İslâm Dininin her türlü şiddet olgusu ile birlikte anılmasını ‘şiddetle’ reddediyoruz. Son Peygamberin döneminde bir tek cinayet olayı dahi kayda geçmemişken, yapılan savaşlarda bile topu topu birkaç yüz kişi ölmüşken İslâmiyet ile şiddetin yan yana getirilmesi İslâm için bir züldür. Hele de Otuz Yıl Savaşları, Haçlı Savaşları, 1. ve 2. Dünya Savaşları, bölgesel (local) savaşlar diye giden facialara İslâmî terör yalanını, iftirasını ortaya atan kesimlerin bağlı bulunduğu kültür ve medeniyetin yol açtığı ortada iken.
Radikal, dinci, kökten dinci, İslâmcı gibi adlarla
anılan oluşumlar Selefî takıntılarla hareket etmektedir. Bu takıntıları kaşıyan
Batılılar -özellikle de İngiltere- Babürlüleri, Osmanlıları, Kaçar
Türkmenlerini ve daha başka hanedanlıkları ortadan kaldırmak suretiyle bölgede
yönetim boşluğu oluşturmuşlardır. Bu durum da, gelinen noktada teröre uygun
ortam hazırlamıştır. Batı’nın elinde bir maşa, bir oyuncak olan ve bunun bile
farkında olmayan dahası İslâm coğrafyasında kendilerinden başkasına yaşama
hakkı tanımayan, tanımak istemeyen bu güruhun psikolojisini anlamak oldukça zordur.
Zira hastalıklı bir ruh hali taşımayan insanların bu tür hastalıklı, takıntılı
ruh ikirciklenmelerini doğru algılayabilmesi, anlayabilmesi kolay bir iş
değildir.
Radikal İslâmcı, köktendinci -adı artık her neyse-
bu tür sapkınların kendilerini cehennem zebanilerinin yerine koymaları da
oldukça gülünç (trajikomik) bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki
cehennemin resmî görevlisi olan, olduğu söylenen zebanilere özenmek; onların
görevlerini yerine getirme işgüzarlığına kapılmak hangi akla, mantığa sığar ki?
Saçı, sakalı birbirine karışmış tabir-i câizse zebani kılıklı bu tür adamların,
güzelim dünyayı ve insanların -özellikle de Müslümanların- hayatını cehenneme
çevirmeleri gerçekten de ironi yüklü bir durum olarak kabul edilmelidir.
Raina… Bu sözcük on dört asır öncesine götürüyor
bizi. Söylentiye (rivayet) bakılırsa Sami kavminden olmaları hasebiyle Araplarla
emmi uşağı olan Medineli Yahudiler akıllarınca Hz. Muhammed’le alay etmek için sık
sık gelip, ona İslâm’la ilgili sorular soruyorlar. Son Peygamber bıkmadan,
usanmadan anlatıyor. Bir konu bitmeden “raina” diyor Yahudiler yani sus. Sus da
şu soruya yanıt ver. Sonra da bu durumu birbirlerine anlatıp, kendi aralarında
eğleniyorlar. Ardından Nisa suresi iniyor. Cebrail uyarıyor Son Peygamberi: Bir
daha sana “raina/sus” demesinler! Ve Yahudilerin oyunu bozuluyor. Yüzyıllar
sonra birileri, Son Peygamberin övdüğü kumandanın, övdüğü askerlerinin
fethettiği İstanbul’da Raina diye bir mekân açıyor. Ne rastlantı, ne rastlantı!.
Yine sözcüğün İspanyolcada (yahut İspanya’dan sürülen Yahudilerin dilinde)
“kraliçe” anlamına geldiği de söylentiler arasındadır. Boğazın kraliçesi falan filan.
Ne alâka ise? O zaman adını “Sultan” koyup; İngiliz aksanı ile “saltın” derdiniz
olur biterdi. Değil mi ama?
Ve Raina saldırısı… İstanbul’un göbeğinde; Asya’nın,
Avrupa’yı her yıl birkaç santim iteklediği tarihî Ortaköy Camisinin
yakınlarında meydana gelen uğursuz (meş’um) olay… Saldırgan yok Özbek’ti, yok
Kırgız’dı, yok Doğu Türkistanlı idi lâkırdıları… Özbekistan’la aramız yeni yeni
düzelmeye başlamışken, Kırgızistan’la ilişkilerimiz Fetö meselesi yüzünden
biraz biraz gerilmişken ve Çin’den kaçan Uygur Türkleri Türkiye’ye sığınırken...
Türk Cumhuriyetlerinden ille de bir terörist mi çıkması lâzım? Ne bu çaba, bu
art niyet? Bu uğursuz sürecin sonunda, ülkemize iltica etmiş Doğu Türkistanlı
Uygur kardeşlerimizi Çin’e geri göndermeseler bari. İkinci bir Boraltan faciası
yaşanmasa!.. Ölenlerin içinde neredeyse hiç Batılı gezgin (tourist) olmaması; mağdurların
ağırlıklı olarak Türkiye ve bazı Ortadoğu ülkelerinin vatandaşı olması da bir hayli
ilginçtir bu arada.
İslâmcı yahut dinci geçinen zevatın (kişiler) Türk
milletine, Türk kültürüne, Türk diline yabancılığı ve hatta düşmanlığı nedendir
acaba? “Elhamdülillah Türk’üm ve Müslüman’ım!” diyen; Türklüğün kader,
Müslümanlığın tercih olduğunu belirten Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî’ye
selâm olsun. Yukarıdaki sözler “Türk müsün, Müslüman mı?” şeklindeki tuzak
soruya Hoca Ahmet Yesevî’nin verdiği yanıt.. Biz niye tuzağa düşelim ki? Küllî
iradeye niye karşı gelelim? Ortada, Türklüğümüzden vazgeçmemizi gerektirecek
bir durum; bir zorunluluk da yok. Olsa bile, Pir Sultan Abdal gibi “Dönen
dönsün, ben dönmezem yolumdan!” demek gerekmez mi?”
Pîrimiz Hoca Ahmet Yesevî’nin de buyurduğu üzere -elhamdülillah-
Türk’üz canlar. Haliyle İslâmcılık denen cılkı çıkmış –cılık hareketine inat;
“Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyoruz. Veda Hutbesinde “Soyunu inkâr eden soysuz…”
diyen Son Peygamberin yolundan gidiyoruz. Sahi yeri gelmişken, siz kimin
yolundan gidiyorsunuz?
Aziz Dolu Atabey
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle