En Sıcak Konular

DİN EĞİTİMİ SORGULAYICI DÜŞÜNMEYİ BESLEMELİDİR

30 Aralık 2009 21:00 tsi
DİN EĞİTİMİ SORGULAYICI DÜŞÜNMEYİ BESLEMELİDİR Ezberci din eğitimiyle anlamlı öğrenmeyi hedefleyen din eğitimi arasındaki temel farklardan biri de, birincinin sorgulamaya fırsat vermemesine karşılık ikincisinin sorgulayıcı düşünmeyi tetikleyici olmasıdır.

Din Eğitimi Sorgulayıcı Düşünmeyi Beslemelidir

Ezberci din eğitimiyle anlamlı öğrenmeyi hedefleyen din eğitimi arasındaki temel farklardan biri de, birincinin sorgulamaya fırsat vermemesine karşılık ikincisinin sorgulayıcı düşünmeyi tetikleyici olmasıdır. Bu fark, her iki din eğitimi anlayışının bilgi algısıyla, “öğrenme”ye yaklaşımıyla doğrudan alakalıdır. Birincisi öğretime konu ettiği her dinî bilginin mutlak doğru olduğunu, dolayısıyla sorgulanmadan kabullenilmesini öngörürken ikincisi, dinî bilginin şöyle veya böyle yorumunu içeren boyutunun doğruluk derecesinin tartışılabilir nitelikte olduğunu kabul etmektedir. Bu algının uzantısı olarak birincisi, bu dinî bilgi kalıplarının öğrenene aynen nakledilmesini (öğretim) ve onun da bunları sorgulamadan pasifçe kabullenmesini (öğrenme) gerekli görürken ikincisi, öğrenen bireyin hazır bilgi kalıplarının pasif alıcısı olmak yerine bilgiyi keşfetmeye, bizzat elde etmeye, üretmeye kılavuzlanmasını öngörmektedir. İster istemez birinci din eğitimi, kendisine sunulan kalıp dinî bilgileri sorgulamadan aynen kabullenme görevini öğrenciye yüklerken ikinci din eğitimi, öğretim yapmak adına dinî bilgi kalıplarının öğrenciye aktarılması yerine, dinî bilgiyi öğrencinin bizzat elde etmek için yola çıkmasını ve bunu yaparken de sorgulayıcı düşünmeyi ihmal etmemesini gerekli görmektedir.

Konuyu Bosna Hersek Başmüftüsü Mustafa Çeriç’le yapılan bir röportajdan alıntıyla açmak istiyorum. “El-Ezher’de de eğitim gördünüz, Chicago Üniversitesi’nde de. Bu iki üniversite arasındaki farklar nelerdi?” sorusuna verdiği cevapta Sayın Çeriç, şu ifadelere de yer vermektedir:

“El-Ezher yaklaşık bin yıllık bir üniversite. Çok eski bir akademi. Chicago da çok köklü bir üniversite. Bu iki üniversitedeki en önemli fark şu: El-Ezher’de sorulacak soruların içinde zaten cevaplar da mevcuttur. Çünkü bizden önce gelenler bütün soruların cevabını çoktan vermiştir. Bize düşen ise bu sorulara verilmiş cevapları öğrenmekten ibarettir. Chicago’daki eğitim felsefesinde ise, insan aklı var oldukça yeni sorular gündeme gelir. Eski sorulara da yeni cevaplar bulmak her zaman mümkündür. Bizden öncekilerin aklı uhrevi bir akıl (ne demekse? M.Ş.A.) olmadığına göre, Allah bize de aynı aklı ve fikri ihsan ettiğine göre, eski ya da yeni sorulara biz de cevaplar verebiliriz. Buna hem hakkımız vardır hem de böyle bir özgürlüğümüz (hatta, görevimiz. M.Ş.A.). Chicago üniversitesi’nde sorular gayet açıktı ama bu soruların mutlak yanıtı yoktu. Çünkü teoloji ve felsefede, aslında tüm bilimlerde kesinliğin başladığı yerde hayat biter. El-Ezher’de ben hazır cevaplar alıyordum ama Chicago’da sorularımın cevaplarını kendim bulmak zorundaydım. Ben bir Müslüman olarak şimdi daha iyi anlıyorum ki Chicago’da verilen eğitim Müslümanlara verilmesi gereken gerçek eğitimdir. Müslümanların şimdi her zamankinden çok böyle bir eğitime ihtiyacı var.

...

