İstanbul, efsanelere konu olmuş; efsane olmuş bir
şehirdir. Şehirlerin emîri; şehirlerin şahı, padişahı olan bu kent hakkında
yüzlerce, binlerce eser kaleme alınmıştır. Tarihin her anında bir cazibe, bir
çekim merkezi olan İstanbul, ilk çağlardan bu yana doğulusuyla, batılısıyla,
kuzeylisiyle, güneylisiyle insanların meftun olduğu, uğruna canlar feda ettiği
zorlu bir sevgili olagelmiştir. Ta ki Ya ben İstanbulu alırım; ya İstanbul,
beni! diyen şahin bakışlı Fatih
Sultan Mehmet Hana yâr olana dek!..
İstanbulun geçmişiyle ilgili yapılan araştırmalarda, her gün yeni bulgular
elde edilmektedir. Her defasında da şehrin tarihi sil baştan yazılmaktadır. Ama
kesin olan bir şey vardır ki o da, Asya ile Avrupa arasında paylaşılamayan,
paha biçilemeyen bir elmas gibi ışığını, parlaklığını hiçbir zaman
kaybetmemektedir. Zaman zaman Latin istilâsı vs. gibi talihsizliklerden ötürü
kirlense, lekelense de bir ufak rötuşla, bir ipek mendille tekrar eski
güzelliğine kavuşmaktadır. Bu rötuşların, ipeğe sarıp-sarmalamaların ilkini
1453de cennet-mekân Fatih Sultan Mehmet Han eliyle yapmış olan milletimizin
nazarında İstanbul, elde edilmiş bir kızıl elmadır. Sonraki yıllarda eski
önemini kaybeder gibi olmuş; hatta 60lı-70li yıllarda anarşiye, 80li-90lı
yıllarda kapkaç bilmem ne türü onca zillete maruz kalmışsa da eski parlak ve
şaşaalı günlerine hızla dönmektedir.
İstanbulu,
İstanbul yapan en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz Son Peygamberin,
Âlemlerin Sevgilisi Hz. Muhammed (sav) Efendimizin hadis-i şeriflerinden birine
konu olmasıdır. Bu bile, milletimiz açısından başlı başına bir iftihar
vesilesidir. Dahası mazluma Yûnus, zalime Yavuz olmasını bilen necip milletimiz
buradan hem Doğuyu, hem Batıyı, hem Kuzeyi hem de Güneyi yönetmiştir.
Padişahlarımız Doğunun halifesi, Batının imparatoru olagelmişlerdir asırlarca.
İstiklal Harbi yıllarının jeopolitiğinin dayattığı gerekçelerle bir süre geri
plana düşen İstanbul çok geçmeden bilim, kültür, sanayiî, ticarî vb. birçok
alanda ülkemizin lokomotifi olmuş, gizli başkent görevi görmüştür. Zamanın ne
göstereceği bilinememekle birlikte, bir gün dünyanın da başkenti olmaya aday
olduğu, bu birikimi (potansiyel) taşıdığı aşikârdır.
Boğaza 3. köprü tasarısı (proje) ve Yavuz-Şah mücadelesi ile ilgili olarak bir
hususa dikkatinizi çekmek istiyoruz. O da şudur: Biz, mücadeleyi -Avşarın,
Karahacılısı olmamız hasebiyle- ceddimizin de destek verdiği Türkmen şeyhi Şah
İsmailin değil de, Yavuz Sultan Selim Hanın kazanmasının, Türk tarihi
açısından daha hayırlı olmuş olabileceği ihtimali üzerinde duruyoruz. Neden
derseniz, Şahın üstünlüğü ile neticelenecek bir mücadelede Avrupadaki Türk
varlığının ve dahi Arnavut, Boşnak gibi diğer Müslüman halkların varlıklarının
tehlikeye düşebileceğinin göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizmek
istiyoruz. Yakın tarihte yaşanmış bir Bosna faciasının acı hatıraları hâlâ
tazeliğini korurken hem de. Hatta ve hatta Macarların bile varlıklarını
Osmanlıya borçlu olduklarını, başta hâlihazırdaki Macaristan Cumhurbaşkanı
olmak üzere bizzat Macar tarihçiler ifade etmektedirler. Ha, Yavuzun
kazanmasıyla da Anadolu ve Azerbaycanın birleşmesi sekteye uğramıştır o da
ayrı mesele
Lâkin bu durum adı üstünde bir sektedir yani gecikme!.. Ve bu
gecikme -inşallah- fazla uzun sürmeyecektir. Duamız da, temennimiz de bu
yöndedir. Ortak ordu, ortak ticarî girişimler
diye giden; doğal olarak
kardeşliğin de gereği olan bunca çaba, nihayetinde Oğuz (Türkmen) birliğinin
kurulmasıyla neticelenecektir. Efsâne lider Ebulfez Elçibey hastane odasında
ömrünün son demlerini yaşarken, kendisini ziyarete gelen ünlü sanatçı Fatih
Kısaparmaka aynen şöyle demiştir: 21. asır Türk asrı olacaktır. Ok, yaydan
çıktı bir kere! Allah-û âlem.
İstanbula 3. köprü haberlerinin gündemde olduğu bu zaman diliminde, taktik
(strateji) açıdan, ondan çok daha önemli olan Kanal İstanbul tasarısı (lâyiha)
kamuoyu nezdinde hak ettiği ilgiyi, alâkayı görmemiştir. Oysa bu tasarı ülkemiz
açısından çok daha önemli bir hamledir. Bildiğiniz gibi 15. asırda Türk
hâkimiyetine geçen İstanbul Boğazı aşama aşama gelen netameli bir sürecin son
halkası olan Montrö Anlaşması ile uluslararası bir konuma (statü) tevdi
edildiği için savaş hali dışında, Boğazlar üzerinde fazla bir egemenlik
hakkımız bulunmamaktadır. Bu noktada, Kanal İstanbul tasarısı ülkemiz için
hayati öneme sahip hamlelerden biri olarak kabul edilmelidir. Görünürde kültür
varlıklarının korunması, ticarî kazanç, doğal hayata duyarlılık gibi
gerekçelerin dillendirildiği kanal tasarısının perde gerisinde Montrö
Anlaşmasını geçersiz kılmaya yönelik siyasî bir gayenin yattığı aşikârdır.
İstanbula dünyanın en büyük havaalanının yapılacak olması da küçümsenemeyecek
bir tasarıdır. Zira Asya-Avrupa-Afrika kıtalarının kesişme noktasında bulunan
ülkemiz bu fırsatı iyi değerlendirdiği takdirde, havayolu taşımacılığında
dünyanın bakım ve ikmal merkezi olmaya doğru gidecektir. Bu merkez, -şimdilik-
Fransa ve İngiltere gibi Batı Avrupa ülkeleri iken, yakın bir gelecekte ağırlık
Türkiyeye kayacaktır. Dahası hava taşımacılığının lideri konumundaki Lufthansayı
tahtından indirmeyi kafaya koymuş; bu uğurda çılgınca (agresif) bir büyüme
hamlesi başlatmış olan Türk Hava Yollarını da yabana atmamalısınız.
Kadın dediğin İstanbul gibi olmalı; fethi güç, fatihi tek! diyen şaire;
İstanbuldan ziyade, İstanbulu özledim . diyen ozana ve daha nicelerine hak
vermemek elde mi? Zira İstanbul bir Paris -asla- değildir; hele Bürüksel hiç
değildir. Üstad Necip Fazıl gibi vatanım da vatanım çekenlerin dergâhı;
nizâm-ı âlem, ilâ-yı kelimetullahın kıblegâhıdır. İstanbul,
şamanıyla-Müslümanıyla Türkün madde ve mânâ özlü ruh iksiridir. Onun içindir
ki Altaydan kopup gelen akıncıların yolu bir şekilde hep İstanbula düşmüştür.
Hunlar, Sabarlar (Sibirler) - Hazarlar, Avarlar, Bulgarlar, Peçenekler,
Kumanlar son olarak da Oğuzlar Mehlika Sultana âşık yedi genç gibi hep bu
kutlu sevdaya at sürmüşlerdir. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Hanın, ordusuyla
birlikte harabelerini ziyaret ederek Bu belde halkının öcünü almak bana nasip
oldu. diye dua ettiği Truvanın da rövanşıdır. Gâzi Mustafa Kemal Atatürk de
Çanakkale ve Dumlupınar zaferlerinin sonrasında sarf ettiği Truvanın
intikamını aldım. sözleriyle, en çok hayranlık duyduğu Osmanlı Padişahı olan
Fatih Sultan Mehmet Han ile aynı tarih bilincine sahip olduğunu göstermiştir.
Velhâsıl İstanbul, sadece İstanbul değildir.
Serik-17.07.2013
Aziz Dolu Atabey
Derkenar: Okumuş olduğunuz bu yazı, İstanbul mevzulu iç siyaset mülâhazalarımızı dile getirdiğimiz Yavuz, Taksim ve Demokrasi adlı yazımızın devamı niteliğindedir..
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle