madde olarak “DOKUZ IŞIK“ doktrinine koymuştur. Başbuğumuz, endüstriyel ve teknolojik alandaki gelişmelere de ayrıca önem verdiği içindir ki Dokuz Işık doktrininde “ İlimcilik “ ilkesi olduğu halde başlı başına bir ilke olarak “ENDÜSTRİ VE TEKNİKIÇİLK” te yer almıştır.
En büyük yatırımın insana yapılan yatırım olduğunu bilen Türkeş, “Bilgi Toplumu“ olmanın yolunun bilimsel ve teknolojik gelişmelerden geçtiğini biliyordu. 1960 ihtilalinden sonra beş buçuk aylık Başbakanlık Müsteşarlığı döneminde “Türkiye Bilimsel Araştırmalar Kurumu“ (TÜBİTAK), “ATOM ENERJİSİ KURUMU“, “TÜRK STANDARTLARI ENSTİTÜSÜ “ (TS ), OYAK, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültür Ocakları gibi milli kuruluşlar O’nun eseridir. O, bilgi toplumuna ulaşmak için eğitilmiş insan sayısının hızla çoğalması ve bilgi araçlarının yaygın olarak kullanılmasının gereğine inanıyordu.

Dokuz Işığın dokuz ilkesinden birisi de “GELİŞMECİLİK”tir. Başbuğumuz, gelişmeciliği şöyle tarif ederdi: “Daima daha iyiyi, daha güzeli, daha gelişmiş bir durumu elde etmek için araştırma yapmak; daha iyiye, daha mükemmele varmak arzusu taşımak ve bunun için çareler aramaktır. Gelişmecilik devrimcilikten farklıdır çünkü devrimcilik geçmişe ait her şeyi yıkmak, geçmişe ait değerlerden vazgeçmek şeklinde tezahür ederken, gelişmecilikte geçmişten alınan güç ve destekle, tecrübeyle yenilikleri gerçekleştirmek vardır.”

DOKUZ IŞIK’IN ESASLARI

Yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye’nin kalkındırılmasının mümkün olamayacağını belirten Türkeş yüzde yüz yerli ve milli bir fikir sistemi olan Dokuz Işık hakkında şunları söylemektedir:
Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işık görüsüdür. Dokuz Işıkçılar, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sosyalimim ile hiç bir ilgisi yoktur. Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işık görüsüdür. Dokuz Işıkçılar, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sosyalimim ile hiç bir ilgisi yoktur.
Türkiye’mizin hızla kalkındırılması, çağlar üzerinden sıçrayarak Türk milletinin atom ve uzay çağına sokulması ile mümkündür. Bu da her şeyden önce dünya çapında çok üstün kaliteli ilim adamları ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana getirmeye bağlı bulunmaktadır.
Bizim inancımıza göre, yabancı memleketlerin şartları altında meydana getirilmiş bulunan yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye’nin kalkındırılması sağlanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm. Türkiye için yararlı olamaz. Türkiye’yi kalkındıracak sistem ve görüş ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, Müslüman Türk milleti realitesini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol gösterici kabul eden milli bir görüş olmalıdır.

İşte biz böyle milli bir doktrin sahibi bulunduğumuz iddia eden bir kadroyuz. Milli görüşümüzün adi “Dokuz Işık Doktrini”dir. Bu görüş dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler sırasıyla şunlardır:

MİLLİYETÇİLİK

Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.

ÜLKÜCÜLÜK

Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.

AHLAKÇILIK

İslâm ahlakına, Türk milletinin ruhuna, örf ve adetlerine uygun yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi ön gören esaslara dayanır.

ÍLÍMCİLİK

Olayları ve varlığı ön yargılardan ve art düşüncelerden sıyırarak ilim mantalitesi ile incelemek ve girişilecek her çeşit faaliyette ilmi önder yapmak prensibidir.

TOPLUMCULUK

Her çeşit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüsüdür. İçtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayrı bölüme kapsamaktadır. İktisadi görüş olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karsı olan bir görüsü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolünde bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.

KÖYCÜLÜK

Köyleri tarım kentleri haline birleştirerek kalkındırmayı öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kirledi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yasayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacını güder.

HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK

Birleşmiş Milletler Anayasasında yazılı bütün hürriyetlerin sağlanmasını gaye edinmiştir. İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder.

GELÍŞMECİLİK VE HALKÇILIK

İnsanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli istemek ve aramakla gelişir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek şuurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapılacak her iste halka doğru, halkla beraber olmayı ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz.

ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNIKÇİLİK

Türk milletinin kalkınması için acele sanayileşmesi lazımdır. Dokuz Işık görüşümüzün esasları gayet özet olarak bunlardır.

Dokuz Işık, nasıl kapitalizmi, Marksist sosyalizmi refediyorsa, nasyonal-sosyalizmi ve faşizmi de reddeder. Nasyonal-sosyalsizim ve faşizm, kapitalizmin yozlaşmış bir sapması olup, insan hak ve hürriyetlerine inanmayan gerici diktatörlüklerdir. Dokuz Işık ise, insan sevgi ve saygısına dayanır, ferdi ve iktisadi hürriyetleri bir bütün olarak gerçekleştirmek isteyen demokratik bir görüştür. İlahlaştırılmış faşist devletçiliğe, putlaştırılmış nazist ırkçılığa inanmıyoruz. Fosilleşmiş şöhretlerin yaptığı gibi siyasi kariyerinin belirli bir dönemde faşist, belirli bir döneminde kapitalist, diğer bir döneminde sosyalist olmak, bizim politika ahlakımızda yoktur. Biz, Türk´e âşık, Türk vatanına âşık Dokuz Işıkçılarız. Amacımız bu kutsal vatan üzerinde Büyük Türk milletinin ebediyen bağımsız yaşamasını sağlayacak milli görüsü çizmek, bunu savunmaktır.

HAK KUVVETLİNİN DEĞİL HAKLININDIR

Milletlerin birbirlerinden lütuf bekleyerek, birbirlerinden merhamet ve şefkat umarak yasamaları mümkün değildir. İnsanlar gibi milletler de kendi güçlerine ve kendi çalışmalarına güvenmek zorundadırlar. Bir milletin çıkarlarını koruyabilmesi ve kendi insanlarını refahlı, huzurlu, güven içinde yaşatabilmesi her şeyden önce kendisinin çalışmasına ve güçlü olmasına bağlıdır. Dünya üzerinde çok eskiden beri hüküm sürmüş olan ilke ve kanun bugün de yeni hükmünü sürdürmektedir. Bu ilke, bu kanun milletler arasındaki münasebetlerde “Hak kuvvetindir” kanunudur. Haklı olanın kuvveti yoksa hakkını alması, hakkını saydırması mümkün olmamaktadır. Eski çağlarda da mümkün olamamıştır. Bugünkü dünya üzerinde de mümkün olmamaktadır
Gerçi insanlar, milletler arası münasebetlerde, kişilerle devletlerarası veyahut kendi devleti arasındaki münasebetlerden hakkı ve hukuku hâkim kılmak için, adaleti hâkim kılmak için birçok ileri adımlar atmışlardır. İnsan Hakları Beyannamesi ilan edilmiştir ve Birleşmiş Milletler insan haklarının teminat altında bulundurulması için gayret göstermektedir. Fakat bütün bu ileri adımlara rağmen, yinede dünya üzerinde “Hak kuvvetlinindir” ilkesi hükmünü yürütmektedir. Bunun canlı ve acı misallerini çok uzağa gitmeden, geçmiş üç beş yıl içindeki olaylarda görmemiz mümkündür.

Dünya üzerinde milletler arasındaki münasebetlerde değişmeyen kati gerçek hak kuvvetlinindir ilkesi olduğunu söylemiştim. Türk milleti kişi olarak ve toplum olarak tarih boyu yasadığı her çağda, hakki ve adaleti birinci planda tutmuştur. Bugün de Türk Milleti olarak biz, hakkın kuvvetin emrinde olması görüşüne karşıyız. Türk Milleti olarak biz daima adaletin ve hakkın, hukukun her şeyin üstünde yer alması görüsünde bulunan insanlarız. Büyük Atatürk’ümüz, Kurtuluş Savaşı’na baslarken hak kuvvetlinindir ilkesine karşı “Bu âlemde elbette bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir, üstünde olmalıdır” ifadelerini de kullanmıştır. Bizim millet olarak daima hakkı tutmamız, adaletten yana olmamız ve hakkın, hukukun, kuvvetin üstünde yer almasını istememiz, kuvvetin hakkin ve hukukun emrinde bulunmasını istememiz ve bunu doğru görmemiz dünya üzerindeki realiteyi değiştirmeye yetmez. Bizim iyi niyetimiz, doğru görüşümüz dünya üzerinde binlerce yıl hüküm sürmüş olan ve bu gün de hüküm yürütmekte olan bu kaba, çirkin gerçeği değiştirmeye yetmez. Atatürk de, elbet bu âlemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir, kuvvetin üstünde olmalıdır, demiş olmasına rağmen, mazlum Türk Milletinin haklarını kabul ettirebilmek için kuvvet meydana getirmeye ve kuvvet kullanmaya mecbur kalmıştır. Teşkil ettiği milli kuvvetlerle yeniden teşkilatlandırdığı, kurduğu Türk Silahlı Kuvvetleriyle düşman silahlı kuvvetlerini ezmedikçe Türk milletinin haklarını hiç kimseye kabul ettirememiştir.

ÜLKÜ OCAKLARI BİR OKUL GİBİ ÇALIŞTI

Başbuğumuz, Ülkücülük hakkında şöyle demektedir:

“Ülkücülük ; “İdealizm“ demektir. Bizim ülkümüzün hedefi Türk Milletini en kısa yoldan, en kısa zamanda başkalarına avuç açmadan çağlar üzerinden sıçrayarak çağdaş milletlerin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte, medeniyette yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.” O, seksen öncesi, Türkiye’nin en karanlık günlerinde bile Türk gençliğinin silah yerine kalem tutmasını şiddetle savunan bir insandı. Türkeş’in sayesinde en ücra kasabalara kadar yayılan Ülkü Ocakları bir okul gibi çalıştı ve her iki gençten en az birisi Ülkü Ocaklarından feyiz aldı.

Türk gençliği sokaklardan, kahvehâne köşelerinden ve meyhanelerden O’nun sayesinde kurtuldu. İnsan olmayı, vatanı, milleti sevmeyi kısacası “Adam” olmayı O’nun sayesinde öğrendi.

MİLLİYETÇİLİK VE MÜSLÜMANLIK ANLAYIŞI

Alparslan Türkeş’in, milliyetçilik anlayışını ortaya koymak için, Başbuğ Türkeş’in yazmış olduğu 9 Işık kitabının 88’nci sayfasında ona ait şu cümleler yeterlidir sanırım:
“Türk Milliyetçiliği ne demektir? Türk Milliyetçiliği, Türk Milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk Milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk Milliyetçiliği kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir…
…Türk Milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk Milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk Milletini teşkil etmektedir.”
9 Işık kitabının 59 sayfasında da ırkçılığa şiddetle karşı olduğunu şöyle söylemektedir:
“Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız; manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak ben Türk’üm diyen herkes Türk’tür. Türkçülük ve Türk’ün tayininde, sapık ölçülere özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antropolojik ırkçılık Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının komünist ırkçılının, her türlü antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız.
TÜRKEŞ bir başka yazısında ise: "Türklük gurur ve şuuru İslam ahlak ve faziletine, oy toplama endişesi ve siyaset riyakârlığının üstünde kalarak samimiyetle bağlıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslam ahlak ve fazileti, milletimizi meydana getiren manevi unsurların tam ve ahenk içinde birleşmesidir. Maddi kalkınmamız ancak böyle bir yüce temel üzerinde yükselirse bir mana taşır, bir değer kazanır, milliyetsiz bir yükselmenin, ahlaksız bir kalkınmanın imkânı yoktur... Pek az olmakla birlikte, bazı kimselerin milliyetçilikle İslamiyeti çatıştırmağa çalıştıklarını görmekteyiz. Böyle bir tutum yanlıştır, abestir, cahilliktir, şuurlu bir şekilde yapılıyorsa ihanettir, nifaktır. Mücadele farklı, hatta birbirine düşman mefkûreler arasında olur. Hâlbuki Türklükle İslamiyet bin yıldan beri aynı mukaddes potada kaynaşmış, etle tırnak misali ayrılması imkânsız bir hale gelmiştir. Türk Milleti, Müslüman olmakla içtimai nizamın ve dini hayatın en yüce değerlerini kazanmış ve İslam, Türk Milleti ile emsalsiz yiğitlik ve iman aşkına sahip bir mücahit bulmuştur... "Türk müsün, Müslüman mısın?" gibi sorular cehaletten ileri geliyorsa aptalcadır. Aksi takdirde haincedir. Milliyetçiliği reddeden bir "dincilik" anlayışı ve İslamiyet’e düşman bir milliyetçilik anlayışı bize yabancıdır, bizim dışımızdadır..." (Türkeş, Temel Görüşler, 179-180)diyordu.