Ben şimdi öğrencilere ders verilirken balığı hazır ve pişirilmiş bir şekilde önlerine koymaktansa onlara balığın nasıl tutulacağını öğretmekten yanayım ve buradaki medreselerde de bunu uygulatıyorum. Yani önce nehre gitmeniz ve nehrin kıyısında sabırla beklemeniz gerekiyor, sonra da suya girip balığı yakalamalısınız. Müslümanlar bu şekilde yapmadıkları müddetçe hiçbir zaman ileriye gidemezler.” (Bk. Hürriyet Pazar, 28.09.2008)

Bu ifadeler, ezberci eğitim ile anlamlı öğrenmeyi hedefleyen eğitim arasındaki farkı somutlaştırarak gözler önüne sermektedir. Anne babalar çocuklarına, öğretmenler öğrencilerine nereye kadar hazır balık sunabilirler? Ne kadar daha onlarla beraber yaşayabilecekler? Sürgit onlara balık veremeyecekleri gibi, onların her yeni günde karşılaşacakları öncekilerden farklı ve yeni bilgi/çözüm gerektiren sorunlarla baş edebilmeleri için gerekli hazır bilgileri de sunamayacaklardır. Onlar adına sorunlarını çözme imkânını da hep elde edemeyeceklerdir.

Bu olgu/gerçeklik, çocuklarımızın kafasına bilgi depolamanın, nasıl pek de işe yaramadığını açıkça haykırmaktadır. Bu durumda çözüm, çocuklarımıza/öğrenenlere hazır bilgi kalıplarını aktarıp bunları hafızalarına depolamalarını sağlayıcı bankacılık işlemleriyle uğraşmak yerine, onların bilgi elde etme, elde ettikleri bilgileri kullanarak yenilerini üretme bilgi ve becerisini, dolayısıyla sorun çözme yeteneğini kazanmalarına (öğrenmeyi öğrenmelerine) kılavuzluk etmektir. Bu nedenle günümüz din eğitimi, öğrencinin din üzerinde düşünme, dinî bilgileri sorgulayarak anlamlandırma, onları hayatla irtibatlandırıp bütünleştirme, tutum ve davranışlarını onlara göre bizzat belirleme yeteneğini sürekli besleyip geliştirmek zorundadır.

Bu noktada özellikle ele alınması gereken konu, dinî bilginin değişip değişmeyeceği ve sorgulamaya konu edilip edilemeyeceği meselesidir. Vahiy asla değişmez. Kur’an’ın hiçbir ayeti değiştirilemez. Ancak vahyin yorumlanması sürecinde devreye giren beşerî boyut, sürekli değişime açıktır. Herkes, sahip olduğu kültürel birikimi kullanarak ve yaşadığı dünyanın şartları/dili içinde Kur’an’ı anlamaya çalıştığından dolayı, herkesin Kur’an’dan anladığı, onlarla sınırlıdır. Onun için her yorum, tartışılabilir, değişebilir niteliktedir. Bir başka ifadeyle, din değişmez; ama din anlayışımız değişebilir/yenilenebilir/yenilenmelidir. Dinin sabiteleri asla değişmediği halde onları anlam(landırm)a düzeyleri kişiden kişiye farklılaşabilmektedir. Dinî bilginin, dolayısıyla ona dayanan din anlayışının değişen ve değişmeyen/göreceli boyutunun farkında oluşumuz, doğru kabul edip gereğince tutum ve davranışlarımızı belirlemeye çalıştığımız dinî yorumumuz (bilgimiz) üzerinde düşünmeyi durdurmaksızın sürdürmemizi, gerektiğinde onu yenileyip geliştirmemizi sağlamaktadır. (Bk, M. Ş. Aydın, Dinî Bilgiyi Tecdid, Diyanet Aylık Dergi, Temmuz 2009, s. 11)

Dinî bilginin sorgulanıp sorgulanamayacağı meselesine gelince, bu konuda da ilginç yaklaşımlar göze çarpmaktadır. Kimileri okullarda din öğretimine yer verilmesine laiklik üzerinden karşı çıkarken ileri sürdükleri gerekçeler arasında şunu da dile getirmektedirler: Laik okulda öğrenciye bir tarafta özgür düşünme, aklı kullanma, sorgulama, eleştirel değerlendirme yapma gibi becerileri kazandıran dersler okutulurken diğer tarafta “sorgulama inan, teslim ol” diyen bir din dersi okutulması uygun değildir. Bu ikili durum, öğrencileri çelişkiye düşürür.

Bu iddiaya katılmak pek mümkün gözükmemektedir. Şöyle ki, laik okulda din dersi dışındaki bütün dersler öğrenciye aklı kullanmayı, özgür düşünmeyi, eleştirel yaklaşımı, mantıksal tutarlılığı öğretiyorsa, din dersinin bunların aksi bir yönlendirmede bulunması, öğrencileri çelişkiye düşürüp bocalatamaz. Anlamlı öğrenmeyi gerçekleştiren, eleştirel düşünme yeteneğini kazanmış hiç kimse çelişkiyi taşıyamaz; mutlaka onu giderip rahatlamaya çalışır. Çelişkiyi giderirken de, mutlaka tercihte bulunacak, tutarlı bulduğunu, aklına yatanı kabul edecek, diğerini elinin tersiyle itecektir. Bu durumda, düşünmeyi, sorgulamayı yasaklayan bir din, kesinlikle böyle kimseler tarafından reddedilerek bir kenara atılacaktır. Dolayısıyla, eleştirel düşünme yeteneğine sahip öğrenci, düşünmeyi durdurup körü körüne inanmayı öngören bir dini kolaylıkla reddedecek; asla çelişki içinde debelenip durmayacaktır. Bu nedenle, laik okulda “düşünme/sorgulama, inan/teslim ol” diyen bir din dersinde verilenler, diğer derslerde kazanılan bilgilerle çelişiyorsa, laiklik adına endişelenmeye gerek yoktur. Burada endişeye kapılacak birileri olacaksa o da, sözü edilen din dersinin taraftarlarından başkası değildir. Çünkü kaybeden, onlar olacaktır. Yok, eğer bu laik okulda zaten ezberci bir eğitim söz konusuysa, sorun derinlerde demektir; din dersinin varlığına karşı çıkmakla o çözül(e)mez.

Din eğitiminin sorgulayıcı düşünceyi beslemesine, imanın mahiyetinden hareketle din adına itiraz edenler de olabilir. Çünkü iman, kayıtsız şartsız bağlanmayı, teslim olmayı gerektirir. İslam dininde de bu anlayış vardır. Mümin teslimiyet göstermek durumundadır. Müslim, teslim olan demektir. “Hayır! Rabbin’e andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da verdiğin karar nedeniyle içlerinde hiçbir zorlanma/sıkıntı hissetmeksizin tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65)

Ancak bu teslimiyetin kime olacağı ve nasıl gerçekleşeceği son derece önem arz etmektedir. İslam’a göre teslimiyet, sadece Allah’a ve Rasulü’nedir. Allah ve Rasulü (s.a.s.), bir şey buyuruyorsa, mümin ona teslim olmakta tereddüt etmez. Ancak, her mümin, Allah ve elçisinin ne buyurduğunu anlam(landırm)aya çalışır. Bu süreçte Allah ve Rasulü’nün sözü üzerinde düşünür, mevcut bilgilerini kullanarak onu kavramaya çabalar. Nitekim Kur’an ayetleri üzerinde müminlerin derin derin düşünmeleri, onları anlam(landırm)aya çabalamaları bizzat Allah tarafından istenmektedir. (Bk. Nisa, 82; Muhammed, 24; Mu’minun, 68; Sâd, 29)

Bu anlam(landırm)a/kavrama görevini yerine getirmeye çalışan Müslüman, Allah’ın maksadını yakalamaya çalışırken, Hz. Peygamber (s.a.s.) dışında, karşılaştığı hiçbir beşerî yoruma kayıtsız şartsız teslim olma, onu kabullenme tavrını takınmak durumunda değildir/olmamalıdır. Allah ve Rasulü (s.a.s.) dışında hiçbir otorite, kayıtsız şartsız ve sorgulanamaz görül(e)mez. Bu konuda Müslümanın körü körüne bir bağlanma içinde olmasını İslam asla hoş görmemektedir.

Hristiyanlıkta olduğu gibi bir din adamı sınıfının bulunmadığı İslam’da dinin temel kaynağının anlaşılması ve yorumlanması konusunda tekel söz konusu değildir. Teknolojinin, kitle iletişim araçlarının gelişmesi, her tür bilgiye olduğu gibi dinî bilgiye de ulaşmayı kolaylaştırmakta ve ulaşım kanallarını alabildiğine çoğaltmaktadır. Küreselleşmenin çok ileri boyutlara taşındığı günümüz dünyasında her alanda olduğu gibi, din anlayışı ve tezahürlerinde de çoğullaşma kendini göstermektedir. Bu bireysel katılım kanallarının çoğalması, her Müslümanın Kur’an’ı okuyup anlama imkânı, dindarlık anlayışında aşırı bireyselleşmenin önünü açan bir etmen olarak görülerek kaygılanılabilir. Bunun dindarlık anlayışında karmaşaya yol açacağı düşünülebilir. Ancak, İslam’ın temel kaynaklarının elde olması ve onlara her Müslümanın ulaşma imkânı, din anlayışında aşırı sapkınlıkların genel kabul görmesini önleyecek temel sübaptır.

İşte böyle bir ortamda birey, sorgulayıcı bir yaklaşımla İslam’ın öğretisini anlam(landırm)aya çalışarak kendi dindarlığını inşa etmeye çalışacaktır. Neye nasıl inanacağını, neleri nasıl yapacağını, hayatını nasıl Müslümanca dizayn edeceğini bizzat kendisi belirleyecektir. Zira, bizzat Kur’an, her şeyden önce imanın zorlama/dayatma sonucunda değil, tam aksine, bireyin özgür tercihinin ürünü olarak otaya çıkmasını istemektedir: “Dinde hiçbir zorlama yoktur.” (Bakara, 256) “De ki, işte hak/gerçek, Rabbiniz’den geldi. Artık isteyen inansın, isteyen inkar etsin.” (Kehf, 29) “Eğer Allah dileseydi onların hepsini elbette doğru yol üzerinde toplardı.” (En’âm, 35) “Eğer Allah dileseydi, onlar müşrik olamazlardı... (En’âm, 107) Birey, inandıktan sonra bu imanına göre her alandaki tutum ve davranışlarını belirleyecektir. Yani İslam, dindarlaşmanın her adımında, bireyin özne konumunda olmasını öngörmektedir. Kur’an, kendini bile üzerinde insanın düşünmesi, anlamlandırması gereken kelam olarak takdim etmekle, her halukârda, hatta Kur’an ayetleri karşısında bile insanın özne kalmasını öngörmüş olmaktadır. Zaten İslam’da sorumluluğun bireyselliği ilkesi, bütün yapıp ettiklerinin hesabını Allah’a her bireyin kendisinin verecek olması, bunu kaçınılmaz kılmaktadır.

Şu halde İslam’a göre, dindarlaşma kararını vermekten tut bu sürecin her boyutunda bireyin özgürce tercihlerde bulunmasını, kararlarını bizzat kendisinin vermesinin öngörülmesi, din adına söylenen/sunulan hiçbir şeyi onun sorgulayıcı yaklaşımla anlamlandırmadan kabullenmemesini, kendini pasif alıcı konumuna düşürmemesini gerektirmektedir. İslam hakkında “din, dogmatik özelliğinden dolayı bireyi ezber yoluyla koşullandırmak zorunda.” şeklinde değerlendirmeler yapmak asılsız laftan öteye geçemez. Kur’an, din hakkında ezber bilgiye sahip olmayı, şartlanmışlığı, kalıplanmayı değil, derin kavrayış sahibi olmayı (tefekkuh fi’d-dîn) önermektedir. (Tevbe, 122)

Bütün bunlar şu gerçeği ortaya koymaktadır: Müslüman bireyin Allah ve Rasulü (s.a.s.)’ne teslimiyeti, zoraki/körü körüne bir teslimiyet değil; tam aksine özgür düşüncenin, sorgulayıcı anlamlandırmanın tabii eseri olan bir teslimiyettir. Teslimiyet kararı, onun adına başkaları tarafından alınıp ona dayatılmış değil; bizzat kendisi bu kararın özgür mimarıdır, öznesidir, nesnesi değil. Bu teslimiyet kararı, Müslüman bireyin kendi özgürlük sınırlarını alabildiğine genişletme kararıdır. Teslimiyet kararı, Müslümanın kalbinde/kafasında kendini tutsaklaştırma hissini değil; özgürlüğünü daha ileri boyutlara taşımanın heyecanını oluşturur. Miraç söz konusu edilerek “Buna da mı inanacaksın?” şeklindeki soruya, Hz. Ebubekir’in, “Evet o diyorsa doğrudur” cevabı, durup dururken verilmiş sıradan bir cevap değildir. Arka planda, bu sözü ona söyleten çok önemli bir düşünsel süreç, müthiş bir anlamlandırma çabası bulunmaktadır.

Getirdiği değerlerin evrenselliğini ilan eden İslam, eleştirel düşünceden, bilimsel yaklaşımdan, aklın özgürce kullanılmasından, sorgulayıcı yaklaşımdan çekinmek şöyle dursun, bunları teşvik etmektedir. Getirdiği mesajdan emin olduğu için, bunlardan endişe duymamaktadır. Dolayısıyla bugünün Müslümanını yetiştirmeye yönelik din eğitimi, onun bu yeteneklerini geliştirmek durumundadır. Kaldı ki, Müslüman bireylerin olabildiğince yetkinleşmesini zaruri kılan günümüz açık toplumunun şartları, böyle bir din eğitimini kaçınılmaz hale getirmektedir. Sorgulanmış, üzerinde çalışma yapılmış, akıl yürütülmüş bir inanç sağlam inançtır; kolay kolay sarsılmaz. Böyle bir imana sahip mümini, hiçbir güç odağı, İslami değerlerle uyuşmayan doğrultuda, istediği gibi kullanamaz.

Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Not: Bu yazı, Diyanet  Aylık Dergi Aralık 2009 sayısından iktibas edilmiştir.

 



Bu haber 785 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,902 µs