En Sıcak Konular

Hakverdi Murat Merdamert

Mefkure
Hakverdi Murat Merdamert
6 Ocak 2011

Kerkük'te Türkmen Varlığını Koruyamayan Zihniyet, Güneydoğu'daki Varlığını da Koruyamaz



BDP'nin DTK'da alınan kararları deklare edip ''Demokratik Özerklik'  ve  "İki Dilli Hayat" taleplerini kamuoyu ile paylaşmasının ardından devletin zirvelerinden peş peşe sert tepkiler geldi.

Genelkurmay Başkanlığı yaptığı açıklamada: "Türk Silahlı Kuvvetleri; Devletin, Anayasamızda yer alan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir." (17 Aralık 2010)

Başbakan Erdoğan, günlerce süren suskunluğunu bütçe görüşmelerinin kapanışında yaptığı konuşma ile bozdu:

''Ortak dil Türkçe'dir, bu gerçeği değiştirmeye yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. Zira bu mesele sosyal barış ve sosyal bütünlük meselesidir. Bu meseleyi tartışmaya dahi açmak, bu meseleyi getirip Türkiye'nin gündemine taşımak ne demokrasiye, ne özgürlüklere, ne toplumsal barışa ne de kardeşliğe asla hizmet etmez.Milletim müsterih olsun, biz kimseye bu ülke üzerinde ameliyat yaptırmayız, kimseyi bu milletin hissiyatıyla oynatmayız.''

Nihayet,Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında 5 saat süren MGK toplantısından sonra yayımlanan bildiride, "Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet" vurgusu yapılarak, ''Türkçenin resmi dil olduğu gerçeğine karşı hiçbir 'girişim' kabul edilemez" denildi. (29 Aralık 2010)

Ne kadar da gönül okşayıcı değil mi?

Peki bu güne kadar geçen süreci göz önüne aldığımız da, Erdoğan'ın bu konudaki sözleri teminat olabilir mi?

Ya da MGK'nın ne gibi bir yaptırımı olabillir?

Şöyle yakın tarihe doğru bir yolculuk yapıp endişelenmekte haklı mıyız görelim?..

****

AKP iktidarının ilk yılları.

Amerika'nın Irak'ı işgal hazırlığı gündemin en başına oturmuş.İşgal sonrası Saddam devrilirse yıllardır fırsat kollayan Kuzey Irak'taki "Bölgesel Kürt Yönetimi" bağımsız bir devlet olma sürecine girer mıydı?

Ocak 2003'te Türkiye'yi ziyaret eden Mesut Barzani dönemin Başbakanı Abdullah Gül ve muhalefet lideri Deniz Baykal ile görüşür.Türkiye'yi rahatlatan açıklamalar yapar:

"Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için bir görüşümüz yok. Kürt sorununu federal bir düzeyde çözümlemek istiyoruz.''

25 Şubat 2003'de hükümet tarafından TBMM'ye sunulan, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi" 1 Mart 2003'de yapılan oylamada Meclis tarafından reddedilir.

ABD şoktadır.

Siyasi yasakları kaldırılan Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan, 9 Mart 2003 Pazar günü Siirt'te yapılan yenileme seçiminde milletvekili seçilir.

Erdoğan artık Başbakan,Abdullah Gül ise Dışişleri Bakanı'dır.

***

Gazeteci yazar Fikret Bila, 2003 yılında  yazdığı “Sivil Darbe Girişimleri ve Ankara’da Irak Savaşları” isimli  kitabında,Dışişleri Bakanlığına ait bir rapor yayınlar. 14 Ağustos 2002 tarihli bu raporda,muhtemel bir Irak savaşına ilişkin değerlendirmeler yapılarak,Türkiye’nin  meşhur "Kırmızı Çizgileri" çizilmiştir.

Buna göre;

*Bağımsız bir Kürt devletinin kuzey Irak’ta ilan edilmesi,
*Musul ve Kerkük’ün Kürtlerin denetimine girmesi,
*Kürtlerin bağımsızlaşmasına yol açacak adem-i merkeziyetçi yapıların ortaya çıkması,
*Türkmenlerin de Kürtler gibi Irak nüfusunun ana unsurlarından biri olarak görülmediği adem-i merkeziyetçi yapıların kurulması.

Türkiye,ortaya koyduğu bu çizgilerin ihlal edilmesi halinde Milli çıkarlarının ve Milli güvenliğinin tehlikeye düştüğünü varsayacak, Irak’a askeri müdahale edecektir.

Radikal'den Tarhan Erdem 15.04.2003 tarihli "Kırmızı Çizgiler" başlıklı makalesinde; "Kırmızı Çizgiler'in tanımları ve koşulları, herhalde Dışişleri'nin hukuki belgelerinde yer almış, tanımlanmıştır. Benim gibi işin içinde olmayanlar için, kırmızı çizgilerin tanımını açık belgelerde bulabiliriz'' diyor ve meclise sunulan en son tezkereden yola çıkarak şu yorumlarda bulunuyordu:

 "Türkiye'nin güvenliğine yönelik tehdit ve riskleri şöyle özetleyebilirim;

1. Türkiye'nin milli birliğini ve toprak bütünlüğünü hedef alan terör unsurlarının (PKK/KADEK'in) bölgede yuvalanması;
2. Irak'ta, etnik, din ve mezhep temelinde bir parçalanmaya yol açabilecek gelişmeler (Türkmenlerin can ve mal güvenliğinin tehlikeye girmesi);
3. Irak'ın toprak bütünlüğünün ve milli birliğinin tehlikeye düşmesi (Kuzey Irak'ta bağımsız Kürt devleti kurulması);
4. Kuzey Irak'tan ülkemize toplu göç hareketi başlaması.

Bu durumlar eskiden beri, belirgin olarak 1988'den bu yana bizim için tehdit ve risk olarak görülmektedir."

Tarih:10.04.2003

Irak’taki savaşın 22. gününde Kerkük, Kürdistan Yurtseverler Birliği (IKYB) lideri Celal Talabani’ye bağlı Peşmergelerin kontrolüne geçer.Kerkük’e giren Peşmergeler etnik yapı açısından büyük önem taşıyan tapu dairesini tahrip eder. Ankara’nın çiğnenmesi halinde müdahale sebebi saydığı kırmızı çizgiler arasında Kerkük’ün Kürt grupların kontrolüne geçmesi de yer almaktadır.
ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell; "Bir oldu bittiye izin verilmeyeceğini'' söyleyerek Peşmergelerin Kerkük’ten çıkarılacağı garantisini verir.
IKDP Lideri Mesut Barzani de Ankara’ya, "Talabani güçlerine Kerkük’ten çıkmaları için süre tanıdık. Aksini yaparlarsa sizinle birlikte hareket etmeye hazırız" mesajını gönderir.
Abdullah Gül yaşanan gelişmelere ilişkin olarak, "İyimserim, iyimser olmaya çalışıyorum" der.
TBMM Dışişleri Komisyonu  Kerkük ve Musul gündemiyle "olağanüstü" toplanır.
Hükümet kanadıyla asker sürekli diyalog halindedir.
Zamanın Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur, Türkiye’nin oluşturduğu "kırmızı hatlarla" ilgili kaygısının olmadığını bildirir.