"Ben, Türk Milleti’ni, sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet ve hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası Hak yolu, hakikat yolu, Allah Yolu’na çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş." (Türkeş, 9 Işık, 187 27.) 
Türkeş’in vurguladığı ahlak, fazilet, adalet İslam’ın temel ilkeleridir. "Din güzel ahlaktır" (Bkz. Nisa Suresi, 58.) , "Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim" hadislerinde Hz. Muhammed (s.a.v.) ahlak ve faziletin önemini vurgulamıştır. Kur’an’da Allah, emanetleri ehline vermeyi ve insanlar arasında adaletle hükmetmeyi emretmektedir. ( Nisa Suresi, 58) Türkeş’in bu tespitleri ve vurguladığı hususlar İslam’ın istediği ve insanları yerine getirmekle yükümlü kıldığı hususlardır. Türkeş, 1980 ihtilalından sonra Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki savunmasında din anlayışını ve inancını ortaya koymaktadır : 
"Elhamdülillah inanmış samimi bir Müslamanım, fanilik hissine aşinayım. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu biliyorum. Şu anda burada bulunuşumuz da, inanıyorum ki her şeyden önce bir kader tecellisidir, ilahi bir imtihandır. Sabır ve şükürle karşılıyor ve bu imtihandan da yüz akıyla çıkmayı bize nasip etmesini Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ediyorum. Rahmet ve şaşmaz adalet ümidimiz yalnız Allah’tandır. Ben burada önce Allah’ın huzurunda, sonra tarihin ve milletin huzurunda olduğumun huşuu, mesuliyet ve vakarı içinde konuşacağım. Benim için bir hesap verme bahis konusu ise, o hesabı milletime ve tarihe vereceğim. Türk Milleti’nin vicdanında teşekkül edecek olan hüküm ve tarih hükmü, mahkemenin hükmünden önde gelir. Huzur-u İlahiye yüz akıyla çıkmaktan başka hiçbir endişeye gönlümde yer yoktur. Hiç kimsenin merhamet ve insafına şahsen ihtiyacım yoktur. Sözüm, tenkidim, talebim yalnız hak ve hakikat namınadır. Yalnız mülkün temeli olan adalet namınadır. Yalnız milletim ve devletim içindir. (. Alparslan Türkeş, Savunma, Hamla Yayınları, İstanbul 1994, 7. )
Türkeş bu mücadelesinde “İslâm iman, ahlak ve faziletine, Türk kültürüne ve Türklük şuuruna“ dayanıyor; Türk Milletine inanıyor, güveniyor ve şöyle diyordu : 
“Türk milletinin binlerce yıllık tarihi boyunca yenilmez olmasını sağlayan ve bu güne kadar her felaketin üstesinden gelerek, her tehlikeyi çiğneyip üstüne çıkmasını sağlayan bazı milli vasıfları, gelenekleri ve inançları vardır; karakteri vardır. Bunların başında: “asla yenilmeyi kabul etmemek, asla mağlup olmayı kabul etmemek, boyun eğmeye ve mağlup olmaya karşı çıkmak” görüşü ve karakteridir. Teslim olmayı ret, mağlup olmayı ret yenilmezliğin sırrıdır. Durum ne kadar karanlık olursa olsun, ne kadar imkânsızlıklar içerisinde bulunursak bulunalım, asla yenilmeyi kabul etmemek, asla teslim olmayı kabul etmemek Türklüğün ezeli şiarıdır.”

Türk Dünyasının Bilge Lideri TÜRKEŞ, “Devlet-Millet” ve “Aydınlar-Halk zıtlaşması ”na ve çekişmesine karşı olup, devletle milletin; aydınlarla halkın bütünleşmesi ve kaynaşmasından yanaydı. O, bu konuya dikkat çekerek şöyle diyordu: “Türk aydınları, Türk gençliği! Buluşma yerimiz, buluşma noktamız, imanlı Türk ferdinin kafası, kalbi ve cevher-i aslisidir. Bu güne kadar olduğu gibi Türk milletini yalnız kendi yazdığınız kitabı okumaya, yalnız kendi söylediklerinizi dinlemeye çağırmayınız. Siz de onun söylediklerini dinlemeye, onun okuduğu kitabı okumaya, onu tanımaya, onu anlamaya koşunuz. O zaman buluşma yeri ve noktasında asgari müştereklerde değil, azami müştereklerde birleşeceğiz.”
Üzülerek belirteyim ki Merhum Başbuğumuzu yıllar öncesinden görüp tespit ettiği “Devlet Millet Çatışması” ve “Aydın Halk uyuşmazlığı” bu günde çözülememiş dahası olanca vahameti ile devam etmektedir. Üniversitelerimizde ve medyamızda kümelenmiş sözde aydınlar sanki PKK ve Türk Düşmanları ile söz ve işbirliği içine girerek ülkenin ve milletin bölünüp parçalanması için birbirleriyle yarış etmektedirler.

Merhum TÜRKEŞ, bir iman ve ahlak abidesiydi. O, “Türk milletine Bizans’tan geçme gevşeklik, laubalilik, dedi-kodu, fitne fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklamamak, rast gele laf söylemek… Gibi kötü huy ve hastalıklara şiddetle karşı çıkar ve “ Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz; her şeyden önce Yüksek Vasıflı Türk olmaya mecbursunuz” derdi. Sözün ayağa düştüğü, yüksek vasıflı Türklerin azaldığı bir dönemde, Başbuğumuzun bu sözleri her ülkücü ve MHP’linin kulağına küpe olmalıdır.

SEN KUR’AN OKUMA BİLİRMİSİN?

Sayın TÜRKEŞ, dinin istismarına ve politikaya alet edilmesine şiddetle karşıydı. O, riyadan ve mürailikten uzak kalarak ibadetlerini yapan; inandığı gibi yaşayan samimi bir Müslüman dı. O’nun İslam’ı samimi bir şekilde ve ihlâsla yaşama biçimi hepimize örnek olmalıdır.
3 Mayıs 1944’te “Türkçülük Olayları”nda tutuklanıp hapse atıldığı zaman, hapishanede nöbet tutan askere: “Sen Kur’an okuma bilir misin? diye sorar, ve Kuran okumasını bilmeyen askere kuran okumasını öğretir.
1976 senesinde Hacca gitmişti. Hac sırasında Kâbe-i Muazzama’nın temizliği için kullanılan bir süpürgeyi hatıra olarak yanında getirmişti. O süpürgeyi “Sevgili Peygamberimizin ayaklarının değdiği yerleri süpürdüğü” için öpüp kokluyordu.

Biz, “Rehberimiz Kur’an hedefimiz Turan“ demeyi ondan öğrendik. Biz, “Ülkümüz göklerde dalgalanan bir sancak, Allah’ın huzurunda eğiliriz biz ancak“, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” demeyi de ondan öğrendik. Ve Allah’tan başkasının önünde de kırıldık ama asla eğilmedik. 1980 öncesinde “İslam’ın bayrağını kanlarımızla yükselttik.” Türkiye’yi bir Afganistan olmaktan ve Rusların işgalinden kurtardık. 5000 gencimizi Allah ve millet yolunda toprağa verdik. “Ne Amerika ne Rusya ne Çin her şey İslamiyet ve Türklük için“ demeyi yine ondan öğrendik.

MEYDANLAR SİZİ ALMAYACAK

1965 senesinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin gençliği çok küçük bir azınlık ve gençlik kolları mensupları sayısının henüz 50’yi geçmediği günlerdi. Bir Cumartesi günü yapılan ve ilan edilen seminere şiddetli bir yağmur yağdığından, ancak dokuz kişi gelebilmişti. Onlar da yönetim kurulu üyeleriydi. Elli kişilik salon bomboştu. Gençlik görevlileri üzüntü ve telaş içinde konuşurken, üst kattan Alparslan TÜRKEŞ indi. Sakindi. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. ‘Üzülmeyin arkadaşlar‘ dedi. Siz dokuz kişisiniz. Siz de gelmeseydiniz ben bu eğitimi kendi kendime yapacaktım. Bu gün küçük salonu dolduramadınız ama yarın sayınız çoğalacak, meydanlar sizi almayacak. Eğer siz isterseniz bu hayal gerçek olacak. Ve bir sonraki seminerin konusunu ilan etti: “Eğer sen istersen o bir hayal değildir.“

TARİH TÜRKEŞ’İ HAKLI ÇIKARDI

O’nun en önemli özellilerinden birisi, olayları önceden kestire bilme-İleri görüşlülük özelliğidir. Türk Dünyası ve Sovyetler birliğinin dağılması ile ilgili politikalarda her kesimden en az 50 yıl ileride olmuştur. Başbuğumuzun Türk Dünyası ve Sovyetlerle ilgili politikaları önceden kestiren ve o doğrultuda politikalar üreten tek lider olduğu “Tarih Türkeş’i haklı çıkardı” sözleriyle teyit edilmiştir.
1944 Türkçülük olaylarının savcısı Kazım ALÖÇ, ”Rusya’nın çok güçlü olduğunu, Türkiye’nin gücünün zayıf olması, Türkiye’nin Rusya’nın karşısında durmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla TURANCILIK, TÜRKÇÜLÜK fikirlerinin zararlı olduğunu iddia eder. BAŞBUĞ: “Ben bu günkü SSCB’den bahsetmiyorum. Elli yıl sonra SSCB’nin zayıflayacağını, Türk devletinin güçlenmeyeceğini nereden biliyorsunuz.” Demiştir. TÜRKEŞ 1944’lerden 1990’ları, SSCB’nin dağılacağını görmüştür.
Rahmetli ATATÜRK’TE 1930’lar da Sovyetler Birliğinin dağılacağını tahmin etmiş ve kendisinden sonra gelecek yöneticilerin bu konuda hazırlıklı olmalarını istemiş ve şöyle demiştir:
“Sovyetler Birliği bu gün dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. İşte o zaman, Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuz idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmağa hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak… Dil bir köprüdür, tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların, Dış Türklerin bizlere yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız lazımdır.”

Merhum TÜRKEŞ, “Türk milliyetçiliği fikrini açıklarken:“Türk milliyetçiliği, dünya üzerinde nerede Türk varsa onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur. Dünyanın neresinde bir Türk varsa bu Türklerin iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları, kendilerine mümkün olan her çeşit yardımın ve desteğin sağlanması Türk milliyetçiliğinin şaşmaz düsturudur…( Dokuz Işık, 91- İst. 1978 )

TÜRK BİRLİĞİNE İNANIYORDU

Yine Türkçülük ve TURANCILIK konusunda şöyle der: “Türkiye’de Turancılık görüşü hakkında yalan yanlış iddialar ortaya atılmış ve Turancılık fikri kötü, zararlı bir düşünce olarak Türk milletine tanıtılma yoluna gidilmiştir. Yunanlılar için Enosis neyse, Ruslar için Panislavizim neyse, Almanlar için Alman Birliği neyse, İranlılar için Panaryanizim neyse Türkler içinde Turancılık odur. Ruslar için suç ve kusur olmayan, Almanlar için suç ve kusur olmayan, Yunanlılar için suç ve kusur kabul edilmeyen, Araplar için suç ve kusur kabul edilmeyen kendi milletinden olan insanların kölelikten kurtulması ve yakın kültür birliği içinde bir varlık haline gelmeleri düşüncesi, ülküsü Türkler için neden kötü gösteriliyor. Neden bir suç gibi kamuoyuna takdim ediliyor. Hiç şüphesiz bunu yapanların bir kısmı kendi haris siyasi menfaatleri için, Türk milletinin bu büyük ülküsünü istismar etmişler, kötülemişlerdir. Diğerleri de Türk düşmanlarıdır.” ( D.IŞIK, 93 )
Büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’te Türk Birliğine inanıyordu ve şöyle diyordu:
“Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım tamdır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapatacağım. Türk Birliğine inanıyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacak, dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek.” (Atatürk)
O’nun yüreklerde açtığı bağımsızlık tutkusu 90’larda etkisini gösterdi. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarına kavuştu, yalnız Kerkük’teki, Irak ve Suriye’deki, Doğu Türkistan’daki soydaşlarımızın yürekleri dün olduğu gibi bu günde yaslı ve yaralı olup Türkiye’den ilgi ve destek beklemektedirler.
Türkeş’in 1976 yılında Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti’nde Başbakan Yardımcılığı yaptığı dönemde, O zamanki Cumhurbaşkanımız Fahri KORUTÜRK, Irak’a gider. Korutürk’ün Nisan 1976’da yapmış olduğu bu ziyarette olağanüstü sahneler yaşanmıştır.
“Türk heyeti Kerkük’te Türkler tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır... Tıpkı Süleyman Demirel’in Bakü’de, Taşkent’te karşılandığı gibi... Esir milletimin hasret gözyaşları sel gibi akıyordu. Öyle ki, esaret altındaki Kerkük Türkleri Korutürk’ün bindiği arabaya yaklaşabilmek, dokunabilmek için güvenlik çemberini zorlarlar... Türk heyetinin bindiği arabaların tekerleri öpülür... Kardeş kardeşe o kadar hasrettir. Sloganlar atılır... “MİLLİYETÇİ TÜRKİYE! KERKÜK TÜRK’TÜR TÜRK KALACAKTIR! MİLLETLERE İSTİKLAL, İNSANLARA HÜRRİYET! BAŞBUĞ TÜRKEŞ! “ ...

O dönemde Irak hükümleri ile Türk hükümeti arasında eğitim anlaşması olduğu için çok sayıda Iraklı Türkiye’de eğitim görmüş ve görüyordu. Bunlar da Türkiye’ye geldiklerinde kendilerine kucak açan Ülkücülerle birlikte oluyorlardı. Ülkücülerin kullandığı sloganların atılması bundan ileri geliyordu.
Korutürk, aslında son derece pasif bir cumhurbaşkanı idi. Türkiye’ye döndükten sonra Turancı görünmenin endişesini bir türlü üzerinden atamamış olmalı ki, 27 Mayıs’ta (27 Mayıs günü, 1960 ihtilalinin yıldönümü olduğu için o zaman bayram olarak kutlanıyordu.) mecburmuş gibi “PANTÜRKİZM ve PANİSLAMİZM“ (Türk Birliği ve İslam Birliği) e karşı olduğunu bir bildiriyle açıkladı. Bu açıklamaların Kerkük’te yaşananların dışında iki sebebi daha vardı. 19 Mayıs için yaptığı konuşmada komünistleri tehlikeli görmüş, bunun üzerine hemen bütün solcu yazarlar çok güvendikleri Korutürk’e “teessüf“lerini bildiren yazılar yazmışlardı. Bir sebebi de 19 Mayıs gösterilerinde, stadda Ülkücülerin gösterileri idi. Sol gazeteler, Korutürk’ün, Ülkücülerin sloganları yüzünden stadı erken terk ettiğini ve giderken Türkeş’in elini sıkmadığını büyük puntolarla vermişlerdi.
Türkeş, Cumhurbaşkanı Korutürk’ü tenkitte gecikmedi. Türkeş o zaman Birinci Milliyetçi Cephe Hükümetinde Başbakan Yardımcısı idi. 30 Mayıs 1976 ‘da TBMM’de bir basın toplantısı düzenleyerek şunları söyledi:
“Bütün dünya milletlerinin hür ve insan haklarına sahip bir hayat sürmelerini istemek, insanca bir duygu ve düşüncedir. Hürriyetsizlik içinde bulunan, ezilen toplulukların Birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çerçevesi içinde insanca yaşama haklarından yararlandırılması görüşünden Türk Milleti’ne mensup olan toplulukları müstesna tutmak düşünülemez. Böyle bir görüş, Pantürkist bir dış politika anlamına gelmez; sadece insanca ve çağa uygun bir düşüncedir... Aynı şekilde, yüzyılımızda düşman devletlerarasında dahi anlaşma ve iş birliği yapılırken, tarihi ve kültürel bağların yaklaştırdığı 41 İslam Ülkesinin Türkiye’de bir konferansta bir araya gelmeleri de suç isnat edilecek bir hadise değil, basiretli bir dış politikanın gereğidir. Aynı zamanda Cumhuriyet tarihimizin en önemli bir politika olaylarından biridir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu beyanatı, parlamenterliklerinin demokrasiye uygunluğu şüpheli bir grup ile, parlamento içi ve dışı bazı mihrakların tahrik ve saldırılarının doğurduğu yılgınlıkla verilmiş olması, beyanın isabetsizlik ve yanlışlığının sebebini açıklamaya yetmektedir. Komünizm ve bölücülük tehlikesi apaçık ortada iken, bu tehlikeyi hayal mahsulü Pantürkizm ve Panislamizm tehlikeleri ile dengelemeye çalışmak, gerçek tehlikeleri perdelemek sonucuna yol açabilecek hatalı ve vahim bir tarafsızlık endişesidir. ” (Dr. Arslan TEKİN, Alparslan Türkeş’in Liderlik Sırları, 117, İst. 2000) Türkeş, böylece Türkçülüğü-Turancılığı ve İslâm Ülkeleri arasında siyasi, iktisadi iş birliğini savunan Müslüman Birliğini suç olarak gören ve gösteren bir Cumhurbaşkanına gereken dersi vermişti.
EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!
Gök Türk Hakanı Bilge:
“Üstte gök basmadıkça
Altta yağız yer delinmedikçe
Senin ilini töreni kim bozabilir!
Ey Türk titre ve kendine dön!” Demişti.
Alparslan Türkeş de Allah’ın Türk milletine verdiği meziyetlere dikkat çektikten sonra titreyip kendimize gelme sırasının geldiğini özellikle Türk gençliğinin titreyip kendine gelmesi durumunda Türklüğün tekrar ihtişamlı günlerine döneceğine inanıyor ve bu inançla şöyle diyordu:

“Türk Milleti'nin insanlık tarihinde ve medeniyet hayatında daima üstün bir yeri ve vazifesi olmuştur. Türk Milleti içine kapanık, cihan ve insanlık bütünlüğünden tecrit edilmiş bir hayata hiç bir zaman iltifat etmemiş, cihanşümul bir hayatı kıtalar üzerinde “Cihan Devletleri “kurarak yüz yıllar boyu sürdüre gelmiştir. Yoğun bir medeniyet kuruculuğu ve taşıyıcılığı yapılmış, hak, adalet ve nizam fikri teşkilatçılık üstünlüğü ile insanlığa, milletlerin ve insanlığının hayatına müspet yön verilmiş, mutluluklar sağlanmıştır. Milletimizin seciyesindeki saklı bulunan Yaratıcı Kudret'in lütfü olan meziyetler, Türk Milletini her engeli aşmaya, her zorluğu yenmeğe yeterli kılmaktadır. Türklük beşeriyet için müspet ve ilahi bir misyona sahiptir. Bu günkü gençliğin milli şuurla uyanarak titreyip kendine dönmesi Türk Milletini yeni bir geleceğe doğru uçuracaktır."

HEM YAVUZ BİLEKLİ HEM DE YUNUS YÜREKLİ İDİ

Başbuğumuz, komünizme, kapitalizme, emperyalizme, yolsuzluğa, rüşvete, haksız kazanca, bölgeciliğe ve bölücülüğe karşı amansız bir savaş açmıştı. Türk Milletini bölmek ve parçalamak isteyenler, karşılarında yıkılmaz, yenilmez ve aşılmaz bir engel olarak Merhum TÜRKEŞ’i bulmuşlardır. Türkiye’nin iç ve dış düşmanı o kadar çoktu ki, Türkeş bu düşmanların karşısına halkın bir umudu olarak çıkmıştır. O, devlete ve millete yönelik tehditler karşısında “Yavuz bilekli” günlük yaşantısında “Yunus yürekli” bir insandı. O haşin ve sert görünüşünün altında; yumuşak bir kalp saklıydı. O’nun duruşu bile dosta güven, düşmana korku salardı.

Türkeş, Türk milletini, doğulusuyla, batılısıyla, kuzeylisiyle, güneylisiyle, bölünme kabul etmez mukaddes bir bütün olarak görmüş ve Cenâb-ı Hakk’ın mukaddes bir emaneti olarak bağrına basmıştır. Bölücülüğe ve bölgeciliğe karşı amansız bir savaş açmıştır.

DEMOKRASİYE SONUNA KADAR İNANIRDI

Merhum Türkeş, 1960 İhtilali’nin içinde bizzat yer almış, 12 Eylül 80 ihtilalinin acılarını bizzat hissetmiş ve yıllarca hapis yatmış bir insan olarak demokrasiyi ve meşuriyeti her zaman savunmuş ve.”En kötü demokrasi en iyi dikta rejiminden daha iyidir” demiş ve demokrasiyi askıya alan yöntemlere ve askeri müdahalelere sonuna kadar karşı çıkmıştır.

Sayın TÜRKEŞ, hoşgörülü, uzlaşmacı ve uzlaştırıcı, milli menfaatleri parti menfaatlerinden önde tutan siyaset anlayışı ile, demokratik kültürün en güzel örneklerini veren ve her siyasetçi tarafından örnek alınacak bir siyaset ve devlet adamıydı. Bu gün bu siyaset anlayışına MHP tarafından titizlikle uyulmaktadır.

ÇINAR AYAKTA ÖLÜR

Eski Türkler, hastalanarak yatakta ölmeyi en büyük şerefsizlik sayarlardı. O’da ataları gibi yatakta değil ayakta aramızdan ayrıldı.
Aramızdan ayrıldığı ve Rabbine kavuştuğu gün Ankara’da hârikulâde olaylar yaşandı. Nisan ayı olmasına rağmen gökten lapa lapa kar yağdı. O’nun ölümüne gökler bile ağlamıştı.
Tekbir sesleri ve “Başbuğlar ölmez” dizeleri ile ebedi istirahatgâhına uğurlandı. O, aramızdan ayrılmıştı, Aramızdan ayrılırken bile bize yeni bir şevk ve gayret vermişti, dirilişimize vesile olmuştu. O’nun bedeninden ayrılan canı, ülkücü canlara can katmıştı.
Türkeş’in fikir ve düşüncelerini eğer tam olarak anlamış ve uygulamış olsaydık, bu gün Türk milleti çağlar üzerinden aşmış, ilimde, teknikte, ahlakta ve mâneviyatta kalkınmış ve bütün milletlerin en ön safına geçmiş olurdu. O’nu fâni vücudu her nefis gibi ölümü tattı ve aramızdan ayrıldı, fakat fikirleri ve düşünceleri kıyamete kadar Türklüğün ve insanlığın yoluna ışık saçacaktır.Mezar taşında olduğu gibi:
Doğum tarihi:1917,
Ölüm tarihi:….. Hiçbir zaman olmayacaktır.



Bu yazı 2,242 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 7 Ekim 2020 Mümin Nasıl Olmalı
    • 8 Ağustos 2020 Allah İnsanı Yarattı Ve Ülkülerle Donattı
    • 19 Temmuz 2020 Allah Tuzak Kuranların Tuzaklarını Başlarına Geçirendir
    • 20 Haziran 2020 Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması'nda Yunus Emre'nin Rolü
    • 30 Mayıs 2020 Fatih'in Şahsiyeti Nizam-ı Alem ve İ'lay-ı Kelimetullah Ülküsü
    • 23 Mayıs 2020 Bayram Namazının Kılınışı ve Evde Kılınma Durumu
    • 23 Mayıs 2020 Lider ve Fikir Adamlarımıza göre Milliyetçilik (2)
    • 23 Mayıs 2020 İslam'da Millet ve Türk Milliyetçiliği (1)
    • 20 Mayıs 2020 Türkçülük Anlayışımız ve Bu Anlayışa Saldıranlar
    • 16 Mayıs 2020 Fıtır Sadakası
    • 3 Mayıs 2020 3 Mayıs Türkçüler Günü
    • 2 Mayıs 2020 Türk Tasavvuf Ekolünün Kurucusu Hacı Bayram-ı Veli?
    • 22 Nisan 2020 Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi
    • 13 Nisan 2020 Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu - Kuruluşta Tasavvuf ve Tarikatların Rolü
    • 7 Nisan 2020 Berat Gecesi
    • 3 Nisan 2020 Tarihin Haklı Çıkardığı Lider TÜRKEŞ
    • 27 Mart 2020 Satuk Buğra Han ve Hz.Muhammed
    • 20 Mart 2020 İsra Miraç ve Miraç Kandili
    • 1 Mart 2020 Cihad Her Müslümana Kıyamete Kadar Devam Edecek Bir Farzdır
    • 11 Şubat 2020 Köni Eğri Bolsa / Adalet Eğrilirse Kıyamet Kopar

    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    15,992 µs