En Sıcak Konular

İSLAM DÜNYASINDAKİ GELİŞMELER ve DEĞİŞİM

5 Mayıs 2009 14:41 tsi
İSLAM DÜNYASINDAKİ GELİŞMELER ve DEĞİŞİM "Kutlu davetin muhatapları yalnız Müslümanlar değildir elbette. Doğarken tüm insanlığı aydınlatan gün,sabah ezanını da vaaz ediyor insanlığa, sırayla uğrarken bütün ülkelere, adeta hâl diliyle çağırıyor bütün insanlığı aydınlığa ve insafa"...

Bir Boşnak türküsü kadar hüzünlüdür sesin
Çoktan beri Keşmirken esen yellerle gelen
Acılarda pişen cesur bir çeçen dansısın
Afgan dağlarından semana her gün süzülen

Kudüs…
Seni hangi hatırayla, hangi acıyla anayım
Direnen yüreklere mescid-i aksâlar kurayım

Ellerimde büyüyen tarifsiz bir yangınsın
Alevinin rengi dün Felluce, bugün Bağdat
Özgürlüğü haykıran sesin cihanı sarsın
Esaret zincirini bileğinden sök de at

Kudüs…
Seni hangi resimlerle, hangi seslerle anayım
Direnen yüreklere mescid-i aksâlar kurayım

Yazıma Ahmet Örsun’un yukarıdaki dizeleri ile başlamak istedim zira Kudüs’ü anlatan dizeler aslında İslam Âleminin hüznünü acısını da alabildiğine gözler önüne seriyor.
Eşyanın tabiatı icabı güneşin ilk doğduğu yer sabah ezanının da ilk okunduğu yerdir. Buna Sunnetullah da denir. Her sabah ilk ezanın okunduğu, Kamçatka’dan, başka bir ifadeyle doğunun en doğusundan, binlerce kilometrelerce ötede batının en batısında aynı duyguları yaşayan insanların duygu seline tercüme olmuştur yukarıdaki dizeler. Milyonlarca yıldır güneş ilk önce oraya doğuyor ve her sabah dünya aydınlanmaya oradan başlıyor hem de hiç şaşırmadan. Kutlu davetin muhatapları yalnız Müslümanlar değildir elbette. Doğarken tüm insanlığı aydınlatan gün sabah ezanını da vaaz ediyor insanlığa, sırayla uğrarken bütün ülkelere, adeta hâl diliyle çağırıyor bütün insanlığı aydınlığa ve insafa.
Mazlum ve mustazafların memleketlerinden geçerken dört mevsim hazanı hatırlatıyor insanlığa. Bir zamanların kültür ve medeniyet merkezleri Buhara, İsfahan, Şam, Mekke, Medine, İstanbul, Kudüs, Endülüs, Kordoba ise tarihin hüznünü yaşıyor adeta. Bütün dünyada her an okunan ezan insanlığı aralıksız necata davet ederken O kutsal mesajın birinci muhatapları kurtuluşlarını maalesef başka şeylerde aramaya devam ediyorlar. Asıllarına dönseler bulacakken erecekken kurtuluşa onlar rotalarını çevirmişler bati denen dünyaya.
İslam Dünyası deyimi genelde nüfusunun büyük bölümünü Müslümanların oluşturdukları ülkelerin tümünü teşmil eden coğrafya için kullanılır. Ancak Müslümanların azınlık ya da muhtariyet içerisinde yaşadıkları bölgeleri de ihtiva eden tariflere de rastlamak mümkündür. Her ne kadar yeryüzünde Müslüman fertlerin olmadığı bir ülke yoksa da bugün itibariyle İslam âlemi batıda Atlas Okyanusunun doğusunda bulunan Cebeli Tarık’tan doğuda Malaka Boğazına, Kuzeyde Tuna Nehri'nden Arap denizine kadar olan bölge için kullanılmaktadır. Bir milyardan fazla nüfusu ihtiva eden İslam dünyası, batıdan doğuya yaklaşık 14 bin kilometre, kuzeyden güneye 9 bin kilometre boyunca Urallar’dan Moritanya'ya uzanan çok geniş bir alanda değişik yüzlerce irk ve kültürü kapsamaktadır.

Sibirya kıyılarından doğu Türkistan’a Orta Asya platolarından Hint’e, Mezopotamya, Mısır ve Roma gibi kadim medeniyetlerin mirası üzerinde bulunan İslam coğrafyası alabildiğine zengin bir kültüre sahip olduğu gibi Kızıl Deniz, Akdeniz, Ege, Karadeniz, Fırat, Dicle, Basra, Hazar ve Amu Derya gibi zengin tabiat harikalarına sahip olan İslam dünyası yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bakımından da dünyanın en zengin topraklarına sahiptir. Bu topraklar ayni zamanda Dünya’nın en stratejik bölgeleridir de.

Afrika'nın Atlantik kıyılarından Güney Pasifik'e, Ural steplerinden Güney Asya'nın uzak adalarına kadar uzanan çok geniş bir toprak yapısını kuşatan İslam dünyası Çinli, Hintli, Moğol, Malay, Peştun, Tacik, Türk, Fars, Çeçen, Gürcü, Roman, Slav, Arap, Kürt, Berberi, Svahili ve daha birçok ırkı içinde barındırmaktadır.
Güney ve Orta Asya, Ortadoğu, ağırlıklı olarak Kuzey, Batı, Doğu ve iç Afrika ile Balkanlarda bulunan ülkelerde çok önemli oranda Müslüman nüfus çoğunluk olarak yaşamaktadır. Buna rağmen Müslüman veya İslam söz konusu olduğunda yanlış bir algılama sonucu ilk akla gelen Ortadoğu bölgesidir. Bunda İslam’ın tarih sahnesine çıkış bölgesinin bu bölge olması ve İslam’ın en kutsal kabul edilen üç mekânının burada bulunması da önemli rol oynar bu tarifte.
Dünya medeniyet tarihinde derin izler bırakan Mısır, Mezopotamya, Yunan (Grek) ve Roma Medeniyetlerinin tarihi süreç içerisinde etkili olduğu coğrafyaların çok büyük oranda bugün İslam beldeleri olmaları İslam Medeniyetinin büyüklüğünün de göstergesidir bir bakıma. Zira İslam Medeniyeti zikredilen kadim medeniyetlerin neşet bulduğu coğrafyaları kapsamakla kalmamış o coğrafyalar üzerindeki kavimleri de yeni bir kimlikle yeniden inşa etmiştir. Bunda şüphesiz en etkili şey İslam Medeniyetinin ferdi ve toplumsal kimlik oluşumundaki etkisinin diğer medeniyetlere göre çok daha etkin olmasıdır.
Eğer farklı medeniyetler (hadarat) değişik temeller üzerine bina edilmiş birbirlerinden farklı oluşumlarsa İslam medeniyetinin diğer medeniyetlerin birçok vasfını ilga eden bir üstünlüğe sahip olduğunu tarih sarihen teslim etmektedir. Hayır, medeniyetler birer gelişim ve tekâmül evreleri olarak algılanır ise o zaman da İslam medeniyetinin tarih sahnesinde inkişafından itibaren bütün kadim medeniyetleri tashih ve tekâmül ettirmek gibi bir görev ifa ettiği açıkça iddia edilebilir. Buna belki de tecdid demek daha doğru olur. İslam Peygamberinin “hikmet (bilgi) Müslüman’ın kaybolmuş malı gibidir nerede bulursa alır” mealindeki buyruğu diğer medeniyetlerde var olan güzel şeylerin alınması gerektiğini açıkça vaaz etmektedir ki, bu da İslam’ın külliyen reddiyeci olmadığı vasfını ortaya çıkartmaktadır.
İslam Medeniyeti şahlanış ve hükümranlık çağlarında sadece İslami/dini ilimlerde değil felsefe, mantık, dil, edebiyat, matematik, astronomi, astroloji, fizik, kimya, sosyoloji, müzik, sanat, mimarlık, tıp ve eczacılık gibi alanlarda da o gün için ulaşılabilecek en üst noktaya ulaşmıştır. İslam Medeniyeti’nin insanlığa kazandırdığı veya geliştirerek hediye ettiği bu değerler daha sonrasında Avrupa aydınlanması ve rönesansına da katkılarda bulunmuştur. Ibn Cabir, Ibn Rüşd, Ibn Sina, Ibn Hazm gibi İslam âlimlerinin eserlerinin bati inteligensiasinda bıraktığı etkiler bugün dahi kabul edilmektedir.
Titiz araştırmalar sarihen göstermiştir ki, bugünün teknolojik gelişmelerinin arka planında ve tarihi sürecinde şu veya bu şekilde İslam medeniyetinin yapıcı etkileri vardır. Binaenaleyh tarih boyunca vücuda gelmiş medeniyetler içerisinde İslam Medeniyeti insanlığa yapmış olduğu evrensel değerde katkılar bakımından diğer tüm medeniyetlerden daha etkili ve derin izler bırakmıştır. Karanlık çağlardan aydınlığa uzanan zorlu serüvende İslâm medeniyetinin pozitif katkıları insanlığın bugün ulaştığı ilmi seviyenin de temelindeki dinamiklerin başında gelmektedir. Ibn Rüşd, İbni Sina, İbni Cabir, Nasiruddin et-Tusi ve İbni Nafis ve daha birçok İslam bilgininin özellikle felsefe, tıp ve diğer pozitif ilim alanlarında yazdıkları eserlerin Latinceye ve oradan da diğer Avrupa dillerine tercüme edildiğini ve yüzyıllarca Avrupa üniversitelerinde ders kitapları olarak okutulduklarını artık herkes bilmektedir.
Mesela The Financial Times gazetesindeki makalesinde İslam Medeniyetinin bilimsel yönünü inceleyen James Wilsdon, “İslam Medeniyeti Geri Dönüyor" başlıklı yazısında. Nasiruddin et-Tusi ve İbni Nafis Müslüman âlimlerini Isaac Newton ve Albert Einstein ile kıyaslayarak bu ve diğer İslam âlimlerinin 12 ve 13. yüzyıldan, günümüzün modern bilimini şekillendirip, yön veren düşünürlerin başında geldiğini belirtmektedir.
Aynı yazıda Wilsdon, İslam dünyasının özellikle son 12 ayda bilim için yaptığı büyük çaplı yeni yatırımlardan bahsederek İslam Medeniyeti gerimi geliyor sorusunu sormak suretiyle İslam dünyasında ki gelişmelere dikkat çekiyor. Ona göre 2007 Mayısında Birleşik Arap Emirliklerindeki Arap Üniversitelerinde araştırma merkezleri kurulması için 10 milyar dolarlık bir yatırım yapılması, Nijerya'da hükümetin eğitim ve araştırmaları desteklemek için petrol teknolojileri geliştirme fonuna 5 milyar dolar aktarması, Katar'da 2500 dönümlük bir eğitim şehrinin Doha'nın dış kısmında inşa edilmesi ve burasının dünyanın en büyük beş üniversitesinin kampuslarını içinde barındırması, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın, Taif'te bilim ve teknoloji alanında üniversite çalışmaları için 2,6 milyar dolarlık yatırım yapmasını Malezya'daki yazılım teknolojilerini ve İran'daki nükleer teknoloji çalışmalarını medeniyetin tekrar güçlenmesine birer karine olarak görüyor.
Ancak bütün bunlardan daha da önemlisi özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında ve ikinci yarısının başlarında batıya yönelişin tavan yaptığı İslam dünyasının son yıllarda bir değişim içerisinde olduğu da görülmektedir. Özellikle 1980’lerden sonra kademeli olarak tüm İslam beldelerinde İslam’a belli bir yönelişin olduğu görülmektedir. Bu durum batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar arasında daha da belirgindir. Batı başkentlerinde yükselen minareler bu durumun imzaları gibidirler. Paris, Londra, Berlin ya da New York gibi batı medeniyetinin sembol şehirlerinde eskiye oranla daha fazla cami ya da mescidin yanında dindar Müslüman rastlamak da kaçınılmaz hale gelmiştir.
Dine yönelişin emarelerini sokaklarda gezen insanların hallerinde görmek batılı başkentlerin bazı semtlerinde daha bariz bir hal alırken özellikle Cuma günleri dolup taşan camiler adeta pazar gününü de boş geçiren kiliselere nispet yapıyor gibidirler. Aynı şekilde her türlü olumsuzluğa ve hızla gelişen resmi ve gayri resmi İslamifobiyaya karşın batılı başkentlerde Müslümanlar tarafından Müslümanlar için açılan eğitim kurumlarında çocuklarını okutmak isteyen veliler her zaman yer bulamamaktadırlar ki bu da Müslümanların artık sadece geleneksel İslami yaşamak isteğiyle yetinmediklerini fakat aynı zamanda çocuklarını İslami bir eğitim sistemiyle yetiştirmek ihtiyacı duyduklarını göstermiştir.

İslam beldeleri ve batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlar bir yana gayri Müslimlerin de İslam’a Onun yüce Peygamberine gösterdikleri ilginin arttığı görülmektedir. 11 Eylül olayına ve akabindeki anti-İslam anti- Müslüman trendlerin ivme yapmasına rağmen 2008 Amerika’sında İslam’ın yüce kitabı Kuran, en çok merak edilen ve okunan kitaplar arasındaki yerini muhafaza etmektedir. Bu durum diğer batılı ülkeler içinde öyle veya böyle geçerlidir. Başta Rusya Cumhuriyeti olmak üzere eski Sovyet ülkelerindeki gelişmelerde O ülkelerdeki durumun keyfiyet açısından diğer batılı ülkelerden farklı olmadığını göstermektedir.
Moskova'da hızla artan Müslüman nüfusun ihtiyacına yönelik olarak ilk Müslüman kliniğinin açılması klinikte bir mescit ile helal yiyeceklerin bulunduğu kafeteryaya yer verilmesi sadece ihtiyacın hâsıl olduğunu değil, yıllarca ateist teoriyi şiar edinen eski komünist Rusya’nın şimdilerde bu tip ihtiyaçlara cevap verdiğini de göstermektedir. Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Rusya’da 90 olan toplam cami sayısı bugün 400 den fazladır. 140 milyon nüfuslu Rusya'da 23 milyon Müslüman olduğu hesaplandığında cami sayısı az gibi görünse de yükselen trendi göstermesi açısından ayrı bir önem içermektedir. Rusya’nın İslam Konferansı Örgütü’ne gözlemci olarak katılması ve bekli de ilk defa Suudi Arabistan’dan resmen Hac kontenjanının artırılmasını istemesi de Rus yönetiminin İslam ve İslam ülkelerine karşı yıllarca devam ede gelen klasik politikalarının değişmeye yüz tuttuğunu gösterdiği gibi aynı zamanda Müslümanların da İslam’a yönelişlerinin göstergesidir.
Balkan Müslümanları açısından vaziyet Rusya’dakilerle paralellik gösterse de gerek eğitim gerek cami sayısı ve Balkanlar dışındaki İslam topluluklarıyla olan ilişkiler açısından Rusya’dan çok daha iyidir. Balkanlarda bulunan tarihi cami, külliye, türbe gibi İslam eserlerinin durumu da diğer bölgelerle kıyaslandığında son derece iyi durumdadırlar.
Müslümanlar ister kendi Özvatanlarında, ister işgal altında, ister gurbette, isterse azınlıklar halinde yasasınlar değişik keyfiyetlerde problemlerle savaşmak zorundadırlar. İşgal altında hayat sürmeye mecbur bırakılmış Müslümanlar özgürlük ve bağımsızlıkları için savaşırlarken özellikle batılı ülkelerde yaşayan Müslümanları temsil ettiklerini söyleyen sivil toplum kuruluşları tabiri caiz ise İslam ve Müslümanlar için yeniden bir imaj-makine hareketine giriştiklerini görmekteyiz. Her kuruluş ya da cemaat kendi meşrebince uygun kabul ettiği bir yol seçerek bu işe kendilerini memur addetmişlerdir. Bilbordlardan konferanslara, kitaptan mecmua neşriyatına kadar birçok yolu deneyen Müslümanlara rastlamak mümkündür.
Özellikle batılı ülkelerde ve batıya yakın duran Müslüman memleketlerinde yaşayan Müslümanlar imaj-makine hareketlerine devam ederken diğer tarafta İslam Dünyası'nın batısından doğusuna kuzeyinden güneyine birçok bölgesinde işgal güçlerine karşı direniş gösteren Müslümanlar bulunmaktadır. Dolayısıyla aynı yeryüzünün değişik bölgelerinde yaşayan Müslümanların öncelikleri maalesef çok büyük farklılıklar göstermektedir.
Günümüzde Keşmir’den Çeçenistan’a Kudüs’ten Somali'ye, Irak’tan Afganistan’a Eritre’den Doğu Türkistan’a oradan Güney Asya’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada silahlı mücadele de vererek cihadi hareketlerini devam ettiren Müslümanlar ile imaj-makine çabasındaki Müslümanların öncelikleri aynı değildir. “Bizim derdimizle dertlenmeyen bizden değildir” buyruğunca bu durumu izah etmek hiç de kolay görünmemektedir. Bu durum Müslümanlar arasındaki uhuvvet ve muavenet duygularının zayıflatılmış olduğuna delalet etmekte ise de ümidimiz odur ki zaruret hâsıl olduğunda Müslümanların asli cevherlerinden olan uhuvvet ve muavenet melekelerinin tekrar sudur edeceğidir.
2008 yılı biterken bir muhasebe yapılacaksa bir tarafta acımasız bir işgal dalgasıyla karşı karşıya olan Irak, Filistin, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir, Somali, Filipinler, Doğu Türkistan ve daha birçok İslam beldesi ve bu yerlerde her gün onlarca binlerce katledilen Müslüman diğer tarafta kendilerince huzur ve refah içerisinde yüzen Müslümanlar. Batılı işgal güçleri Müslüman Halkların dinine, onuruna, kültürüne, kimliğine, namusuna, tarihine hakaretler yağdırıyorken aynı zamanda Müslümanların kutsalları mümkün olduğunda fizikken imha ediliyor. Bu yapılamadığında ise sözlü, sinsi bir planın parçası olarak yazılı ve görsel olarak alenen kutsallar ayaklar altına alınıyor. Zira düşman bir caminin içerisinde bekletmenin yâda Kur’anı ayaklar altında çiğnemenin Müslümanların kolektif şuurunda yıkmaktan ya da yakmaktan çok daha derin tesirler bırakacağını iyi biliyor.
21. yüzyılın ilk yıllarında İslam Âleminin fotoğrafına bakıldığında bir tarafta işgal edilmiş ama teslim alınamamış İslam beldeleri, hürriyet ve özgürlük mücadelesi veren Müslümanlar, bu uğurda kutsal cihadlarını ifa ederken esir düşerek Guantanamo, Bagram, Ebu Garib, ABD’nin seyyar uçak ve gemi hapishaneleri ve İsrail mahpuslarında insanlık dışı şartlarda tutulan ve işkencelere maruz bırakılan kadın ve erkek Müslümanlar. Diğer tarafta işgalcilerle işbirliği yapan ve işgalcilere hizmet eden süfli insanlar ile İslam beldelerinde Allah’ın bir lütfü olarak var olan petrolün, doğal gazı madenleri işgalcilere peşkeş çekenler. Bir diğer tarafta da cami ve kilise arasındaki bey namaz misali korkunç bir aşağılık kompleksi içerisinde kendilerini işgalcilere ve onların destekçilerine iyi gösterme gayreti içerisindeki diyalogcular yâda imaj-makine çabasındaki garip Müslümanlar.
“İnananlar Kardeştir” ve “Küfür Tek Millettir” emirlerini vaaz eden İslam’a inat Müslümanların birbirlerini kardeş olarak görmemeleri ve küfür milletlerini kendilerine dost ittihaz edinmeleri İslam dünyasının içersinde bulunduğu vahim durumun birinci sebebidir. Küfür milleti birlik ve beraberlik içersinde hareket ederken Müslümanların dağınık olmaları durumun vahametini göstermekle beraber durumun geleceği açısından da iyi sinyaller vermemektedir. NATO, BM ve AB gibi kurumlar üzerinden birlikte hareket eden küfür milletine karşın Müslümanlar ülke, bölge, ırk ya da dini/siyasi yaftalarla adlandırılmaktadırlar ki bu dahi İslam dünyasının ne kadar vahim bir durumda olduğunu göstermektedir.
Bunun en önemli sebebi Müslümanların fiilen ve zihnen batı hegemonyası altında olmalarıdır. Aslında 20. yüzyılın başlarından itibaren günümüze kadar Müslümanların yaşadığı birçok felaket içerisinde belki de en vahimi Müslümanların kendilerini batılı kavramlarla tanımlar hale gelmeleri olmuştur. Bugün İslam dünyasında hatırı sayılır birçok aydın maalesef kendi dünyalarını tarif ederken dahi batının termolojisine başvurmaktadır.

Bu meyanda batının çizdiği Müslüman imajı ve insanların şuur altına yerleştirdiği İslam algılaması gerçeğinden tamamen farklıdır. Ancak bu farklılığı çoğu zaman Müslümanların entellektuelleri dahi algılamadan şuur altlarına yerleştirilen kavramlarla kendi dünyalarını ve olayları izah etmeye çalışırlar. Bu sebepledir ki çoğu zaman olayların izahı ve hadiselerin tahlilinde batılı bir entellektuel ile Müslüman bir aydın’ın söylemleri farklı olsa da buluştukları noktanın aynı olduğunu görürsünüz.

Hal böyle olunca İslam Âlemi algılaması hem batıda hem de İslam dünyasında birbirinden çok da farklılık arz etmemektedir. Âleme kabul ettirilen İslam Dünyası imajı anarşi, terör, kargaşa, Taliban, el-Kaide, Hizbullah, diktatörlükler, geri kalmışlık, sefalet ve Petro-dolar zenginliğinin getirdiği kültürsüzlük. Şeyhlikler, emirlikler, krallıklar, seçimle işbaşına gelen diktatörler ve daha ötesi. Evet, İslam dünyasında yukarıda gösterilenler vardır amma İslam dünyası bu gösterilmek istenenin dışında bir âlemdir. Ancak bu kasıtlı olarak saklanır ve sadece Müslümanların itici yüzü gösterilmek istenir inadına. Müslümanlar da dâhil doğudan batıya herkes inanır bu safsataya tıpkı putperestlerin kendi yaptıkları putlara tapmaları gibi bir şey.
Eşyanın tabiatı gereği bir yerde işgal varsa orada direnişte olmak zorundadır. İslam coğrafyasında halen fiili işgal altında olan onlarca İslam beldesi bulunmaktadır. İşgal altındaki topraklarda işgalci güçlere karşı mücadele eden silahlı cihada hareketleri ve onları destekleyen sınır ötesi direniş hareketleri batılılar ve batı taraftarı Müslümanlarca terörist ilan edilmeleri Müslümanların kahhar çoğunluğu tarafından de öyle görünmektedirler.
Lübnan’da Hizbullah, Cezayir'de İslami Mağrip Örgütü, Libya İslami Savaş Grubu, Türkistan İslam Partisi, Lübnan'daki Fethül İslam Hareketi, Filistin’deki HAMAS, İslam Ordusu ve Ceyşül İslam, özellikle Irak ve Afganistan’da etkili olan El-Kaide ve Taliban gibi örgütleri batılılar terörist diye yaftalamalarda Müslüman halkında gözünde bunlar Siyonizm ve emperyaliste karşı mücadele veren birer kurtuluş hareketi ya da cihadi hareketi olarak algılanmaktadırlar.
2008’de İslam coğrafyasında Global Krizin Etkileri
2008'de dünya genelinde gündemi en çok meşgul eden konulardan biri Amerika'dan doğup dünyaya yayılan dünya çapında ekonomik krizdir. Bu kriz İslâm dünyasını da derinden etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. ABD’de başlayıp dalga dalga yayılmak suretiyle global bir hal alan ekonomik krizden muhtemel en fazla etkilenen bölgelerin başında tamamı Müslüman olan Körfez ülkeleri gelmektedir. Bazı ekonomistler körfez ülkelerinin toplam kaybının 2 trilyon dolar civarında olduğunu belirtmektedirler. Körfez ülkelerinden bazı yetkililerinin şahsi kayıplarının 20 ile 50 milyar civarında olduğu hesaba katılırsa yukarıdaki rakamın hiç de hamasi bir söylem olmadığı görülecektir. İslam ülkeleri içerisinde krizden en az etkilenen ülke İran olmuştur. Zira İran krizden önce uygulanan ambargolar nedeniyle kapalı bir ekonomik sistem uygulamak zorunda kalmıştı ki bu kapalılık kendisini global ekonomik krizin etkilerine karşı daha dirençli hale getirmiştir.
Global krizin merkez ussu olan ABD sermaye piyasasındaki tıkanmayı açmak ve piyasaya bir rahatlama getirebilmek için değişik ekonomik paketleri devreye sokarken bir taraftan da Dünya Bankası ve IMF vasıtasıyla diğer ülkelerin ekonomilerinin hareketlendirilmesi amaçlanmaktadır ancak var olan veriler bu programların pek de başarılı olamayacaklarını göstermektedir. Durumun daha vahim hale gelmesinden özellikle fakir veya ekonomik olarak az gelişmiş kabul edilen İslam ülkeleri daha çok etkilenecektir.
Gazze'ye Ambargo, Kuşatma ve Katliam
2008'in en çok konuşulan konularından biri de Gazze'ye uygulanan ambargo ve ardından gelen katliamdır. İsrail’in 2 yıldan fazla bir zaman diliminde Gazze’ye uyguladığı ambargo ve kuşatma bu İslam beldesini adeta bir açık cezaevi ya da toplama kampı haline getirmişti. Buna rağmen Irkici Siyonist İsrail yönetimi bu cezayı az görmüş olacak ki 2009’un ilk günlerinde Gazze’ye karşı askeri bir işgal başlatmış çoluk çocuk, yaşlı kadın demeden adeta bir katliam gerçekleştirmiştir. İsrail devleti bu hareketiyle Faşist Hitlerden hiçbir farkı olmadığını hatta daha da zalim olduğunu ortaya koymuştur. İslam dünyasında ve Müslümanların kolektif şuurunda derin yaralar açan İsrail saldırganlığına destek veren ABD ve Avrupa Birliği ve olayda etkisiz kalan BM de Müslümanların vicdanında en az İsrail kadar mahkûm olmuşlardır. Müslüman halkların haykırışları semaya yükselirken kendi yöneticilerini de İsrail ve ABD ile beraber tel’in etmiştir.
Somali'de Savaş, Diyalog, Anlaşmalar ve Korsanlar
Somali yıllardır iç savaşlar ve dış müdahaleler sonucunda kanayan bir yara olarak hem İslam Âleminin hem de uluslararası camianın gündeminden düşmemektedir. Bunda birincil etkenin ABD'nin dışarıdan silah mühimmat lojistik destek vermesiyle gerçekleştirilen Etiyopya işgalidir. Etiyopya askerlerinin desteklediği yönetimin ülkede istikrarı sağlayamaması sebebiyle ülkede karşılıklı çatışmalar devam etmiş ancak bir yandan da 2008 boyunca meseleye siyasi çözümler bulunması için girişimler de devam etmiştir. Ülkede silahların susturulması amacıyla devam eden görüşmelerin en önemlisi Cibuti'de gerçekleştirilen anlaşma da amacına ulaşamadı ve ülkede istikrarsızlık iç çatışma ve işgal halen devam etmektedir. Somali’nin stratejik konumu deniz yollarının kesiştiği noktada olması ülkede ki istikrarsızlık ve çatışmalarla birleşince Somalili deniz korsanlarının faaliyetlerine bir bakıma ivme kazandırdı. 2008 yılının en önemli olayları arasında Somalili korsanların faaliyetlerini gösteren batili medya organları bir kez daha İslam âlemini korsanlık ve tedhişçilikle beraber anmaya başladırlar. Korsanların faaliyetlerinin Somali’de ki işgale karşı mücadele veren direniş grupları tarafından reddedildiğini burada belirtmekte fayda var. Korsanların dış güçler tarafından desteklendiği ve Somali üzerinde hesapları olan bu güçlerin korsanları kullandığı da söylenmektedir.
Kosova'nın Bağımsızlığı
2008'de İslâm dünyasında yaşanan önemli olaylardan biri de Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesidir. Nüfusunun %90 Müslüman Arnavut olan Kosova Tito Yugoslavya’sında bir dönem özerk bölge sıfatı taşımıştı. Bir zamanlar Yugoslavya Federasyonunun kurucu unsurları arasında kabul edilen Kosova’nın daha sonraları özerkliği ilga edilerek Sırbistan'a bağlanmıştır. İlhak edilen, Bünyesinde Arnavut, Türk ve diğer Müslümanlarla beraber Sırpları barındıran Kosova uzun süre Sırbistan’a karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş ve en sonunda 2008 yılında ABD ve AB’in tam desteğiyle bağımsızlığını ilan etmiştir. ABD ve AB’nin şartsız desteği beraberinde birçok soru işareti getirdi ve uluslararası güçlerin Balkanlardaki etki savaşının siyasi araçlarından biri olarak değerlendirildi. ABD’nin Kosova da Avrupa’nın en büyük ussunu inşa ediyor olması da bu iddiaları güçlendirdi. Kosovayı resmen tanıyan devletler içerisinde Müslüman olanların sayısı 2008 yılı itibariyle önemsenmeyecek kadar azdır.
Gürcistan Güney Osetya ve Acaristan
Kosova’da uyguladığı planı Gürcistan’ı kullanmak suretiyle sahneye koymaya çalışan ABD’nin planı bu defa Rusya’ya takıldı.
İsrail Türkiye ve ABD ile sıkı bir askeri işbirliğine giren Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakaşvili verilen desteğe güvenerek Rusya'nın Güney Osetya üzerindeki siyasi etkisine tamamen son vermek ve bölgeyi fiilen boyunduruğu altına almak amacıyla askeri gücüyle bölgeye girdi. Haliyle Rusya’nın şiddetli muhalefetiyle karşılaştı ve elindeki toprakların bir kısmını da kaybetmek suretiyle tek taraflı ateşkes ilan etti. Kısa suren savaş döneminde Osetya ile birlikte nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Acaristan’da Gürcistan’a karşı savaş ilan etti ve bağımsızlık istediğini belirtti. Acaristan hakli olarak Rusya’nın desteğine başvurdu ve istediğini aldı. Şayet Gürcistan Osetya operasyonunda başarılı olsaydı ilk yapacağı eylem Acaristan’ın ilhak edilmesi olacağı kesindi.
Irak'la Güvenlik Anlaşması
ABD seçimlerini Obama’nın kazanması ve seçimlerde Irak’tan çekileceği sözünü vermiş olması ABD ve Irak arasında ilişkilerin yeniden şekilleneceğinin de sinyalini vermişti. Irak'taki direnişle daha fazla uğraşmasının faydasız olduğunu, maddi ve manevi kayıplarının çok fazla olacağını anlayan ABD bu pahalı operasyonu ucuza kapatmak niyetiyle Irak ile Güvenlik Anlaşmasını imzaladı. Tartışmalı anlaşmaya göre ABD Irak’tan askerlerini çekecekti amma Irak hava sahasının kullanılması ve askeri üslerin inşası dâhil birçok konuda ABD’ye imtiyaz tanıyordu. Bu durumun Irak’ın devlet bağımsızlığına halel getirdiği bizzat Irak başbakanı tarafından ilan edilmişti amma buna rağmen anlaşma imzalandı. Kuzey Irak Kürt yönetimi ile merkezi yönetim arasında ki anlaşmazlıklar devam ederken Kerkük’ün statüsü konusunda da 2008 yılı boyunca devam eden görüşmelere rağmen taraflar arsında bir sonuca varılamadı.
Pakistan'da Cuntacının tasfiyesi
ABD’nin Pakistan cuntasının lideri General Perviz Müşerref'den desteğini çekmesi sonucunda Pakistan’da birden bire dengeler değişti sürgündeki rejim muhaliflerinin de ülkeye dönmelerine izin verildi. Daha çok Londra’da yaşayan Benezir Butto ve Suudi Arabistan’da yaşayan eski başbakan Müşerrefin selefi ülkelerine dönerek siyasi faaliyetlerine başladılar. Benezir Butto suikasta kurban gittikten sonra yerine Kocası Zerdari geldi ve Müşerrefin istifasıyla boşalan devlet başkanlığı koltuğuna Zerdari oturdu. Pakistan’da meydana gelen yönetim değişikliği ABD’nin sözde bağımsız bir ülkenin iç siyasetinde ki gücünü ve etkisini göstermesi açısından önemlidir değilse yönetimde meydana gelen değişiklik halk açısından bir yenilik getirmemiştir.
Emperyalizm Hesabına Uluslararası Yargı ve el-Beşir'i Tutuklatma Kararı
2008'in önemli olaylarından ve tarihin enlerinden biri de Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i savaş suçlusu ilan etmesi ve tutuklanması yönünde karar çıkarması oldu. Bu karar mahkeme tarihinde bir ilkti. Zira görevde olan bir devlet başkanı hakkında daha önce böyle bir karar hiç alınmamıştı. Devrik başkanları yargılamakla ünlü mahkeme sıra Müslüman bir ülkeye gelince Başkanın görevde olup olmamasına bakmamıştır.
“Bu sana veda öpücüğü köpek Bush”
2008'de meydana gelen işgaller, bombalamalar, suikastlar ve daha birçok olayı gölgede bırakan ayakkabı vakası şüphesiz 2008’in hem en anlamlı olayı hem de en çok konuşulan eylemi olmuştur. ABD başkanı Bush’a atılan bir çift ayakkabı onlarca bombadan daha etkili bir silah oluverdi birden bire. ABD Başkanı Bush'un Bağdat'ta Irak başbakanı al-Maliki ile beraber düzenlediği basın toplantısında Muntazır ez-Zeydi denen gazetecinin Bush’a fırlattığı bir çift ayakkabı tarihe geçmekle kalmadılar aynı zamanda tarihte yazdılar. Ayakkabıyı fırlatan Zeyd kahraman ilan edilirken ayakkabı eylemi de bir marka haline gelmiştir. Olayın kahramanı Zeydi'nin söylediği "bu sana veda öpücüğü köpek Bush" sözü unutulacak olsa da eylemin kendisi unutulacağa pek benzemiyor.
Sonuç
İslam medeniyeti ve kültürü savaşlara, krizlere ve işgallere rağmen etkisini arttırmakta ve geleceği inşa etmede temel dinamik olarak varlığını sürdürmektedir.

Dr. Ahmet Şanverdi ( BBP Genel Başkan Yardımcısı )

Kaynak: bbp.org.tr,http://www.bbp.org.tr/index.php?doc=haber_detay&id=2195&kategori=HABER

 



Bu haber 449 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,321 µs