Oysa Türkiye, “Kırmızı Çizgiler” meselesinde samimiyet imtihanından geçmektedir. Eğer, Türkiye kendi koyduğu çizgilerin ihlâlinde gereken tavrı göstermezse, bölgede devlet olarak itibar kaybına uğraracak, Kuzey Irak Kürtleri üzerindeki caydırıcılığını tamamen kaybedecektir.

Bu arada Abdullah Gül,binlerce Kürt mültecinin kente yerleştiği haberini yalanlar.

Kerkük’e giren Peşmergeler kentte kamu binalarını yağmalarken,işgale karşı çıkan Türkmen ve Araplar katledilir.Irak Milli Türkmen Partisi Yürütme Kurulu Üyesi Necmettin Kasapoğlu: "Bir an önce Türk askeri Kerkük’e gelsin. Musul ve Kerkük’te bir şey yapamıyoruz. Türk askeri bölgede bizim garantörümüz olsun. Lütfen Türkmenleri kurtarsınlar. Aksi takdirde büyük bir katliam olur. Bunun sonucu ne olacak, biz bile bilmiyoruz." diyerek Türkiye'den yardım ister.

Bütün bunlar olurken, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verir: "Halkımız rahat olsun. Bir Türk - Kürt tartışmasına izin vermeyiz. Bunu herkes biliyor. Kesin olarak söyleyebilirim ki, Türkiye'nin kırmızı çizgileri aşılmamıştır." (14 Nisan 2003,Fikret Bila- Milliyet)

Tarih 4 Temmuz 2003

ABD ordusuna bağlı timler Süleymaniye'deki Türk özel birliklerine ait karakolu basar.Burada görevli 3 Türk subay ile  8 Türk astsubay gözaltına alınıp başlarına çuval geçirilir, elleri kelepçelenir.ABD’nin karargahı olarak kullanılan, Kerkük Hava alanına götürülür.Yoğun diplomatik çabalar sonucu ancak 60 saat sonra serbest bırakılan Türk askerlerinin ilk sözleri şöyledir: "Amerikalılar bize El-Kaide muamelesi yaptı. En yakın müttefikine nasıl terörist gibi davranırlar?"

Türkiye'de büyük bir infial yaşanmaktadır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, "ABD’ye protesto notası verilip verilmediği" sorulur. Erdoğan'ın cevabı alaylı bir şekildedir: "Bakın, nota dediğiniz konu müzik notası değildir. Bunların bir ağırlığı vardır. Aklınıza esince nota verilmez." Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, Kayseri’de olayla ilgili gazetecilerin sorularını cevaplandırırken 11 askerin kafasına "çuval" geçirilmesini "yerel bir olay"  ve  "yerel bir ABD subayının işgüzarlığı" olarak nitelendirir.Gül, ABD’nin özür dilemesini isteyenlere de "Büyük devletler özür dilemez" diye cevap verir. Dönemin Genelkurmay Başkanı  Hilmi Özkök de yaptığı açıklamada, "Bu ABD’li için çok normal. Göz bağlamak yerine, tamamen pratik bir çözüm" der.

Kimi yorumlara göre ABD, 1 Mart Teskeresi'nin rovanşını almıştır.Oysa ki, Türk tarafının ''Kırmızı Çizgileri''nde ne kadar kararlı olup olmadığını test etmiştir.

Gazeteci Fikret Bila, 28 Mayıs 2004 günü ABD Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan ve  Irak ile Kerkük'ün geleceği hakkındaki politikaların tartışıldığı toplantının ayrıntılarını açıklar.

Toplantıda öne çıkan görüşler şöyledir:

"Dış ilişkiler Uzmanı Steven Cook: ''TSK tepki gösterir''
Utah Üniversitesi Öğretim Görevlisi Hakan Yavuz: ''AKP kınamakla yetinir''
Eski Dışişleri Uzmanı Henri Barkey: ''AKP federasyona karşı değil''
ABD Milli Savunma Akademisi Öğretim Üyesi Judith Yaphe: ''Artık tek Türkiye yok, farklı sesler var'İşte bugünkü toplantı onun yansıması. Hükümetin Irak konusundaki kırmızı çizgileri birer birer yok oldu. Ne hükümetten ne askerden tepki geldi. Kamuoyu ise başka sorulara kilitlenmiş. Asıl mesele şu: Suriye'deki ayaklanma Türk askerini derin şekilde düşünmeye zorladı. Şam'daki isyanın benzeri Türkiye'de çıkarsa bunu kontrol edebilir mi? Hele Avrupa'dan tarih beklediği bir dönemde Türkiye böyle bir durumla karşılaşmak istemiyor."
(22/06/2004-Milliyet)

Kısaca uzmanların vardıkları sonuç; Türkiye, Kerkük'ün Kürtlere bırakılması halinde fazla tepki gösterecek durumda değildir.

Judith Yaphe'nın bahsettiği Suriye'deki ayaklanma ise,tam da ABD'nin  teröre destek vermekle suçladığı, İran ile Kuzey Kore ile birlikte kara listeye aldığı ve "şer ekseni" diye nitelediği günlere denk gelir.

Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunan ve nüfusunun büyük bir kısmını Kürtlerin oluşturduğu Kamışlı’da Kürtler’le Araplar arasında Mart 2004'te de şiddetli çatışmalar yaşanır. Kentte yapılan bir maç sırasında, tribünlerde siyasi sloganların atılmasıyla başlayan olaylar sokaklara taşıp Kürt ayaklanmasına dönüşür. Suriye güvenlik güçleri kasabayı kuşatma altına alır,çatışmalarda onlarca insan ölür.Siyasi uzmanlara göre,bu olaylar, aniden gelişen  bir durum olmayıp önceden planlanmıştır. Suriyeli yetkililer ise bazı Kürt grupların, ABD’den en azından moral desteği almış olabileceklerini açıklar.

NTVMSNBC Yayın Yönetmeni Adnan Bostancıoğlu 16 Mart 2004 günü Kamışlı Olayları'nıi yorumlarken hayli ilginç tespitlerde bulunur:

    "Bugün artık biliyoruz ki, ABD’nin Hindistan’dan Fas’a uzanan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin harekat üssünü Irak oluşturuyor. Bu büyük operasyonun merkez karargahı ise Kuzey Irak.
    Suriye’nin Kürt bölgesinde yaşanan olaylar, basit bir adli vak’a olmaktan çok daha fazla şeyi temsil ediyor. İlginç olan, Türk Hükümeti’nin tahmin edilen tepkiyi vermekten uzak durması...
    ABD yönetimi, çok büyük ağırlıkla Müslümanların yaşadığı coğrafyada, kendi özlediği dünya rejimi açısından ‘pürüz’ oluşturan iktidarları devirip yerlerine ‘uyumlu’ yönetimler getirme operasyonu için, önce Afganistan, ardından da Irak işgaliyle düğmeye basmıştı.
     Suriye, Irak’tan farklı olarak, uluslararası meşruiyeti olan bir yönetim altında. Şam yönetimi, her ne kadar ABD tarafından ‘şer ekseni’nin bir üyesi olarak sunulsa da, dünyanın geri kalanı açısından hiç bir zaman Saddam yönetimi gibi meşruiyeti sorgulanan, uluslararası ilişkilerden dışlanmış bir hüvviyet kazanmadı.
     Kısacası, Suriye’ye yönelik tek taraflı bir müdahalenin koşulları yok; ‘olağandışı gelişmeler’ yaşanmaması halinde bu koşulların oluşması da zor. Öyle ki, Beyaz Saray’ın Irak ittifakının çatırdadığı şu günlerde Suriye’ye açık bir müdahale için Londra’yı bile ikna etmesi mümkün görünmüyor.
Peki ya ‘olağandışı gelişmeler’ ne olabilir?
İlk akla gelen şey, ülkenin bir iç çatışma ve kaos ortamına sürüklenmesi... Nitekim, Kamışlı’da başlayıp Halep’e sıçrayan çatışmaların bu gözle değerlendirilmesi gerekir.
    Suriye bir yana, İran’da Mehabad, Sanandac, Merivan, Bena gibi Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde gerilimin tırmanması da gösteriyor ki, Iraklı Kürtlerin hem federatif yönetime giden yolu açması hem de Irak’ın merkezi yönetiminde etkinlik kazanması, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada yeni hareketliliklerin de tetikleyicisi olacak.
    Tam da bu noktada, Ankara’nın tepkisi (belki de ‘tepkisizliği’ demek daha doğru) dikkat çekici. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, söz konusu çatışmaların Türkiye’ye sıçramayacağı konusunda rahat görünüyor. Öte yandan, bu tür durumlarda alışkın olduğumuz “Türkiye’nin gelişmeleri dikkatle izlediği, gerekli tedbirleri aldığı, Kürt grupları uyardığı” türü açıklamalara rastlamıyoruz. Ankara’da genel bir ‘kaygısızlık’ hali var! Bu durumda ister istemez insanın aklına Başbakan Erdoğan’ın “Diyarbakır, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım” sözleri geliyor.
    Gerek Başbakan’ın gerekse Dışişleri Bakanı’nın ‘rahatlığı’ bütün bu sürecin geleceğine dair ABD ile varılmış bir uzlaşmanın işaretleri sayılabilir mi?
    Mutlaka farkındasınızdır; uzun süredir kimsenin ‘kırmızı çizgiler’den bahsettiği yok. Kuzey Irak’ta Kürtlere federasyon hakkı tanıyan Anayasa imzalandı bile... Dönüp arşivlere bir göz atın; çok değil, bundan bir yıl önce Türkiye’nin böyle bir ihtimal karşısında neler söylediğini okuyun. Bugünkü sessizlik ‘şaka’ gibi geliyor, insana...
    Hasılı, bütün bunları alt alta koyduğumuzda, Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD’nin bölgedeki politika ve uygulamalarına bütünüyle boyun eğdiği gibi bir sonuçtan söz etmiyorsak, -böyle bir boyun eğişe karşı koyacak güçlerin ve iradenin olduğunu biliyoruz- Başbakan Erdoğan’ın bir fırsat olarak gördüğü Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Ankara’nın ABD ile mahiyetini tam bilmediğimiz bir uzlaşmaya girdiğini düşünmemiz çok mu yersiz olur?"
{http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/261821.asp}

Dönemin Zaman Gazetesi Dış Haberler Editörü Abdülhamit Bilici, 29.12.2004 tarihinde Suriye Başbakanı Itrı ile Şam'daki makamında görüşür.

Bilici'nin; "Irak'ın parçalanması ve kuzeyde bir Kürt devletinin kurulması ihtimali iki ülkeyi de kaygılandırıyor. Bununla beraber iki ülkenin de kendi Kürt kökenli vatandaşları bulunuyor. Sizin bu konudaki politikanız nedir?" sorusuna Itrı şöyle cevap verir:

"İlişkileri değerlendirirken, bizi yakınlaştıran faktörlerden söz ettik. Bunlar arasında iki ülkeyi de açık tehdit ile karşı karşıya getiren şartlar bulunuyor. Şu anda Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulacağına dair kesin bir durum yok, ancak sizin de dediğiniz gibi bu senaryo konuşuluyor. Abdullah Gül Bey'in dediği gibi bu Türkiye için bir kırmızı çizgi. Biz de aynı şekilde diyoruz ki bu konu Suriye için de kırmızı çizgidir. İki ülke için de aynı durum geçerli."

7 Haziran 2005 günü Suriyeli Kürtler bir kez daha ayaklanır.Yine Kamışlı’da başlayan olaylarda çatışma ve yağmalar yaşanır.Kürt din adamı Muhammed Maşuk Haznevi’nin öldürülmesini protesto etmek amacıyla en az 5 bin kişinin katıldığı yürüyüşte, ‘Ülke için demokrasi’ yazılı pankartlar taşınır. Yapılan gösteri daha sonra ayaklanmaya dönüşür..Olaylar durulduğunda Kamışlı’da bütün dükkanlar yağmalanmış, her yer kapalı, sokaklar boş, halk tedirgindir.

Suriye'de zamanla olaylar yatışır ama Kuzey Irak kaynamaya devam etmektedir.

Kerkük fiilen Peşmerge'nin eline geçer.

Bir zamanlar her şeyiyle bir Türkmen şehri görüntüsü veren  Kerkük, artık fiilen Peşmege'nin kontrolündedir.ABD işgal sonrası, kentin yönetimini ve güvenliğini neredeyse tamamen Kürt peşmergelere teslim etmiştir..Amerikan kaynaklarına göre kentin güvenliğinden sorumlu olan ve sayıları 6 bine ulaşan muhafız birliklerinin 4 binden fazlasını Peşmergeler oluşmaktadır.Hükümet binalarında çalışanların çok büyük bir kısmı da Peşmerge'dir.

Tarih 01.03.06

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 10. Avrupa Kredi Konferansı'na katılmak üzere Monaco'ya hareketinden önce, Esenboğa Havalimanı'nda gazetecilerin sorularını cevaplar....

Erdoğan, bir gazetecinin ''Dün Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Irak'ın,anayasasında yer alan bölgesel Kürt hükümetini tanıdığını söyledi. Türkiye, dış politikada yer alan kırmızı çizgilerinden vaz mı geçiyor?'' sorusu üzerine, ''Siz bunu Abdullah Gül'ün ağzından mı duydunuz? Böyle bir şey söz konusu değil. Böyle bir şey yok'' der.. Erdoğan, ''Kırmızı çizgilerimiz devam ediyor mu?'' sorusuna da ''Bizim kırmızı çizgilerimiz belli'' cevabını verir.

