1955 yılında, yani A.Ü. Hukuk fakültesinin birinci sınıfında okurken, bir topluluk önünde, irticalen beş dakikalık bir konuşma kabiliyetim yoktu. İçine kapanık, korkak, çekingen, hiçbirşey bilmeyen, pısırık bir zavallı delikanlıydım. Yalnız kahramanlık şiirleri okuduğumda yumruklarımı sıkarak, önümdeki kürsüleri yumruklayarak haykırıyordum: “Türkün ve İslâmın dışındaki bütün kavimlere ölüm!” diye yırtınıyordum. Şimdi o cehaletime gülüyorum ve utanıyorum.
Birgün Namık Kemal merhumun bir makalesi geçti elime. Sanki beni anlatıyordu. Diyordu ki: “Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır. Bir insan ne kadar çok kelime bilirse, aklını o nisbette iyi kullanır. Önüne konulan kitabı okur ve anlar. Kendisine anlatılanları iyi kavrar. Ve gerektiğinde kendisini iyi ifade eder. Bir insanın kelime dünyası yeteri kadar kuvvetli değilse, okuduklarını anlayamaz. Anlatılanları kavrayamaz ve kendisini ifade edemez. Geriliğimiz dildeki kısırlığımızdandır. Mezhep kavgaları, siyasî ve iktisadî alanlardaki çıkmazlarımız, hep Türkçemizin yeteri kadar gelişmemesinden, zengin bir dil haline gelmemesindendir” diyordu. Birden, bütün karanlıklarım dağıldı. Türk ve Müslüman olduğum için yeteri kadar okumamıştım. Kur’anın “oku” emrine rağmen okumamıştım. Sevgili peygamberimizin “ilim, kadın ve erkek, her müslümana farz kılınmıştır. Âlimin uykusu, âbidin ibadetinden daha üstündür!” ikazına rağmen gözlerimi kitaplara karşı kapamıştım. Namık Kemal’in makalesiyle kendimi toparladım. Çok okumaya başladım. Zamanla kelime dünyam zenginleşince, bir topluluk önünde bazen üç saat, bazen dört saat hiç tökezlemeden konuşmaya başladım. Radyolardan, televizyonlardan, milyonlara hitab etme imkanlarım oldu. Bunları niçin yazıyorum? Haftada iki gün, bu sütunda okuyucuların huzuruna çıkıyorum. O münasebetle bana mektuplar geliyor. Elbette benimle beraber olanlar, bana iltifat yüklü mektup gönderen okuyucularım çok. Ama yazdıklarımı hiç, ama hiç, ama hiç anlamayan okuyucularım da var. Ben “Bayram haftası” diyorum, onlar “Ne bu mangal tahtası?” diye karşıma dikiliyorlar. Anlıyorum ki onlar benim yumruklarımı sıkarak “Türk’ün ve İslâmın dışındaki bütün kavimlere ölüm!” diye bağırdığım, tepindiğim, dövündüğüm yıllarımın karanlığı içindedirler. Mesela ben değerli tarihçimiz Yılmaz Öztuna‘nın tarih kitaplarından, Sorbon Üniversitesinin tarih kürsüsünde görüşülmüş, hazırlayana tarih doktoru sıfatı kazandırmış tezlerden, Batının Şark Mes’elesinden, Ermenistan’ın Doğu Anadolu üzerindeki büyük emellerinden, İsrail’in “Arz-ı Mev’ut” davasından bahsediyorum. Benim sevgili okuyucularımdan bazıları yazdıklarıma “saçma-sapan” diyorlar şaşırıyorum. Büyük Âkif beni teskin etmeye çalışıyor:
“Ne Kürt elifbayı sökmüş, ne Türk okur ne Arab
Ne Çerkez’in, ne Lâz’ın var bakın elinde kitab!” diyor.
Ah kitapsızlık! Ah Kitabı üzerine yemin eden milletin kitapsız çocukları ah! Ne diyeyim ben bilmem ki?
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle