En Sıcak Konular

SOFRANIZDAKİ GIDALARIN GERÇEK OLDUĞUNU MU SANIYORSUNUZ?

9 Kasım 2009 18:15 tsi
SOFRANIZDAKİ GIDALARIN GERÇEK OLDUĞUNU MU SANIYORSUNUZ? "Yoksa siz hâlâ sofranızdaki gıdaların gerçek gıda olduğunu mu sanıyorsunuz?""Domates ve patatesten emin olmayın, yerli pirinçten vazgeçmeyin"

Büyük tehlike için bir kaç öneri 
 
"Domates ve patatesten emin olmayın, yerli pirinçten vazgeçmeyin"

"Yoksa siz hâlâ sofranızdaki gıdaların gerçek gıda olduğunu mu sanıyorsunuz?"

Yıllardır dillerinde tüy bitmiş “Türkiye’de GDO’lu ürünler var” diye, yetkililer hep “Yok” demiş. Sonra anlaşılmış ki, bal gibi de GDO’lu ürünler var bu ülkede... “Bu ürünler insan ve çevre sağlığına zararlı” demişler, cevap bu kez “Bilimsel dayanağı yok” olmuş. Sonra birer birer kanıtlanmış zararları... “GDO’ya Hayır Platformu”nun kurucularından Mebruke Bayram, çoktan anlamış ki yetkililerin umurunda değil, bu yüzden herkese bir çağrı yapıyor; “Eğer tüketiciler GDO’lu ürünleri boykot ederse, yasaklanır. İşte, bu direniş sayesinde Yunanistan tehlikeden kurtuldu!”

Herkes tedirgin... Başbakan bile “GDO’lu ürünlere karşıyım” diyor ama Tarım Bakanlığı bu genetiği kurcalanmış ürünlerin ithalatına serbestlik getiren yönetmeliği çıkardı çoktan... Bu işin uzmanlarına gelince, GDO’ya karşı çıkan da var, tam tersine savunan da... Mesele biraz hayata bakışla ilgili aslında... Temiz, sağlıklı, yeşil, kaynakların eşitçe paylaşıldığı bir dünya mı istiyoruz, yoksa dev firmaların kârına kâr katacak, insanın pek önemsenmediği, karın doyuracak, ama toplum sağlığına mal olacak bir dünya mı?
Benim tercihim birinci şıktan yanaydı. Peki bu meseleyi konuşacak doğru isim kimdi? Ben o ismi ararken, bir TV programında “Türk Einstein’ı” diye de tanınan bilimadamı Prof. Oktay Sinanoğlu’nun, kendisi de bu konuda bir kitap yazmış olmasına rağmen, sürekli referans verdiği bir başka kitap dikkatimi çekti; Mebruke Bayram imzalı ’Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar’... Her ikisiyle de konuşmak istedim. Ancak Prof. Sinanoğlu’na ulaşmam mümkün olmadı. Bu arada referans verdiği kitabı okumaya başladım ve ilk cümlesinde kararımı verdim. “Sofranızdaki gıdanın gerçek gıda mı olduğunu sanıyorsunuz? Çocuğunuza içirdiğiniz sütün, ambalajın üzerinde görünen yeşil çayırlarda otlayan mutlu ineklerden geldiğinden emin misiniz?” diye başlıyordu giriş... Hangimiz eminiz ki?

Kitabın yazarı Mebruke Bayram’ın asıl mesleği yayıncılık. Ama yıllardır bir çevre aktivisti olarak mücadele veriyor. Bundan yıllar önce, ziraat mühendisleri ve bilimadamları dışında kimsenin gündeminde yokken, ekoloji, tarım ve çevreyle ilgili arkadaşlarıyla yaptıkları çalışmalar sonucunda GDO’nun ne denli tehlikeli olduğunu fark ediyorlar ve ’GDO’ya Hayır Platformu’nu kuruyorlar. Öyle küçük bir çevre gelmesin aklınıza, 100’ü aşkın demokratik kitle örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu bir platform bu... Mebruke Bayram’la randevulaşıyoruz ve bir araya geliyoruz. “Kitabınız çok okundu mu?” diyorum, gülüyor, “Best-seller olmadı henüz!” diyor, sonra ekliyor; “Baştan belirtmekte fayda var; herhangi bir uzmanlık iddiam yok. Gıda, tarım, çevre gibi konularda çalışmaları olan bilim insanlarının, yazar, düşünür, araştırmacı ve aktivistlerin görüşlerinden de yararlanarak gıda hakkında genel bir tablo çizmeye çalıştım.”
Doğru, Bayram bir uzman değil ve öyle bir iddiası da yok, ama kitapta GDO’lar ile ilgili merak ettiğiniz her soruya çok net bir yanıt var.

Domates ve patatesten emin olmayın, yerli pirinçten vazgeçmeyin

Kitabınıza, “Yoksa siz sofranızdaki gıdanın gerçek gıda olduğunu mu sanıyorsunuz? Çocuğunuza içirdiğiniz sütün, ambalajın üzerinde görünen yeşil çayırlarda otlayan mutlu ineklerden geldiğine emin misiniz?” diye başlıyorsunuz...

Evet. Sanal gerçeklik gibi bir şey. Gösterilen çayır o çayır değil, inek o inek değil, köylüler hiç değil... İçerik de sanal. Niyetim sizi sofranızdaki gıdadan korkar hale getirmek değil. Çoğu tüketicinin pek farkında olmadığı bazı gerçekleri dile getirmek istedim: Gıdalar aslına yabancılaşmış durumda, gıda olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşüyor, uluslararası siyaset arenasında, yeri geldiğinde bir silah, yeri geldiğinde pazarlık masalarında bir araç olarak kullanılıyor.

Yabancılaşma yalnızca bundan ibaret de değil, gıdalar artık en temel özelliklerini yerine getirmiyor, beslemiyor. Soframıza gelen konuklara sahte gıdalar ikram ediyoruz, çocuklarımız gerçek gıdanın tadını bile bilmiyor. Belki de bu yüzden, beslenmemiz gerektiği gibi beslenemediğimiz için, sağlığımız her geçen gün biraz daha bozuluyor. Dünyanın yarısı obezite, hipertansiyon, diyabet, kanser gibi beslenmeyle yakından ilgisi olan sağlık sorunlarıyla boğuşurken, diğer yarısı yetersiz beslenmeden ölüyor.
Gıdalar artık beslemiyor aksine hasta ediyor!

Sahte gıdadan kastınız ne?

Soframızdaki gıda birileri tarafından gasp ediliyor. Gaspın, yalnızca köylünün emeğinin sömürülmesi ya da yükselen gıda fiyatları yoluyla yapıldığını düşünmeyin. Yeni nesil gıdalarda, gıdanın içeriğinde ‘doğal olarak’ bulunması gereken maddeler birer birer azalırken, gıdayla ilgisi olmayan katkı maddeleri ve koruyucu maddeler çoğalıyor. Gıdanın her alanında bir standartlaşma, zapturapt altına alınma süreci yaşanıyor. Dünya halklarının zengin gıda çeşitliliği ve kültürü yavaş yavaş yok edilirken, soframızı tek tipleşmiş, standart, hijyenik, şık ambalajlı, ancak içi boş gıdalar ele geçiriyor. Gıdanın gaspı, üretim sürecinde kullanılan tekniklerden tutun, genlere kadar pek çok alanda sürdürülüyor.

Gıda ağır bedeller karşılığında üretiliyor. Asıl üretici konumunda olan köylüler açlığa mahkum edilirken, gıdanın ticaretini yapan uluslararası tekeller akıl sınırlarını zorlayacak büyüklükte paralar kazanıyor. Dünyada herkesi doyuracak miktardan fazla gıda üretilmekteyken açların ve yetersiz beslenenlerin sayısı her geçen gün biraz daha artıyor. Dünyanın bir yanında buğday dağları, süt nehirleri varken, diğer yanı açlıktan kırılıyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünyada yetersiz beslenmekte olan 1 milyar insan olduğunu söylüyor.

Bütün bunların oluşmasında, tarımın şirketleşmesi, tekelleşme, ekolojik kriz, küresel ısınma gibi pek çok faktörün etkisi var elbette. Gıdanın üretim sürecinde geçirilen aşamaların her biri, gıda konusu etrafında oluşan sorunları etkiliyor.
Bakterinin geni meyveye, hayvanın geni tahıla aktarılıyor

En büyük sorunlardan biri de GDO galiba. Bize anlatabilir misiniz GDO nedir?

GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış şekliyle ‘GM’ veya ‘GMO’ olarak geçen ‘Genetically Modified Organism’in, Türkçe karşılığı. Bir canlının genetik yapısı içerisine işlevi belirlenmiş bir ya da birkaç genin yapay yollarla dışarıdan eklenmesi yoluyla elde ediliyor. Bu genler sözü edilen canlıyla aynı türden canlılardan alınabileceği gibi, virüs, bakteri ya da başka türden bitki veya hayvanlardan da elde edilebiliyor. Biyoteknoloji yoluyla elde edilmiş yeni bir genetik materyal kombinasyonuna sahip olan bu canlı organizmalara, GDO, yani ‘genetiği değiştirilmiş organizma’ adı veriliyor. Gen değişikliği, verimi artırmak, böceklere ya da yabani ot ilaçlarına karşı dayanıklılığı sağlamak, tarım için uygun olmayan arazilerde, mesela tuzlu topraklarda tarım yapabilmek, taşımaya daha uygun ürünler yetiştirebilmek, ürünün raf ömrünü uzatmak gibi gerekçelerle hayata geçiriliyor.

Bu sıraladıklarınız ilk bakışta çok cazip görünüyor. Peki siz neden “GDO’lu ürünlere hayır” diyorsunuz?

GDO, sağlık alanında da kullanılıyor. Bizim özel olarak karşı çıktığımız sağlık alanındaki çalışmalarla ilgili değil. Bizim GDO’ya karşı çıkmamızın temel nedeni gıdada kullanılması, yani tarımda kullanılan genetiği değiştirilmiş canlılar.

Biraz açabilir misiniz? Nedir bu canlılar?

Birbiri ile alakası olmayan canlıların, mesela bir bakterinin geninin bir meyveye ya da bir hayvanın geninin bir tahıla aktarılması gibi, akrabalığı olmayan canlılar arasında gen aktarımı yapılması... Buna da karşı çıkmamızın birkaç nedeni var. Öncelikle insan sağlığı üzerinde risk yarattığı için, çevre üzerinde büyük risk yarattığı için, biyolojik çeşitliliği tahrip ettiği için...

Taşınması kolay olsun diye Japonlar kareküp şeklinde karpuz üretmişlerdi. Peki bu karpuzları yediğimizde bize zararı olacak mı?

Karpuzlar işin medyatik tarafı. Aslında yapılan daha farklı, mesela domatesin kabuğu kalınlaştırılıyor. Pembe domatesleri bilir misiniz, çok şekilsiz görünür, neredeyse dalından kopardığınızda elinizde kalır. Hiçbir şeye benzetemezsiniz baktığınızda ama çok lezzetlidir. İşte o domates taşımaya gelmez, uzun yolda mahfolur. Taşımaya gelebilmesi için ne yapmak gerekir?

Kabuğunun kalınlaştırılması gerekir...

Evet. Bu da neden? Çünkü endüstriyel tarım öyle gelişti ki belli ürünler, belli alanlarda fazla ekilmeye başlandı. Çok büyük coğrafyalarda sadece mısır ya da domates ekimi için tarımsal alanlar kuruldu, bu alanlar da metropollerden uzaklaştı. Dolayısıyla çok uzun mesaflerden taşınmaya başlandı ürünler. Bu taşımayla beraber, nakliyeye daha uygun ürün üretmek, ürünün ticari getirisini artıran bir faktör haline geldi. İşte bu yüzden mesela domates tohumu üzerinde genetik değişiklik yapılıyor. Soğuk arazilerde birtakım meyvelerin yetiştirilmesi için çalışmalar sürüyor. Onun için bir kuzey balığının geni bir meyveye aktarılabiliyor. Normalde sıcak iklimde yetişmesi gereken bir meyve daha soğuk iklimlerde yetişebilir hale geliyor. Bu yönde çalışmalar var... Bu süreçte birtakım ürünler de artık hayatımıza iyice girdi, yerleşti. Mesela mısırdaki gen değişikliği, büyük oranda dünyanın her yerinde yaygın. Soya aynı şekilde... Neredeyse bazı ülkelerde mısır ve soyanın tamamının geni değiştirilmiş durumda. Arjantin’in ürettiği soyanın çok büyük kısmının genetiği değiştirilmiş mesela.

En çok tüketilen GDO’lu ürünler mısır, soya ve pirinç...

Domatesi anladım da, soya ya da mısırla niye oynuyorlar?

Çünkü mısır ve soya dünyada gıda katkı maddesi olarak en çok kullanılan iki ürün. Mısır, soya, pirinç ve buğday dünya halklarının beslenmesinde en önemli yer tutan ürünler. Gen değişikliği yapmak için de en çok bu dört ürün üzerinde çalışılıyor. Çünkü en çok bunlar tüketiliyor ve en çok bunlar üzerinden ticari getiriyi elde etmek mümkün. Mesela mısıra bakteri geni aktararak, o bakterinin doğal özelliğinden faydalanıp böceklere karşı bir toksin üretmesini sağlıyorlar mısırın. Böylece o mısır zararlı böceklerden etkilenmemiş oluyor. Sonuçta tarlada verim artıyor... Gerçi şu ana kadar kısmi birtakım deneyler var verimin arttığını gösteren ve onlar da GDO taraftarı lobilerin desteğiyle yapılan araştırmalar. Daha tarafsız araştırmalar GDO’lu ürünlerin tarımsal verimi pek artırmadığını gösteriyor.

Dört ürünün de genetiği değiştirildi mi?

Buğday dışında diğer üç ürünün genetiği değiştirildi. Buğday üzerinde de laboratuvar çalışmaları sürüyor.

Peki bizim Türkiye’de durum nedir?

Mısır ve soya büyük oranda dışarıdan ithal ediliyor. O yüzden bu ürünlerin GDO’lu olma olasılığı yüksek. Pirinçte ise nereden ithal edildiğine bağlı olarak değişir. Mesela İran’da GDO’lu pirinç üretildiğine dair veriler var elimizde. Yine Çin’de, Uzakdoğu’da da öyle. Ülkemizde yetiştirilen pirinçler GDO’lu değil. Ama ithal edilen ürünlerde şu ana kadar bir kontrol olmadığı için GDO’lu olup olmadığı konusunda emin olamıyoruz. Bu arada belirtmekte fayda var, yerli üretilen soyada da bir sorun yok. Ama çok az üretiliyor. Yani ihtiyacımızın yüzde 1’i bile değil.

Dünyada ilk üretilen GDO’lu ürün domatesti ama...

Türkiye’de GDO’lu domates var mıdır?

Biz “Türkiye’de GDO’lu ürün var” dediğimizde yetkililer karşı çıkıyordu. Tam da o günlerde ODTÜ’lü araştırmacılar tarafından yapılan bir araştırmada Türkiye’de birçok ürünün GDO’lu olduğu tespit edildi. Mısır, patates, domates ve soyadan alınan örneklerde GDO’ya rastlandı. Bu araştırma 2005 yılında geniş bir şekilde Akşam Gazetesi’nde yayınlandı.

Peki şimdi domateslerde GDO var mıdır?

Dünyada ilk üretilen GDO’lu ürün bir domatesti. Fakat çok tatsız tutsuz bir şeydi, tüketciler tadını beğenmedi ve piyasadan geri çekildi. Sonra diğer GDO’lu ürünler, mısır ve soya üretildi... Şu anda bildiğimiz kadarıyla dünyada GDO’lu domates yok. Ama çalışmalar sürüyor.

Peki Türkiye’de yaygın olarak kullanılan GDO’lu ürünler hangileri?
Mısır, pamuk, soya, patates, kanola... Dünyada da böyle...

Türkiye’de şu anda GDO’lu patates var mıdır?
Bildiğimiz kadarıyla yerli patateslerde GDO yok. Ancak zaman zaman dışarıdan ithal olarak gelebildiğini düşünüyoruz. Çünkü ODTÜ’lü araştırmacıların, marketlerden, pazarlardan topladığı patates örneklerinde GDO’ya rastlandı. Tıpkı domates gibi... Yani dünya piyasalarında yokken Türkiye’de GDO’lu patates ve domates vardı.

Ama Türkiye’de sebze ve meyvede kesinlikle GDO yok deniyor...

Şu anda bildiğimiz taze sebze ve meyvelerde GDO olduğuna dair bir kanıt yok. Yani yediğimiz portakalda, elmada yok ama laboratuvarlarda uğraşıyorlar. Yarın olmayacağının bir garantisi yok yani. Yalnız unutmayın, ODTÜ’nün araştırması, bütün dünyada GDO’lu domates yoktur diye bilinirken Türkiye’de GDO’lu domates olduğunu göstermişti.

O zaman şimdi de emin olmamalıyız...
Evet. Emin olmamalıyız.

Japonya’da GDO’lu ürün yüzünden 37 kişi öldü

GDO’ların insan sağlığı ve çevre üzerine ne tür etkileri olabileceği çeşitli örneklerle kanıtlanmaya başladı bile. İlk olay 1989’da bir Japon biyoteknoloji şirketinin bir mikroorganizmadan yararlanarak ürettiği ‘triptofan’da bulunan az miktardaki bir yabancı maddenin ’eusophilia-myalgia’ adı verilen bir hastalığa neden olmasıydı. 1200’den fazla kişiyi etkileyen bu olay 37 ölüme ve uzun süren ciddi rahatsızlıklara neden oldu. Hemen belirtelim artık GDO’lu ürünler Japonya’da yasak. (Not: Triptofan vücudun kendi kendine üretemediği temel amino asitlerden biri. Bilindiği gibi amino asitler insan vücudunun yaşamını sürdürmesini dağlayan protein yapı taşlarıdır. Vücut triptofan üretemediği için, bu maddeyi triptofan içeren besinleri yiyerek ya da triptofan destekleri alarak sağlarız.)

GDO’lu soya ile beslenen farelerin yarısı öldü

2005 yılında Rusya Bilim Akademisi’nden Dr. Irina Ermakova tarafından fareler üzerinde yapılan bir deneyin sonuçları son derece çarpıcı. Üç grup fareden bir grubu GDO’lu soyayla, diğeri normal soyayla, öteki grupsa normal gıdalarla besleniyor. GDO’lu soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55’i üç hafta içinde ölüyor. Normal soyayla beslenen fare yavrularının yüzde 9’u, normal gıdalarla beslenen fare yavrularınınsa yüzde 6,8’i ölüyor. Ayrıca GDO’lu soyayla beslenen gruptaki yavruların yüzde 36’sı olmaları gereken ağırlığın altında kalıyor. Dr. Ermakova şok edici bulduğu sonuçlar karşısında deneyini üç kez tekrarlıyor.

Mine Şenocaklı-Vatan

Kaynak: Vatan Gazetesi,http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Buyuk_tehlike_icin_bir_kac_oneri_&tarih=09.11.2009&Newsid=269707&Categoryid=41
 



Bu haber 534 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,370 µs