En Sıcak Konular

İSTANBUL KANALI (KANAL İSTANBUL) VEYA ÜÇ İSTANBUL

29 Aralık 2019 01:33 tsi
İSTANBUL KANALI (KANAL İSTANBUL) VEYA ÜÇ İSTANBUL “Kanal İstanbul” Projesi ile gizlenmeye çalışılan emelleri,Sadi Somuncuoğlu yazdı.

“Kanal İstanbul” veya Üç İstanbul

Önce, bu “Çılgın Projeye” Türk dilinin kuralları açısında “Kanal İstanbul” adının verilmesi doğru mu? Söze buradan başlayalım. Ünlü Türkiyat hocalarından Prof. Dr. Muharrem Ergin’in “Millet felsefesi” adını verdiği dilin önemi hakkında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK diyor ki: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin Millî ve zengin olması Millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Türk dili uzmanı Prof. Dr. Mehmet Metin Karaörs “Kanal İstanbul” konusunda verdiği konferansta; “Türkçenin uzun tarihi boyunca oluşan söz dizimi kuralları, Türk milletinin düşünce, mantık ve kâinatı algılama anlayışının belirtisi olarak dilimize aksetmiştir. ‘Kanal İstanbul’: Türkçe sıfat tamlamasına ve anlayışı” ile “Türkçe söz dizimi şekline aykırıdır… Hint Avrupa dili olan Farsçanın söz dizimine uygundur.” Bu tespitten sora da Hoca, doğru şekline dair şu örnekleri veriyor: “İstanbul Boğazı, Haliç Köprüsü, İstanbul Kanalı, İstanbul Santralı, İstanbul Vadisi, İstanbul Forumu gibi” Bülent Ecevit de, 1994 yılı parti beyannamesinde İstanbul Kanalı demektedir.

Ulaştırma Bakanına İtiraz
E. Deniz Kurmay Albay Ahmet Çınaryılmaz “Gelecek 10 yılda Kanal İstanbul’a ihtiyaç var mı?” başlıklı yazısında Ulaştırma Bakanının açıklamalarını tekzip eden şu istatistiki bilgileri veriyor: “Kanal İstanbul” Projesi’nin ihale aşamasına geldiği ve ülkemiz için bir ihtiyaç olduğu, Ulaştırma Bakanı Cahit TURAN tarafından açıklandı. Sayın Bakan, 16 Kasım 2019’da Hürriyet gazetesine verdiği demeçte; a) Kanal İstanbul Projesi’nin altyapı yatırımları, yollar, köprüler ile birlikte 20 milyar ABD dolarına çıkacağını, b) Projenin bir ihtiyaç olduğunu belirterek, “İstanbul Boğazı’ndan 25 bin gemi geçirme kapasitemiz var, en iyi şartlarda 40 bine çıkarıyoruz, 2013’de 40 bine çıkıp, sonra 35 bine inmişti, şimdi bu trend artmaya başladı.” c) “Bir Kuşak Bir Yol” Projesi ile Çin’de üretilen malların Karadeniz’deki limanlar vasıtasıyla, dünyaya açılması gündeme geldiğinde, boğazlardan 70 bin gemi geçiş talebi olacağını, d) Bu projeden yılda, 1 milyar ABD doları gelir beklediklerini ifade etmiştir.”

Sadece Ekonomi Açısından Bakarsak
“AA’nın haberine göre; 2017 yılında İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından toplam 87.593 adet ticari gemi transit geçiş yapmıştır. İstanbul Boğazı’ndan geçen ticari gemi sayısı ise 42.978’dir. Bu gemilerden 24.146’sı ‘Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ‘Kılavuz Kaptan’ hizmetinden yararlanmıştır. Yani ‘Kılavuz Kaptan’ hizmeti alanlar bir nevi geçiş ücreti veren gemi grubunu oluşturmaktadır.