Talabani'nin Irak Devlet Başkanı olmasıyla Kuzey Irak'ta önü açılan Barzani 2003'te Türkiye'ye verdiği sözü unutmuş,artık Kürdistan Başkanlığı'na oynamaktadır.
Türkiye'nin Kuzey Irak'la ilgili tek sorunu da sadece Kerkük değildir.
Bu tarihlerde Kuzey Irak'tan terör saldırılarına uğrayan Türkiye'de Barzani ve Talabani'ye karşı müthiş bir öfke vardır .
27 Eylül 2006'de ABD'de bulunan Celal Talabani ,NPR radyosuna verdiği demeçte,Türkiye'yi yatıştırabileceklerini ve terör örgütü PKK'yı Türkiye ile çatışmaları durdurması konusunda ikna edebileceklerini söyledikten sonra şu tehditte bulunur:"Komşularımız, içişlerimize karışmayı sürdürürse oradaki muhalif güçleri destekleriz"
Bu sözler 1 gün sonra gazeteciler tarafından Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'e hatırlatıldığında,Çiçek'in cevabı şöyledir.
"Talabani’nin açıklamaları rahatsız edici olsa bile sürpriz teşkil etmiyor. Bu nedenle, bu tip açıklamalar, temaslar bizim anlayışımıza çok uygun olan temaslar değildir ancak çok yadırgatıcı bir husus da değildir. Terörle ilgili şu ülkenin yöneticisi, filanca aşiret şeyhi, ‘dünün postal öpücüleri’ şöyle demiş, böyle demiş...Şuan ki terör algılamamızda bir değişikliğe neden olmaz. Biz inanıyoruz ki hâlâ terörün destekçileri dışardadır."

 18.12.2006

Kerkük Kürtlerin Kırmızı Çizgisi oldu.

Irak Çalışma Grubu’nun 6 Aralık’ta açıkladığı Irak raporunu görüşmek üzere olağanüstü toplanan Kürt Parlamentosu, söz konusu belgeyi kabul etmediğini açıklar.Parlamento Başkanı Adnan Müfti, rapora karşı alınacak en doğru tutumun Kürtler arasındaki siyasi birliğin güçlendirilmesi olduğunu söyler. Rapordaki Kerkük ile ilgili ifadelere de değinen Müfti, Kerkük’ün Kürt bölgesi ile Irak’ı ilgilendirdiğini, sorunun çözümünün Irak Anayasası’nda yer aldığını belirterek  "Kerkük meselesi Kürtlerin kırmızı çizgisidir" değerlendirmesinde bulunur.

ABD için Kuzey Irak artık Kürdistan'dır

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 1 Mart 2007 tarihinde ABD Senatosu’ndaki oturumda Irak’ın kuzeyini "Kürdistan" diye tanımlar. Rice; "Türkiye ile Kürdistan arasındaki sınırda faaliyet gösteren PKK, Türkiye içlerine saldırılardan sorumludur"der

"ABD'den Kürtlere Bir Demet Kerkük"

2007 başlarında Gazeteci Raşit Kısacık'ın,Kerkük'te gördüğü manzaları yorumladığı "ABD'den Kürtlere Bir Demet Kerkük " kitabının arka kapak yazısında şu ifadeler yer almaktadır:

"Üzerine yoğun tartışmalar yapılan petrol kenti Kerkük'ün geleceğine ilişkin bu yıl yapılması planlanan halk oylaması öncesi gerginlik giderek tırmanıyor. Irak'ın, petrol zengini bu Türkmen kenti Kerkük'te, kentin geleceğini belirleyecek olan halk oylamasına Kürtler sıcak bakıyor. Araplar ve Türkmenler ise boykot edeceklerini söylüyorlar.

Son günlerde sıkça patlamaların yaşandığı Kerkük'te 2007 yılı başından beri özellikle Türkmen derneklerinin üst düzey yöneticilerine ve kentin zengin işadamlarına yönelik suikastlar ve bombalı saldırılar giderek artıyor. Kentin ticari yaşamını elinde tutan Türkmen işadamları ise bu saldırıların başlıca hedefi durumuna geliyor.

Türkmenler ve Araplar, Kerkük'ün Irak'ın bir parçası olarak kalmasını isterken, Kürtler, Kerkük'ü şimdiden kendilerine bağlanmış, yani sözde Kürdistan'ın parçası olarak görüyor. Bu dimdik duruşunun arkasında ise elbette ki tüm sinsiliğine rağmen ABD yönetimi ve güçleri bulunuyor."

Tarih 05.05.2007 
 
"Kerkük Türkiye'nin fay hattıdır"

Kerküklü gazeteci Şemsettin Küzeci, Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyetinde düzenlediği basın toplantısında ABD'nin Irak'a girmesinin ardından Kerkük'teki Kürt nüfusunun hızlı bir şekilde arttığını söyler.Kerkük'ün 2003 yılında 803 bin olan toplam nüfusunun, bugün 1.5 milyonu geçtiğine dikkat çeken Küzeci,''Kerkük Türkiye'nin fay hattıdır. Kerkük, Kürtlerin eline geçerse Türkiye büyük zarar görecektir'' der.

Mesut Barzani, 8 Nisan 2007 tarihinde El Arabiya televizyonuna konuşur.Türkiye’nin Kerkük meselesine müdahale etmesi durumunda kendilerine de Diyarbakır'a müdahale hakkı doğacağını ileri süren Barzani,şu iddialı sözleri sarfeder: ''Türkiye’nin Kerkük’te hakkı varsa bizim de Diyarbakır’da var. Türklerin Kerkük’e müdahale etmesine izin vermeyeceğiz. Burası tarihsel ve coğrafi olarak bir Kürt kentidir ve Kürdistan’ın parçasıdır. Onlar birkaç bin Türkmen için içişlerimize karışırlarsa elbette bizim de 30 milyon Kürt için hiçbir şey yapmadan durmamız sözkonusu olamaz."

Mesut Barzani,bu sözleriyle Türkiye'yi tehdit edip etmediği sorulunca, "müdahale etmesi durumunda Ankara'ya olacakları söylemekten ibaret olduğunu" belirtir.

Barzani ayrıca Mısır’da yayın yapan OTV Televizyonu’nda da Türkiye, İran ve Suriye'yi parçalayıp "Büyük Kürdistan"ı kuracaklarını açıklamıştır.

Ekim 2007 Kuzey Irak'tan gelen PKK saldırılarının arttığı bir aydır.

7 Ekim'de Şırnak'taki Gabar dağında PKK militanları operasyondan dönen askerleri pusuya düşürür.Saldırıda 13 asker şehit olurken 3 asker yaralanır.8 Ekim'de Şırnak ve Diyarbakır-Lice'de PKK'lıların yerleştirdiği mayınlara basan 1 astsubay ve 1 uzman çavuş şehit düşer.16 Ekim'de Bingöl'de PKK'lıların döşediği mayının patlaması sonucu 1 asker şehit olur..21 Ekim'de ise 150 kişilik bir PKK grubu, sınıra 4 kilometre uzaklıkta olan Komando Taburu'na ağır silahlarla saldırır Çatışmada, 12 asker şehit düşerken 16 asker yaralanır.

Bu son saldırı yurt çapında büyük tepkilere ve protestolara yol açar.

Erdoğan Dağlıca saldırısından birgün önce 20 Ekim'de Türkiye’nin Irak’tan PKK terörüyle ilgili beklentisini şöyle açıklamıştır: "Bütün eğitim kampları dağıtılsın, örgüt liderleri teslim edilsin "

22.10.2007

"Türkiye'ye, Kürt kedi bile vermeyiz!"

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile Kuzey Irak'taki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani, PKK'nın Türk askerine yönelik Dağlıca saldırısının ardından  Erbil'de toplantı yapar.Toplantı sonrası soruları cevaplayan Talabani, Ankara'nın son talebini geri çevirerek, PKK liderlerini Türkiye'ye teslim etmeyeceklerini şu küstah sözlerle açıklar: "PKK liderlerinin Türkiye'ye teslim edilmesi, hiç gerçekleşmeyecek bir rüyadır. Biz hiçbir Kürdü Türkiye'ye teslim etmeyiz, hatta bir kediyi bile"

Barzani ise, "Türkiye barışçı bir plan sunmadan, PKK'yı terörist saymayacaklarını " söyler.

Talabani ve Barzani, Türkiye ile PKK arasında, Irak topraklarında yaşanacak bir çatışmada kimsenin tarafını tutmayacaklarını belirtirken,doğrudan hedef alınmaları halinde ise kendilerini savunmaktan geri kalmayacaklarını ifade ederler.

Elbette bu açıklamalar Türkiyede yankı bulur ama Türk yetkililer özellikle Barzani'yi muhatap olarak kabul etmez...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,Barzani’nin “Türkiye operasyon yaparsa kendimizi savunma hakkımızı kullanırız” açıklamasının hatırlatılması üzerine; "Bana bu tür kişilerle ilgili sorular asla sormayın. Benim muhataplarım bellidir." der.(21 Ekim 2007)

Başbakan Erdoğan, "Barzani bizim muhatabımız olamaz. Bağdat yönetimi bu konuda Türkiye’ye geniş katılımlı bir heyet gönderdi. Ama Barzani, terör konusunda tavrını çok açık ve net ortaya koymak durumundadır. Şu an kendisi terör örgütüne yataklık yapar durumdadır. Bana o kişiyi sormayın" diye gazetecilere uyarıda bulunur. (29 Ekim 2007)

Dışişleri Bakanı Ali Babacan ise "Talabani ve Barzani ismi yan yana gelmez. Barzani tanımadığımız yönetimin önde gelen ismi" diye açıklama yapar.(26 Kasım 2007)

Her ne kadar Türk yetkililer "muhatap almıyoruz" deselerde,Kuzey Irak'taki gelişmelerden Türkmenler endişe duymaktadır.

Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu ve Türkmeneli İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Savaş AVCI, Mayıs 2008'de BAREM Dergisi"ne bölgenin sorunları ile ilgili açıklamalarda bulunurken,Kıbrıs'ta olduğu gibi, Kerkük ile ilgili de bir "milli politika"nın olması gerektiğini aksi halde Türkiye'nin toprak bütünlüğünün tehlikede olduğunu belirterek şöyle der:

"Bazıları diyor ki, Efendim Irak"taki Kürtler de devlet kursun, niye karşı çıkıyorsunuz? Tamam da, insanlar Türkiye"nin 22 ilini içine almış bir devlet oluşumundan bahsediyor. Onun için bu oluşuma Türkiye karşı olmalıdır. Üstelik bu haritalar, o yönetimin Başbakanı"nın, Valisi"nin odalarında, resmi kurumlarında var. Demek ki yine söylüyorum. Bu konu, Türkiye"nin ulusal güvenlik meselesidir"

Oysa Türkiye artık böyle düşünmüyordu.

Türkiye ile Kuzey Irak arasında yeni bir sayfa açılıyordu.

***

05 Mayıs 2008 'te Milliyet'ten Devrim Sevimay   Kuzey Irak'ta temaslarda bulunduktan sonra Türkiye'ye dönen eski milletvekili Haşim Haşimi’yle bir mülakat gerçekleştirir:

Size göre de yeni bir sayfa açıldı mı?
"Kesinlikle evet."

Kanıt?
"MGK’nın 24 Nisan kararı. “Tüm oluşumlarla görüşülsün” demek, Kürtlerle de görüşülsün demektir. Aslında Kürtlerle görüşmeler vardı, fakat bunun artık resmi olarak da yapılabileceğinin açıklanması yeni bir sürece girildiğinin en önemli kanıtı."

Nedir bu yeni süreç; sizce ne değişecek?
"Özal’ın bıraktığı noktaya dönülecek. Özal, Kuzey Irak’la resmi düzeyde görüşme yapıyor, temsilcilerini davet ediyor, diplomatlarını Irak’a Kürtlerle görüşmeye gönderiyordu. Şimdi bu diyaloğa ve karşılıklı güvene dayalı politikanın yeniden benimsendiğini anlıyoruz."

Peki bu Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili kırmızı çizgisi kalmadı anlamına gelir mi?
"Hayır, ama ilişkiye kırmızı çizgilerle başlamaktan dönüldüğü anlamına gelebilir."

Mesela 'Kürdistan' kurulacak ve Türkiye buna ses çıkarmayacak; bunu mu anlayalım?
"Hayır hayır... Yeni siyasetin anlamı bağımsız bir Kürt devletini kabul etmek değil, ama bence federal sistemin tanınması üzerine."

Niçin Türkiye şimdi bu adımı atıyor; değişen ne? ABD’nin telkiniyle olmuş olabilir mi? Mesela 5 Kasım’ın bir etkisi...
"Olabilir, bence bu da bir realite. Çünkü Ortadoğu’da artık dengeler değişti ve orada bir ABD gerçeği var. ABD’nin sizden, sizin ABD’den bağımsız politikalar geliştirmeniz artık mümkün değil. Her şey o kadar birbiriyle iç içe ki, mesela bugün Irak’la ilgili attığımız adımın arkasında Türkiye’nin İran politikası da yatıyor. Çünkü Irak’ın geleceği belirsiz ve İran giderek Irak’ta güçleniyor. Demek ki ne yapmak lazım? İran’ı dengelemek için Türkiye’nin Irak’ta güçlenmesi lazım. Bunların hepsi denge politikası."

Ama niye dün değil de, şimdi kabul gördü bu politika?
"Bence devletin önemli kurumlarında bu eğilim hep vardı. Özkök Paşa’nın “Bunlar artık aşiret reisi değil” tespiti var. MİT Müsteşarı’nın bölgeye birkaç ziyareti var. Ve şimdi konjonktür olarak öyle bir noktaya gelindi ki artık Türkiye önündeki şansı geri tepmekle tepmemek noktasına geldi."

***

15-16 Şubat 2009

18.Abant Platformu, "Barışı ve Geleceği Aramak - Birlikte Aramak" başlığıyla Erbil'de toplanır.

Bu Platform, 4-6 Temmuz 2008 tarihlerinde Bolu-Abant’ta “Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” adıyla toplanmış,toplantının sonuç bildirgesini değerlendirmek üzere 13.09.2008 günü Diyarbakır'da bir kez daha bir araya gelme kararı almıştır.Fakat emniyet endişesiyle Diyarbakır toplantısı iptal edilip,Başbakan Erdoğan'ın işareti doğrultusunda Erbil'e alınmıştır.

Bölgesel Kürt Yönetimi'nin tam destek verdiği toplantıya,Prof. Dr. Mümtaz`er Türköne; "Hepimiz Kürt`üz" sözleriyle damga vurur.

Fethullah Gülen yayınladığı mesaj'da; "Umarım bu toplantı kısa zamanda toplumsal ve kültürel neticeler ve semerelere vesile olur. Yöre halkının maddi manevi sıkıntılarının azalmasına bölgedeki acıların dinmesine bir nebze de olsa katkıda bulunur" der.

Mart 2009'da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin daveti üzerine Bağdat'a iki günlük resmi bir ziyaret gerçekleştirir. Gül'ün ziyareti, işgalin ardından Bağdat'a yapılan en üst düzey ziyaret niteliğini taşıyordu.Abdullah Gül bu gezide Kuzey Irak yönetiminden ilk defa "Kürdistan bölgesel yönetimi" olarak bahseder.

23.06.2009

Kuzey Irak 'ta oluşturulan yeni anayasa taslağında, Kerkük Kürt bölgesinde gösterilir.

Kuzey Irak'taki Kürt Parlamentosu yeni oluşturulan anayasa taslağını üyelerine sunulur. Kuzey Iraklı Kürtler, anayasa'da kendi kaderlerini belirleyebilme hakkını saklı tutar.

Yeni anayasa taslağında Kerkük, kürtlerin coğrafi haritasında yer alır. Irak anayasasının sorunlu bölgelerin normalleşmesini öngören 140. maddesinin uygulanmasının ardından Kuzey Irak'ın siyasi sınırları da kesinleşecektir.Yeni anayasa taslağının 14. maddesinde, Kuzey Irak'ın resmi dilleri Kürtçe ve Arapça olağı belirtilir.Ancak Türkmence ve Asurice de bu halkların çoğunlukta olduğu bölgelerde ana dil olarak kabul edilecek,Türkmence ve diğer diller okullarda okutulabilecektir.

31 Ekim 2009'da Erbil'i ziyaret eden ilk Türk Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu, Irak'ın Kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani ile yaptığı görüşme sonrasında; Barzani ile ortak bir vizyonu paylaştıklarını belirterek, "Orta Doğu'yu Araplar, Kürtler ve Türklerin yeniden birlikte inşa etmesinin ve cesaretli adımlar atılmasının vakti geldiğini" söyler.Davutoğlu, Erbil'de bir başkonsolosluk açma kararı verdiklerini ve bu konsolosluğun mümkün olan en kısa zamanda açılmasını istediklerini dile getirir.

AKnews Ajansı'na Ocak 2010’da röportaj veren AKP’nin eski genel başkan yardımcılarından Dengir Mir Mehmet Fırat, "herkesten Kürdistan’a saygı göstermesini" isterken şu iadelere yer verir.

"Türkiye, en kısa sürede Irak’la, Kürdistan’la da vizeyi kaldırmalı. Çünkü çok sıcak bir ilişki var, ticari ilişki var. Kürdistan Bölgesi’yle 5 milyar dolarlık ticaret hacmimiz var ki, bu çok önemli bir miktar. Türkiye’nin orada bir an önce banka şubeleri açması lazım. Erbil’de bir konsolosluk açılıyor, inşallah Süleymaniye’de de bir tane açılır. En üst düzey ziyaretler başladı. Daha evvel Dışişleri Bakanımız ziyarette bulundu, konsolosluk konusu hal yoluna girdi. Orayı İçişleri Bakanımız da ziyaret etti. Bunlar ilktir. Ümit ediyorum ki, üst düzey yetkilileri Türkiye’de ağırlama imkânımız olur. Bizim de daha üst düzeyde Başbakan düzeyinde, Cumhurbaşkanı düzeyinde inşallah ziyaretlerimiz olur. (…) Aslında orası Kürdistan. Yani biz oraya Kürdistan demesek de, Kürt Bölgesi de desek, yahut işte Kuzey Irak da desek Irak Anayasası’na göre orası Kürdistan. Dünya da orayı Kürdistan olarak biliyor. Dolayısıyla biz söylemişiz söylememişiz çok fazla bir değişim olmayacaktır. İnşallah insanlar buna alışacaklar zaman içinde…"

Fırat  zamanla alışacaklar demekte çok haklıdır.

***

Türkiye, 5 Mart 2010'da Devlet Başkanlığını Mesud Barzani’nin yaptığı "Kürdistan Devleti"nin Başkenti Erbil’e Washington Büyükelçiliği müsteşarlarından Aydın Selcen’i konsolos olarak atadı.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu,28 Nisan 2010'da Bakanlık Müsteşarı Faruk Sinirlioğlu’nu Barzani’nin ayağına göndererek,bir zamanların "postal yalayıcısını"  "Kürdistan Bölgesi Başkanı" sıfatıyla Türkiye'ye davet etti.

Nihayetinde 1 Haziran 2010'da altı yıl aradan sonra Mesut Barzani Ankara'da geldi.

Barzani’nin heyetinde bulunan bir isim ise çok dikkat çekiciydi; Bölgesel Kürt Yönetimin İçişleri Bakanı Kerim Sincarı.

Sincari'yi  Türk kamuoyu 21 Ekim 2007’deki Dağlıca baskını sonrasında tanıdı.O baskından kaçan (ya da kaçırılan) 8 asker,PKK’lı teröristler tarafından, Kuzey Irak’ta sahnelenen bir "törenle", Türkiye'den giden, o dönemin DTP’li milletvekillerine teslim edilmişti.O 'törende' bulunan Kerim Sincari, PKK'lıları önce bağımsız bir ülkenin ordusu gibi "denetlemiş", ardından da tek tek ellerini sıkarak tebrik etmişti.

Ahmet Davutoğlu-Mesut Barzani görüşmesinde,Davutoğlu'nun Barzani'ye "Kak Mesut" yani "Mesut Abi" diye hitap etttiği ortaya çıktı.