2017’de her iki boğazdan transit gemi geçiş hizmetlerinden 312 milyon 11 bin 630 lira gelir elde edilmiştir. Merkez Bankası verilerine göre; her iki boğazdan elde edilen toplam gelir, 75 milyon 547 bin 610 euro’dur. İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi sayısı Çanakkale Boğazı’ndan geçen ticari gemilerden bir miktar azdır. İstanbul Boğazı ticari gemi geçişlerinde gelirinin 40 milyon euro olarak belirleyelim. Eğer 2017’de ‘Kanal İstanbul’ Projesi hizmete girmiş olsa idi, 40 milyon euro’dan fazlası elde edilebilir miydi? Sorunun cevabı kesinlikle ‘Hayır’ olurdu. Montrö Sözleşmesi gereği, İstanbul Boğazı uluslararası deniz ticari trafiğine kapatılamıyacağı için, bahse konu gelir mümkün değildir. Yani kaba bir hesapla, 20 milyar ABD doları yatırım yapılacak bir projeden, senede 40 milyon Euro kazanmanın mantıklı hiç bir açıklaması bulunmamaktadır.

İstanbul Boğazı’ndan 2007 yılında 56.606 gemi geçerken, 2019 yılının ilk dokuz ayı dahil edildiğinde, bu sayı her yıl azalmaya devam etmekte olup, bunlara petrol türevi taşıyan gemiler de dahildir. Gemi sayıları azalırken, gemilerin taşıma kapasiteleri artarak daha fazla yük daha az gemi ile taşınmaktadır.”

Ulaştırma Bakanı, “Bir Kuşak Bir Yol” Projesine göre. Boğazlardan geçen gemi sayısının artacağını söylüyor. Halbuki, Çin’den Avrupa’ya gönderilen 10 milyon konteynırın %96’sı denizyolu ile %4’ü ise kuzey koridoru olarak anılan Trans-Sibirya hattından gitmektedir… Anılan projenin denizyolu rotaları incelendiğinde ise; bize yakın coğrafyayı ilgilendiren kısmın Hindistan’dan Kenya’ya, oradan Hürmüz Boğazı’ndan geçerek Süveyş kat edilerek, Atina ve Venedik’te sonlanmakta, oradan tren yolu ile Rotterdam’a kadar intikal etmektedir. Çin’in OBOR ile ilgili ‘Denizyolu’ kısmında, Boğazlardan geçen gemi sayısının artışı ile ilgili doğrudan bir etkisi tespit edilememiştir.”

İstanbul Kanalı ve Yakın Tarihimiz

Tartışmalarda M.Ö. ye kadar gidiliyor da, Osmanlı’nın son döneminden, özellikle de 1947’den günümüze kadar yaşananlar bir bütün halinde ele alınmıyor. Patrikhanenin üç talebi, Çelik Gülersoy’un “Gelecekler ve İstanbul’u geri alacaklar” başlıklı (üç İstanbul) yazısı, Dersaadet ve Bilad-i Selase (üç belde-üç İstanbul), Tansu Çiller ile Erdoğan’ın üç İstanbul Projesi, AB’nin Kültür Başkenti İstanbul Projesi, Boğazlar Meselesi, Koç’un Boğazları, Güven Erkaya ve Rogers Planı, Erdoğan ve Koç’un Tuhaf Sempatileri vb… bütün bu projeler birbirinin tekrarı gibi…[1]

İstanbul Kanalı (“Kanalı İstanbul”) veya Üç İstanbul - 2


Erdoğan’ın, daha İmam Hatip Okulu öğrencisiyken Ruhban Okulu’na gitmesi de dikkat çekici olarak karşılandı.
Türkçe’nin kurallarına aykırı olduğu için “Kanal İstanbul” yerine doğrusu olan İstanbul Kanalı söylemini kullanacağız. Geçen yazıda belirttiğimiz gibi açılması düşünülen İstanbul Kanalına dair doğru değerlendirmeleri yapabilmek için egemenliğimiz, vatanımızın bütünlüğü ve Türk Milletinin birliği açısından tarihi boyutunun çok iyi bilinmesi büyük önem taşıyor.