Başbakan  Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrası gazetecilere açıklamalarda bulunan Mesut Barzani,yaşanan terör olaylarıyla ilgili olarak, çocuklarını kaybeden ailelerin acılarını paylaştığını ifade ederken, Türk veya Kürt herhangi bir gencin kanının dökülmesinin kendilerini oldukça üzdüğünü söyledi. Bu durumu sona erdirmek gerektiğini belirten Barzani, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bölgeye yönelik açılım politikalarını takdirle karşıladıklarını söyledi.

6 Haziran 2010'da ise asıl bomba patladı.Abdullah Gül  3 yıl önce "Bana bu tür kişilerle ilgili sorular asla sormayın. Benim muhataplarım bellidir" diyerek hakir gördüğü Barzani ile Cumhurbaşkanlığının Tarabya'daki Huber Köşkü'nde basına kapalı olarak yaklaşık bir saat görüştü.

Bu arada BDP'de durumdan vazife çıkardı.28.07.2010'da Kuzey Irak'a giden BDP heyeti,Irak'ın Kuzeyi'ndeki Erbil kentinde temsilcilik açmak için Başkan Mesut Barzani ile görüştü.

26 Ekim 2010'da Türkiye'ye gelen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Eski Başbakanı ve Kürdistan Demokrat Partisi Genel Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü.

Başbakanlık Resmi Konutu’nda yaklaşık 1 saat 40 dakika süren görüşmeye, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik’in yanı sıra IKBY Enerji Bakanı Ashti Havrami ve IKBY Başkanlık Divanı üyesi Abdüsselam Reşid de katıldı.

7 Kasım 2010'da Irak'taki hükümet krizinin aşılması için devreye giren Türkiye adına bu ülkede temaslarda bulunan  Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,Bağdat'tan önce Erbil'e gitti ve bölgesel Kürt yönetiminin Başkanı Mesut Barzani ile görüştü.

İşte böyle...

2002’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir anlamda "casus belli" dediği,yani savaş sebebi saydığı Kuzey Irak'taki yapılanmayı AKP Kürdistan olarak tanımış oldu..Bir zamanlar "Irak'ın kuzeyi", "Kuzey Irak", "Irak Kürt bölgesi" diye ifade edilen resmi nitelendirme de böylece tarihe karışmış oldu.

Hala MGK bildirisini ve Erdoğan'ın sözlerini ülke bütünlüğü için bir teminat olarak görenlere bir kaç ipucu daha verelim...

30.11.2009
Taraf yazarı Neşe Düzel,AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı ile  röportaj gerçekleştirir.Röportajda açılımının anayasa değişikliğiyle sonuçlanacağını ifade eden Bahçekapılı şöyle der:  "Vatandaşlık tanımı da değiştirilecek.Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım'  diyecek".

Neşe Düzel'in "Yani Vatandaşlıktaki Türklük tanımı kalkacak öyle mi?" sorusuna,Bahçekapılı; "Tabii, Yoksa demokratikleşmeyi yapamazsınız" diye karşılık verir.

Bu işin asıl şifreleri  yıllardır "Kürt Sorunu"yla yatıp ''Kürt sorunu'' ile kalkan bu uğurda oldukça hacımli bir de kitabı bulunan 2. Cumhuriyetçilerden  ve Apo'nun görüşmek için isim verdiği 3 gazeteciden biri olan  Hasan Cemal'dedir..

İttihatçıların kudretli isimlerinden Camal Paşa'nın torunu olan Hasan Cemal,21 Aralık 2010'da Milliyet Gazetesi'nin internet sitesinde yazdığı,  "Kürtçe muhtırası veren askere mecburi roman okuması: Kaç zil kaldı örtmenim?"  ile  "Unutmayın: Kürt sorunu aynı zamanda bir Türk sorunu’dur!"  başlıklı iki ayrı yazısında şu ifadelere yer verir:

"Bu ülkede bunca yıldır bu kadar acı çekildi, bu kadar kan ve gözyaşı aktı. Ve bunun temel nedenini daha hâlâ öğrenemedi asker.Ne yazık ki öyle.Temel neden Kürtçe’dir.Kürtlerin anadilinin reddedilmesidir.Evet, sorunun özü budur.Yani Kürt kimliğinin inkarı... “Ben Kürdüm, benim anadilim Kürtçe’dir; ben kendi anadilimde eğitim  görmek, yani kendi kimliğimi, tarihimi, edebiyatımı, folklorumu kendi anadilimde öğrenmek istiyorum” talebi, en temel insan haklarından biridir.Devletin bu talebi görmezlikten gelmesi bir insan hakları ihlâlidir.Kökleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden bu inkarcılık yatar, bizim Kürt sorununun temelinde...Askerin bu gerçeği artık öğrenmesi lazım."

"Çünkü, bu yalın gerçeğin inkar edilmesidir Kürt sorununu yaratan ve PKK’yı kanlı tarih sahnesine çıkartan...Askerin yine bu çerçevede bir an önce bir ders daha öğrenmesi ya da ders kitaplarını değiştirmesi gerekiyor. Çünkü bugüne kadar ezberlemiş oldukları laiklik, ulus-devlet, üniter devlet gibi tariflerin miadı uzun yıllar önce dolmuştur. Artık demokrasi ve insan haklarını esas alan yeni tarifler vardır.
Eskileri atın lütfen!Kitaplarınızı değiştirin.Akıl hocalarınızı değiştirin.Farklı seslere kulak verin.Bir başka deyişle:Ezberlerinizi bir an önce bozun!  Çünkü bu ‘ezberler’dir, en başta da Kürtçe’nin anadil olarak inkarıdır, Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getiren... Ve Türkiye için  asıl tehlike, bu inkarcılığın devam ettirilmesidir."

***

"Unutmayın: Kürt sorunu aynı zamanda bir ‘Türk sorunu’dur!"

"Demokratik Özerk Kürdistan’ modeline ilişkin taslaktan söz ediyorum.Öcalan’ın fikirlerini esas alarak hazırlandığı anlaşılan taslak kamuoyuna hangi sembollerle yansıdı?Şöyle özetlenebilir:Özerk Kürdistan...Türk bayrağının yanında Kürdistan bayrağı...Özerk Kürdistan’ın kendi savunma gücü...Kürdistan’ın kendi meclisi, kendi resmi dili, yani Kürtçe...Soruyorum:Şimdi böyle bir tartışmayı kamuoyuna taşımanın zamanı mı?Bence değil.Hep altını çiziyorum. Türkiye’nin önünde barışa açılan ince uzun bir yol var. Bu yol değişik aşama, engel ve hassasiyetlerden oluşuyor."

.....

"Siyasette neyin ne zaman nasıl yapılacağı, hele Kürt sorunu gibi aynı zamanda bir ‘Türk sorunu’ olan yakıcı bir konuda hayati önem taşır.Bu yüzden, ‘Türk kamuoyu’nu oluşturmadan, meselenin bu yanına özen göstermeden, birtakım maksimalist taleplerle barış yolunu açmanın mümkün olabileceğini sanmıyorum."