İstanbul (Sur içi)’un fethinden itibaren bölgeye Türk nüfusunun yerleşmesi, kültür ve medeniyetimizin inşası amacıyla başlayan gerekli uygulamaların asırlar içinde “Üç İstanbul” adı altında tamamen tersine bir mahiyet kazandığı görüldü. Bu cümleden olarak “Düvel-i Muazzama” destekli Megali İdea (Yunanistan’ın yayılma ve büyüme siyaseti - Büyük fikir)’nın hedefleri, kurumları ve araçları, Lozan’da çağdaş hukuk devleti çerçevesinde etkisizleştirilip çözüme ulaşıldı. Ama Lozan’a aykırı ilk adım, bazı aydınlarımız, devlet ve siyaset adamlarımız tarafından bilinmese veya önemsenmese de 1947’de Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile atıldı; Türkiye’nin kuşatılması başladı. Türk vatandaşı olmadığı halde Fener Rum Ortodoks Patriği yapılan ve ABD Başkanı Truman’ın özel uçağı ile gelen Athinagoras, Truman’ın mektubunu İnönü’ye sundu. Böylece büyük dönüşüm başladı. Devamında iktidar değişti, ama bakış aynı kaldı. Nitekim Menderes, Patrikhaneyi ziyaret eden ilk ve son T.C. Başbakanı oldu. 1952 yılında da Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile görüştü. Demek ki muhatap devletin tepesi olmuş.
 
Başbakan Menderes’in, Yunan Dışişleri Bakanı Averof’a söylediği, “Çoğumuz için Patrikhane Megali İdea’nin yaşayan bir simgesi gibiydi. Ancak bu şimdi tarih oldu. Bütün dünyaya göstermek istiyorum ki, bir büyük Müslüman ülke olan Türkiye ne ölçüde uygar ve hoşgörülüdür. Biz bu Hıristiyan dini liderin durumunu kolaylaştırmak istiyoruz. Sur içinde ya da dışında görkemli bir Bizans manastırı bulup, Patrikhane’yi Vatikan gibi imtiyazlarla oraya yerleştirelim. Fener’de kalsın ama Fener, Ortodoksluğun Vatikan’ı” şeklindeki sözleri bu büyük değişimin yanı sıra, daha o tarihlerde “Ortodoks Vatikan’ının” gündemde olduğunu ve bir şekilde Başbakan Menderes’e hissettirildiğinin göstergesidir.
 
Patrikhane ve Ruhban Okulu’na yaklaşım tarzı itibariyle Menderes’in izinden giden AKP iktidarının Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, 43 yıl sonra Bartholomeos’la görüşmesinde, Patrikhanenin arazi alımlarına işaret ederek, benzer ifadelerle, “Patrikhanenin, Ortodoks Vatikan’ına dönüşüyor izleniminin yaratıldığı” mesajını verme gereği duyması dikkat çekicidir. Erdoğan’ın, daha İmam Hatip Okulu öğrencisiyken Ruhban Okulu’na gitmesi de dikkat çekici olarak karşılandı.

Patrikhane, Özal’ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı ile yeniden harekete geçmiştir. Nitekim Özal’ı özlemle anan Bartholomeos, “Yaşamış olsaydı, bu kadar erken ve bu kadar ani yaşamını yitirmemiş olsaydı okulumuzu açacaktı.” demiştir. Patrikhanenin, Çiller ve Yılmaz’la da teması sürmüştür ama, Menderes ve Özal dönemlerine benzer üçüncü atak AKP hükümeti ile birlikte başlamıştır.

“Üç İstanbul”

Çiller döneminde gün yüzüne çıkan ancak rafa kaldırılan proje ilginç bir şekilde AKP iktidarı döneminde de gündeme gelmiştir. Hem de Başbakan Erdoğan’ın ağzından. Erdoğan’ın “Üç İstanbul Projesi ya da hayalindeki İstanbul” belediyecilik geçmişi ve “İstanbul sevdası” sebebiyle bu şehre ne kadar önem verdiğinin göstergesi gibi değerlendirilirken, yepyeni ve Erdoğan’a özgü bir proje olarak sunulmuştur. Oysa bu proje de, Çiller döneminde deşifre edilen planın devamı ve olgunlaştırılmış halinden başka bir şey değildir.

Erdoğan’ın “Üç İstanbul Projesi” başlığı ile amacının “İstanbul’u, müze, kültür, moda ve turizm merkezi özellikleriyle” dünya başkentleriyle yarışır hale getirmekle. 2010 yılında 10 milyar dolar turizm geliri elde etmek olduğu vurgulanmıştır.

Ayrıntılarını sonra vereceğiz. Üç İstanbul, burada en dikkat çekici husus, öncelikle İstanbul’un, “uygarlık, kültür, sanat etkinlikleri merkezi, turistik ticaret merkezi, müzeleri, tarihi dokusu, kongre imkanları ile Boğaziçi ve inanç merkezi olma özelliklerinin” üzerinde durulmasıdır. Erdoğan’ın “Üç İstanbul Projesinin özeti, inanç ve kültür merkez, Sur içi, sigortacılık, bankacılık ve ticaret Galata ile yerleşim merkezi Üsküdar, Kadıköy’dür.

Türk vatandaşları, Anadolu yakasına taşınacaktır. Anlamlı değil mi? [2]

İstanbul Kanalı (“Kanalı İstanbul”) veya Üç İstanbul - 3

Patrikhane, Özal’ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemin özlemle anan Bartholomeos, Özal “Yaşamış olsaydı, bu kadar erken ve bu kadar ani yaşamını yitirmemiş olsaydı okulumuzu açacaktı.” demiştir.
Geçen yazıda belirttiğimiz gibi İstanbul Kanalının teknik yönlerini gerçek bilim adamı uzmanlara bırakıp, değerlendirmeyi tarihi boyutu içinde, izaha çalışacağız.

Osmanlı dönemi İstanbul ve Boğazlar
Dersaadet adı verilen İstanbul fetihten sonra; siyasi merkez Suriçi, kazalar; Galata, Üsküdar ve Eyüp (üç belde) şeklinde düzenlendi. Bu  yapı 20.yüzyıl başlarına kadar varlığını korudu.

Osmanlı asırlarında ihanet eden üç Patrik’in (1638, 1657 ve 1921) idam edilmesi, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya’nın Ortodoksların hamisi olması, Rus ticaret gemilerine boğazlardan serbest geçiş hakkının tanınması; sonraki yıllarda hamilik hakkının (Berlin Konferansı) İngiltere, Fransa ve Almanya’ya da tanınması, arkasından Boğazlardan ticaret gemilerinin serbest geçişine savaş gemilerinin de ilave edilip Ruslar ve İngilizler arasında defalarca değişse de Sevr’e kadar devam etmesi çok önemlidir.
 
Sevr’de Boğazların denetimi uluslararası bir komisyona verildi, ama Millî Mücadele Sevr’in uygulanmasını engelledi, ama Boğazlara Lozan’da da tatmin edici bir çözüm bulunamadı.

Kısaca özetlenen bu olaylar, dünyada değişen dengelerin egemenliğimiz, Osmanlı Türk Devleti, İstanbul, Patrikhane ve Boğazlar açısından ne ifade ettiğini açıkça göstermektedir.

Cumhuriyet döneminde İstanbul ve Boğazlar
Büyük Atatürk’ün üstün gayretleriyle 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Türk egemenliğine dayalı bir statü kazanan Boğazlar, günümüze kadar sorunsuz bir şekilde barış ve güvenliğe hizmet etmektedir.

ABD, 1947’de Truman Doktrini ve 1948’de Marshall Planıyla, Sovyetleri ve komünizmi kuşatmak için bazı ülkeler mali yardım iddiasıyla Milli Şef İnönü ve CHP ile yakın ilişki kurdu. Lozan’ı çiğneyerek ABD vatandaşı Athenagoras’u 1948’de Patrik yaptı, Fener Rum Patrikhanesinin önünü açtı. Bu ilişki 1950’de DP ile devam etti. Bu sayede ABD, içişlerimize ve kültür kodlarımıza yön verecek konuma geldi. Başbakan Menderes’in, Yunan Dışişleri Bakanı Averof’a söylediği, “Çoğumuz için Patrikhane Megali İdea’nin yaşayan bir simgesi gibiydi. Ancak bu şimdi tarih oldu. Bütün dünyaya göstermek istiyorum ki, bir büyük Müslüman ülke olan Türkiye ne ölçüde uygar ve hoşgörülüdür. Biz bu Hıristiyan dini liderin durumunu kolaylaştırmak istiyoruz. Sur içinde ya da dışında görkemli bir Bizans manastırı bulup, Patrikhane’yi Vatikan gibi imtiyazlarla oraya yerleştirelim. Fener’de kalsın ama Fener, Ortodoksluğun Vatikan’ı” olsun şeklindeki sözleri ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Bartholomeos’la görüşmesinde,“Patrikhanenin, Ortodoks Vatikan’ına dönüşüyor izleniminin yaratıldığı” mesajını verme gereği duyması dikkat çekiciydi.
 
Patrikhane, Özal’ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemin özlemle anan Bartholomeos, Özal “Yaşamış olsaydı, bu kadar erken ve bu kadar ani yaşamını yitirmemiş olsaydı okulumuzu açacaktı.” demiştir.

Amerikalı uzmanlarca hazırlanan ve ABD Başkanı Clinton tarafından dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in önüne konduğu söylenen “Üç İstanbul Planı”‘na göre;

1) İstanbul’un Anadolu yakası bütünüyle yerleşim alanı olacak ve kentin nüfus ağırlığı buraya kaydırılacak.

2) Haliç’in doğusunda kalan Pera (Beyoğlu) bölgesi finans, ticaret, sanayi ve yerleşime ayrılacak.

3) Haliç’in batısında surlar içinde kalan en eski kesim ABD; AB, Dünya Bankası, Dünya Kiliseler Birliği ve UNESCO’nun maddi ve siyasi desteğiyle “dünya kültür” kentine dönüştürülecek. Bunun için surların içi kademeli olarak tamamen boşaltılacak ve “Bizans özelliği” öne çıkarılan bir açık hava müzesi olacak.
 
Bunun üzerine harekete geçen MGK uzmanlardan rapor istemiştir. Hıristiyanlık tarihi uzmanı, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Çelik, Hıristiyan kaynaklara dayanarak hazırladığı 40 sayfalık raporda, Fener Rum Patrikhanesinin ABD’nin yeni dünya düzenine ilişkin stratejisindeki kilit rolü vurgulamıştır.

Patrikhanenin, Menderes ve Özallı yıllara benzer üçüncü atağı AKP hükümeti ile birlikte yaşandı. Hem de Başbakan Erdoğan’ın ağzından. “Üç İstanbul Projesi”, Erdoğan’a özgü bir proje olarak sunuldu. Halbuki bu proje de Çiller dönemindeki planın devamı ve olgunlaştırılmış halinden başka bir şey değildi. Medyada “Üç İstanbul Projesi” başlığı ile verilen haberlerde, dikkat çeken hususun “İstanbul’u, “uygarlık, kültür, sanat etkinlikleri merkezi, turistik ticaret merkezi, müzeleri, tarihi dokusu, kongre imkanları ile Boğaziçi ve inanç merkezi olma özelliklerinin” üzerinde durulmasıdır. Tarihi Yarımada, Suriçi, Beyoğlu-Galata Port ve Kilyos-Kumburgaz şeklinde planlanan projelerle, Kilyos ve Kumburgaz bir turizm cennetine dönüştürülecek; ilk safhada Ayasofya, Sultanahmet gibi çok değerli eserlerin bulunduğu tarihi yarımada ele alınarak; tarihe sahip çıkılacaktır.

Son söz: ABD Başkanı Bili Clinton 1999’da TBMM’de yaptığı tarihi konuşmada, özetle; 20 yüzyılda yarım kalan hesapların 21. yüzyılda tamamlanacağı mesajını vermesi, Türkiye ile ABD’nin birlikte NATO’yu 21. yüzyılın taleplerine adapte ettiğini söylemiştir. Clinton’un, “İslam dünyasının bir başı yok. Hıristiyanlığın Papalık gibi bir kuruluşu var. İslâm dininin gerçek bir lideri olsa, onu Beyaz Saray’a çağırır diyalog başlatırdık” demesi ilginç değil mi?

Not: Bu bilgiler 2004’de yayımlanan “Yeni Roma İmparatorluğu” kitabımızdan alınmıştır.[3]

 

Sadi Somuncuoğlu - millidusunce.com

 

KAYNAK: 

[1] https://millidusunce.com/kanal-istanbul-veya-uc-istanbul/

[2] https://millidusunce.com/istanbul-kanali-kanali-istanbul-veya-uc-istanbul-2/ 

[3] https://millidusunce.com/istanbul-kanali-kanali-istanbul-veya-uc-istanbul-3/




Bu haber 1,123 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,258 µs