Hasan Cemal'ın bu yazısından bir kaç gün sonra PKK'ya yakın bir haber ajansının sitesinde Apo'nun Demokratik Özerklik hakkındaki görüşleri yayınlanır.APO da Hasan Cemal gibi bazı şeyler için zamanın daha erken olduğu kanaatindedir:

"DTK'nın basit ve dar şekilde demokratik özerkliği kırmızı kitapçık şeklinde ele alması tehlikeli olabilir. Bu tarz, yarar yerine zarar da verebilir. Onlar çözüm projelerini ortaya koydular, buna karşı Türkiye'deki milliyetçi güçler ayağa kalktılar. Onların sinir uçlarına dokunmuş deniliyor. Her iki taraf da sertleşerek çatışmaya gidebilirler. DTK'nın demokratik özerklik taslağı erken, acele oldu."

Apo'nun  İmralı'da de görüşmeyi arzu ettiği gazetecilerden bir diğeri olan Cengiz Çandar,Radikal'deki  4 Aralık 2011 tarihli  "BDP-DTK açığa düştü, devlet-hükümet tekledi" başlıklı  yazısını şu sözlerle bitiriyor:

"Son iki haftanın gelişmelerinin üzerine Öcalan’ın son açıklamasıyla ‘yasal Kürt siyaseti’ taktik bakımdan sıkıntılı bir döneme girebilir.Varılan noktaya bakarak 'devlet' ve 'hükümet'in, Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, MGK’dan şuna buna uzanan geniş ve 'meşru' yelpazede, son iki haftanın gelişmeleri sonucunda 'haklı' ve 'güçlü' çıktığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Derece derece farkı olsa da onlar da başka türlü açığa düştüler.Kimi vakit 'isteri krizi'ni andıran bir hal alan "Tek Millet, Tek Devlet, Tek Vatan, Tek Dil" haykırışları içinde demokrasi güzergâhında 'teklediler."

"Kürt Açılımı" sürecinde BDP (eski adıyla DTP) ikinci kez açığa düşüyor, hükümet ikinci kez tekliyordu.Birincisi,19 Ekim 2009 günü 34 PKK'lının Irak'ın kuzeyindeki Kandil ve Mahmur kamplarından gelerek Habur'dan giriş yapmaları sonucunda yaşanmıştı.

Bundan sonra daha dikkatli olmak da fayda vardır (!)

17 Aralık 2010'da  BDP`nin "iki dilli hayat" ve "Özerk Kürdistan" talepleriyle ilgili,TBMM Başkanı M.Ali Şahin Cumhuriyet savcılarını önce göreve davet edip sonra çarkederken şöyle konuşmuştu.

"Bu Anayasa ve yasalar yürürlükte kaldığı sürece herkes, özellikle milletin kendilerine temsil görevi verdiği kişiler bunlara uymak zorundadır. Aksi halde vatandaş bir suç işlediğinde 'ben o yasayı tanımıyorum' derse, yetkililer olarak ne cevap vereceğiz."

Mehmet Ali Şahin,21 Aralık'da BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ile yaptığı görüşmenin ardından ise daha yumuşak bir üslup kullandı:

"Faydalı bir görüşme oldu. Daha önce vermiş olduğum mesajla bugün kendilerine söylediklerim aşağı yukarı aynı paraleldedir. Türkiye’de her sorunun çözüm yerinin TBMM  olduığunu ifade ediyorum. Sayın Demirtaş ve arkadaşlarına da söyledim. Onlar da farklı düşünmediklerini söylediler.Değişiklik düşüncelerinin görüşüleceği ve gerekirse yapılacağı yer TBMM’dir .Parlamentomuza her konuda anayasa ya da yasa değişikliği teklifi verilebilir bunlar görüşülür, kararı verecek olan mercii TBMM Genel Kurulu’dur. Sorunların çözüm yeri olarak Meclis’i gördükten sonra diğer konuların karşılıklı nezaket sınırları içinde görüşülmesi Türkiye’deki tansiyonu da düşürecektir."

Şahin'ın hassasiyeti resmi dile değil,Anayasa'ya uygunluğadır.

Ne yazık ki şu anda dahi bu hassasiyete yakışır tavır ortaya koyabilmiş değiller.Bir yandan Anayasa'ya vurgu yapıp "resmi dil Türkçe'dir diyorlar,diğer yandan BDP'li belediyelerin tabelaları bir bir indirip yerine Kürtçe- Türkçe isimler asmalarını seyrediyorlar.

Süleymaniye'de askerinin itibarını,Kerkük'te Türkmen  varlığını koruyamayan zihniyet, Güneydoğu'daki varlığını da koruyamaz.

Hedef açık ve nettir...

Önce Türk kamuoyu oluşturmak,sonra yeni bir Anayasa yapmak.

Peki Türk Milleti, ''Milli Devleti'nin ayakları altından çekilmesine,''Milli Birliği''nin parçalanmasına seyirci kalacak mı?

Bu sorunun cevabı için çok da uzun zaman kalmadı....

 

Not: Gündeme dair kısa yorumlarım için tıklayınız:  http://twitter.com/hakverdimurat 



Bu yazı 3,078 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 11 Haziran 2023 Başbuğum Size Bir Maruzatım Var!
    • 26 Mart 2023 ''Işıklar İçinde Yatsın'ın Dayandığı Kaynak
    • 13 Şubat 2023 Yıkıldım Depremde Enkazda Kaldım
    • 1 Eylül 2022 Karakoç'u Umuttun mu Mihriban?
    • 2 Mayıs 2022 Munik Ana
    • 19 Mart 2022 ''Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'' Nasıl Olacak?
    • 11 Şubat 2022 Fazıl Merdamert Destanı
    • 19 Aralık 2021 Devlet Babadır Banka Değil
    • 29 Mart 2020 Cuma Namazı Bundan Sonra Farzı Kifaye mi Oldu?
    • 20 Mart 2020 Hürriyet Olmayan Yerde Cuma Namazı Kılmak Caiz Değildir
    • 13 Mart 2020 Salgın Hastalık Olan Yerlerde Cuma Namazı Kılınamaz!
    • 9 Mart 2020 Allah Belamızı Çoktan Vermiş de Farkında Değiliz!..
    • 24 Şubat 2020 Neden İlle de Su Manzarası?
    • 5 Ocak 2020 9 Işık'ı 1 Ampule Bağlamak
    • 6 Aralık 2019 Müslümanın 12 Ödevi
    • 27 Kasım 2019 Anlarsın yalan Dünyayı
    • 19 Şubat 2019 Göçtü Gitti Ozan Arif -Sagu-
    • 15 Şubat 2019 ''Çağrımız İslam'da Dirilişedir'' ve OZAN ARİF
    • 12 Ocak 2018 Beyin Yetmezliği
    • 1 Eylül 2017 Aldığı Nefese Hükmedemeyen İnsan

    Yazarlar

    En Çok Okunan Haberler

    Şirket Haberleri ŞİRKET HABERLERİ


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    13,493 µs